“Doğrusu, Rabbinin zorlu yakalayışı şiddetlidir” (Burûc
12).
“Muhammed
Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli,
birbirlerine karşı merhâmetlidirler”
(Fetih 29).
Arapça şdd kökünden gelen şidda(t), “sertlik, katılık, zorluk” sözcüğünden alıntıdır.
Şiddet temel bir etkendir. Şiddet olmadığında varlığın
varlığını devâm ettirebilmesi mümkün değildir. Çünkü varlık, Vâr Eden’in
kuvveti, dolayısıyla şiddeti sonucu ortaya çıktığı gibi, varlığını da yine O’nun
kuvvetle tutmasıyla sürdürür, sonunda da yine büyük bir şiddetle sona
erecektir. Demek ki varlık vâr olmasını da, hayâtiyetini de, sona ermesini de
şiddete borçludur. Câhiller şiddeti yok etme hayâli kura-dursun, şiddet olanca
şiddetiyle vâr olmaya devâm edecektir.
Esâsen, adâletsizliği, eşitsizliği, haksızlığı,
ahlâksızlığı, zulmü vs. kaldırıp yerine adâleti, eşitliği, hak, hakîkat, ahlâk,
tevhid vs. hâkim kılabilmek için târih boyunca hep şiddete ihtiyaç duymuştur.
İnsanlık-târihinde ağır bir adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın,
ahlâksızlığın, şirkin, küfrün, fitnenin, fesadın, nifâkın ve zulmün,
güzellikle, tatlı dille, uzlaşmayla, hoşgörüyle, barışla, kırmadan, dökmeden,
yıkmadan, yakmadan yâni şiddet göstermeden düzelebildiğinin tek bir örneği bile
yoktur.
Şiddete hayır demek, “mazluma karşı şiddete hayır!”
demekse elbette doğrudur ve iyidir. Fakat şiddet kelimesini duyduğu anda hemen
irkilenler ve kendi yaptıkları şiddete bakmasızın mazlumun yaptığı şiddeti
kötüleyenler ve “barış için şiddet”e başvuranlar şiddet gösterilmesi gereken
şedit kimselerdir. Onlar şiddetten başkasından anlamazlar.
Şiddet yerine barışı
önermek çok tutarlı değildir. Çünkü barış iyidir de “şiddet tümden kötüdür”
diye bir şey yoktur. Abdurrahman Dilipak bu konuda şunları söyler:
“Sanki barışın tek karşıtı şiddet duygusuymuş gibi alındı. Hayır,
insanlardaki şiddet duygusunu yok edemezsiniz. Şiddet duygusu onurlu bir
duygudur aslında. Şiddeti kullanmanız önemli. İnsanlar haksızlığa karşı, zulme
karşı boyun eğmemeli. Barışın içerisinde şiddet de vardır. Barışın kendini
savunacak bir gerilimi özünde barındırması gerekir. Tek-yanlı bir edilgenlikle barışı
sağlamak mümkün değildir. Bu fantazi olur. Şiddeti bir günah-keçisine döndürüp
taşlamak da bana doğru gelmiyor. Şiddet gerçekten tek bir tarafa mâl edilebilecek
bir şey değil. Bütün tarafların da şiddeti kendi temel postülalarına uygun bir
şekilde meşrû kılacak araçları söz-konusu. Bu böyle olunca da sâdece şiddet
gibi bir konuyu eksen alıp bir tarafın öbür tarafı suçlaması bana yanlış
görünüyor”.
Modernler sürekli olarak orta-çağ şiddetinden bahsediyorlar.
Aslında bununla dindeki şiddeti öne çıkarmak istiyorlar. Oysa modern zamanlarda
yaşanan yüksek seviye bir şiddet târihte hiç-bir zaman olmadı. Hattâ modernizm
şiddetle başladı, şiddetle devâm ediyor ve bu nedenle sonu da şiddet nedeniyle
olacaktır. Kanımca modernizm şiddetli bir şekilde yıkılacaktır.
Dinlerin ve orta-çağ
zihniyetinin şiddet-merkezli olduğunu söylüyorlar ve buna karşı -sözde- “barış
ideolojileri” olan demokrasiyi, cumhûriyeti, lâikliği, sekülerizmi,
kapitâlizmi, sosyâlizmi, liberâlizmi, feminizmi vs. öne çıkarıyorlar ve
bunların şiddeti bitirebileceğini söylüyorlar. İyi ama sandıkları gibi olmadı
ve hepsinin iddiâları da boşa çıktı ve çıkmaya da hâlen devâm ediyor. Meselâ
bu-bağlamda Fransız Devrimi’ni övüyorlar. Fransız Devrimi, birilerinin yaptığı
şiddeti güyâ bitirmek için çok daha fazlasını ve şiddetlisini kendilerinin
uyguladıkları bir şiddet dönmemidir. Fransız Devrimi, giyotinlerin inip-inip
kalktığı bir şiddet dönemidir ki etkisi çok sonra da sürdü ve hattâ günümüze
bile yansıyor. “Din’den ve feodâlizmden kaynaklanan şiddeti yok edeceğiz” derlerken,
“cumhûriyetin şiddeti” çok daha ağır oldu. Demokrasisinin temelinde de kan, göz-yaşı
ve alın-teri sömürüsü vardır. Üstelik hakkı ve hakîkati ortaya koymak için de
şiddetin uygulandığı yerler ve zamanlar olmuştur ama Allah’ın emri dolayısıyla
bunun mutlakâ bir sınırı varken, beşerî olan sistem ve ideolojilerde bir sınır
da olmuyor. Baksanıza Gazze’ye, Lübnan’a ve diğerlerine; şiddet gösterilecek
bir kişi, yer ve alan da kalmadı ama hâlen şiddetten yanalar.
İslâm “barış” demektir. Fakat İslâm’da gerçekçidir ve bu
nedenle İslâm’da şiddet de vardır. İslâm uzak-doğu dinleri gibi pasif ve sinik
bir din değildir ki sürekli olarak barış, hoşgörü, sevgi vs. deyip dursun ve
zulme, ahlâksızlığa, adâletsizliğe, sömürüye, vs. her türlü şerefsizlik
karşısında hareketsiz dursun. Evet; İslâm kesin anlamda barışı ister ve onun
için çalışır. Fakat bu barış, “savaştan sonraki barış”tır. Çünkü ancak savaştan
sonraki barış istekli ve kalıcı olabilir. İnsanlar barışı özlemeli ve şiddetle
istemelidirler. Zâten barıştan bahsedilen yerde ya savaş yada bir şiddet de
vardır ki barıştan bahsedilmektedir.
Barış zamânında da şiddet olabilir. Bu şiddet sosyâl, kültürel,
ekonomik, hukûkî, siyâsî şiddetler şeklinde olabilir. Bir-şekilde gücü ele
geçirmiş, köşe-başlarını tutmuş onlalar, garibanlara ve güçsüzlere karşı bu
alanlarda şiddet uygularlar. O-hâlde barış zamanlarında yapılan bu şiddete
karşı da şiddet göstermek gerekir.
Bir de şiddetin pasif bir çözümü olarak “şiddete karşı
şiddetsizlik” önerileri var. Bir yanağına vurana diğer yanağını çevirmenin
şiddeti bitireceğini söylüyorlar. Hâlbuki bunun gerçekleştiğinin ve işe
yaradığının tek bir örneği bile yoktur. Siz pasif davrandıkça tepenize binerler
ve eşek oldukça semer vuran çok olur. Esâsen pasiflikle bir şeyin
düzeltilebilmesi mümkün değildir. Meselâ bir insan kendisine yapılan bir
haksızlık ve şiddet karşısında pasif kalsa ve karşı-şiddet göstermekten
kaçınsa, karşıdaki kişi de bırakıp gitse mesele uzamamış olur ama yapılan
haksızlık ve şiddet olmamış gibi olmaz. Kişinin kendisine yapılan haksızlığa ve
şiddete karşı hiç-bir şey yapmaması, “kendisine yapmış olduğu bir şiddet”tir.
İnsanlık, hiç-bir zaman şiddeti tamâmen ortadan kaldıramamıştır
ve kaldırmayacaktır da. Çünkü şiddet hayâtın bir gerçeğidir ve hep öyle kalacaktır.
Şiddet doğal bir şeydir ve yokluğu daha kötü sonuçlar doğurur. Baksanıza
yağmura; tüm şehri inletecek şiddetli bir sesle ve yine tüm şehri aydınlatacak
şiddetli bir ışımayla nasıl da bulutlar şiddetle birbirlerine geçiyor ve sonra
da rahmete dönüşüyor. Doğal şiddetin sonunda mutlakâ rahmet olur. Üstelik
yağmurun yağması yâni suyun olması için mutlakâ öyle bir şiddete ihtiyaç
vardır. Suyu 2 hidrojen ve 1 oksijeni birleştirerek laboratuvarda oluşturmaya
kalktılar da başaramadılar. Çünkü çok yüksek ve şiddetli bir basınç ve ısı
gereklidir bu atomların birbirlerine girip-kaynaşması ve suya dönmesi için.
Doğal şiddetten kurtulmak söz-konusu değildir. Doğal olmayan
şiddetten kurtulmak için ise mutlakâ yine şiddete ihtiyaç vardır. O-hâlde mesele,
şiddetin olup-olmaması değil, şiddetin “kerîm” olup-olmadığı önemlidir.
Şiddet hakkında bilgilenmenin şiddetin önlenmesi
noktasında hiç-bir faydası yoktur. Bilgi ile şiddet azalmaz ve bitirilemez.
Doğal olmayan şiddeti bitirmenin yolu yine amele-eylem ile ilgilidir. Bu eylemin
kutsal yönü ve zirvesi ise “kısas”tır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder