“Allah, Samed’dir (her-şey O’na
muhtâçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayandır)” (İhlâs 2).
“Rabbin, hiç-bir şeye ihtiyâcı
olmayan rahmet-sâhibidir” (En-âm 133).
Modernizm, bir “ihtiyaç ortaya çıkarma
uygarlığı”dır. Hayâtiyetini insanların gereksiz şeyleri ihtiyaç hâline
getirmelerini sağlamakla sürdürür. Bu nedenle ortaya çıkardığı ihtiyaçlar
gerçek ihtiyaçlar değil, sûnî ihtiyaçlar, daha doğrusu ihtiraslardır.
Modernizmin ihtiyaç hâline getirdiği
ürünler ve şeyler insanın hep maddî-bedenî yanına yöneliktir. Çünkü modernizm
denen melânet, insanın her konuda Allah’a, âhirete, gayba, vahye,
peygamberlere, dîne ve mâneviyata dayanmayı bırakıp; beşere, insana, akla,
beyne, doğaya, maddeye, eşyâya, felsefeye, modern-bilim ve teknolojiye ve de ne
kadar şeytânî, nefsî ve tâğûtî şeyler varsa ona dayanmaya başlamasının adıdır.
Bu nedenle modernizm insanın maddî-bedenî ihtiyaçlarını ve ihtiraslarını gınâ
getirecek derecede karşılamak için ha-bire üretir durur, ürettiklerini aşırı
reklâmlarla falan ihtiyaç ve ihtiras hâline getirerek bunlar üzerinden
zenginleşir ve varlığını devâm ettirir.
Modernizm; haz, zevk, keyif, konfor,
rahatlık ve eğlence-merkezli olan maddî ve zihnî o kadar çok ve çeşitli
üretimler yapar, düşünce, fikir ve teoriler ortaya atar ki, insanlar modernizm
ile birlikte artık hem maddî hem de zihni tüm ihtiyaçlarına kavuştuğunu
zannetmeye ve söylemeye başlar. Lâkin insan tek-boyutlu bir varlık değildir
ki!. İnsanın maddî-zihnî yönü olduğu gibi, rûhî ve kâlbî yönü de vardır.
Maddî-zihnî ihtiyaçları karşılandıktan sonra rûhî-kâlbî ihtiyaçları da
karşılanmadığında, insan dıştan ne kadar tatminkâr gözükse de, içten-içe
çürümeye başlamıştır ve bu yüzden en küçük bir sarsıntıda ne kadar da köksüz,
dayanaksız ve güçsüz olduğu açığa çıkar.
Modernizm “ruhtan uzaklaşıp-kopmak ve
maddeye-bedene yönelmek” demektir. Bundan dolayı bedeni o kadar çok beslemesine
rağmen ruhlar geride ve sönük kaldığından dolayı insan gerçek bir tatmine ve
huzûra kavuşamaz. O-hâlde modernizmin insanın ihtiyaçlarını gerçek anlamda
karşıladığı söylenemez. Zâten modernizm özü îtibârıyla bunu yapabilecek bir
yapıya ve çapa sâhip değildir, yâni istese de yapamaz. Bunu yapabilecek olan
tek şey, “Allah katındaki tek din olan İslâm”dır. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın
zikri ve İslâm’ın son Kitab’ı olan Kur’ân ile tatmin bulup huzûra
kavuşabilir.
İnsanlar
ikiye ayrılır: 1-Bedeninin ihtiyaçlarını öne alanlar; 2-Rûhunun ihtiyaçlarını
öne alanlar. Esâsen insanın gerçek bir tatmine ve huzûra kavuşabilmesinin yolu,
rûhun ve kâlbin, bedene göre bir adım önde olmasıdır. Zîrâ rûh bedeni kontrôl
edebilir ve olumlu anlamda yönlendirebilir ama beden rûhu kontrôl edip
yönlendiremez. Çünkü beden daha çok nefse dönüktür ve sürekli olarak nefsin
etkisi altındadır.
İnsan elbette ihtiyaç-sâhibi bir
varlıktır. Fakat “daha çok ihtiyaç sâhibi olmak” değil, “daha yüce ihtiyaç
sâhibi olmak” değerli yapar insanı. Allah, insanı, Dünyâ’da domuz gibi
sınırsızca yesin, içsin, gezsin, çiftleşsin, uyusun vs. diye değil, “yüce
değerler üretsin ve anlamlı bir hayat yaşasın” diye yaratmıştır ki insanın
hakîki ihtiyâcı budur. Modernizm tarafından bu ihtiyâcı elinden (ç)alınan
insan, bunun yerine “ihtiyaç” diyerek sınırsızca maddî tüketim yoluna girmiştir
ve domuzlara taş çıkartmaktadır.
Alışkanlıklarınızdan doğan sûnî
ihtiyaçlarınız, gerçek ihtiyaçlarınız değildir. İhtiraslarınız ihtiyaçlarınız
değildir.
İhtiraslar
arttıkça ihtiyaçlar fazlalaşır ve bitmek bilmez. Modernizm insanın sürekli bir
şeylere ihtiyaç duymasını ve maddî yoksunluk hissetmesini ister. Çünkü böylece
ihtirasları karşılayacak şeyler üretir ve “modernizm insanın tüm ihtiyaçlarını
karşılayabiliyor” düşüncesini ve ortaya çıkarır. Tabi böyle olunca insanlar
aslında hakîki ihtiyâcı olan din’den uzaklaşır ve zamanla kopar gider. Böyle
olunca birileri de kalkıp, “din modern insanın ihtiyaçlarını artık
karşılayamıyor, bu nedenle ya din’den vazgeçmek yada dîni moderne uygun hâle
getirerek modern insanın ihtiyaçlarını daha doğrusu ihtiraslarını karşılayacak
şekilde değiştirmek gerekir” düşüncesinin dillendirmeye başlar. İslâm,
“insanın” tüm ihtiyaçlarını karşılar, fakat modernizm de dâhil hiç-bir şey
“domuzlaşmış olan insanın” ihtiyâçlarını karşılamaya yetmez. Zîrâ insan
ihtiyaçları ancak, ya acı azâbı görünce, o da olmazsa, mezara girince biter.
İnsanın gözünü ancak bir parça toprak doyurur.
Gerçek
olmayan ihtiyaçlar yâni ihtiraslar yozlaştırır. Ne kadar çok şeye ihtiyaç
duyarsanız o kadar çok yozlaşırsınız. Modern dünyânın ve modern insanın hâl-i
pür melâlinin nedeni budur. Birilerinin ihtirasları hiç bitmediği ve bir türlü
doymak bilmedikleri için, çoğu-insan gerçek ihtiyaçlarını
karşılayamamaktadır.
İnsan en çok
neye ihtiyaç duyarsa, en çok o şey için çabalar. En çok ne için çabalıyorsa en çok ona değer veriyor
demektir. En çok değer verdiği şey insanın kutsalıdır. İnsan kutsal saydığı
şeye tapar durur. Modern insanın kutsalı modern üretimler ve ürünlerdir. Modern
üretimler ve ürünler sınırsız olduğu için, putların sayısı da sınırsızdır.
O-hâlde putperestliğin en yoğun yaşandığı zaman mevcut modern zamanlardır.
Çünkü modern insanın maddî üretimlerden başka odaklandığı bir şey yoktur. Zîrâ
rûhsuzlaşmış ve kâlpsizleşmiş olduğu için bütünüyle maddeye kesmiştir.
İnsanlık-târihinde
üretim en çok modernizm ile birlikte yapılmaya başlanmıştır ama insanların
ihtiyaçları da en çok modern zamanlarda artmıştır. Aslında modernizm maddî yada
zihnî onca üretime ve teoriye rağmen insanın ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır.
İnsan târih-boyunca sâdece modern zamanlarda ihtiyaçlarını tatmin edici şekilde
karşılayamamaktadır. Çünkü modern insan ihtiraslarını ihtiyaçları
zannetmektedir ve ihtirasları karşılamaya modernizm dâhil hiç-bir şeyin gücü
yetmez.
İnsan
yârı-mahrûmiyete uygun yaratılmıştır. İnsan ancak, bir şeylere gerçekten
ihtiyaç duyduğunda yâni bir şeye bir süre özlem duyup da sonra elde ettiğinde
ihtiyâcı karşılanmış olur zâten ancak böyle olduğunda tatmin bulabilir. İnsanın
gerçek ihtiyaçları “temel ihtiyaçlar”dır. Temel ihtiyaçlarımız Allah’tan gelir,
sûnî ihtiyaçları yâni ihtirasları ortaya çıkaran ve üretenler ise modernizmin
mâbedleri olan fabrikalardır. Modern insan şirâzesini şaşırdığı için, doğal
olandan ziyâde, sûnî-sanal olanı gerçek ihtiyaç zannetmektedir ve topraktan
çıkana değil de fabrikada üretilene daha çok ihtiyaç duyar.
Kur’ân,
yaşamaya ve sâhip olmaya çok düşkün olan yahudilerden bahsederken şöyle der:
“Andolsun, onları hayâta karşı
(diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun.
(Onlardan) her-biri bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan
kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir” (Bakara 96).
Küresel sermâyedarlar genelde yahudi
oldukları için, onların zihniyetleri yaptıkları maddî yada zihinsel üretimlere
işlemiş olduğundan dolayı insanlarda çok yoğun bir yahudileşme temâyülü
görülmektedir. Bolluk ve keyif içinde uzun bir ömür sürmek neredeyse tüm
insanların ortak hayâli olduğu için, artık herkes ihtiyaçlarının yâni
ihtiraslarının alabildiğine karşılandığı bin yıllık bir ömür düşlemektedir.
Kur’ân buna karşı: “Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz”
(Fecr 20) der. Tabi bu durum insanı gün geçtikçe gerçek ihtiyâcı olan
din’den-îmandan uzaklaştırmakta ve koparmaktadır.
Modernizm,
insanı; Allah’a, âhiret bilincine, gayba, vahye, peygamberlere, dîne, îmâna,
insana, adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, kanaatkârlığa, tevâzuya, paylaşmaya
vs. olan gerçek ihtiyaçlarından uzaklaştırarak, ihtirasların ağına
düşürdü. Böylece modern insan ancak
modern ürünlere ihtiyaç duyar hâle geldi. Lâkin modern ürünleri alabildiğine
elde etse de bir türlü tatmine ulaşamıyor ve huzûr bulamıyor. Zîrâ modernizmin
ne ihtiyaçları ne de ihtirasları karşılayabiliyor. Modernizm, ürettiği boktan
ürünlerle yâni modern hurâfelerle insanı insana ihtiyaç duymayacak hâle
getirdi. İnsanların birbirine ihtiyaç hissetmeyecek hâle getirilmeleri,
insanlık için en büyük felâketlerden biridir.
Modernizm sâdece bedenin ihtiyaçları olan
maddî üretimleri değil, zihnî üretimler de yaptı-yapıyor. Fakat bunlar da
Allah’tan, din’den ve îmandan kopuk olduğu için zihinleri gerçek anlamda iknâ
ve tatmin edemiyor. Bu yüzden de öncekileri çöpe atıyor sürekli yeni teoriler
ortaya çıkarmak zorunda kalıyor. Bunu da “ilerleme” olarak sunuyor. Câhil yâni Allah-merkezli olmayan
toplumları kontrôl etmek için dâimâ yeni mitolojilere ihtiyaç duyulur.
Modernleşmiş olan her grup ve devlet, kendi mitolojisini uydurarak varlığını
devâm ettirebilir. Hakîkatin peşine düşmeyen insanlar,
masal ve mitolojiye ihtiyaç duymaya başlarlar, onlara inanırlar ve onlara göre
hayatlarını düzenlerler. Üstelik bunu bir ihtiyaç olarak görürler.
İnsanın gerçek ihtiyaçlarından biri
de, bir şeye kendi ihtiyaç duymasına rağmen onu paylaşmak”tır. Mü’minler böyle
yapmakla hiç-bir şeyin sağlayamayacağı bir tatmin ve huzur yaşarlar:
“Kendilerinden
önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise,
hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir
ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile
(kardeşlerini) öz-nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil
tutkularından korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr
9).
İnsanın gerçek ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanın
kendisi ihtiyaç içinde olmamalıdır. Kendisi ihtiyaç içinde olan, başkasının
ihtiyâcını tam anlamıyla karşılayamaz. İhtiyaç içinde olmayan tek varlık ise,
kudreti sonsuz, yaratan ve yaşatan, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Evet; Allah’tan başka hiç-bir varlık ve hiç-bir şey
insanın ihtiyaçlarını gerçek anlamda karşılayamaz. Zîrâ insanın gerçek
ihtiyâçları, “modernizmin ürettikleri” değil, “Allah’ın yarattıkları”dır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder