29 Kasım 2024 Cuma

Gelişmelere Ayak Uydurmak Zorunda Mıyız?

 

“Allah, îman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nûra çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tâğut’tur. Onları nûrdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır” (Bakara 257).

 

Mü’minler için, yazının başlığındaki soruya verilecek cevap; “bir yere kadar” şeklinde olmalıdır. Bâtıl her zaman, bâzı faydalı şeyler ile ortaya çıkar, çünkü benimsenmesi ve hayâtiyetini sürdürebilmesi için buna mecburdur. Hem böyle olduğu için hem de bâtıl -sünnetullah ve imtihan nedeniyle- genelde hâkim ve baskın durumda olduğu için insanlar bâtıla ve bâtılın ortaya çıkardıklarına uymaya mecbur bırakılmakta ve mecbur kalmaktadırlar. Tabi ortaya konan şeyler içinde insanlara faydası olan bâzı iyi şeyler de olmaktadır.

 

Aslında “gelişme” denilen şey “değişme”dir. Bu nedenle “gelişme” zannedilen şey, zihniyetin, üretimin ve mekânın dolayısı ile zamânın değişimidir. Seküler insan için bu değişimin neye göre ve hangi merkezde olduğu önemli değildir ve seküler insan değerlendirmesini sâdece konforunun, keyfinin, hazzının, zevkinin ve rahatının artıp-artmamasına göre yapar. Fakat mü’minler öyle değildir. Mü’minler her ortaya çıkanın ve her değişimin değerlendirmesini kesin şekilde, Allah’ın rızâsına uygun olup-olmamasına göre yaparlar. Bâtılın ve câhiliyenin, dolayısıyla da küfrün, şirkin ve zulmün hâkimiyetinde ortaya konan her “gelişim” zannedilen değişim, yenilik ve başkalaşma, merkeze Allah alınmadığı için şeytana, nefse ve tâğutlara göre olur. Bu yüzden mü’minler gelişmelere ayak uydurmak noktasında dikkatlidirler ve çok seçidirler. Hattâ çoğu-zaman radikâl kararlar almayı düşünerek mevcut câhiliyenin yâni modernitenin etkisinden tamâmen kurtulmanın hesâbını yaparlar. Zîrâ mü’minler, Allah’ın rızâsına çok büyük oranda uygun olmayan ve aykırı olan modernitenin ortaya koyduğu gelişim-değişimlere ayak uydurmak zorunda hissetmezler. Zâten siteme zihnen ve pratik anlamda olabildiğince muhâlif durmalarının nedeni budur.               

 

“Gelişmelere ayak uydurmak”, “mevcut sisteme ayak uydurmak” demektir. Mevcut sistem Allah’ın emirlerine, yasaklarına ve hükümlerine uygun olmadığı ve de aykırı olduğu için, “Allah’ın rızâsına aykırı olana ayak uydurmak” anlamına gelir. İslâm, “her gelişmeye ayak uydurulmasın ve sâdece Allah’ın rızâsına ve dînine uygun olana ayak uydurulsun” diye vardır. O-hâlde, insanlar her gelişmeye ayak uydurmayı matah bir şey zannede-dursun, mü’minler gelişmelere ayak uydurmak mecbûriyetinde olmadıklarını, her gelişmeye ayak uydurmaktan kaçınmaları gerektiğini ve “sâdece Allah’ın râzı olduğu şeylere ayak uydurmak” gerektiğini çok iyi bilirler. Zâten her namazda bunu ikrâr ederler ve: “Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz” (Fâtiha 5) derler ki, her ibâdet ve Allah rızâsına uygun olan her amel-eylem “sâdece Allah’a ayak uydurmak” demektir.

 

Her gelişmeye ayak uydurmak ağır bir pasiflik ve tembellik durumudur. Tabi aynı-zamanda şeytana uymaktır, zîrâ seküler bir dünyâda “gelişme” denilen ve ortaya çıkan olayların hemen tamâmı şeytanın fısıltılarına, nefsin kışkırtmalarına yada tâğutların sapkın yalanlarına dayanır. Bundan dolayı her gelişmeye ayak uyduran insanlar, beyinleri iğdiş edilmiş, zihinleri dumura uğratılmış ve aptallaştırılmış hâle gelirler. Korona sürecinde bunu çok net gördük. Her denilene ve her açıklamaya, aptalca ve ahmakça uyan insanlar, kendilerine zarar verecek-vermiş olan şeyleri, önünü-sonunu hiç düşünmeden uygulamayı seve-isteye kabûl ettiler. Bu, büyük bir huşû, kesin bir îman ve çok güçlü bir güven duydukları modern-bilim ve teknolojinin ortaya koyduğu her gelişmeye sorgusuz-suâlsiz ve koşulsuz-şartsız ayak uydurmalarının bir sonucu idi.

 

Gelişmelere ayak uydurmanın iyi bir şey olduğunu zannedenlerin, bâzen hadis olarak da sürekli söyledikleri sözlerden biri de; “zaman sana uymuyorsa sen zamâna uy” sözüdür. Bu sözün Hz. Ali’ye âit olduğunu söyleyenler de vardır. Çocuk terbiyesi ile alâkalı olan bir soruya Hz. Ali: “Onları hangi usûle göre terbiye ediyorsunuz?” diye sormuş, onlar da; “elbette ki babalarımızdan gördüğümüz gibi” diye cevap vermişler. Bunun üzerine Hz. Ali -sözde-; “çocuklarınızı babanızdan gördüğünüz usûllere göre değil; zamânın îcaplarına göre terbiye edin. Zaman size uymazsa, siz zamana uyun!” buyurmuş.

 

Tabi bu sözler uydurulmuş zırvalıklardır. Mevcut zamânı kutsayanların yaptıkları bu şey, İslâm’ın ilkelerine birebir aykırı olan bu sözü Peygamberimiz’e yada Hz. Ali gibi birilerine isnât ederek meşrûlaştırmak istemekten başkası değildir. İslâm açısından bu sözün kabûl edilmesi mümkün değildir. Zîrâ İslâm tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda, “zamâna uymak” için değil, “zamânı kendi temel ilkelerine göre değiştirmek ve dönüştürmek için” vardır. Tüm peygamberler gibi mü’minlerin görevi de, “İslâm’ı gelişmelere ve zamâna uydurmak” değil, “mekânı, zamânı ve mevcudu İslâm’a uydurmak”tır:

 

“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) !Allah’ın dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir ‘hayat düsturu’ olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).

  

Târih-boyunca Allah rızâsına uygun olmayan ve aykırı olan gelişmelere ayak uydurmuş olan kavimler hep helâka uğramıştır. Helâk olan kavimler hep, Allah yerine şeytana ve nefse, dolayısıyla tâğutlara uydukları için mahvolmuşlardır. Onlardan biri olan Ad kavmi için Kur’ân şöyle der:

 

“İşte Ad (halkı): Rablerinin âyetlerini tanımayıp reddettiler. O’nun elçilerine isyân ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler” (Hûd 59).

 

Gelişmelere daha doğrusu değişmelere ayak uydurmak ancak Allah ve İslâm-merkezli olursa meşrû olur ve iyi sonuç verir. O-hâlde değişimi kimin neye göre yaptığı önemlidir. İslâm-dışı olan hiç-bir gelişmeye ve değişmeye mecbur değiliz. Adâletsiz, eşitsiz, hakîkatsiz, haksız, ahlâksız, kötü, çirkin, haram, günah, ayıp, suç, zulüm içeren hiç-bir gelişmeye-değişmeye mecbur değiliz.

 

Mü’minler; sosyâl, kültürel, toplumsal, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsi vs. alanlardaki, İslâm’a ve dolayısıyla hakka-hakîkate uygun olmayan ve aykırı olan hiç-bir gelişmeye ve değişmeye mecbur değildir. Beşerin, insanın, aklın, modern zihniyetin, beşerî ideolojilerin, lâikliğin, sekülerizmin, demokrasinin, cumhûriyetin, kemâlizmin, feminizmin, kapitâlizmin, liberâlizmin, komünizmin, sosyâlizmin, modernizmin, post-modernizmin, post-truthun, meta-versenin, yapay zekânın, modern-bilim ve teknolojinin ortaya çıkardığı hiç-bir gelişmeye ve değişmeye mecbur değildir.

 

Modernite ile birlikte modern insan için ekonomik-bilimsel-teknolojik gelişme(!), bir “takıntı” hâline gelmiştir. Oysa tüm insanlar üzerinde aynı etkiyi yapan şey, “gelişme” değildir.

 

Bir şeyin gelişmesi, geliştiği şeyden “zamanla başkalaşması” demektir. Bir zaman sonra gelişen o şey başkalaşarak, ilk geliştiği şey olmaktan çıkar.

 

Dünyâ, “gelişme”nin değil, “değişmenin” yaşandığı mekândır. Değişme ise ancak “İslâmî anlamda bir değişme” olduğunda “iyi bir değişim” olmuş olur.

 

Birileri de İslâm’ı değiştirerek -sözde- geliştirmeye çalışmaktadırlar. Oysa İslâm dîninin gelişmeye ihtiyâcı yoktur. Zîrâ İslâm, ilkel bir din değildir. İslam Medeniyeti’nden bi-haber olanlar ve hakîki bir İslâm ülkesinde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler, Avrupa’yı-Batı’yı; bilimin, insânî değerlerin, gelişmenin vs. beşiği zannederler. Oysa bunları başlatan İslâm, ifsâd eden ise Avrupa-Batı’dır.

 

Mü’minler; içkinin, sigaranın, uyuşturucunun, kumarın, zinânın, fâizin, ekonomik uçurumları doğuran politikaların, kısaca Allah’ın emir ve yasaklarına, kânun ve kurallarına yâni İslâm’a  uygun olmayan ve aykırı olan hiç-bir şeye mecbur değildir ve tüm bunlara karşıdır. Zâten mü’minler işte bu nedenle hor görülmekte yâni gelişmelere ve değişimlere ayak uydurmadıkları için onlara maddî ve mânevî anlamda zulmedilmektedir. Zîrâ tüm zamanlarda ve mekânlarda, şeytanın, nefsin ve tâğutların izinde yürümeyi bayraklaştırmış olanlar, kendi hayat-tarzlarına ve yaşam-şekillerine uymayan, dolayısıyla gelişmelere ve değişmelere ayak uydur(a)mayanlardan hoşnut olmazlar. Lâkin mü’minler için bu sorun değildir:

 

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

 

Çünkü mü’minler çok iyi bilirler ve îman ederler ki:

 

“Hüküm yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar” (Yûsuf 40).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder