22 Kasım 2024 Cuma

Şiddet Üzerine

 

“Doğrusu, Rabbinin zorlu yakalayışı şiddetlidir” (Burûc 12).

 

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhâmetlidirler” (Fetih 29).

 

Arapça şdd kökünden gelen şidda(t), “sertlik, katılık, zorluk” sözcüğünden alıntıdır. 

 

Şiddet temel bir etkendir. Şiddet olmadığında varlığın varlığını devâm ettirebilmesi mümkün değildir. Çünkü varlık, Vâr Eden’in kuvveti, dolayısıyla şiddeti sonucu ortaya çıktığı gibi, varlığını da yine O’nun kuvvetle tutmasıyla sürdürür, sonunda da yine büyük bir şiddetle sona erecektir. Demek ki varlık vâr olmasını da, hayâtiyetini de, sona ermesini de şiddete borçludur. Câhiller şiddeti yok etme hayâli kura-dursun, şiddet olanca şiddetiyle vâr olmaya devâm edecektir.

 

Esâsen, adâletsizliği, eşitsizliği, haksızlığı, ahlâksızlığı, zulmü vs. kaldırıp yerine adâleti, eşitliği, hak, hakîkat, ahlâk, tevhid vs. hâkim kılabilmek için târih boyunca hep şiddete ihtiyaç duymuştur. İnsanlık-târihinde ağır bir adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün, fitnenin, fesadın, nifâkın ve zulmün, güzellikle, tatlı dille, uzlaşmayla, hoşgörüyle, barışla, kırmadan, dökmeden, yıkmadan, yakmadan yâni şiddet göstermeden düzelebildiğinin tek bir örneği bile yoktur.

 

Şiddete hayır demek, “mazluma karşı şiddete hayır!” demekse elbette doğrudur ve iyidir. Fakat şiddet kelimesini duyduğu anda hemen irkilenler ve kendi yaptıkları şiddete bakmasızın mazlumun yaptığı şiddeti kötüleyenler ve “barış için şiddet”e başvuranlar şiddet gösterilmesi gereken şedit kimselerdir. Onlar şiddetten başkasından anlamazlar.     

 

Şiddet yerine barışı önermek çok tutarlı değildir. Çünkü barış iyidir de “şiddet tümden kötüdür” diye bir şey yoktur. Abdurrahman Dilipak bu konuda şunları söyler: 

 

“Sanki barışın tek karşıtı şiddet duygusuymuş gibi alındı. Hayır, insanlardaki şiddet duygusunu yok edemezsiniz. Şiddet duygusu onurlu bir duygudur aslında. Şiddeti kullanmanız önemli. İnsanlar haksızlığa karşı, zulme karşı boyun eğmemeli. Barışın içerisinde şiddet de vardır. Barışın kendini savunacak bir gerilimi özünde barındırması gerekir. Tek-yanlı bir edilgenlikle barışı sağlamak mümkün değildir. Bu fantazi olur. Şiddeti bir günah-keçisine döndürüp taşlamak da bana doğru gelmiyor. Şiddet gerçekten tek bir tarafa mâl edilebilecek bir şey değil. Bütün tarafların da şiddeti kendi temel postülalarına uygun bir şekilde meşrû kılacak araçları söz-konusu. Bu böyle olunca da sâdece şiddet gibi bir konuyu eksen alıp bir tarafın öbür tarafı suçlaması bana yanlış görünüyor”.

 

Modernler sürekli olarak orta-çağ şiddetinden bahsediyorlar. Aslında bununla dindeki şiddeti öne çıkarmak istiyorlar. Oysa modern zamanlarda yaşanan yüksek seviye bir şiddet târihte hiç-bir zaman olmadı. Hattâ modernizm şiddetle başladı, şiddetle devâm ediyor ve bu nedenle sonu da şiddet nedeniyle olacaktır. Kanımca modernizm şiddetli bir şekilde yıkılacaktır.

 

Dinlerin ve orta-çağ zihniyetinin şiddet-merkezli olduğunu söylüyorlar ve buna karşı -sözde- “barış ideolojileri” olan demokrasiyi, cumhûriyeti, lâikliği, sekülerizmi, kapitâlizmi, sosyâlizmi, liberâlizmi, feminizmi vs. öne çıkarıyorlar ve bunların şiddeti bitirebileceğini söylüyorlar. İyi ama sandıkları gibi olmadı ve hepsinin iddiâları da boşa çıktı ve çıkmaya da hâlen devâm ediyor. Meselâ bu-bağlamda Fransız Devrimi’ni övüyorlar. Fransız Devrimi, birilerinin yaptığı şiddeti güyâ bitirmek için çok daha fazlasını ve şiddetlisini kendilerinin uyguladıkları bir şiddet dönmemidir. Fransız Devrimi, giyotinlerin inip-inip kalktığı bir şiddet dönemidir ki etkisi çok sonra da sürdü ve hattâ günümüze bile yansıyor. “Din’den ve feodâlizmden kaynaklanan şiddeti yok edeceğiz” derlerken, “cumhûriyetin şiddeti” çok daha ağır oldu. Demokrasisinin temelinde de kan, göz-yaşı ve alın-teri sömürüsü vardır. Üstelik hakkı ve hakîkati ortaya koymak için de şiddetin uygulandığı yerler ve zamanlar olmuştur ama Allah’ın emri dolayısıyla bunun mutlakâ bir sınırı varken, beşerî olan sistem ve ideolojilerde bir sınır da olmuyor. Baksanıza Gazze’ye, Lübnan’a ve diğerlerine; şiddet gösterilecek bir kişi, yer ve alan da kalmadı ama hâlen şiddetten yanalar.

 

İslâm “barış” demektir. Fakat İslâm’da gerçekçidir ve bu nedenle İslâm’da şiddet de vardır. İslâm uzak-doğu dinleri gibi pasif ve sinik bir din değildir ki sürekli olarak barış, hoşgörü, sevgi vs. deyip dursun ve zulme, ahlâksızlığa, adâletsizliğe, sömürüye, vs. her türlü şerefsizlik karşısında hareketsiz dursun. Evet; İslâm kesin anlamda barışı ister ve onun için çalışır. Fakat bu barış, “savaştan sonraki barış”tır. Çünkü ancak savaştan sonraki barış istekli ve kalıcı olabilir. İnsanlar barışı özlemeli ve şiddetle istemelidirler. Zâten barıştan bahsedilen yerde ya savaş yada bir şiddet de vardır ki barıştan bahsedilmektedir.   

 

Barış zamânında da şiddet olabilir. Bu şiddet sosyâl, kültürel, ekonomik, hukûkî, siyâsî şiddetler şeklinde olabilir. Bir-şekilde gücü ele geçirmiş, köşe-başlarını tutmuş onlalar, garibanlara ve güçsüzlere karşı bu alanlarda şiddet uygularlar. O-hâlde barış zamanlarında yapılan bu şiddete karşı da şiddet göstermek gerekir.

 

Bir de şiddetin pasif bir çözümü olarak “şiddete karşı şiddetsizlik” önerileri var. Bir yanağına vurana diğer yanağını çevirmenin şiddeti bitireceğini söylüyorlar. Hâlbuki bunun gerçekleştiğinin ve işe yaradığının tek bir örneği bile yoktur. Siz pasif davrandıkça tepenize binerler ve eşek oldukça semer vuran çok olur. Esâsen pasiflikle bir şeyin düzeltilebilmesi mümkün değildir. Meselâ bir insan kendisine yapılan bir haksızlık ve şiddet karşısında pasif kalsa ve karşı-şiddet göstermekten kaçınsa, karşıdaki kişi de bırakıp gitse mesele uzamamış olur ama yapılan haksızlık ve şiddet olmamış gibi olmaz. Kişinin kendisine yapılan haksızlığa ve şiddete karşı hiç-bir şey yapmaması, “kendisine yapmış olduğu bir şiddet”tir.

 

İnsanlık, hiç-bir zaman şiddeti tamâmen ortadan kaldıramamıştır ve kaldırmayacaktır da. Çünkü şiddet hayâtın bir gerçeğidir ve hep öyle kalacaktır. Şiddet doğal bir şeydir ve yokluğu daha kötü sonuçlar doğurur. Baksanıza yağmura; tüm şehri inletecek şiddetli bir sesle ve yine tüm şehri aydınlatacak şiddetli bir ışımayla nasıl da bulutlar şiddetle birbirlerine geçiyor ve sonra da rahmete dönüşüyor. Doğal şiddetin sonunda mutlakâ rahmet olur. Üstelik yağmurun yağması yâni suyun olması için mutlakâ öyle bir şiddete ihtiyaç vardır. Suyu 2 hidrojen ve 1 oksijeni birleştirerek laboratuvarda oluşturmaya kalktılar da başaramadılar. Çünkü çok yüksek ve şiddetli bir basınç ve ısı gereklidir bu atomların birbirlerine girip-kaynaşması ve suya dönmesi için.

 

Doğal şiddetten kurtulmak söz-konusu değildir. Doğal olmayan şiddetten kurtulmak için ise mutlakâ yine şiddete ihtiyaç vardır. O-hâlde mesele, şiddetin olup-olmaması değil, şiddetin “kerîm” olup-olmadığı önemlidir.

 

Şiddet hakkında bilgilenmenin şiddetin önlenmesi noktasında hiç-bir faydası yoktur. Bilgi ile şiddet azalmaz ve bitirilemez. Doğal olmayan şiddeti bitirmenin yolu yine amele-eylem ile ilgilidir. Bu eylemin kutsal yönü ve zirvesi ise “kısas”tır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder