15 Kasım 2024 Cuma

Allah’ın Emir ve Yasaklarına Uyanlar, Uymayanlardan Üstündür

 

“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

İnsanlar ikiye ayrılırlar: 1-Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar ve buna göre hareket eden mü’minler. 2-Allah’ın emir ve yasaklarına uyup da buna göre hareket etmedikleri için şeytanın, nefsin ve tâğutların fısıltılarına, kışkırtmalarına ve yönlendirmelerine açık olan câhiller, kâfirler, müşrikler. İlk gruptakiler yâni Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar ikinci gruptakilerden yâni Allah’ın emir ve yasaklarına uymayanlardan bâriz bir şekilde üstündürler.

 

Her alanda Allahsızlığı bayraklaştırmış olan modernizm, modern insan ve modern toplum, aslında Allah’ın emir ve yasaklarına uymadıkları ve bunun yerine şeytanın, nefsin ve “kendilerinde ilah gibi güç olduğunu zannedenler” demek tâğutların ve onların uşaklığını yapanların yönlendirmeleri ve kandırılmaları sonucunda deistçe bir tavırla; “tamam, Allah’ın varlığını kabûl edelim ama din’den yâni İslâm’dan ne kadar uzak olursak o kadar üstün insan oluruz” düşüncesini merkeze almış durumdadırlar. Peki neden?.

 

İnsanlar Dünyâ’ya “göbeklerinden” bağlıdırlar. Bu nedenle de madde-merkezli bir tasavvura, düşünceye, konuşmaya ve davranmaya meyyâldirler. Bu meyil, mevcudu kutsamayı ve her-şeyi mevcut Dünyâ-görüşüne ve yaşam-şekline göre yapmayı öne çıkarır, yâni çoğunluk ne düşünüyor, ne konuşuyor ve ne yapıyorsa hemen herkes onu düşünür, onu konuşur ve onu yapar. Zâten devlet de ona göre kurulur ve eğitim-öğretim, üretim-tüketim, inanç-amel ve tüm her-şey buna göre düzenlenir. Sünnetullah, imtihan ve “racon” gereğince, târih-boyunca Dünyâ’da, insanlar Allah’a, âhirete, gayba, vahye, dîne, kitaba, peygamberlere, kısaca Allah katındaki tek hak din olan İslâm’a göre değil de, göbeklerinden bağlı oldukları Dünyâ’ya ve bu-bağlamda mevcuda göre hareket ettikleri için şeytânî, nefsî, tâğûtî ve beşerî olan baskın ve hâkim olmuştur. Bu da insanların tasavvurunu, düşüncesini, konuşmasını, davranışını ve en önemlisi de üstünlük ve değer ölçüsünü belirleyerek, “dünyevî-beşerî olan, uhrevî-ilâhî olana göre daha değerli ve üstündür” bâtıl düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Böyle olunca da dünyevî-beşerî olanın hâkim ve baskın durumda olmasının bir sonucu olarak, uhrevî-ilâhî olan düşük ve küçük görülür olmuştur. Bu da, uhrevî-ilâhî tarafta olanların; hoş-görülmesi ve katlanılması gerekenler, câhiller, gericiler, ilkeller, yobazlar ve hattâ teröristler olarak görülmesi ve kabûl edilmesine enden olmuştur.

 

Böyle olduğu için; namaz kılanlar kılmayanlardan, oruç tutanlar tutmayanlardan, zekat verenler vermeyenlerden, hacca gidenler gitmeyenlerden yada Hacca gitmek yerine Pâris’e gidenlerden, kurban kesenler -daha çok et yemelerine rağmen- kesmeyenlerden, Kur’ân’ı okuyanlar okumayanlardan, müslümanlardan taraf olanlar müslüman olmayanların tarafında olanlardan, en bâriz olarak da baş-örtüsü takanlar ve tesettüre uyanlar uymayanlardan yâni Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar uymayanlardan daha düşük ve aşağı seviyede görülmüştür-görülmektedir. Bunun nedeni elbette, (burada Allah’ın emir ve yasaklarını “hakkıyla yerine getirmek”ten bahsettiğimiz için, Allah’ın emir ve yasaklarını savsakladıkları ve içini boşalttıkları için, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmenin olumlu sonuçları üzerlerinde gözükmeyenlerin yaptıklarından başka) Allah’ın emir ve yasakları yerine, insana haz, zevk, neşe, keyif, konfor, eğlence ve rahatlık veren, şeytanın, nefsin ve tâğutların emir ve yasaklarını dinlemek ve yerine getirmektir. Dünyâ’ya daha bağlı olduğu, dünyevî olan daha çık sâhip olduğu, dünyevî olanı daha çok sevdiği, hâkim paradigmanın da dünyevî olanı destekleyip öne çıkardığı için uhrevî-ilâhî olan düşük ve ezik görülürken, dünyevî-beşerî olan daha üstün ve ileri seviye olarak görülmekte ve bu nedenle de Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmeyenler, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirenlerden daha üstün görülmektedir. Hattâ doğru yolun da kendilerininki olduğunu sanmaktadırlar.  

 

Oysa iş böyle değildir ve bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü kimin daha üstün olduğunu belirleyip söyleyebilecek olan ancak, tüm âlemlerin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’tır. Yoksa itin-köpeğin belirlemesi ve söylemesiyle bâtıl tarafta olanların hak tarafta olanlardan -sözde- daha üstün olduğu ancak “kıçtan çıkan bir osuruk” gibi boş sözdür.

 

Âlemlerin Rabbi olan Allah, tüm gayretiyle Kendisinin emir ve yasaklarına uymak için gayret ve cihad edenlerin, Allah’ın emir ve yasaklarını takmayanlara göre bâriz üstün olduğunu şöyle ifâde eder:

 

Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sâdık olan erkekler ve sâdık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır” (Ahzâb 35).

 

 “Îman edip sâlih amellerde bulunanlar ve Rablerine kâlpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır” (Hûd 23).

 

Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Onlara) Kendinden dereceler, bağışlanma ve rahmet (vermiştir.) Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nîsâ 95-96).

 

İnandığını ve müslüman olduğunu söylediği hâlde, bir özrü olmaksızın, namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekat vermeyen, hacca gitmeyen, baş-örtüsü takmayan vs. kimseler dinden çıkmış olmazlar; çünkü henüz “dîne girmemiş”tirler. 1-Namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar, zekât vermeyenler, hacca gitmeyenler yada gitmeyi gereksiz görenler, durumu müsâit olmasına rağmen kurban kesmeyenler ve hacca gitmeyenler, Kur’ân okumayanlar, dîni öğrenmek için çabalamayanlar. 2-Kötü alışkanlıkları olanlar, fâiz alanlar, yolsuzluk yapanlar, yalan-dolanla işlerini yürütenler… Birinci gruptakiler din’den çıkmamışlardır; çünkü bunları yapmadıkları için henüz daha dîne girmemişlerdir. İkinci gruptakiler de dinden çıkmamışlardır; çünkü zâten o kötülükleri yaptıkları için din üzere değillerdir.

 

Din kısıtlayıcıdır. Zîrâ kısıtlanmamak kişiyi mutlakâ günaha, harama, suça ve ayıba yönlendirir. Tabi kısıtlanmayınca ve haramı, günahı, ayıbı ve suçu takmayınca, dünyevî kazançlar elde etmek çok olasıdır. Modernizm denen Allahsızlık da zâten bir “sınırsızlık uygarlığı” olduğu için sınırsızca yaşayanlara daha fazla alan açar. Böyle bir zaman ve mekânda mü’minler “sınıra uydukları için” diğerlerine göre sınırlı kalmayı göze alırlar. Bu da onların maddî ve dünyevî olarak geride kalmış gibi gösterir. Bu da Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın kişiyi düşürdüğü, alçalttığını ve aşağı bir seviyede bıraktığını düşündürtür. Zamânında maddî durumu yüksek bir kadın anneme, “siz namaz kıldığınız için fakir kalıyorsunuz demiş. Annem de “biz buna râzıyız, çünkü dünyevî olana değil, uhrevî olana önem ve öncelik veriyoruz” diye cevap vermiş. Gerçekten de işin raconu budur.

 

Tabi bu şerefsiz modern sistem kendi sistemine, paradigmasına, yaşam-tarzına ve emir-yasaklarına uymayanların alanını iyice  bir daralttığı için, bakıldığında, Allah’ın emir ve yasaklarına uyanların, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayanların yanında çalıştıkları ve onların işlerini yaptıklarını gördükleri için değerlendirmelerini de buna göre yapıyorlar. Fakat üstünlük ve değer ölçüsü bu değildir.

 

İşin sinir bozucu yanı şudur ki, Allah’ın emir ve yasaklarına uymadıkları ve bunu takmadıkları için kendilerini kısıtlamayanlar ve modernizm tarafından önü açılanlar, dolayısıyla maddî-dünyevî alanda daha fazlasını elde etmiş olanlar,   Allah’ın emir ve yasaklarına uydukları için hem kendilerini kısıtlamış hem de modernizm tarafından kısıtlanmış oldukları için görece daha az maddî imkânlara sâhip oldukları için diğerlerine muhtâç bırakılmakta, bu da onların, dîni-îmânı takmayanlar tarafından istedikleri gibi yönlendirilebileceklerini ve istedikleri gibi kullanılabileceklerini düşündürtmektedir. Çünkü üstünlük ve değer-ölçüsü uhrevî-ilâhî değil de beşerî-dünyevî-maddî olunca, daha çoğa sâhip olanlar daha aza sâhip olanlardan üstün görülmektedir. İşin daha da sinir bozucu tarafı ise şudur ki, modern üstünlük-ölçüsüne göre üstün kabûl edilenlerin, düşük kabûl edilenleri bir nezâket ve bir hoş-görü îcâbı olarak idâre ettiklerini düşünmeleridir. Bu-bağlamda şöyle derler: “Ben kimsenin nazına-niyâzına, baş-örtüsüne karışmam”. Aslında bu sözün arkasında yatan asıl zihniyet zımnen şudur: “Tamam; namaz, oruç, baş-örtüsü vs. bunlar ilkel, çağ-dışı, gerici ve yobazca şeylerdir ama, ben bunu hoş görüyorum, idâre ediyorum ve bir şey demiyorum, zâten ne deseniz bunları değiştiremezsiniz ve gerçeği gösteremezsiniz”.

 

Hayır!; iş onların dediği gibi değil. Bir özür olmamak ve işi hakkıyla yapmak şartıyla; namaz kılanlar kılmayanlardan, oruç tutanlar tutmayanlardan, zekat verenler vermeyenlerden, hacca gidenler gitmeyenlerden yada “gitmeye gerek yok” diyenlerden, Kur’ân okuyanlar okumayanlardan, Allah için amel-eylemde bulunanlar bulunmayanlardan, cihad edenler etmeyenlerden, özellikle, baş-örtülü kadınlar baş-örtüsüz kadınlardan, tesettürlüler tesettürsüzlerden, kendilerini Allah için kısıtlayarak günahlardan, haramlardan, ayıplardan ve suçlardan uzak tutanlar tutmayanlardan, yâni ve dolayısıyla, Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak bunları hakkıyla yerine getirenler, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak ve bunları takmayanlardan kat be kat ve çok bâriz bir şekilde hem Dünyâ’da üstündürler hem  de âhirette üstündürler. Hattâ Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar ve buna göre yaşayanlar cennete gidecek ve sonsuz nîmetlerle sevineceklerken; Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan ve bunun yerine şeytana, nefse ve tâğutların beşerî-dünyevî-maddî merkezdeki Allahsız düzenlerine göre yaşayanlar cehennemin dibini boylayacaklardır:

 

“Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkârları; ‘sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?’. Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ dediler. ‘Yoksula yedirmezdik, (Bâtıla ve tutkulara) dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve cezâ) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı’. Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?. Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; aslandan korkup-kaçmışlar. Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister. Hayır; onlar şüphesiz âhiretten korkmuyorlar” (Müddesir 40-53).

  

Namaz kılıyorum; oruç tutuyorum; zekat veriyorum, kurban kesiyorum, Sünnet’i savunuyorum; Kur’ân ile amel etmeyi savunuyorum; hacca gidiyorum ve orada şeytan taşlıyorum; fâiz almıyorum; çalmıyorum; zinâ etmiyorum; modernizme karşıyım.. Çünkü ben müslümanım!.

 

Mü’minler şöyle demelidirler: Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca-umreye gitmek, bolca zekat vermek ve infâk yapmak, kurban kesmek, başörtüsü takmak, tesettürlü giyinmek, fâize bulaşmamak, ihtiyaç hârici alış-veriş yapmamak, seküler siyâseti eleştirmek, yâni Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir hayat yaşamak… İşte bunları yapmak, lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-modernist-konformist-modern dünyâya karşı yapılan bir isyândır. Bunlara isyân ediyorum, zîrâ ben şeytanın, nefsin ve tâğutların dünyevî-beşerî sistemine değil, Allah’ın uhrevî-ilâhî sistemi yâni Allah katındaki tek hak din olan İslâm’a uyuyorum. 

 

Evet; hakkı söyleyen 1 kişi, bâtılı söyleyen 1 milyar kişiden üstündür. Süper îman, “süper-men”den üstündür.

 

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).

 

“Öyleyse, îman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu?. Bunlar eşit olmazlar” (Secde 18).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder