2 Kasım 2024 Cumartesi

Lâle Devri Müslümanlığı

 

“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).

 

Lâle Devri, Osmanlı Devleti’nde, 1718 yılında Avusturya ile imzâlanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyânı ile sona eren gerileme devri içinde yaşanmış bir ara dönemdir. Bu dönemin pâdişâhı III. Ahmet, sadrâzâmı Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa’dır.

 

Lâle Devri, “zevk ve sefâ devri” olarak bilinir. Adını, o dönemde İstanbul’da yetiştirilen ve zamanla ünü Dünyâ’ya yayılan lâle çiçeklerinden alması, çok sonradan olmuştur. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun hiç-bir devrinde Lâle Devri olarak anılmamıştır. Yahyâ Kemâl; samîmi arkadaşı Ahmet Refik Altınay ile bir sohbeti sırasında, III. Ahmed’in Vezîr-i Âzâmı Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa ile berâber 1718-1730 yılları arasında yaptıkları, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşam-biçimini değiştirme etkinliklerini Lâle Devri olarak tanımlar. Ahmet Refik de bu dönemi anlatan kitabına “Lâle Devri” ismini verir ve bir süre sonra bu dönem Lâle Devri olarak anılmaya başlar (Wikipedi).

 

Târih boyunca, peygamberler dışında insanlar, varlıkla olan imtihanı hep kaybetmişlerdir. Yoklukla olan imtihana karşı çok daha dirençli ve başarılı olan insanlar, varlıkla olan imtihanda balarısız olmuşlardır. Zîrâ varlık, insanı gevşetmekte ve pasifleştirmektedir. Uzun süre boylunca zevk, haz, konfor, eğlence ve keyif içinde olmak, insanı “insan” yapan özellikleri köreltmekte ve törpülemektedir. Bu duruma gelen insanlar, zevk, haz, konfor, eğlence ve keyif içinde yaşamanın “en ideâl insanca yaşama şekli” olduğunu zannetmektedirler. Oysa insanı şeytandan ve hayvanlardan ayıran ve de “insan” yapan şey, bedenden ziyâde, kâlbin, rûhun, zihnin, vahyin ve dînin merkezde olduğu yaşam-şeklidir.

 

Lâkin insanlar sünnetullah ve imtihan gereğince sürekli bir şekilde şeytanın, nefsin ve onların uşakları olan tâğutların fısıldaması, kışkırtması ve yönlendirmesi altında kaldıkları için Allah’ın ve dînin değil de bunların yönlendirmelerine göre hareket ettiklerinden dolayı kâlpleri, ruhları, zihinleri ve beyinleri dumura uğradığı için en ideâl hayat-şeklinin Lâle Devri’ndeki gibi yaşamak olduğunu zannetmektedirler. Tâ ki Dünyâ’da bir hastalıkla yada büyük bir belâ ile karşılaşana, yada hiç olmadı, âhirette acı azâbı görüp kendilerine gelene kadar.

 

Lâle Devri denilen dönemde, Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak iyi bir durumda olduğu söylenir. Bu dönemde her alanda çeşitli atılımlar yapılmıştır. Avrupa’yı tanıma, matbaanın getirilmesi, tıbbî alanda yenilikler yapılması ve çözümler üretilmesi, itfâiyenin kurulması, çini ve kâğıt gibi bâzı alanlarda fabrikaların açılması, siyâset, ilim, kültür, sanat ve ekonomik alanlarda pek-çok şeyin yapıldığı bir dönemdir. Dünyevî yönden pek-çok olumlu yönler vardır. Lâkin yüzü ve yönü batı’ya dönmenin bir sonucu olarak, şeytanın memnun eden, nefsi kışkırtan ve tâğutlara alan ve yol açan şeyler de olmuştur ki zâten Patrona Halil İsyânı’nın nedeni daha çok bundan dolayı olmuştur.

 

“Lâle Devri’ne yönelik zevk ve sefâ iddiâlarının ve suçlamalarının bu dönemde sağlanan gelişmeleri ve târihsel dönüşümleri gölgelediği görülmektedir” denir ama farklı bir bakış-açısıyla şöyle de denebilir: “Lâle Devrinde olan bâzı gelişmelerin ve olumlu işlerin yapılmış olmasının, bu dönemde ortaya çıkan adâletsizlikleri, eşitsizlikleri, haksızlıkları, ahlâksızlıkları ve isrâfı gölgelediği görülmektedir”. 

 

Ayaklanmanın sebebi, Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa’nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan, bu yapılanları israf olarak gören ve büyük bir ekonomik sıkıntı çeken bir kitle olmuştur. Lâle Devrinde lüks, zevk ve eğlence hayâtının halkın tepkisini çekmesi, Sadrâzam Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa’nın zevk ve sefâya düşkünlüğünün yanı-sıra, yeniçerilerin uzun süredir maaş alamaması ordu içerisinde huzursuzluğa neden olmuştu. Mutlu azınlığa karşı halkın çoğunluğunun (aynen şimdi olduğu gibi) ekonomik zorluklar çekmesi, vergi artışları ve kötü yönetim, halk arasında huzursuzluğa yol açtı. Patrona Halil İsyânı, bu ekonomik sorunlara karşı bir tepki olarak ortaya çıktı.

 

Tabi isyânın tek sebebi bunlar değildi. İslâm’a ve şeriata uygun olmayan bâzı kararların alınması ve aykırı uygulamaların yapılması belki de öncelikli nedendir. Çünkü bu konuda yoğun tepkiler vardı. Lâle Devri’nde ortaya çıkan gayri-İslâmî uygulamalar halkında zihnini ve yaşamını bozduğu için, halk arasında bâzı gayri-meşrû alışkanlıkların yerleşmesine yol açmıştı.

 

Bundan dolayı meselâ 1731 târihli bir fermâna göre, İstanbul’da kadınların giyim ve kuşamlarının gayri-meşrû fiillere yol açacak şekilde bozulduğu ve bu yüzden İstanbul’da bâzı gayri-meşrû fiillerin meydana geldiği, bu sebeple İslâm’a aykırı giyimlerin yasaklanması ve bunun yol açtığı ahlâksızlıkların önlenmesi için her türlü tedbirin alınması gereği hükme bağlanmıştır.

 

Halkın çoğunluğu geçim derdiyle uğraşmaktan dolayı sağını-solunu göremeyecek ve değerlendiremeyecek hâle getirildiğinden dolayı, günümüzde de birilerinin Lâle Devri’ndeymiş gibi yaşadığını görememektedir. Çünkü günümüzde de aynen Lâle Devri’nde olduğu gibi bâzı gelişmeler ve iyi yönde işler yapılmaktadır ve halk da ancak bunlara bakarak kısır ve bütünsel olmayan değerlendirmeler yapabilmektedir. Zâten mevcut durum için değerlendirme yapacak başka bir kriterleri de yoktur. Zîrâ her türlü adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa ve zulme karşı hakîki bir değerlendirme yapacak ve sonuçta bir eleştiri-îtiraz ortaya koyabilecek tek dayanaktan uzaklaştırılmışlar ve hattâ koparılmışlardır. Bu dayanak elbette İslâm’dır.

 

Günümüzde aslında müslümanlar da dâhil herkes Lâle Devri’nde yaşıyor ama Lâle Devri’ni yaşamıyor. Çünkü Lâle Devri’nin imkânlarından ve nîmetlerinden(!) herkes eşit ve benzer şekilde faydalanmıyor. Milletin parmağına bir parça “bal” sürülmüş, herkes kendi parmağındaki balı yalamakla idâre ediyor ve “bal yaladığı” için de Lâle Devri’nde yaşadığını düşünerek ve zannederek tatmin ve iknâ oluyor. İşin öyle olmadığını görenler var ama onlar da Patrona Halil gibi cesâret gösterterek duruma isyân edemiyor. Zîrâ onlar da kendi parmaklarındaki balı yalamakla meşgûller. Lâle Devri’nin yaşandığı günümüzde insanlar yoğun bir şekilde “bal yalamakla” kendilerinden geçmiş durumdadırlar. Belki de en çok reklamı yapılan ve sahtesi üretilen ürünün bal olması bu yüzdendir. Çünkü insanlar Lâle Devri’nde yaşadıklarından dolayı İslâm’dan uzaklaşmışlar ve kopmuşlar yada İslâm’dan uzaklaşıp koptukları için Lâle Devri’ni yaşamaktadırlar yada yaşadıklarını zannetmektedirler.        

 

Peki “Lâle Devri”nde nasıl bir müslümanlık olur?.

 

Müslümanlar Lâle Devri’nde işin sâdece tasavvur, düşünce, söylem, yazı ve bâzı etkinlikler yapmak tarafıyla ilgilenirler ama amel-eylem noktasında hemen hiç-bir şey yapmazlar. Amel-eylemden bahsedildiğinde Lâle Devri’nde yaşıyor olmanın etkisiyle ve uyuşmuşluğu ile “yapacak bir şey yok” sözünü dillerine pelesenk ederler. Kur’ân-merkezli olarak çok doğru ve iyi teşhisler yaparlar ve bunu çeşitli şekillerde ortaya koyarlar. Fakat tedâvi noktasına gelince “yapacak bir şey yok” sözü herkesin diline dolanır. Tabi böyle olunca da teşhisler boşa çıkar ver işe yaramaz hâle gelir. Hattâ farklı teşhisler de ortaya çıkınca kavgalar ve gürültüler kopmaya ve ayrılıklar yaşanmaya başlar.

 

Bakın müslümanların son 60 yıldır yaptıkları tasavvur, düşünce, fikir, teori, söylem, konuşma, yazı, makâle, kitap, dergi ve çeşitli etkinliklerin somut bir fayda ortaya koyamadığı ve etkili olmadığı Gazze’nin ve Lübnan’ın mevcut durumuna bakıldığında çok net olarak görülmektedir. Son 60 yıldır yapılanların Gazze’ye ve Lübnan’a zerre kadar bir faydası olmamıştır, olmamaktadır. Ya bırakın kanı ve gözyaşını durdurmayı, daha maddî yardımların buralara ulaşmasını bile sağlayamayan müslüman bir dünyâ var. Peki neden sağlayamıyorlar?. Çünkü müslümanlar Lâle Devri’ni yaşıyorlar ve bu nedenle de uyuşmuş ve kendilerinden geçmiş durumdadırlar. Hâlbuki bu konuda Allah’ın apaçık bir âyeti gözümüze batıp durmaktadır:

 

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu memleketten kurtar, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp duruyorlar” (Nîsâ 75).

 

Müslümanlar tüm yaptıklarını Lâle Devri yada günümüzdeki adıyla Modernizm etkisi ve baskısı altında yaptıkları için belli bir sınırdan ileriye gidemiyorlar ve işi amel-eyleme dökemiyorlar. Bu yüzden de son 60 yıldır yaptıklarının olumlu somut sonuçları görülmüyor hattâ böyle bir niyetlerinin olmadığı da ortaya çıkmış durumdadır. Eğer müslümanlar son 60 yılda hiç-bir şey yapmamış olsalardı yâni yaptıkları teorik şeyleri de yapmamış olsalardı Gazze’nin durumu şimdikinden zerre kadar daha kötü olmazdı. Bir şeylerin iyi yönde değişmesi ancak ilim-amel-eylem bütünlüğü ile olabilir. Lâle Devri’nde ve konfor içinde yaşamaktan vazgeçip de “kelleyi koltuğa almış adanmışlar” olmadan hiç-bir şey değişmeyecektir.

 

Sâdece geleneksel hurâfelere, uydurmalara ve zırvalıklara değil, modern hurâfelere, uydurmalara ve zırvalıklara karşı da bir eleştiri ve îtirâzın olmaması müslümanları gelenek düşmanı yaparak moderne yâni Lâle Devri’ne bağladı-bağlıyor.

 

Müslümanlar da dâhil tüm insanlar günümüzde Modernizm denilen Lâle Devri’nde yaşıyor olmaktan çok memnunlar. Çünkü artık “müslümanım” diyenlerin bir-çoğu da dâhil olmak üzere insanlar “din” kelimesini duymak bile istemiyorlar. İslâm ise “dinsiz konuş(a)mamak” demektir.

 

Lâle Devri, hak ile bâtılın karışmasıdır. Fakat hak ile bâtılın karışmasından ancak yine bâtıl çıkar ki bâtıl ancak hak ile karıştığında hayâtiyetini sürebilir. Hak ise %100 haktır ve içine başka hiç-bir şeyin karışmasına katlanamaz.

 

Günümüzde de adına Modernizm denilen bir Lâle Devri yaşanmaktadır ve insanlar günümüzdeki Lâle Devri’ni “insanlığın ulaşabileceği en ileri gelişmişlik ve güzellik seviyesi” olarak görmekte ve kabûl ettikleri için Lâle Devri’ni kutsamakta ve ona tapınmaktadırlar. Oysa “lâle” denilen şeyin bir üfürüklük canı vardır. Lâle, şöyle güçlü bir üfürükle dağılıverir. Çirkin, “acıtıcı” ve zararlı görülen “diken”e ise hiç-bir şey olmaz.   

 

İnsanlar; “lâle devri çocuklarıyız biz” şarkısını söyleye-dursun, bunun bir de “âhiret devri” vardır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder