Zamânın Kölesi Olmak
“Dediler ki:
‘(bütün olup biten,) bu dünyâ-hayâtımızdan başkası değildir, ölürüz ve
diriliriz; bizi kesintisi olmayan zaman (dehrin akışın)dan başkası yıkıma
(helâke) uğratmıyor’. Oysa onların bununla ilgili hiç-bir bilgileri yoktur;
yalnızca zannediyorlar” (Câsiye
24).
Zamânın farzı ikidir; gelmek ve geçip gitmek.
Bunlar zamânın kaderidir. Zaman gelip-geçicidir. Bu yüzden gelip-geçici olana
bağlanmak, ona uymak, ondan medet ummak ve sonuçta onun kölesi olmak saçmadır
ve anlamsızdır. Fakat insan zamânı ıskalamaktan çok korkar. Fakat bu-arada
çoğunlukla âhireti ıskalar.
Zamândan kastımız
“şimdiki yaşadığımız ve geçip-gitmekte olan zaman’dır. Târih-boyunca insanlar
yaşadıkları zamânı kutsamışlar, onun getirdiklerine sımsıkı bağlanmışlar ve en
sonunda da zamanlarının kölesi olmuşlardır. Târihteki tüm zamanlar, zamânının
kölesi olmuş olanlar tarafından “en iyi, en üstün ve en yaşanılası zaman”
olarak görülmüştür. Tabi bu ne çok da modern zamanlar için geçerlidir. Çünkü
modern zamanlar Allahsız zamanlar olduğu için Dünyâ-zamânından başka bir zaman
tanımaz ve bu nedenle de zaman çok
önemlidir. Modern insan da bu yüzden her ânı en iyi şekilde daha doğrusu
şeytanın, nefsin ve dolayısıyla tâğutların memnun ve tatmin olacakları şekilde
yaşamak isterler. Bu da onları zamanlarının bağımlısı ve kölesi yapar.
Tek-dünyâlı yaşayanlar yâni âhireti kabûl
etmeyenler için zamânı kutsamak ve zamâna köle olmak bir ölçüde anlaşılabilir.
Fakat Dünyâ zamânından başka bir de âhiret zamânına inanan müslümanlar ne
oluyor?. Müslümanlar niçin zamânı İslâm-merkezli yaşamıyorlar ve kullanmıyorlar
da tam tersine İslâm’ı mevcut zamâna uydurmaya çalışıyorlar ve uymadığında ya
aşırı yoruma boğuyorlar ya görmezden geliyorlar yada yok sayıyorlar?.
İslâm’ın mesajı tüm zamanlar ve mekânlar için
net ve kesindir. Fakat müslümanların çoğu bu mesajı, zamâna uyarlamaya
çalışıyor. Oysa Kur’ân
hiç-bir târihin ve zamânın nesnesi değildir, olamaz. Kur’ân, tüm zamanlarda ve her şartta mutlak anlamda uyulması gereken bir
kitaptır. Kur’ân, tüm zamânların nesnesi değil, öznesidir. Nesne olanlar,
zamânı kutsayan ona köle olan müslümanlardır. Kur’ân’ın hükümleri,
mevcut zamânın arzularına değil; zaman, “Kur’ân’ın hükümlerine” uyacaktır.
Kur’ân zamâna göre değil, mevcut zaman Kur’ân’a göre değişecek ve
düzenlenecektir. Çünkü bunun için indirilmiştir. Allah Kur’ân’ı, zamânı,
dolayısıyla mekânı değiştirsin diye indirmiştir. Tüm peygamberler de bunun için
çalışmıştır:
“Allah,
dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz
kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz,
İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir
‘hayat düsturu’ olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a
ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine
yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).
İnsanlar
niçin tüm zamanlarda dîni zamâna uydurmaya çalışmışlardır?. Bunun cevâbı çok
basittir; çünkü zamânı Kur’ân’a uydurmanın yükünü taşımak ve bedelini ödemek
istemiyor. Fakat imtihan işte tam da bunun imtihanıdır, yâni Dünyâ’da
bulunmamızın nedeni budur ve âhirette cenneti yada cehennemi hak etmek bununla
alâkalıdır: Zaman ve dolaysı ile mekân Allah’a göre mi düzenlenecek yoksa
şeytanın ve nefsin kontrôlü, yönlendirmesi ve ayartması altında olan insana
göre mi?. Tüm film bu seçime göre dönmektedir.
Modern
müslümanlarda da İslâm’ın zamânın
değişmesiyle değiştirilebileceği düşüncesi ve inancı oluşturuldu. Başta
Allahsız oryantâlist yalakası kâfir akademisyenler olmak üzere moderniteye
meftûn, râm ve hayrân olanlar yada modernizmin ağır kuşatması ve baskısına
dayanamayanlar Kur’ân’ın da değişip duran zamâna uydurulabileceğini zannediyor.
Fakat Kur’ân geçip-giden zamâna değil, geçip-giden zaman Kur’ân’a uymalıdır.
Zîrâ o Allah’ın sözüdür ve Allah’ın sözünde hiç-bir değişiklik olmaz: “…Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur…” (Yûnus 64). Zâten O’nun sünnetinde yâni yasalarında da
bir değişiklik söz-konusu değildir: “(Bu,) Allah’ın öteden bêri sürüp giden sünnetidir. Allah’ın sünnetinde
kesinlikle bir değişiklik bulamazsın” (Fetih 23). Kur’ân’ı indiren Allah’ın
yasalarında ve indirdiği Kur’ân’ın sözlerinde hiç-bir değişiklik yokken,
değişip-duran ve geçip-giden zamânın Kur’ân’ı belirlemesi de ne demektir?. İşte
mevcut zamânı kutsayan ve zamanlarının kölesi olanların yapmak istediği şey,
değişen şeyin değişmeyen şeyi değiştirmeye çalışması ama tabî ki
becerememesidir. Üstelik “değişmeyen şeyin değişen şeye uyması gerektiği”
düşüncesini savunmaları yok mu.. Tam bir câhillik. Hele bunu müslümanların da
kabûl etmesi ve dillendirmesi ne kadar da umut kırıcıdır.
Modern müslümanlar hayâtı
“Kur’ân-merkezli” okumuyorlar ve tam-tersine, Kur’ân’ı “modernite-merkezli”
okuyorlar. Böyle olunca da Kur’ân modernitenin ve zamânın öznesi olacağına
nesnesi oluyor. Kur’ân özne yerine “nesne” olunca, müslümanlar da Kur’ân yerine
modernitenin gölgesinde modernitenin ve zamânın nesnesi oluyorlar. Rezillikleri
bu yüzdendir. Ne acıdır ki müslümanların çoğu da zamânın kölesi olmuş
durumdadır. Öyle ki artık zamâna dolayısıyla moderniteye uymayan hiç-bir
düşünceyi ve yorumu bile kabûl edemiyorlar.
Şu da var ki; vahyiyle bildirilen “şeriatı
uygulamak” demek olan Sünnet’ten kopulunca, “zamânın telâkkileri” şeriatın
yerine geçerek “modern şeriatlar” ortaya çıkardılar. “Kahrolsun şeriat
diyenler, modern şeriatların iti, köpeği ve kölesi olmuş hâlde huşû ile modern
şeriatlara tam bir teslîmiyetle teslim olarak uymaktadırlar.
Kur’ân zamânın bağımlısı ve kölesi olmuş
olanlara tüm zamanlarda şu uyarıyı yapar:
“Asra andolsun; gerçekten insan, ziyandadır.
Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler
ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder