16 Kasım 2024 Cumartesi

Gerçeği Kabûl Edememek

 

“Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar”nsan 27).

 

Apaçık gerçek ve hakîkat şudur ki, bu Dünyâ “geçici bir imtihan dünyâsı”dır ve ebedî hayat âhirette, yâ cennette yada cehennemde de olacaktır. İşte tâ ilk baştan bêri insanın bir türlü kabûl etmek istemediği gerçek budur. Kabûl edemediği ve etmek istemedikleri diğer gerçekler hep bu ana-gerçeğin iz-düşümleridir.

 

Dünyevîlik ne kadar yoğunsa, gerçekleri kabûl edememek de o kadar yoğun olur. Dünyevîliğin ayyuka çıktığı modernizm ile birlikte insanlar târihte hiç olmadığı oranda dünyevîleşmişler ve bu nedenle de gerçeklerden koparak bâtıla, sahteye, sanala ve sûnî olana bağlanmış ve sarılmışlardır. Öyle ki, artık modern insanlar gerçekleri duymak bile istemiyor. Çünkü gerçekler amel-eyleme ve sorumluluğa dönüktür ve bir bedeli vardır.

 

Bu durum karşısında modern müslümanlar da, gerçeğin sâdece bilgisi ile ilgileniyorlar ve gerçeği sâdece bilmenin yeterli olacağını ama gerçeğe uymanın gerekmediğini düşünüyorlar yada gerçeğe uyma noktasında çok pasif ve zayıf kalıyorlar.

 

Gerçeği bilmekten ziyâde “gerçeği kabûl edip sindirebilmek” önemlidir. Çünkü bilmek kişiyi ille de amel-eyleme sevk-etmiyor ama kabûl ettiği şey için bir şeyler yapabiliyor. Niceleri, bildikleri şeyi aslında kabûl etmedikleri için, bildikleriyle amel-eylem içinde olamıyorlar.

 

İki çeşit din vardır: 1-Uydurulan ve yönlendirilen din. 2-İrticâ da denen (indirilen) gerçek din. Modern insan, gerçek din yerine, klâsik-geleneksel yada modern anlamda, “uydurulan din” ile ilgileniyor. Uydurulan din sâdece “geleneksel olan din” değildir, “modern din” de “uydurulmuş din”dir. Din uydurma eski zamanlarda kalmış ve bitmiş değildir. Modern anlamda uydurmalar eskiye göre çok daha hızlı ve fazlalaşmış şekilde devâm etmektedir. Üstelik ilginçtir, modern uydurmaları en çok yapanlar ve yayanlar, geleneksel uydurmalardan dert yananlar ve ona sövüp-sayanlardır.   

 

Modernizm bir “sahtelikler uygarlığı”dır. Gerçekten çok daha fazla sahteler vardır onda. Zâten modernizm hayâtiyetini sahtelikler üzerine kurar ve sahtelikler üzerinden sürdürür. Zîrâ modernizm bâtıl bir sistemdir ve tüm bâtıllar gibi gerçekler ve hakîkatlar karşısında tutunabilmesi mümkün değildir.

 

Kitleler her zaman, gerçek anlamını bilmedikleri şeylerin peşine düşerler ve ulaştıkları sahte anlamları gerçek zannederler. Üstelik sahteyi ifşâ eden ve gerçeği ortaya koyanları da sahtekârlık yapmakla suçlarlar. Meselâ insanların put edinip taptıkları modern-bilim, örneği olmayan ama -sözde- “teorik olarak mümkün” olan şeyleri “gerçek ve doğru” olarak kabûl ediyor ve gösteriyor. Fakat modern insan modern-bilim ve de teknolojiye meftûn, râm ve hayrân olduğu işin ve ona sorgusuz-suâlsiz ve koşulsuz-şartsız teslim olup îmân etmiş olduğundan dolayı onu hiç sorgulamıyor, eleştirmiyor ve îtirâz etmiyor. Mutlak gerçek olan Allah’ın varlığını bile sorgularken ve inkâr ederlerken, modern-bilimi dokunulmaz ve eleştirilemez kabûl ediyorlar.

 

Zamânımız insanlarını gerçekliklerden daha çok sahte görüntüler etkiliyor. Sahteliklerden etkilendiği kadar gerçeklerden etkilenmiyorlar. Meselâ en bâriz olarak bir küfür yâni “örtme uygulaması” olan kozmetik ve makyaj ile gerçeğin örtülerek ortaya konan sahtelikler insanları daha çok etkiliyor. Kozmetik ve makyaj ile aslından çok farklı hattâ bambaşka bir hâle geleni daha çok benimsiyorlar ve onu üstün tutuyorlar. Çünkü tüm zamanlarda şeytan, günümüzde ise modernizm, sahtenin gerçeklerden daha üstün olduğunu yutturuyor. Böylece modern insan, hiç-bir tıbbî bir sorun yokken, Allah’ın yarattığı ve yaşattığı gibi olmayı bir tülü kabûl edemiyor, sindiremiyor. Çünkü şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından algı, hakîkatten ve gerçeklikten kopmuş ve sahteye göre şekillenmiştir. Böylece şeytana muazzam bir alan açılmış oluyor. Üstelik şeytanın insan hakkındaki beklentisi boşa çıkmamış ve gerçekleşmiş oluyor. Şeytan huzurdan kovulunca şöyle demişti:

 

Onları -ne olursa-olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim’. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (velî) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).

       

Yâni şeytanın, “insanları gerçeklerden uzaklaştıracağım ve sahte ve bâtıl olana yönelteceğim” sözü gerçekleşmiş oldu. Çünkü özellikle modern gerçekleri bir türlü kabûl edememektedir. 

 

Gerçek olan şeyler, saf, doğal ve fıtrî olandır. Gerçekler, “yaşanmış ve yaşanacak” olan şeylerdir, hayâlî olanlar değil.

 

İslâm toplumlarında, ideâl olanı arayıp gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma alışkanlığı oluştu. Fakat bu tutum müslümanları gerçeklerden uzaklaştırmaktadır. Kur’ân, 1.400 yıl önce “târihsel bir gerçeklik” üzerine inmiştir. Bu gerçekliği yok sayarak ve sahtelikler üzerine kurulu olan modernizmi merkeze alarak Kur’ân’ın idrâk edilmesi mümkün değildir.

 

Fıtrî, doğal ve normâl olan yaşam, İslâm’dan başka hiç-bir dîne, düşünceye, ideolojiye, sisteme ve akıma gerçek anlamda hayat-hakkı tanımaz. Zîrâ hayat ancak İslâm ile uyumludur. İslâm’dan başka hiç-bir şeyin hayatta gerçek anlamda bir karşılığı yoktur, olamaz.

 

Modernizm “akıllarda kalacak” gerçek hayatlar yaşamaya izin vermiyor. Çünkü modern insan gerçekleri kabûl edemiyor. Tüm bâtıllar gibi modernizm de hak ile bâtılı karıştırarak aldattığı ve hayâtiyetini sürdüğü için, modernite ancak “asgârî bir gerçeklikte yaşama”nın adıdır. Fakat modernizm daha ziyâde sahtelikler içinde yaşamaktır. Zâten modern insanın, ölümü bir trajedi gibi görmesi ve ölümden çok korkmasının nedeni, “gerçek hayatlar” yaşamıyor oluşundan dolayıdır. Gerçek hayatlar yaşamadığı için bir türlü tatmin ve iknâ olmuyor ve huzûr bulamıyor.

 

Modernizm kötülükleri de gerçek anlamda engellemiyor ve bitiremiyor. Çünkü kişiyi kötü olmaktan gerçekten engelleyecek şey, “devlete hesap vermek” değil, “Allah’a hesap vermek” korkusudur.

 

İslâm; “adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke, küfre ve zulme muhâlefet” demektir, İslâm, “kavga” demektir. İslâm; şeytanla, nefsle ve tâğutla yapılan mücâdeledir. Müslümanların bir türlü kabûl etmek istemedikleri hakîkat ve apaçık gerçek işte budur!.

 

Sahte ve bâtıl bir din olan tasavvuf da gerçeği bir türlü kabûl edemediği için kendine göre bâtıl din yorumları ve sahtelikler ortaya çıkarıyor. Tasavvuftaki “ne arıyorsan kendi içinde ara” sözü, insanı dış-gerçeklikten koparan bir fitnedir.

 

Yaşamak için ulvî bir nedeni olmayanlar, “gerçekten yaşıyor” değillerdir. Yaşamak, “Dünyâ’da bulunuyor olmak” demek değildir.

 

Apaçık gerçek şudur ki, îman edip sâlih amel işleyenler dışında tüm insanlar ziyandadır:

 

Asra andolsun; gerçekten insan, ziyandadır. Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder