“Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi neden
söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazap (konusu
olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). Şüphesiz Allah, kendi
yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir binâ gibi saf bağlayarak
çarpışanları sever” (Saff 2-4).
Peygamberimiz; Allah
Teâlâ’ya amellerin en sevgilisi ve en makbûl olanı, az da olsa sürekli
olanıdır’’ der. (Buhârî, Rikak,18;Müslim, K.Salâtü’l Müsâfirûn,30). Sürekli
olan, tekrar-tekrar yapılandır. Çünkü tekrar-tekrar yapmak amel-eylem için
uygundur. İnsanı dik ve diri tutan şey, yapılması gereken amel ve eylemeleri
tekrar-tekrar yapmaktır. Zîrâ tekrar-tekrar yapmak ancak amel ve eylem için
anlamlı ve faydalıdır.
Amel ve eylemi tekrar-tekrar
yapmanın sonucunda, yaptığı şey kişide meleke hâline gelir. Neyi tekrar-tekrar
yapıyorsanız o şey sizde meleke hâline gelir ve onu yapması kolaylaşır. Böylece
yapmanın yükü ve bedeli hafifler. Hele doğru bilgi ile amel-eylem birleştiğinde
ve meleke hâline geldiğinde çok etkili olur.
Lâkin modern insan işin
amel-eylem yâni pratik yönünü değil de, teorik olan yönünü seviyor ve sürekli
olarak onu tekrâr ediyor. Bu özellikle, uçuruma doğru yuvarlanan bir dünyâ ve
insanlık için bir-an önce bir şeyler yapması gereken müslümanlar için son 25
yıldır çok bâriz olmaya başladı. Müslümanlar; yükünü omuzlamak, bedelini
ödemek, sıkıntısına katlanmak, konforunu bozmamak vs. gibi nedenlerle işin
amel-eylem yönünden kaçtıkları için sürekli bir şekilde teorik olanla uğraşarak
kendilerini tekrâr edip durmaktadırlar. Müslümanlar son 50 yıldır çok yoğun bir
okuma, araştırma, yazma ve konuşma içinde olmalarına rağmen, işin amel-eylem
yönü hep askıda kaldığı için somut bir şey ortaya koyamamışlardır. Zâten
müslümanların bir türlü bir “alternatif” olamamalarının ve eziklikten
kurtulamamalarının nedeni budur.
Amele-eyleme
ve mücâdeleye dönmeyen tekrarlar sıradanlaştırır. Teori ne kadar tekrâr ederse,
o kadar sıradanlaşır. Zâten ilk başta kalabalık ve coşku ile başlayan teorik
yapılanmalar, amele-eyleme dönmediği için heyecânını kaybetmeye başlar ve
sıradanlaştığı için çok da uzun olmayan bir süre sonra yapılanma hem sayı
olarak hem de coşku olarak azalır ve kaybolur gider. Çünkü bir şeyi idrâk
ettikten sonra hayâtın tam ortasında Allah rızâsı için hasenat ve sâlih amel
işlenmediğinde ve işin sâdece ilmî yönüyle yetinildiğinde, o şey mutlakâ
heyecânını ve coşkusunu kaybedecek ve etkisizleşmeye başlayacak ve en sonunda
da dağılıp gidecektir. Çünkü tekrarlamak amel-eylem noktasında coşkuyu ve
heyecânı korur hattâ arttırır ama ilim noktasında öyle değildir. Meselâ bir
işin nasıl yapılacağını öğrendikten sonra o işi yıllarca tekrar-tekrar
yaparsınız ama işin nasıl yapılacağının bilgisini yıllarca dinleyemezsiniz yada
tekrar-tekrar öğrenmeye çalışmazsınız. Çünkü bu sizi kısa zamanda sıkmaya
başlar ve usandırır.
Kanımca şu
âyet modern insan tarafından yanlış anlaşılmaktadır:
“De ki: ‘Rabbimin sözleri(ni yazmak) için
deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi
getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi” (Kehf 109).
Bu âyette bize; “bakın
Allah’ın sonsuz ilmi var, hadi bu ilmi elde etmek için var-gücünüzle çabalayın.
Ne kadar ilim elde ederseniz, ne kadar bilgi toplarsanız ve biriktirirseniz o
kadar üstün ve makbûl insan olursunuz. Çünkü bu din ilim işidir, başka bir şey
değil. O-hâlde tekrar-tekrar Kur’ân, meâl ve tefsir okuyun, tekrar-tekrar
İslâm-târihi, siyer, fıkıh, kelam vs. okuyun ve bu ilim pastasından
olabildiğince çok pay kapıp biriktirmeye bakın” denmek istenmiyor. Tam-aksine;
“bakın, Allah’ın ilmi sonsuzdur, Allah’ın bildirdiği ve emrettiği emir, yasak
ve tavsiyelere göre amel-eylemde bulunmaya ve sâlih amel işlemeye dönmeyip de
bu sonsuz ilim içinde kaybolmayın. Bu sonsuz ilmin ancak çok azını elde
edebilecek imkânlara sâhipsiniz. Zâten Allah sizden o kadar ilmi tüketmenizi
falan beklemiyor, çünkü bunu hem yapamazsınız hem de Allah’ın murâdı bu
değildir. İlimden Allah’ın size bildirdiği ve emrettiği kadarını öğrendikten ve
iyice belledikten sonra amel-eyleme dönün, sâlih ameller işleyin ve Allah’ın
sözünü hem iç-âlemlerde hem de dış-âlemde
hâkim kılmak için çalışıp-çabalayın. Sürekli ve tekrar-tekrar okumakla,
araştırmakla, yazmakla ve konuşmakla bir yere varamazsınız. Lânetli şeytan o
kadar ilme sâhip olmasına rağmen ne yaptı ki!?. Allah’ın tek bir emrini bile
yerine getirmek için amel etmedi de isyân ederek ebedî cehennemlik oldu. Oysa
secde ediverseydi böyle olmayacaktı. Belli bir noktadan sonra amel-eylem
gerekir ve Allah için önemli olan da budur. Çünkü Allah sizi bildiklerinize
göre değil, amel-eylemlerinize ve davranışlarınıza göre değerlendirecek ve
yargılayacaktır. Hem zâten kervan da yolda düzülür. İlim amel-eylem aşamasında
tamamlanır ve anlamını bulur. O-hâlde bırakın kendinizi tekrarlayıp durmayı da,
amel-eyleme dönük iyi işler yapın ve sâlih amellerde bulunun”.
Peki bunca yıldır tekrarlaya-tekrarlaya biriktirdiniz
bilgileri ne zaman ve nerede kullanacaksınız?. O bilgiler âhirette bir işinize
yaramaz. Âhiret zâten bilginin merkezidir. Orada bilgiçlik taslayamazsınız. Elde
ettiğiniz bilgilerle Dünyâ’da iken ne yaptınız?, âhirette önemli olan budur.
Kur’ân dâhil, tekrar-tekrar okuduğunuz ama gereğini yapmadığınız kitaplar ancak
sizin yükünüz olur. Dünyâ’da “kitap yüklü eşekler” olanlar, suçun isâbetli bir
karşılığı olarak âhirette de gereksiz yükleri yüklenmek zorunda kalırlar. Oysa
tekrar-tekrar okuduğunuz kitapları yüklenmek yerine, taşınması gereken bir yükü
yüklenseydiniz ve taşısaydınız bir amel-eylemde bulunmuş yada sâlih bir amel
işlemiş olurdunuz da âhirette yükünüz hafiflerdi ve selâmete ererdiniz.
Tekrar-tekrar araştırıp okuyarak biriktirdiğiniz bilgiler
eğer amel-eyleme, sâlih amele ve güzel davranışlara yâni takvâya dönmüyorsa
hiç-bir işe yaramaz da hem Dünyâ’da hem de âhirette size ağır bir yük olur.
Hem ne bekliyorsunuz ki!. Belli bir noktadan sonra amel-eyleme dönmeyip de
kendiniz sürekli tekrarlayarak yâni sürekli okuma-araştırma-yazma-konuşmanın
sonucunda, şimdiye kadar düşünülmeyen neyi düşüneceksiniz ve neyi bulacaksınız.
Siz işin sâdece teorik ve ilmî yönüyle tekrar-tekrar ilgilenmenin sonucunda size
neyin ilhâm edilmesini ve neyi bilmeyi bekliyorsunuz ki!?. Yâni bir yerlerde
keşfedilmemiş her-şeyi çözecek güce sâhip bir ilim var da onu mu arıyorsunuz?.
Gizli bir sır ve ilim var da onu mu bulmaya ve çözmeye çalışıyorsunuz?. Ne
yâni!; ilim noktasında sürekli kendinizi tekrâr ederek bir-anda kâlbinize doğacak
olağan-üstü bir düşünceyi ve bilgiyi mi elde edeceksiniz?.
Elbette hayır!. Bundan sonra bir peygamber ve vahiy gelmeyeceğine
göre ve olağan-üstülüğe sâhip tek Kitap olan son vahiy “Kur’ân” olarak elimizde
bulunduğuna ve de son Peygamber’in güzel örnekliliği de ortada olduğuna göre
biz daha neyi araştırıyoruz, neyi bilmeye ve anlamaya çalışıyoruz da bir türlü
amel-eylem ve davranış noktasında değişmiyoruz ve bir fark ortaya koyamıyoruz?.
Kur’ân ve Peygamberimiz’in güzel örnekliği elbette
masa-başında da okunacak ve idrâk edilecek. Çünkü bizi doğru ve hakîki eyleme,
sâlih amele ve güzel davranışlara sevk-edecek olan şey bunlardır. Fakat bu, kendimizi
tekrâr ederek sürekli masa-başında olmak anlamına gelmez. Ey müslümanlar!; elimizde
târih-boyunca yüzlerce kez meâli yapılmış ve tefsir edilmiş esine Kur’ân varken
ve onda emir, yasak ve tavsiyeler apaçık olmasına rağmen, üstelik Peygamberimiz
tarafından en güzel ve ideâl şekilde uygulanmış “örneklik” de varken, biz daha üstün
ve daha iyi bir bilginin-ilmin bize vahyedilmesini yada ilhâm edilmesini mi bekliyoruz da; adâletsizliğe, eşitsizliğe,
haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke, küfre ve zulme elimizle, dilimizle yada en
azından kâlbimizle bir eleştiri getirmiyoruz, îtirazda bulunmuyoruz ve hattâ
isyân etmiyoruz?. Amel-eyleme dönmek, böyle bir tavır içinde olmak
demektir.
Mebzûl miktarda tekrarlanıp duran; “Kur’ân bize yeter”
sözü, eğer “salt Kur’ân’dan bahsediliyorsa yanlıştır. Çünkü bu; “biz sâdece
tekrar-tekrar Kur’ân’ı okuyup onu daha iyi anlamayla uğraşırız” demek olur ki
bu Peygamberimiz’in güzel örnekliğine apaçık bir şekilde aykırıdır. Kur’ân bize
yeter ise neden yetmiyor da perişân ve sefil bir hâlde yaşıyoruz?. Gazze’nin
vebâli tüm müslümanların boynuna dolanmıştır. Gazze, müslümanların
sefilliğinin, ezikliğinin ve yanlış yolda olduğunun net bir göstergesidir.
Kur’ân, insanın hayâtının sonuna kadar tekrar-tekrar
okunacaktır elbette, fakat Kur’ân “sâdece okumak-araştırmak” için değil, okuyup
idrâk ettikten sonra gereğini amele-eylem olarak yerine getirmek için gönderilmiştir
ki Peygamberimiz ve sahabenin 23 yılık nübüvvet sürecinde gösterdikleri üstün
ve yoğun çabalar bunun delîlidir.
Kur’ân bilgi ve bilincin kaynağıdır ve bu bilinci diri
tutmak için tekrar-tekrar okunmalıdır. Fakat Kur’ân ile belli bir bilgi ve
bilince erdikten sonra onu “Peygamberimiz’in vahiy-merkezli uygulaması” demek
olan Sünnet-merkezli yaşaması ve hayâta hâkim kılmak için çalışıp-çabalaması
gerekir. O-hâlde bize yetecek olan tek-başına ne salt Kur’ân, ne de salt
Sünnet’tir; ikisi birliktedir. Kur’ân ve Sünnet yâni ilim ve amel birlikte
olmadığında hiç-bir şey değişmez ve adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, şirk, küfür ve zulüm tam da
şeytanın ve tâğutların istediği gibi devâm eder gider.
Modern zamanlarda müslümanların perişân hâllerinin
nedeni, Kur’ân’ı okuyup da Sünnet örnekliğini de göz-önüne alarak iyi
eylemlerde, güzel davranışlarda ve sâlih amellerde bulunmamaktır.
Kur’ân’daki
tekrarlar, Kur’ân’ın salt bilgi amaçlı olmadığını ve onun inanç, amel ve eylem
yönünün de olduğunu gösterir. Allah bize tekrarlanan âyetlerle; “hadi,
iç-âlemlerinizdeki değişiklik dış-âleme de yansısın ve dış-âlemde de gözüksün”
demektedir.
O-hâlde, Allah’ın emrettikleri ve bildirdikleri kadarını
idrâk edip, amel-eyleme dönerek güzel davranışlar ve sâlih ameller ortaya
koymamız gerekir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder