“Gerçek şu ki
bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir
günü bırakıyorlar” (İnsan
27).
Apaçık gerçek ve hakîkat şudur ki, bu Dünyâ
“geçici bir imtihan dünyâsı”dır ve ebedî hayat âhirette, yâ cennette yada
cehennemde de olacaktır. İşte tâ ilk baştan bêri insanın bir türlü kabûl etmek
istemediği gerçek budur. Kabûl edemediği ve etmek istemedikleri diğer gerçekler
hep bu ana-gerçeğin iz-düşümleridir.
Dünyevîlik ne kadar yoğunsa, gerçekleri kabûl
edememek de o kadar yoğun olur. Dünyevîliğin ayyuka çıktığı modernizm ile
birlikte insanlar târihte hiç olmadığı oranda dünyevîleşmişler ve bu nedenle de
gerçeklerden koparak bâtıla, sahteye, sanala ve sûnî olana bağlanmış ve
sarılmışlardır. Öyle ki, artık modern insanlar gerçekleri duymak bile istemiyor.
Çünkü gerçekler amel-eyleme ve sorumluluğa dönüktür ve bir bedeli vardır.
Bu durum karşısında modern müslümanlar da,
gerçeğin sâdece bilgisi ile ilgileniyorlar ve gerçeği sâdece bilmenin yeterli
olacağını ama gerçeğe uymanın gerekmediğini düşünüyorlar yada gerçeğe uyma
noktasında çok pasif ve zayıf kalıyorlar.
Gerçeği
bilmekten ziyâde “gerçeği kabûl edip sindirebilmek” önemlidir. Çünkü bilmek
kişiyi ille de amel-eyleme sevk-etmiyor ama kabûl ettiği şey için bir şeyler
yapabiliyor. Niceleri, bildikleri şeyi aslında kabûl etmedikleri için,
bildikleriyle amel-eylem içinde olamıyorlar.
İki çeşit din vardır: 1-Uydurulan ve
yönlendirilen din. 2-İrticâ da denen (indirilen) gerçek din. Modern insan,
gerçek din yerine, klâsik-geleneksel yada modern anlamda, “uydurulan din” ile
ilgileniyor. Uydurulan din sâdece “geleneksel olan din” değildir, “modern din”
de “uydurulmuş din”dir. Din uydurma eski zamanlarda kalmış ve bitmiş değildir.
Modern anlamda uydurmalar eskiye göre çok daha hızlı ve fazlalaşmış şekilde
devâm etmektedir. Üstelik ilginçtir, modern uydurmaları en çok yapanlar ve
yayanlar, geleneksel uydurmalardan dert yananlar ve ona sövüp-sayanlardır.
Modernizm bir “sahtelikler
uygarlığı”dır. Gerçekten çok daha fazla sahteler vardır onda. Zâten modernizm
hayâtiyetini sahtelikler üzerine kurar ve sahtelikler üzerinden sürdürür. Zîrâ
modernizm bâtıl bir sistemdir ve tüm bâtıllar gibi gerçekler ve hakîkatlar
karşısında tutunabilmesi mümkün değildir.
Kitleler her zaman, gerçek anlamını bilmedikleri
şeylerin peşine düşerler ve ulaştıkları sahte anlamları gerçek zannederler.
Üstelik sahteyi ifşâ eden ve gerçeği ortaya koyanları da sahtekârlık yapmakla
suçlarlar. Meselâ insanların put edinip taptıkları modern-bilim, örneği olmayan
ama -sözde- “teorik olarak mümkün” olan şeyleri “gerçek ve doğru” olarak kabûl
ediyor ve gösteriyor. Fakat modern insan modern-bilim ve de teknolojiye meftûn,
râm ve hayrân olduğu işin ve ona sorgusuz-suâlsiz ve koşulsuz-şartsız teslim
olup îmân etmiş olduğundan dolayı onu hiç sorgulamıyor, eleştirmiyor ve îtirâz
etmiyor. Mutlak gerçek olan Allah’ın varlığını bile sorgularken ve inkâr
ederlerken, modern-bilimi dokunulmaz ve eleştirilemez kabûl ediyorlar.
Zamânımız insanlarını gerçekliklerden
daha çok sahte görüntüler etkiliyor. Sahteliklerden etkilendiği kadar
gerçeklerden etkilenmiyorlar. Meselâ en bâriz olarak bir küfür yâni “örtme
uygulaması” olan kozmetik ve makyaj ile gerçeğin örtülerek
ortaya konan sahtelikler insanları daha çok etkiliyor. Kozmetik ve makyaj ile
aslından çok farklı hattâ bambaşka bir hâle geleni daha çok benimsiyorlar ve
onu üstün tutuyorlar. Çünkü tüm zamanlarda şeytan, günümüzde ise modernizm,
sahtenin gerçeklerden daha üstün olduğunu yutturuyor. Böylece modern insan,
hiç-bir tıbbî bir sorun yokken, Allah’ın yarattığı ve yaşattığı gibi olmayı bir
tülü kabûl edemiyor, sindiremiyor. Çünkü şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından
algı, hakîkatten ve gerçeklikten kopmuş ve sahteye göre şekillenmiştir. Böylece
şeytana muazzam bir alan açılmış oluyor. Üstelik şeytanın insan hakkındaki
beklentisi boşa çıkmamış ve gerçekleşmiş oluyor. Şeytan huzurdan kovulunca
şöyle demişti:
“Onları -ne olursa-olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara
düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini
emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim’. Kim Allah’ı
bırakıp da şeytanı dost (velî) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).
Yâni
şeytanın, “insanları gerçeklerden uzaklaştıracağım ve sahte ve bâtıl olana
yönelteceğim” sözü gerçekleşmiş oldu. Çünkü özellikle modern gerçekleri bir
türlü kabûl edememektedir.
Gerçek olan şeyler, saf, doğal ve
fıtrî olandır. Gerçekler, “yaşanmış ve yaşanacak” olan şeylerdir, hayâlî
olanlar değil.
İslâm toplumlarında, ideâl
olanı arayıp gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma
alışkanlığı oluştu. Fakat bu tutum müslümanları gerçeklerden
uzaklaştırmaktadır. Kur’ân, 1.400
yıl önce “târihsel bir gerçeklik” üzerine inmiştir. Bu gerçekliği yok sayarak ve
sahtelikler üzerine kurulu olan modernizmi merkeze alarak Kur’ân’ın idrâk
edilmesi mümkün değildir.
Fıtrî, doğal ve normâl olan yaşam,
İslâm’dan başka hiç-bir dîne, düşünceye, ideolojiye, sisteme ve akıma gerçek
anlamda hayat-hakkı tanımaz. Zîrâ hayat ancak İslâm ile uyumludur. İslâm’dan
başka hiç-bir şeyin hayatta gerçek anlamda bir karşılığı yoktur, olamaz.
Modernizm “akıllarda kalacak” gerçek hayatlar
yaşamaya izin vermiyor. Çünkü modern insan gerçekleri kabûl edemiyor.
Tüm bâtıllar gibi modernizm de
hak ile bâtılı karıştırarak aldattığı ve hayâtiyetini sürdüğü için, modernite
ancak “asgârî bir gerçeklikte yaşama”nın adıdır. Fakat modernizm daha ziyâde sahtelikler
içinde yaşamaktır. Zâten modern insanın, ölümü bir trajedi gibi görmesi ve
ölümden çok korkmasının nedeni, “gerçek hayatlar” yaşamıyor oluşundan
dolayıdır. Gerçek hayatlar yaşamadığı için bir türlü tatmin ve iknâ olmuyor ve
huzûr bulamıyor.
Modernizm kötülükleri de gerçek
anlamda engellemiyor ve bitiremiyor. Çünkü kişiyi kötü olmaktan gerçekten
engelleyecek şey, “devlete hesap vermek” değil, “Allah’a hesap vermek”
korkusudur.
İslâm; “adâletsizliğe, eşitsizliğe,
haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke, küfre ve zulme muhâlefet” demektir, İslâm,
“kavga” demektir. İslâm; şeytanla, nefsle ve tâğutla yapılan mücâdeledir.
Müslümanların bir türlü kabûl etmek istemedikleri hakîkat ve apaçık gerçek işte
budur!.
Sahte
ve bâtıl bir din olan tasavvuf da gerçeği bir türlü kabûl edemediği için kendine
göre bâtıl din yorumları ve sahtelikler ortaya çıkarıyor. Tasavvuftaki “ne arıyorsan kendi içinde ara”
sözü, insanı dış-gerçeklikten koparan bir fitnedir.
Yaşamak için ulvî bir nedeni
olmayanlar, “gerçekten yaşıyor” değillerdir. Yaşamak, “Dünyâ’da bulunuyor
olmak” demek değildir.
Apaçık gerçek şudur ki, îman edip sâlih amel
işleyenler dışında tüm insanlar ziyandadır:
“Asra andolsun; gerçekten insan, ziyandadır. Ancak
îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder