“Allah’ın
kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin. Erkeklere
kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır.
Allah’tan onun fazlını (ihsânını) isteyin. Gerçekten, Allah her-şeyi bilendir” (Nîsâ 32).
Feminizm: “XVIII.
yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan,
daha sonraki yüzyıllarda her toplumda yandaş bulan, kadının siyâsal ve
toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu
gerçekleştirmeye çalışan akım”.
Kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi
öngören bir doktrin olarak tanımlanan feminizmin ortaya çıkışı 18.yy sonlarına
rastlar. Latince “kadın” anlamına gelen “femine” sözcüğünden türetilmiştir.
Tabi bu târifler çok
hafif ifâdelerle sanki sâdece bir hak talebi gibi sunulmuş. Oysa öyle değildir
ve öyle olmadığı feminizmin geldiği yer îtibârıyla ortadadır.
Yazı-başlığında da
açıkça söylediğimiz gibi, feminizm bir sapkınlıktır. Erkeklerle eşit haklar almak
çabası ve hedefi değil, erkeklerden neredeyse tüm hakları alarak kadınlara vermek
ve kadınları bir tanrıça gibi ilahlaştırmak ve onlara tapınmak düşüncesi ve
hedefidir.
Feminizm bir “erkek
kompleksi”dir. “Dikey” olan karşısında “yatay” olanın âcizliğinin
dışa-vurumudur. Edilgen olmanın ve “altta kalma”nın verdiği ezikliğin şeytan
tarafından abartılması ve kadınlara-kızlara fısıldanmasıdır. Hiç kıvırmaya
gerek yok; feminizm, fıtrata, doğala, doğaya, normâle bir ihânetin ve aykırılığın
ve bundan dolayı ortaya çıkan sapkınlığın bir sonucudur.
Feministler şunu çok iyi
bilmelidirler ki, hak, hukuk, adâlet ve insanlık açılarından değil elbette ama
beden ve fizîkî yapı noktasında erkeler kadınlardan bâriz şekilde üstün
yaratılmışlardır ki zâten kadını, erkeği ve her-şeyi yaratan Allah da bundan
dolayı erkeğe hem daha fazla sorumluluk yüklemiş hem de erkekleri kadınlara
koruyucu ve idâre edici olarak tâyin etmiştir:
“Allah’ın,
bâzısını bâzısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması
nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu gözeticidir…” (Nîsâ 34).
Feminizm
bir erkek düşmanlığıdır. Feministler, şeytanın etkisi ve aldatmasının sonucu
olarak erkeğin sâhip olduğu fiziksel gücü ve kendisine üstün kılınmasını
kıskanmaları nedeniyle kendilerini çok daha güçlü gösteren ve bu yüzden
Allah’ın ve toplumun onlara yüklemediği sorumlulukları yükleyerek kendilerine
zulmeden insanlardır. Hâlbuki Allah müthiş bir dengeyle kadın ve erkeği tam da
birbirlerine uygun şekilde yaratmış ve aralarına da bir sevgi-bağı koymuştur:
“Onda sükun bulup
durulmanız için, size kendi nefislerinizden (cinslerinizden) eşler yaratması ve
aranızda bir sevgi ve merhâmet kılması da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz
bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır” (Rûm 21).
Feministler feminist sapkınlık nedeniyle cinsel organlarını
ve kadınlığı yâni doğal durumlarını kabûl edememe durumuna kadar gelmiştir.
Önde giden feministlerin kendilerini erkeklere benzetmek için bir yerlerini
yırtmalarının nedeni budur. Yine feministlerin,
erkeklerin yapması gereken işlere soyunmasının arkasında da bu vardır ki
bu sapkınlık kadınlara zulümden başkası değildir.
Feministlerin sapkınca düşüncelerini ortaya koyduğumuzda,
feminizme boşuna “sapkınlık” demediğimiz açığa çıkar.
1. Dünyâ Savaşı, cepheye
gittikleri için erkeklerden boşalan fabrikaları kadınların doldurmasına neden
oldu ki kadınlar çalışmaya ve dışarıya 1. ve 2. Dünyâ Savaşları’ndan sonra
alışmaya baladı. Bu durum kadınların da erkeklerin yaptığı her işi yapabileceği
düşüncesini doğurdu. Anneliği ve ev-hanımlığını bırakıp da ev-dışına alışan
kadının düşünceleri de değişmeye başladı. Çünkü sürekli şekilde ev-dışında
bulunan kadının fıtratı/doğası değişir ve bu kâlbine, rûhuna ve zihnine etki
eder. Artık doğal ve normâl düşüncelerden sıyrılarak şeytanın ve nefsin
etkisine ve de tâğutların yönlendirmelerine kapılmaya başlayarak farklı
düşünceler ve inançlar içine girer. Bu-bağlamda feministler meselâ, kadının
evlilik-dışın cinsel özgürlüğünün olmasını bile söylemişlerdir.
Ev-merkezli mâsumiyetlerini kaybeden ve erkekleşmeye başlayan
kadınlar, önemli olanın akıl olduğunu, bu yüzden erkekle kadının aynı ve eşit olduğunu
söyleyerek ve işgüzarlık yaparak kendi ayaklarına sıkmaya başladılar. Artık kamusal
alana çıkmak kadın için olmazsa-olmaz olarak görülmeye başladı. Kamusal alana
karışan kadınlar evliliği ve anneliği ertelemeye ve en sonunda da kaçınılmaz
bir sonuç olarak evliliğe, anneliğe ve âileye düşman olmaya, hattâ evliliği “fâhişelik”
olarak görmeye başladılar. “Peki nesil
nasıl devâm edecek?” sorusuna ise, serbest cinsel ilişki, âilesiz toplum ve annelik
görevi olmadan çocukların toplum tarafından anne ve babasını tanımadan yetiştirilmesi
düşüncesini ortaya attılar. Artık âile, annelik, babalık ve akrabâlık olmayacak,
zımnen; “ortalık piçlerden ve it-kopuktan geçilmeyecek” demeye getirdiler.
Şu düşünceler
feministler için çok normâldir: “Kadını “anne” erkeği de “baba” yapan biyolojik
farklılık, gebelikten korunma, kısırlaştırma ve kürtajla ilgili geliştirilen yeni
teknolojilerle eski anlam ve işlevini kaybedecektir. Sûnî döllenme, anlaşmalı
annelik, yapay plasenta gibi yeni yöntemlerle, uygun yasal düzenlemeler yapıldığında
çocuk Dünyâ’ya getiren anne ona bakmak zorunda kalmayacak, çocuk büyütmek
isteyen de çocuk doğurmaya mecbur olmayacaktır. Radikâl feministler annelik
üzerine olan genel anlayışla karşıdırlar. Feministlere göre yerleşik annelik anlayışı
tüm kadınların anneliği bir ihtiyaç olarak gördükleri yanlışına dayanır. Radikâl
feministlere göre bu varsayım sorgulanmalıdır. Zîrâ eğer anneler kız çocuklarına
oyuncak bebek almaz, evde, okulda, çarşıda, kız ve erkek ayrımına dayalı
normlar aşılanmaz ise kadınların anne olmak isteyecekleri şüphelidir”.
Erkek düşmanlığı oluşunca ama cinsellik dürtüsü devâm
edince feministler lezbiyenliği öne çıkardılar ve onu savunmaya başladılar. “Cinselliğin
ifsâd edilmesi” demek olan LGBT’nin ortaya çıkmasının en büyük sorumlusu feminizm
ve feministlerdir. Feminizm hem sapkındır hem de saptırıcıdır.
Tüm sapkın düşünce ve söylemlerinden sonra feministler, seküler-modern
Allahsız sistem kendilerine alan açtığı ve yoğun destek verdiği için kendilerini
bir bok zannetmeye başladılar ve en sonunda erkeklerden daha üstün olduklarını
dillendirmeye başladılar. Fakat fıtrata, doğala, normâle ve yaratılışa aykırı
olan bu duruma karşı henüz yavşaklaşmamış olan erkekler, kas-gücünün hâlâ
geçerli olduğunu acı bir şekilde ortaya koydular.
Kadın-erkek
eşitliği söylemi, modern hattâ post-modern bir söylemdir ve “feminizm sapıklığı”
ile birlikte ortaya atılmıştır. Aslında feministler, “kadının erkekten üstün olduğunu”
savunurlar ama bunu bir-anda ve direkt olarak söyleyemedikleri için -ki artık açıkça
söylemeye başladılar-, “kadın-erkek eşittir” söylemini bir “ön-söylem” olarak
îcâd edip dile getiriyorlar. Bu söylemin bir sonraki söylemi, “kadın erkekten
üstündür” şeklindeki söylem olmuştur. Zâten pratik hayatta, kadın erkekten üstün
tutulmaya başlamıştır ve hattâ erkekler kadına bağımlı hâle getirilmeye
çalışılmaktadır. Tabi bu aslında toplumda bir karşılık bulmamakta, kadına
boğdurulmaya çalışılan erkek, kadına olan üstünlüğünü “başka” şekillerde
göstermektedir. Hem de bu, ileri toplum, geri toplum meselesi de değildir.
Kadına şiddetin ilk sırada olduğu ülke, Feminizmin öncü ülkelerinden bir Avrupa
ülkesi olan Danimarka, ondan sonra da Finlandiya ve İsveç’tir.
Aslında
erkeklerin kadınlardan, başta fizîki yapıları olmak üzere bir-çok üstün
özelliklerle donatılarak yaratıldığını ve bunun bâriz bir şekilde görüldüğünü,
erkeklerden çok kadınlar biliyor. Çünkü bu âyan-beyan ortada olduğu için bâriz
şekilde görülebiliyor. Fakat kadınlar bunu feminizm ve liberâl-kapitâlist
hareketler ve sistemlerin kışkırtmasıyla görmezden gelerek yok saymak
istiyorlar. Sonuçta ise her zaman kendileri zarar görüyor.
Modernler
250 yıldır, sanki kadın tâ Hz. Havvâ’dan bêri ağır bir kölelik altında
ezim-ezim ezilmiş, hiç-bir özgürlüğü olmamış, insan olarak bile görülmemiş,
maddî ve mânevî olarak sömürülmüş, evlenene kadar babasının ve ağabeylerinin,
evlendikten sonra da kocasının ağır baskısı ve esâreti altınca kalmış gibi,
“kadınlara özgürlük” sloganıyla kadınlara -sözde- özgürlük vererek onları
kurtardıklarını ve önlerini açtıklarını düşünürler ve bunu söyleyip dururlar.
Perişân hâldeki kadını modernizmin kurtardığı algısı ve düşüncesi oluştururlar.
Peki modernizm ile birlikte gerçekten de kadınlar özgür olabildiler mi?.
Oldularsa o zaman niçin Feminizm diye bir sapkınlık ortaya çıktı?, kadını
korumak için çeşitli önlemler var ve niçin kadınlar sövülüyor, dövülüyor ve
öldürülüyor?. Hani modernizm kadınlara özgürlük vermişti ve kadınlar kölelikten
ve esâretten kurtulmuşlardı?. Demek ki modernizmin, kadınları kölelikten
kurtardığı ve özgürleştirdiği falan yok, çünkü modernizm denen şeytan-işi pislik şey, kadınları
özgürleştirmedi ve târih boyunca hiç olmadığı oranda herkes ve her-şey
tarafından köleleştirildi ve köleleştirilmektedir. Köleleştirilen kadın her
alanda köle gibi kullanıldı-kullanılıyor.
Modern özgürlük telâkkisi, kadınlara olması
gerekenden çok daha fazla özgürlük verince, kadın zıvanadan çıkmış ve erkekleri
güdümüne almak istemeye başlamıştır. Erkeklerden ziyade kadın-merkezli bir temeli
olan kapitâlist-liberâl-feminist-modern sistem de kadınları öne çıkarmış ve
erkekleri kadınların güdümüne sokmaya çalışmaktadır. Bu “ilâhî olan”ın güdümünden
çıkıp, “bedenî-nefsî olan”ın güdümüne girmek demektir.
Kadınlar erkeksileşirken, erkekler de kadınsılaştırılıyor ve bu, “şeytânî
bir proje kapsamında” yapılıyor.
Feministler erkek karşısında duydukları ezikliğin çâresini bu-şekilde
bulmaya çalışıyorlar. Çünkü Feminizm bir “erkek kompleksi”dir. Erkek karşısında
duyulan kompleksin, ezikliğin ve güçsüzlüğün, dinden uzaklaşmış ve kopmuş olan
kadınlar üzerinde açığa çıkması durumudur.
Güdümlü düşünceler ve davranışlar, güdümlü bombalardan daha güçlü ve tahripkârdır.
Şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından güdümlenmiş olan Feminizm, erkekleri
kadınların güdümüne sokmaya çalışarak güdümlü bombalardan daha tahripkâr
etkiler yapmaktadır.
Feminizmin ortaya çıkmasında elbette kadınlara yapılan aşağılamalar,
şiddet ve adâletsizliklerin de payı vardır ve etkisi olmuştur. Fakat feminizmin
ortaya çıkmasının en öneli nedeni bu değildir. Feminizmin, dinden uzaklaşıldığı
ve kopulduğu bir zamanda ortaya çıkmış olması, onun dinsizlikle direkt olarak
alâkalı olduğunu ortaya koyar. Çünkü dinden uzaklaşan ve kopan insanlar fıtrattan,
doğaldan ve normâlden de uzaklaşmış ve kopmuş olacakları için artık her
yaptıkları şey absürt ve saçmalık olacaktır. İşte feminizm de böyle bir
saçmalıktır ve Allah’ın yarattığına aykırı bir düşünce ve boşuna bir değişim ve
değiştirme çabasıdır.
Feminizm; şeytanın
fısıldamaları, nefsin kışkırtması ve tâğutların yönlendirmesinin netîcesi
olarak Allah’tan, âhiretten, dinden, îmandan, kitaptan, peygamberden,
fıtrattan, doğadan, doğaldan, normâlden, sağ-duyudan kopmanın sonucunda ortaya
çıkan modern bir sapkınlıktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder