29 Kasım 2024 Cuma

Kâlpler Ancak Allah’ın Zikri İle Tatmin Bulabilir

 

“Mü’minler, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28).

 

Kâlpler başka bir şey ile değil, sâdece Allah’ın zikri olan Kur’ân ile tatmin bulabilir. Zîrâ kâlplere Kur’ân gibi dokunan başka bir şey yoktur.

 

Kâlpler ne malla-mülkle, ne parayla-pulla, ne servetle-siyâsetle, ne şehvetle-şöhretle, ne kadınla-erkekle, ne makam-mevkî ile, ne hazla-zevkle, ne keyifle-eğlenceyle, ne konforla-rahatlıkla, ne şeytanla-nefsle tatmin bulamaz. Çünkü kâlpler Dünyâ ile gerçek anlamda tatmin bulamaz ve huzûra eremez. 

 

“Allah’ın zikri” denilen şey ise, tek-başına yada toplu hâlde yapılan zikir törenlerinde Allah’ın adını anmak ve tekrarlamak demek değildir. Bu yolla da belki insan bir sükûna erebilir ama Allah’ın dediği tatmin o değildir. Allah’ın zikri, Kur’ân-ı Kerîm’dir. İşte insanı hem iç-âleminde hem de dış-âlemde, sonunda da âhirette hakîki anlamda tatmin edecek ve huzûra erdirecek tek şey, kudreti sonsuz, yaratan ve yaşatan, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın, meleklerin pâdişâhı olan Cebrâil as. aracılığı ile, “âlemlere rahmet” ve muhteşem bir ahlâka sâhip olan Hz. Muhammed’e, 23 yıl boyunca peyderpey indirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Başka hiç-bir şey insanı hem iç-âleminde, hem dış-âlemde, hem de âhirette tatmin edip huzûra kavuşturamaz. Bunu ancak Allah’ın vahyi başarabilir ve ancak Kur’ân’ın gücü yeter.       

 

Tabi Allah’ın zikri olan Kur’ân sâdece okunacak, araştırılacak ve üzerine yazılar-kitaplar yazılacak bir “masa-başı kitabı” değildir. Kur’ân; sağlam bir îman, sonsuz bir güven, kesin bir bilgi, bilinç ve idrâk kazandırdığı kişilerden, sâlih amel ve eylemler bekler. Çünkü esâsen kâlpler sâdece söz ile değil, söz ve amel-eylem bütünlüğü ile mutmain olur. Allah’ın zikri sâdece söz değil, söz-amel bütünlüğüdür. Dolayısı ile Allah’ın zikri olan Kur’ân, Ahzâb 21. âyetin dediği gibi, “güzel örneklik” denen Sünnet ile yâni tam da vahye göre olan amel-eylem ile billurlaşır ve ete-kemiğe bürünür. Zihinlerin ve kâlplerin inşâsı, Kur’ân ile başlayıp eylemlerle tamamlanmadıkça, müslümanlık da tamamlanmış olmaz. Kâlpler ancak ve ancak Allah’ın zikriyle; yâni ilim, amel ve eylem bütünlüğü ile tatmin bulur.

 

Varlığı Allah ile anlamayı ve açıklamayı zûl görenlere, varlığı anlamlandırmak için ne “zaman” yeter ne de “mekân”. Bu nedenle de “milyarlarca yıl”dan ve “sonsuz evrenler”den bahsedip dururlar. Fakat bu da tatmin etmez. Çünkü, “kâlpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin bulur” (Ra’d 28). Allah’ın zikri olan Kur’ân’a uygun düşmedikçe mü’minlerin kâlplerinin herhangi bir konuda tatmin bulması mümkün değildir.

 

Âhiret bilinci ve “cennet hedefi” ile yaşamayanlar, dolayısıyla kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile tatmin bulmayanlar, sürekli olarak üst seviyede bir Dünyâ-hayâtı için hayâl kurarlar. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun dürtmesinin bir sonucudur. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret bir varlık değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Oysa insan aynı-zamanda bir kâlbe ve rûha da sâhip olan bir varlıktır. Bu nedenle kâlbi de tatmin olmadıkça gerçek bir tatmine ulaşması mümkün olmaz. Kâlpler ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân ile tatmin olur.

 

Şeytan ve nefs kâlplere sürekli olarak vesvese verir ve insanı huzursuz eder. İnsan bu huzursuzluğu Kur’ân ile gidermeye çalışmazsa Dünyâ ile gidermeye çalışır ama Dünyâ-mâlı-mülkü, gözü doyurmadığı gibi kâlbi tatmin de etmez. Bu nedenle Kur’ân bize, vesveseden Rabbe sığınmayı öğütler:

 

“Sinsice, kâlplere vesvese ve şüphe düşürüp duran vesvesecinin şerrinden (insanların Rabbine sığınırım)” (Nâs 4).

 

Dünyâ’da kâlpler ancak Kur’ân ile tatmin  bulduğu gibi, âhirette ancak tatmin bulmuş selîm bir kâlp ile gelenler kurtuluşa ereceklerdir:

 

“Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme. Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde, ancak Allah’a selîm bir kâlp ile gelenler başka” (Şuârâ 87-89).

 

Kâlpleri tatmin edecek tek Kitap olan Kur’ân’ı yada daha genel anlamda “Allah’ın zikri” demek olan vahyi inkâr edenler ve hayatlarını vahye göre düzenlemeyenlerin kâlpleri damgalanmaya ve pas tutup kararmaya mahkûmdur:

 

“İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz. Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle îman eder olmadılar. İşte Allah, inkâr edenlerin kâlplerini böyle damgalar” (A’raf 101).

 

“Aslâ!, hayır!; onların kazandıkları, kâlpleri üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn 14).

 

Üstelik kâlpleri pas tutup kararanlara hiç-bir uyarı ve öğüt fayda vermez:

 

“Kendisine Rabbinin âyetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zâlim kimdir?. Biz gerçekten, kâlpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidâyete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar aslâ hidâyet bulamazlar” (Kehf 57).

 

Böylelerine çeşitli güçlü deliller getirseniz de yine fayda etmez. Zîrâ inanmayacak olan delil yetmez.

 

“Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kâlpleri üzerine kat-kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Çünkü onlar, hangi apaçık-belgeyi görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: ‘Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir’ derler” (Enam 25

 

Kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile tatmin bulup huzûra ve öz-güvene erenler, küfre, şirke ve zulme başkaldırma cesâretini ve kararlılığını kendilerinde bulacaklar ve kâfirlere, müşriklere ve zâlimlere şöyle diyeceklerdir:

 

“Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine îman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidâyetlerini arttırmıştık. Onların kâlpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) raptetmiştik; (Krala karşı) kıyâm ettiklerinde demişlerdi ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız” (Kehf 13-14).

 

Kâlplerin tatmin bulduğu Allah’ın zikri olan tek Kitap Kur’ân, mü’minler için sözlerin en güzeli ve en etkilisidir. Bu yüzden onu duyduklarında kâlpleri ürperir de Allah’a teslim olurlar:

 

“Allah, müteşâbih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kâlpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidâyete erdirir. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur” (Zümer 23).

 

“Onlar ki, Allah anıldığı zaman kâlpleri ürperir; kendilerine isâbet eden musîbetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infâk edenlerdir” (Hacc 35).

 

Tabi Kur’ân ancak, onu okuyup idrâk edenlerin kâlplerini mutmain eder:

 

“Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’ân’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona îman etsinler ve kâlpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, îman edenleri dosdoğru yola yöneltir” (Hacc 54).

 

Kur’ân, şüphe içinde olanların kâlplerine dokunmaz, gırtlaklarından aşağıya inmez ve kulaklarından içeriye girmez. Zîrâ Kur’ân üzerine iyice düşünmedikleri için kâlpleri kilitlidir:

 

“Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman, ilim verilenlere derler ki: ‘O biraz önce ne söyledi?’. İşte onlar; Allah, onların kâlplerini mühürlemiştir ve onlar kendi hevâ(istek ve tutku)larına uymuşlardır” (Muhammed 16).

 

“Öyle olmasa, Kur’ân’ı iyice düşünmezler miydi?. Yoksa bir-takım kâlpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?” (Muhammed 24).

 

Üzerinden uzun zaman geçmiş olması mü’minler için sorun teşkil etmez ve onu ne zaman tam bir teslîmiyetle okurlarsa kâlpleri titrer ve tatmin bulurlar:

 

“Îman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kâlplerinin ‘saygı ve korku ile yumuşaması’ zamânı gelmedi mi?. Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kâlpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fâsık olanlardı” (Hadîd 16).

 

Sâdece Peygamberimiz’e değil, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’ya indirilenler de “Allah’ın zikri”dir ve kâlpler onlarla da tatmin bulup huzûra kavuşabilir. Tabi bahsettiğimiz zikir, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’ya indirilmiş olanlardır. Yoksa yahudileşenlerin uydurdukları ve Pavlus’un paganlara yaranmak için zırvaladıkları değil:

 

“Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem-oğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kâlplerinde bir şefkat ve merhâmet kıldık. (Bir bid’at olarak) türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah’ın rızâsını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan îman edenlere ecirlerini verdik, onlardan bir-çoğu fâsık olanlardır” (Hadîd 27).

 

Kur’ân ancak, “Kur’ân-merkezli” olarak okunduğunda kâlpleri tatmin eder. Fakat bir-takım fanteziler ve boş kuruntuları desteklemek için okunup-araştırıldığında kâlpleri kaydırır mâzallah:

 

“Sana Kitab’ı indiren O’dur. O’ndan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşâbihtir. Kâlplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl-sâhiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez”l-i İmran 7).

Mü’min olmak için îmânın kâlplere nüfûz etmesi gerekir.Yoksa o sâdece güçlü olmayan bir teslimiyetten ibâret kalır. Kur’ân bu konuda îman henüz kâlplerine işlememiş olanlara şöyle der:

 

“Bedeviler, ‘îman ettik’ dediler. De ki: Siz îman etmediniz; ancak İslâm (müslüman veyâ teslim) olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Hucurât  14).

 

Vahyin hayâta hâkim olduğu İslâm ülkelerinde; psikolog, kişisel gelişim uzmanı, yaşam koçu, âile terapisti ve sosyâl danışmanlara iş yoktur. Zîrâ “Kur’ân, kâlplere şifâ”dır.

 

Kur’ân, zihinleri ise allak-bullak edip Dünyâ’nın altını üstüne getirse de, “kâlpler için” bir şifâdır; zîrâ o “büyük bir haber (Nebe’)”dir.

 

Kâlpler İslâm’la ve “helâl” ile tatmin olmayınca, nefisler Dünyâ ve “haram” ile tatmin olmak isterler.

 

Zamânın ve mekânın değişimi, “nefsin ve kâlplerin değişiminin bir sonucu”dur.

 

Kur’ân’ın yüzünden arapça olarak okunması, onu okuyana en azından rûhen fayda verir ama; o kişinin Kur’ân’ı yüzünden arapça olarak okumasının mazlumlara ne faydası vardır?. Oysa Kur’ân “kâlplere şifâ” olduktan sonra, mazlumlara da dermandır.

 

Cehennem, kâlpleri tatmin ve huzûr bulmadığı için bomboş olan insanlarla dolacaktır. Çünkü onlar Dünyâ’da Kur’ân’a mesâfeli durmuşlardır. Bu nedenle Peygamberimiz’in âhirette şöyle bir şikâyette bulunacaktır:

 

“Ve elçi dedi ki: Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’ân’ı ter-edilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar” (Furkân 30).

 

Ne felsefe, ne sosyoloji, ne  psikoloji, ne târih, ne matematik, ne de bir başkası.. Hiç-birinin kâlpleri tatmin etmesi ve huzûr vermesi mümkün değildir. Zîrâ sâdece Allah’ın zikri olan Kur’ân ve İslâm ile kâlpler tatmin bulup huzûra kavuşabilir:

 

“Allah, kimin göğsünü İslâm’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nûr üzerinedir, (öyle) değil mi?. Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kâlpleri katılaşmış olanların vay hâline!. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler” (Zümer 22).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder