“Yoksa o,
gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet)
eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki:
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl sâhipleri öğüt
alıp-düşünürler” (Zümer
9).
İnsanlar ikiye ayrılırlar: 1-Allah’ın emir ve
yasaklarına uyanlar ve buna göre hareket eden mü’minler. 2-Allah’ın emir ve
yasaklarına uyup da buna göre hareket etmedikleri için şeytanın, nefsin ve
tâğutların fısıltılarına, kışkırtmalarına ve yönlendirmelerine açık olan
câhiller, kâfirler, müşrikler. İlk gruptakiler yâni Allah’ın emir ve
yasaklarına uyanlar ikinci gruptakilerden yâni Allah’ın emir ve yasaklarına
uymayanlardan bâriz bir şekilde üstündürler.
Her alanda Allahsızlığı bayraklaştırmış olan
modernizm, modern insan ve modern toplum, aslında Allah’ın emir ve yasaklarına
uymadıkları ve bunun yerine şeytanın, nefsin ve “kendilerinde ilah gibi güç
olduğunu zannedenler” demek tâğutların ve onların uşaklığını yapanların
yönlendirmeleri ve kandırılmaları sonucunda deistçe bir tavırla; “tamam,
Allah’ın varlığını kabûl edelim ama din’den yâni İslâm’dan ne kadar uzak
olursak o kadar üstün insan oluruz” düşüncesini merkeze almış durumdadırlar.
Peki neden?.
İnsanlar Dünyâ’ya “göbeklerinden”
bağlıdırlar. Bu nedenle de madde-merkezli bir tasavvura, düşünceye, konuşmaya
ve davranmaya meyyâldirler. Bu meyil, mevcudu kutsamayı ve her-şeyi mevcut
Dünyâ-görüşüne ve yaşam-şekline göre yapmayı öne çıkarır, yâni çoğunluk ne
düşünüyor, ne konuşuyor ve ne yapıyorsa hemen herkes onu düşünür, onu konuşur
ve onu yapar. Zâten devlet de ona göre kurulur ve eğitim-öğretim,
üretim-tüketim, inanç-amel ve tüm her-şey buna göre düzenlenir. Sünnetullah,
imtihan ve “racon” gereğince, târih-boyunca Dünyâ’da, insanlar Allah’a, âhirete,
gayba, vahye, dîne, kitaba, peygamberlere, kısaca Allah katındaki tek hak din
olan İslâm’a göre değil de, göbeklerinden bağlı oldukları Dünyâ’ya ve
bu-bağlamda mevcuda göre hareket ettikleri için şeytânî, nefsî, tâğûtî ve
beşerî olan baskın ve hâkim olmuştur. Bu da insanların tasavvurunu,
düşüncesini, konuşmasını, davranışını ve en önemlisi de üstünlük ve değer ölçüsünü
belirleyerek, “dünyevî-beşerî olan, uhrevî-ilâhî olana göre daha değerli ve üstündür”
bâtıl düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Böyle olunca da dünyevî-beşerî olanın
hâkim ve baskın durumda olmasının bir sonucu olarak, uhrevî-ilâhî olan düşük ve
küçük görülür olmuştur. Bu da, uhrevî-ilâhî tarafta olanların; hoş-görülmesi ve
katlanılması gerekenler, câhiller, gericiler, ilkeller, yobazlar ve hattâ
teröristler olarak görülmesi ve kabûl edilmesine enden olmuştur.
Böyle olduğu için; namaz kılanlar
kılmayanlardan, oruç tutanlar tutmayanlardan, zekat verenler vermeyenlerden, hacca
gidenler gitmeyenlerden yada Hacca gitmek yerine Pâris’e gidenlerden, kurban
kesenler -daha çok et yemelerine rağmen- kesmeyenlerden, Kur’ân’ı okuyanlar
okumayanlardan, müslümanlardan taraf olanlar müslüman olmayanların tarafında
olanlardan, en bâriz olarak da baş-örtüsü takanlar ve tesettüre uyanlar uymayanlardan
yâni Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar uymayanlardan daha düşük ve aşağı
seviyede görülmüştür-görülmektedir. Bunun nedeni elbette, (burada Allah’ın emir
ve yasaklarını “hakkıyla yerine getirmek”ten bahsettiğimiz için, Allah’ın emir
ve yasaklarını savsakladıkları ve içini boşalttıkları için, Allah’ın emir ve
yasaklarını yerine getirmenin olumlu sonuçları üzerlerinde gözükmeyenlerin
yaptıklarından başka) Allah’ın emir ve yasakları yerine, insana haz, zevk,
neşe, keyif, konfor, eğlence ve rahatlık veren, şeytanın, nefsin ve tâğutların
emir ve yasaklarını dinlemek ve yerine getirmektir. Dünyâ’ya daha bağlı olduğu,
dünyevî olan daha çık sâhip olduğu, dünyevî olanı daha çok sevdiği, hâkim paradigmanın
da dünyevî olanı destekleyip öne çıkardığı için uhrevî-ilâhî olan düşük ve ezik
görülürken, dünyevî-beşerî olan daha üstün ve ileri seviye olarak görülmekte ve
bu nedenle de Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmeyenler, Allah’ın emir
ve yasaklarını yerine getirenlerden daha üstün görülmektedir. Hattâ doğru yolun
da kendilerininki olduğunu sanmaktadırlar.
Oysa iş böyle değildir ve bu büyük bir
yanılgıdır. Çünkü kimin daha üstün olduğunu belirleyip söyleyebilecek olan
ancak, tüm âlemlerin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’tır. Yoksa itin-köpeğin belirlemesi
ve söylemesiyle bâtıl tarafta olanların hak tarafta olanlardan -sözde- daha
üstün olduğu ancak “kıçtan çıkan bir osuruk” gibi boş sözdür.
Âlemlerin Rabbi olan Allah, tüm gayretiyle
Kendisinin emir ve yasaklarına uymak için gayret ve cihad edenlerin, Allah’ın
emir ve yasaklarını takmayanlara göre bâriz üstün olduğunu şöyle ifâde eder:
“Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman
kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden
erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sâdık olan erkekler ve
sâdık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla
(Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka
veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,
ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça
zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için
Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır” (Ahzâb 35).
“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar ve
Rablerine kâlpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar, işte bunlar da cennetin
halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır” (Hûd 23).
“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile,
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah,
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün
kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri
oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Onlara) Kendinden dereceler, bağışlanma ve
rahmet (vermiştir.) Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nîsâ 95-96).
İnandığını ve müslüman olduğunu söylediği
hâlde, bir özrü olmaksızın, namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekat vermeyen,
hacca gitmeyen, baş-örtüsü takmayan vs. kimseler dinden çıkmış olmazlar; çünkü
henüz “dîne girmemiş”tirler. 1-Namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar, zekât
vermeyenler, hacca gitmeyenler yada gitmeyi gereksiz görenler, durumu müsâit
olmasına rağmen kurban kesmeyenler ve hacca gitmeyenler, Kur’ân okumayanlar,
dîni öğrenmek için çabalamayanlar. 2-Kötü alışkanlıkları olanlar, fâiz alanlar,
yolsuzluk yapanlar, yalan-dolanla işlerini yürütenler… Birinci gruptakiler din’den
çıkmamışlardır; çünkü bunları yapmadıkları için henüz daha dîne girmemişlerdir.
İkinci gruptakiler de dinden çıkmamışlardır; çünkü zâten o kötülükleri
yaptıkları için din üzere değillerdir.
Din
kısıtlayıcıdır. Zîrâ kısıtlanmamak kişiyi mutlakâ günaha, harama, suça ve ayıba
yönlendirir. Tabi kısıtlanmayınca ve haramı, günahı, ayıbı ve suçu takmayınca,
dünyevî kazançlar elde etmek çok olasıdır. Modernizm denen Allahsızlık da zâten
bir “sınırsızlık uygarlığı” olduğu için sınırsızca yaşayanlara daha fazla alan
açar. Böyle bir zaman ve mekânda mü’minler “sınıra uydukları için” diğerlerine
göre sınırlı kalmayı göze alırlar. Bu da onların maddî ve dünyevî olarak geride
kalmış gibi gösterir. Bu da Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın kişiyi
düşürdüğü, alçalttığını ve aşağı bir seviyede bıraktığını düşündürtür.
Zamânında maddî durumu yüksek bir kadın anneme, “siz namaz kıldığınız için
fakir kalıyorsunuz demiş. Annem de “biz buna râzıyız, çünkü dünyevî olana
değil, uhrevî olana önem ve öncelik veriyoruz” diye cevap vermiş. Gerçekten de
işin raconu budur.
Tabi
bu şerefsiz modern sistem kendi sistemine, paradigmasına, yaşam-tarzına ve
emir-yasaklarına uymayanların alanını iyice
bir daralttığı için, bakıldığında, Allah’ın emir ve yasaklarına
uyanların, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayanların yanında çalıştıkları ve
onların işlerini yaptıklarını gördükleri için değerlendirmelerini de buna göre
yapıyorlar. Fakat üstünlük ve değer ölçüsü bu değildir.
İşin
sinir bozucu yanı şudur ki, Allah’ın emir ve yasaklarına uymadıkları ve bunu
takmadıkları için kendilerini kısıtlamayanlar ve modernizm tarafından önü
açılanlar, dolayısıyla maddî-dünyevî alanda daha fazlasını elde etmiş olanlar, Allah’ın emir ve yasaklarına uydukları için
hem kendilerini kısıtlamış hem de modernizm tarafından kısıtlanmış oldukları
için görece daha az maddî imkânlara sâhip oldukları için diğerlerine muhtâç
bırakılmakta, bu da onların, dîni-îmânı takmayanlar tarafından istedikleri gibi
yönlendirilebileceklerini ve istedikleri gibi kullanılabileceklerini
düşündürtmektedir. Çünkü üstünlük ve değer-ölçüsü uhrevî-ilâhî değil de
beşerî-dünyevî-maddî olunca, daha çoğa sâhip olanlar daha aza sâhip olanlardan
üstün görülmektedir. İşin daha da sinir bozucu tarafı ise şudur ki, modern
üstünlük-ölçüsüne göre üstün kabûl edilenlerin, düşük kabûl edilenleri bir
nezâket ve bir hoş-görü îcâbı olarak idâre ettiklerini düşünmeleridir.
Bu-bağlamda şöyle derler: “Ben kimsenin nazına-niyâzına, baş-örtüsüne karışmam”.
Aslında bu sözün arkasında yatan asıl zihniyet zımnen şudur: “Tamam; namaz,
oruç, baş-örtüsü vs. bunlar ilkel, çağ-dışı, gerici ve yobazca şeylerdir ama,
ben bunu hoş görüyorum, idâre ediyorum ve bir şey demiyorum, zâten ne deseniz
bunları değiştiremezsiniz ve gerçeği gösteremezsiniz”.
Hayır!;
iş onların dediği gibi değil. Bir özür olmamak ve işi hakkıyla yapmak şartıyla;
namaz kılanlar kılmayanlardan, oruç tutanlar tutmayanlardan, zekat verenler
vermeyenlerden, hacca gidenler gitmeyenlerden yada “gitmeye gerek yok”
diyenlerden, Kur’ân okuyanlar okumayanlardan, Allah için amel-eylemde
bulunanlar bulunmayanlardan, cihad edenler etmeyenlerden, özellikle, baş-örtülü
kadınlar baş-örtüsüz kadınlardan, tesettürlüler tesettürsüzlerden, kendilerini
Allah için kısıtlayarak günahlardan, haramlardan, ayıplardan ve suçlardan uzak
tutanlar tutmayanlardan, yâni ve dolayısıyla, Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak
bunları hakkıyla yerine getirenler, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak ve
bunları takmayanlardan kat be kat ve çok bâriz bir şekilde hem Dünyâ’da
üstündürler hem de âhirette üstündürler.
Hattâ Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar ve buna göre yaşayanlar cennete
gidecek ve sonsuz nîmetlerle sevineceklerken; Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan
ve bunun yerine şeytana, nefse ve tâğutların beşerî-dünyevî-maddî merkezdeki
Allahsız düzenlerine göre yaşayanlar cehennemin dibini boylayacaklardır:
“Onlar
cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkârları; ‘sizi şu
cehenneme sürükleyip-iten nedir?’. Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’
dediler. ‘Yoksula yedirmezdik, (Bâtıla ve tutkulara) dalıp gidenlerle biz de
dalar giderdik. Din (hesap ve cezâ) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakîn
(kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı’. Artık, şefaat edenlerin şefaati
onlara bir yarar sağlamaz. Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz
çevirip duruyorlar?. Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; aslandan
korkup-kaçmışlar. Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini
ister. Hayır; onlar şüphesiz âhiretten korkmuyorlar” (Müddesir 40-53).
Namaz kılıyorum; oruç
tutuyorum; zekat veriyorum, kurban kesiyorum, Sünnet’i savunuyorum; Kur’ân ile
amel etmeyi savunuyorum; hacca gidiyorum ve orada şeytan taşlıyorum; fâiz
almıyorum; çalmıyorum; zinâ etmiyorum; modernizme karşıyım.. Çünkü ben
müslümanım!.
Mü’minler şöyle demelidirler: Namaz kılmak,
oruç tutmak, hacca-umreye gitmek, bolca zekat vermek ve infâk yapmak, kurban
kesmek, başörtüsü takmak, tesettürlü giyinmek, fâize bulaşmamak, ihtiyaç hârici
alış-veriş yapmamak, seküler siyâseti eleştirmek, yâni Kur’ân ve
Sünnet-merkezli bir hayat yaşamak… İşte bunları yapmak,
lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-modernist-konformist-modern dünyâya
karşı yapılan bir isyândır. Bunlara isyân ediyorum, zîrâ ben şeytanın, nefsin
ve tâğutların dünyevî-beşerî sistemine değil, Allah’ın uhrevî-ilâhî sistemi
yâni Allah katındaki tek hak din olan İslâm’a uyuyorum.
Evet; hakkı söyleyen 1 kişi, bâtılı söyleyen
1 milyar kişiden üstündür. Süper îman, “süper-men”den üstündür.
“Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i
İmran 139).
“Öyleyse,
îman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu?. Bunlar eşit olmazlar” (Secde 18).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder