22 Kasım 2024 Cuma

“Sâdece Allah’a” İnanmak Yada Allah’a “Sâdece” İnanmak

 

“Sâdece Allah anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kâlbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar” (Zümer 45).

 

İnsanlar, sâdece ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Allah’ın tüm zamanlarda indirdiği vahiyler ve gönderdiği peygamberler, insanlara; “bakın Allah diye bir ilah var, tüm her-şeyi O yaratmıştır, bize nîmetlerini sürekli veren ve bizi koruyup-kollayan O’dur. O-hâlde Allah’a inanın” demek için değil, “sâdece ve yalnızca Allah’a inanın ve O’ndan başkalarından ve başka şeylerden medet beklemeyin ve O’ndan başkalarına ve başka şeylere minnet etmeyin” demek için indirilmiş ve gönderilmiştir. Tevhidin gereği budur ve tevhid; Tevhid; “Allah’ın göklerde tartışmasız ‘tek İlah’ olması gibi, yeryüzünde de tartışmasız ‘tek İlah’ olarak kabûl edilmesi ve ‘sâdece O’nun yasalarıyla hükmedilmesi’dir”. Bu da, Allah’a “sâdece inanmakla” değil, “sâdece Allah’a inanmakla” olabilecek bir şeydir.

 

Allah’a inanmaktan ziyâde, “sâdece Allah’a inanmak” önemlidir. Sâdece Allah’a inananlar, sâdece O’nun hükümlerine, emirlerine ve yasaklarına göre yaşarlar. Zîrâ Allah’a “sâdece” inananlar, “sâdece Allah’a” inanmadıkları, dolayısıyla “sâdece O’nun” gösterdiği yolda yaşamadıkları için, en nihâyetinde mecbûren şeytana, nefislerine ve tâğutlara tapmaktan başka çâreleri kalmaz. Bu elbette bir cezâdır. Zîrâ “sâdece Allah’a” inanılıp “sâdece O’nun” emir ve yasaklarına göre yaşanmadığında, aynen göklerdeki gibi bir düzenin ve nizâmın kurulması mümkün olmayacağından dolayı Dünyâ’da sürekli bir kaos hâkim olacak ve insanlar endişe, tedirginlik, korku ve düzensizlik içinde yaşayacaklardır.

 

“Müslümanım!” diyenlerin %90’ının aslında inandığı falan yok ve sâdece inandıklarını sanıyorlar. Çünkü îmân etmenin ne demek olduğunu bile bilmiyorlar ki!. Îman etmenin, Allah’a “sâdece inanmak” olduğunu zannediyorlar. Oysa îman etmek; “sâdece Allah’a” îman edip “sâdece O’na güvenmek” ve sonra da, “sâdece Allah’ın” emir ve yasaklarına göre yaşamak ve “bu yola kendini adamak” demektir. Zîrâ îman sâdece lafta kalacak bir şey değildir: İnsanlar, sâdece ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Müslümanlar, “sâdece Allah’a” inanıp-tapmadıkları ve Allah’a kuru-kuruya “sâdece” -sözde- inandıkları için, Allah’ın değil de, şeytanın, nefsin ve beşerin “gösterdiği yolda” gidiyorlar, onların emir ve yasaklarına ve hükümlerine uyuyorlar ki, şirk denilen şey işte budur.

 

Müslümanlık sâdece “İslâm’a mensup olmak” değildir, müslüman olmak “İslâm’ın gereğini yerine getirmek” demektir. Bu yüzden İslâm’a yapılacak en büyük hakâret, onun kuru-kuruya “sâdece îman edilecek” bir din olduğudur. Bu-bağlamda Türkler, İslâm-öncesi inanışları olan “gök-tanrı/tengri” inancından alışkın oldukları şekilde, tanrıyı göklere hapsettikleri için gök-tanrıya “sâdece” inanmayı yeterli görmektedirler ve yerde ise bambaşka tanrılara inanıp-güvenmekte ve onların direktiflerine göre yaşamaktadırlar. Gök-tanrı, “sâdece göklerin” Tanrısıdır. Allah ise göklerin ve yerin İlahıdır: “Göklerde de ilah ve yerde de ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

 

Allah’ın tüm zamanlar ve mekânlar için indirdiği son vahyi olan Kur’ân, sâdece “okunup geçilecek bir söz-yığını” değil, sorgusuz-suâlsiz ve koşulsuz-şartsız yerine getirilmesi gereken en ideâl tâlimatnâmeler manzûmesidir. Kur’ân, câhillerin, inkârcıların ve zayıf îmanlıların zannettiği gibi sâdece bir vaaz ve nasihat kitabı değildir, Kur’ân aynı-zamanda hayâtın her alanına hükmeden en ideâl hükümlerin bulunduğu ilâhî bir Kitap’tır.

 

İslâm sâdece gönüllere hitâp eden bir din de değildir. Yine İslâm, sâdece iç-âlemlere nizam veren bir din değildir. İslâm, bir devlet ve toplum nizâmıdır, bu nedenle iç-âlemleri inşâ ettikten sonra dış-âlemi de inşâ edip hâkim olmak ister. İslâm sâdece mânâya değil, maddeye de hâkim olmayı hedefleyen bir din’dir. Zîrâ ikisine birden hâkim olmadığında, ikisi birden yozlaşır. İslâm’ın iç ve dış-âleminin ikisini birden inşâ edip ikisine birden hâkim olmasının yolu ise, Allah’a “sâdece” inanmak yerine, “sâdece Allah’a” inanmaktan ve “sâdece “O’nun” emir ve yasaklarına göre yaşamaktan geçer.İslâm “sâdece bir haber” ve “sâdece din” değildir, olaydır da. Bu nedenle İslâm, sâdece “özel şartlar”da ve “özel alanlarda” yaşanacak bir din değildir. Sosyâl, kültürel, toplumsal, âilevî, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî, siyâsî vs. hayâtın her alan karışan ve her alanına hâkim olmayan isteyen bir din’dir. Bu ancak, Allah’a kuru-kuruya “sâdece inanmak”tan vazgeçip, “sâdece Allah’a” inanıp-güvenmek ve “sâdece Allah’ın” emir ve yasaklarına uymakla olabilir. Târih-boyunca tüm vahiyler ve tüm peygamberler işte bunun mücâdelesini vermişlerdir ve “tevhid” denen şey bu olduğu gibi, bunun aksi ise şirktir. Şirk; Allah’ın ekmeğini yiyip, şeytana, nefse ve -tâğuta kulluk yapmaktır.

 

Gerçek özgürlük, güvenlik, huzûr, adâlet, eşitlik, hak, hakîkat, ahlâk, düzen ve nizâm, “sâdece Allah’a” inanmakla ve “sâdece O’na” ibâdet etmekle açığa çıkar. “Sâdece Allah’a ibâdet” etmek demek, “sâdece Allah’ın dînine ve yoluna uymak” demektir. Çünkü “sâdece Allah’a ibâdet” etmek, başka şeylere ibâdetten koruduğu için kişiyi özgür, güvenilir, âdil ve hakkâniyetli kılar. Bu-bağlamda; “Ben insanları ve cinleri ‘sâdece Bana’ ibâdet etsinler (ki özgür olsunlar) diye yarattım” (Zâriyât 56) der Allah. Bu âyet; “başka bir şey yapmasınlar, Bana sâdece ibâdet etsinler” demek değil, “sâdece Bana” ibâdet etsinler demektir. Sâdece Allah’a ibâdet etmek, “sâdece O’nun kânunlarıyla hareket etmek” demektir. “Hükmün sâdece Allah’a âit olması” budur.

 

Lâkin sünnetullah ve imtihan gereğince, tüm zamanlarda ve mekânlarda yaşandığı gibi, insanların çoğu buna yanaşmayacaklar ve “sâdece Allah’a” inanıp-güvenmek ve “sâdece O’nun direktiflerine göre yaşamak yerine, ya Allah’ı tümden inkâr edecekler yada Allah’a kuru-kuruya “sâdece” inanmakla yetineceklerdir:

 

“Ve onların kâlpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’ân’da sâdece Rabbini ‘bir ve tek’ (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin-geriye giderler” srâ 46).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder