23 Kasım 2024 Cumartesi

İslâm’ın Kültürü İçinde Yoğrulmak Yada Oryantâlist Yalakası Olmak

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

“İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter” (Furkân 31).

 

İslâm yâni Kur’ân ve Sünnet üzere olmanın ilk şartı, şüphe etmemektir. Zîrâ Kur’ân’ı Allah indirmiştir ve Kur’ân O’nun sözü olduğu için şüphe götürmez:

 

Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakîler için yol gösterici bir kitaptır” (Bakara 2).

 

 Peygamber’i de yine O seçmiştir ve Peygamberimiz’in hem peygamberlik-öncesindeki hem de vahiy-merkezli risâlet ve nübüvvet sürecindeki hayâtı en ideâl mü’minlik örneğidir ve bu Allah tarafından tasdik edilmiştir:

 

Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4).

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

İslâm’ı gerçek anlamda bilme, öğrenme ve idrâk etme, İslâm’ı şüphe duymadan kabûl etme, benimseme ve İslâm-merkezli olarak yaşamakla olur. Dolayısı ile mü’minlik bir adanmanın sonucudur. Yoksa aynen oryantâlistler gibi; İslâm’dan şüphe ederek, onu bir türlü tam anlamıyla kabûl etmeyerek ve İslâm-merkezli bir yaşantı ve amel-eylem içinde olmadan bilmek ve idrâk etmek mümkün değildir. Çünkü İslâm “sâdece söz” değildir, İslâm sâdece bilginin ve bilmenin konusu değildir. İslâm’ı gerçek anlamda bilmek ve idrâk, ancak şüphe duymadan kabûl etmekle ve tâvizsiz bir şekilde İslâm-merkezli yaşamakla olabilir ve tamamlanabilir. Zâten İslâm’ı gerçek anlamda bilenler ancak, şüphe duymadan kabûl edenler ve bu nedenle de tâvizsiz bir şekilde İslâm-merkezli bir yaşantı ve amel-eylem hâlinde olanlardır.

 

İslâm’ı gerçek anlamda bilenler ancak tâvizsiz olarak İslâm-merkezli yaşarlar ve ancak tâvizsiz bir şekilde İslâm-merkezli  yaşayanlar İslâm’ı hakkıyla ve gerçek anlamda bilirler. Oryantâlistlerin ve onların kıçlarını yalayan modernist-târihselci-batı’cı yalakaların, İslâm’ı gerçek anlamda ve hakkıyla bilmemelerinin ve bu yüzden saçma-sapan ve inkâr derecesinde sapkın iddiâlarda bulunmalarının nedeni, İslâm’dan şüphe duydukları için tam bir teslîmiyetle teslim olamamaları ve dolayısıyla İslâm-merkezli yaşamamalarıdır. Zîrâ İslâm, “sâdece okumayla” değil, ancak “okumakla ve yaşamakla” birlikte hakkıyla bilinebilecek olan bir din’dir. İslâm’ı ancak germek anlamda bilenler yaşarlar ve ancak yaşayanlar gerçek anlamda ve hakkıyla bilebilirler.

 

İslâm’ın kültürü içinde yaşamak, aynen Peygamberimiz gibi, vahiy-merkezli bir adanmışlıkla olabilir: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163). Bu adanmayı kabûl etmediği için İslâm-merkezli yaşamayı benimseyemeyenler, tüm çabalarına rağmen, İslâm’ın bilgisini alsalar da kültürünü bilmedikleri için yanlış yargılara ve çıkarımlara varıyorlar ki bu, yazdıkları kitaplarda ve söyledikleri sözlerde çok bârizdir. Bir kere hem oryantâlistlerin hem de onların yalakalığını yapan yavşamışların yazdıklarına ve sözlerine baktığınızda bâriz bir edepsizliğin ve densizliğin göze çarptığını görürsünüz. Zâten bu yavşamışların oryantâlistlere yalakalık yapmalarının nedeni budur. Aynı düşüncede, aynı söylemde ve inkârda bulunduklarını görürsünüz. İslâm’ın amel-eylem-davranış yönünü yâni Peygamberimiz gibi “Sünnet” denilen vahiy-merkezli en ideâl yaşama örnekliğini benimsemedikleri için İslâm’a düşman oluyorlar. İslâm’dan besleniyorlar ama İslâm’a düşmandırlar. Aynen yalakalığını yaptıkları oryantâlistler gibi.  Bu yüzden, nasıl ki oryantâlistler müslüman değillerse bunlara da müslüman demek doğru değildir. Bunların İslâm’a olan ilgileri, İslâm’a olan bağlılıktan dolayı değil, düşmanlıktan dolayıdır. Bu nedenle “keşke Kur’ân indirilmemiş olsaydı” diyebiliyorlar. Zîrâ İslâm’dan yâni Kur’ân’dan ve İslâm’ın kültürünü güzel bir örneklik ile ortaya koyan “vahiy-merkezli yaşanmışlık” demek olan Sünnet’ten nefret ediyorlar.    

 

Oryantâlistler ve onların yalakalığını yapanlar, Kur’ân’a bilimin bir nesnesi gibi yaklaşırlar. Bu da araştırmanın sonuçlarını doğrudan etkiler. Kur’ân’ı “Allah’ın sözü” olarak görenlerin ulaştıkları sonuçlarla, Kur’ân’ı “Muhammed’in sözü” olarak görenlerin ulaştıkları sonuçlar elbette farklı olur ki bu fark Kur’ân’a, Peygamber’e ve İslâm’a karşı yazılan ve söylenen edepsizce ve densizce sözlerle hemen açığa çıkar. Kur’ân’a yâni İslâm’a hangi zihniyetle yaklaşırsanız o zihniyete uygun bir sonuca ulaşırsınız. İslâm’ı ilâhî bir din olarak kabûl ederek yaklaştığınızda farklı, beşerî bir din olarak kabûl ederek yaklaştığınızda farklı sonuçlara ulaşırsınız.

 

Modernizme ve batı’ya meftûn, râm ve hayrân olan oryantâlist yalakalarına baktığınızda, onların müslüman ve türk gibi değil de, hristiyanlar ve oryantalistler gibi düşündüklerini, yazdıklarını ve konuştuklarını görürsünüz. Peki neden?. Çünkü aslında İslâm’ı sevmiyorlar, benimseyemiyorlar ve İslâm’a göre yaşamıyorlar, dolayısı işle İslâm’ın kültürü içinde yoğrulmamış oluyorlar.  Aslında İslâm’ın bilgisine sâhip olsalar da kültürüne sâhip olmadıkları için İslâm’I hakkıyla da bilmemektedirler. Zâten bu nedenle benimseyemiyorlar ve Kur’ân’ı bir türlü “olduğu gibi” kabûl edemiyorlar. Üstelik bu zihniyette olanlar müslümanların yada esmer renkte olan doğuluların, zâlimler tarafından zor durumda kalmasını da önemsemiyorlar. Hattâ bunu normâl ve doğal karşılıyorlar. Olması gerekenin bu olduğunu düşünüyorlar ve içinde mâsum bebeklerin de olduğu mazlumların bunu hak ettiklerini bile söyleyebiliyorlar. Aynen, benzer şekilde düşünen batı’lı şerefsizler ve oryantâlistler gibi. Sonuçta da Müslüman yada Türk, mazlumların değil de zâlimlerin yanında-yöresinde saf tutuyorlar.

 

Oryantâlist yalakaları, Kur’ân’ın kelimelerini, meâlini ve tefsirini bile oryantâlistlerden okumayı ve öğrenmeyi severler. Peygamberimiz’in hayâtını da yine batı’lılardan ve oryantâlistlerden okuyup-öğrenirler ve kaynak olarak onları gösterirler. Bakın yazdıkları kitapların kaynakçalarına, nerdeyse tamâmı oryantâlistlerin eserleridir. Hâlbuki oryantâlistlerin, İslâm’ın kültürüyle yoğrulmaları gibi bir durum söz-konusu olmadığı için bilgileri sağlam değildir. Zâten Kur’ân’a da ancak bilimsel anlamda ilgi duyarlar  ve Kur’ân’ı bilimsel bir nesne gibi okuyup-incelerler. Tabi yanlış, absürt ve hattâ komik sonuçlara varırlar. Voltair: “Bizim ediplerin pek azı Kur’ân’ın ne olduğunu bilir. Bilginlerimizin onca incelemelerine rağmen, bu konuda edinilen fikirler yanlış ve gülünçtür” der.

 

Batı’lılarda ve dolayısıyla oryantâlistlerde uhrevî, ilâhî, mânevî duygu ve derinlik pek yoktur. Onlar daha ziyâde beşerî, maddî ve aklî şeylerle ilgilenmeye ve onları bilmeye meyyâldirler. Zîrâ onlarda “dînin kültürü” yâni Sünnet yoktur. Allahsız felsefenin, modern-bilimin ve teknolojinin batı’da çıkmasının sebebi kanımca budur. Bu nedenle oryantâlistlerden İslâm’ın kültürünü bilmeleri ve önemsemeleri beklenemez. Fakat oryantâlistler onların yalakaları, bu nedenle İslâm’ı hakkıyla bilememektedirler ve bunun farkında da değildirler. İslâm kültürü ile yoğrulmamış olan oryantâlistler ve onlara yalakalık yapanlar, modernizme mefrûn, râm ve hayrân oldukları için her sözleri modernizm ile uyumlu jargondur.

 

Oryantâlist yalakalarının pek sevdiği oryantâlist Rudi Paret, İslâm’a şüphe ile yaklaştığı ve Kur’ân’ı Allah’ın değil de “Muhammed’in sözü” olarak gördüğü ve kabûl ettiği için, Kur’ân’ın değişmezliğini bir türlü kabûl edemez de, “müslümanların, Kur’ân’ın lafız olarak vahyedildiği ve vahyin mutlak değişmezliği ilkesinden vazgeçip, Kur’ân’ın önerdiği yaşam-düzeninin Muhammed’in çağına hitâp ettiği yâni zamâna bağlı olduğu ve sonraki gelişmeler tarafından aşıldığını kabûl etmelerini” önerir. Tabi bu önerinin sonucu; “Kur’ân’ın çağın gerisinde kaldığı”dır. Bunun anlamı ise şudur: “Müslümanlar, çağdaşlaşmak istiyorsa Kur’ân’dan, Kur’ân’a sâdık kalmak istiyorsa çağdaşlaşmaktan vazgeçmelidir”. İyi de çağdaşlaşan şerefsizler, çağdaşlaşmak istemeyenleri rahat bırakmıyorlar ki!. Çağdaşlaşmayı dayatıyorlar ve zor kullanıyorlar. İşin kötüsü, aynı düşünceyi, oryantâlistlerin kıçlarını yalayan târihselci yalaklar da paylaşıyorlar ve “Kur’ân bütünüyle ‘ölçü’ değildir, örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mü’min, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar” gibi sözlerle apaçık bir küfre ve şirke düşüyorlar. Gerçek İslâm’ın bilinmesinden ve yaşanmasından çok korkan iç ve dış mihraklar da tabi bunları desteklerken, İslâm’ın kültürü içinde yoğrulmuş oldukları için, gerçek İslâm’ı bilen ve anlatanları ise köstekliyorlar.  

 

İslâm’ın sâdece bilgisinin edinilmesi ve bununla yetinilmesi fakat İslâm’ın kültürü içinde yoğrulmamış olmanın kaçınılmaz sonucu olarak, Kur’ân’ı 7. yüzyıla hapsetme ve Allah’ın değil de “Muhammed’in sözü” görme eğilimi, hem oryantâlistlerin hem de onların yalakalığını yapanların çalışmaların çoğunun temel düşünceleri hâline gelmiştir. Kur’ân Allah’ın değil de Hz. Muhammed’in sözü olarak görüldüğünde, modernistlik ve târihselcilik denen kâfirlik ve müşriklik ortaya çıkıyor. Tabi bunun daha sonra deizme ve ateizme dönüşmesi çok kolaylaşıyor. tabi.

 

“Lâkin ortada Kur’ân’ın ve Peygamberimiz’in gerçekleştirdiği olağan-üstü ve etkili bir değişim var. Peki bu değişimi yapan etkenler ne olacak?” dediğinizde, hem oryantâlistler hem de onların kıçlarını yalamaktan büyük bir zevk duyan yalakalar; “Kur’ân Muhammed’in sözüdür ve o yüzden sâdece kendi târihini ilgilendirir ve sâdece kendi târihini etkiler, bu zamanda bir etkisi ve geçerliliği olamaz, sâdece ahlâkî yönleri bizi bağlar” derler. Zîrâ onlar İslâm’ın kültürü içinde yaşamadıkları ve yoğrulmadıkları için İslâm’ı hakkıyla bilmemekte ve benimseyememektedirler ve bu nedenle de sapkınca konuşmaktadırlar. Tabi bu sözleri bu kadar kolay edebilmelerinin önemli bir sebebi de, “meydanı boş bulmuş olmaları”dır. İslâm’ın hâkim ve belirleyici olduğu bir ülkede ve devlette İslâm’a hakâret içeren bu sözleri edebilecek cesârete zinhar sâhip değildirler. Çünkü onlar hem İslâm’ın kültürü içinde yaşamamış ve yoğrulmamış oldukları için bir düşünceye ve inanca adanmanın ne demek olduğunu bilmezler hem de onlar sisteme göbeklerinden bağlı oldukları için, uğruna her-şeyi fedâ edebilecekleri bir inançları yoktur.

 

Evet; İslâm’ın bilgisi ve kültürü içinde yoğrulanların çok iyi bildiği gibi; İslâm, zaman değiştikçe, mekân değiştikçe ve bilgi fazlalaştıkça “aşılabilecek ve değişebilecek” bir din değildir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder