2 Kasım 2024 Cumartesi

Nirvanaya Ulaşmak

 

“Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için hazırlanmıştır” (Âl-i İmran 133).

 

Nirvana: Budizmde, her türlü isteklerden, duygulanımlardan, tutkulardan arınıp en yüksek ruh durumuna erişme. Nirvana, Sanskrit dilinde “dışarı” anlamına gelen “nir” ve “esmek, üflemek, nefes vermek” anlamındaki “va” sözcüklerinden türetilmiş olup, doğu dinlerinde, mistisizminde ve Hint teozofisinde mânevî kurtuluşu belirtmek üzere, sözcük anlamıyla “dışarı esmiş”, “dışarıya üflenmiş” anlamlarının yanı-sıra “sönmek, yok olmak” anlamlarına gelir.

 

Budizm’in nihâi hedefi olan kurtuluşu ifâde etmek için kullanılan nirvana, ateşin sönmesi için kullanılan bir kelime olup “sönme, “sâkinleşme” anlamına gelir. Cehâletin ortadan kalkması durumudur. Bu budistlerin ulaşmak istedikleri nihâi hâldir. Ancak burada kendisinden ulaşılmak istenen bir durum olduğundan söz edilmesi, onun bir yer olduğu anlamına alınmamalıdır. Çünkü nirvana bir yer değildir. O, bir hâldir; mutluluk hâli, duyuların faaliyet göstermediği bir mutluluk hâlidir. Ancak bu hâl tanımlamaz, kelimelerle ifâde edilemezdir. Bu yüzden de, nirvana olumlu sıfatlarla tanımlanmış olsa da, daha çok olumsuz sıfatlarla, ne olmadığı anlatılmaya çalışılır. Bâzıları bu özelliğinden dolayı onu “yokluk” olarak tanımlar. İhtirastan, arzudan, nefretten ve yanılsamadan kurtulma yâni cehâletin ortadan kalkması nirvana hâlidir.

 

Hint dinleri, bu coğrafyada çıkmış ve farklı birer din hâline gelmiş olsalar da, ortak verilerden (karma, samsara, gene-doğum/reenkanasyon) hareket eden ve ortak varış noktaları (mokşaa, nirvana) olan dinlerdir. Bunlar: Hinduizm, Cayinizm, Budizm ve Sih dinleridir.

 

Nirvanadan bahsediyorsanız orada reenkarnasyondan da bahsediyorsunuz demektir. Nirvanaya ulaşmanın olmazsa-olmaz yönü reenkarnasyondur. Reenkarnasyon, bu Dünyâ’ya sonsuz gidiş-gelişin yol açtığı acı ve ıstıraptan kurtulmayı hedefi olarak koyan kurtuluşçu bir dindir. Kişi, kurtuluşa yâni nirvanaya ulaşıncaya kadar bu Dünyâ’ya gidip-gelecektir. Nirvanaya ulaşmak, reenkarnasyon döngüsünden kurtulmak bağlamında en yüce hedeftir. Tasavvufta buna “fenâfillah” yada “Allah’ta yok olmak,  hiçliğe ulaşmak” denir. Tasavvufun kaynaklarının en önemlilerinden biri de, uzak-doğu dinlerinin ilâhî olmayan düşünce ve görüşleridir.

 

Budizm kendini “kurtuluş yolu” olarak ifâde eder ki bu kurtuluş nirvanaya ulaşmak yâni “hayâta ölüp-ölüp yeniden gelme döngüsünden kurtulmaktır. Tasavvufa da yansıyan şekliyle bu kurtuluşa yâni nirvanaya ulaşmak sâdece “bilme ve anlama” ile olmaktadır ve nirvanaya ulaşmak için bir amelde-eylemde bulunmaya gerek yoktur. Siddhartha Buddha, kurtuluşa, ne karşı çıktığı brahmanların yönettiği ritüel kurbanlar, ne inanç ne de tanrısal irâdeye değil, “eşyânın gerçek mâhiyetinin ne olduğu”nu anlama yoluyla” ulaşmıştır. Tasavvufta nirvanaya ulaşmanın “eşyânın hakîkati”ni bilmek-bulmakla olacağı söylenir. Bunun için kişinin kendi-kendine derin düşüncelere dalması ve bir işâret beklemesi gerekir. Bu-bağlamda nirvanaya ulaşmak bencilce bir olaydır. Zımnen; “ben nirvanaya ulaşayım da gerisi ne olursa-olsun” anlayışı vardır ki benzer bencillik tasavvufta da vardır.

 

Nirvanaya ulaşmak için kullanılan yolun küfür ve şirk içermesi sorun değildir. Cayinizmin mâbetlerinde heykellere tapılır. Cayin mabetleri başta yirmi dört tirthankara olmak üzere, kurtuluşa erenlerin ve küçük tanrıların heykelleriyle doludur. İbadette heykellerin kullanılması, bunların kurtuluşa ermeye çalışanlara örnek oluşturmaları ve kendilerine ibadet eden kimselerin zihinlerini nirvanaya hazırlama amacına yöneliktir. İşin ilginç yanı, kadınların nirvanaya ulaşabilmelerinin yolunun erkekler kadar açık olmamasıdır.

 

Sufilikteki vahdet-i vücûd şekliyle “fenâ”, Budizm’deki nirvana ile karşılaştırılmış ve benzer yönleri olduğu söylenmiştir. “Fenâfillah”, şüphe götürmeyecek tarzda “Nirvana”nın; yâni “Budizm”in etkisini göstermektedir. “Vahdeti vücûd”daki “fenâ”, “Vedanta” gibi Hint düşüncesine benzemektedir. İnsan-ı Kâmil’e; “kemâlâta ulaşmış insan”, “ulaşabileceği en üst makamda bulunan insan” anlamı verilir. Fakat aslında kemâlâttan kasıt, “nirvanaya ulaşmak”tır. Yâni “Allah’a ulaşmak ve O’nda yok olmak, O olmak” anlamındadır. Çünkü “kâmil”; bütün, eksiksiz, noksansız, yetkin, tam” anlamındadır. Bu kelimeler ancak ve ancak Allah için kullanılabilir. İşte bu kelimeler insan-ı kâmil için de kullanılınca -hâşâ- “Allah olmuş insan” anlamına ulaşılır ki zâten tasavvuf yada bâtınîlik bu kavramları Allahlaşmak” anlamında kullanır.

 

Nirvanaya ulaşmak hedefi, aslında sürekli döngüde olmanın verdiği acıdan kurtulmaktır. Bu süreçte binlerce hattâ milyonlarca kez yeni yaşama gelme ve hayatta olma, döngüye devâm etme acısı yaşanır.

 

Budizm’de belirgin bir Tanrı anlayışı yoktur. Tanrı yerine yalnızca “kâmil insan” yâni üst-insan vardır ki bu kişi “nirvanaya ulaşmış olan kişi”dir. Nietzsche’nin Zerdüşt aşkı buradan gelir. Budizm’de tüm çaba nirvanaya ve üst-insan olmaya ulaşmak içindir. Buda “nirvana sâhibi” bir insandır ve bu nedenle insanlığın kurtarıcısı ve “nihâi murâdı” olarak benimsenip ilahlaştırılmış ve tapılmaktadır. Üst-insan “Tanrı’nın yerine geçmiş olan yeni ilah”tır. Zîrâ Tanrı ölmüştür(!) ve tanrısız kalındığı için yeni bir tanrıya ihtiyaç vardır. Bu tanrı insanların en üstünü olan kişi olacaktır. Lâkin unutulan bir şey vardır ki, insan hiç-bir zaman mutlak olgunluğa eremez. Zîrâ o tanrı değil kuldur, fânîdir ve ölmeye mahkûmdur.

 

Peki nirvanaya ulaşmak ve reenkarnasyon düşüncesi niçin uzak-doğuda ortaya çıkmıştır?. Uzak-doğu’ya baktığınızda, her yer verimlidir, sulaktır, yemyeşildir, elinizi attığınız her dalda yiyecek bir şeye dokunabilirsiniz. Elinizdeki bir çubuğu yere batırdığınızda oradan su çıkmaya başlar. Yâni hayat kolaydır ve tuzlar kurudur. Bu nedenle de uzak-doğuda hep mistik, ezoterik, bâtınî, tasavvufî, iç-âleme, rûha, kâlplere ve zihinlere yönelik düşünceler ortaya çıkar, sevgi, sezgi, aşk, sessizlik, durgunluk, uzlet, inzivâ, rûhî yükselişler vs. şeklinde bir dindarlık vardır. Hinduizm, Budizm, Taoizm, Cayinizm, Konfüçyanizm, Şintoizm vs. hep iç-âleme ve ruhlara dönük düşünce ve uğraşlar görülür ve nirvanaya ulaşmaya çalışılır. Çünkü tuz kurudur, kolay akmaktadır, ortada gerçek soru ve sorunlar yoktur. Zâten coğrafyanın ve -istisnâlar hâriç- tuzun kuru olmasının etkisiyle oranın insanları, gerçek soru ve sorunlarla yâni sulu tuzlarla uğraşan, Allah katındaki tek hak din olan İslâm’a çok yakın olmamışlardır. Zîrâ tuz kurudur. Büyük oranda Hinduizm ve Budizm’e dayanan tasavvufta da “lâ fâile illallah” yâni “yapıp-eden Allah’tır” ve “lâ mevcûde illallah” yâni “Allah’tan başka mevcut yoktur” bâtıl düşüncesi ve inanışına göre, her-şeyi yapıp-eden Allah olduğu zâten Allah’tan başka bir varlık da olmadığından dolayı ortada herhangi bir sorun yokmuş gibi davranılır.     

 

Allah katındaki tek hak din olan İslâm’da ise ulaşılması gereken hedef, sonsuz ve ebedî nîmetlerin ve en önemlisi de Allah’ın rızâsının kazanılmış olduğunu gösteren olduğu “cennet”tir:

 

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın’, ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).

 

İslâm’da en  büyük hedef olan cenneti kazanmak için Dünyâ’da yapılan yarışlardan biri de “hayırlarda yarışmak”tır:

 

“Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kâlpleri ürpererek verenler; işte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler” (Mü’minûn 60-61).

 

İslâm’a göre üstün ve önde olan insan, takvâca üstün ve ileride olan insandır:

 

“Ey insanlar!, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Aslında İslâm’da en önemli şey ve en yüce hedef Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Cennet bile, Dünyâ’da İslâm-merkezli bir yaşayışın sonucunda hayırlarda yarışan ve öne geçerek Allah’ın rızâsını kazanan takvâ-sâhiplerine verilen ödüldür:

 

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaâdetti. Allah’ın rızâsı (rıdvan) ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur” (Tevbe 72).

 

Nirvanaya ulaşmak düşünce ve inancı İslâm’ın onaylayacağı bir düşünce ve inanç değildir. Zîrâ Allah, âhiret ve vahiy inancı olmayan uzak-doğu dinlerinin büyük hedef olarak ortaya koyduğu düşünce ve inanç bâtıldır. Nirvanaya ulaşmanın ne demek olduğu bile belirsizdir. Bunun gibi, tasavvufun bahsedip durduğu “Allah’ta yok olmak” anlamındaki “fenâfillah” düşüncesi de bâtıldır ve boş bir laf salatasıdır. Nirvana şeklinde ulaşılacak bir yer de yoktur, insanın fenâ bularak Allah’ta yok olması diye de bir şey yoktur. İslâm’da, ölümden sonra yok olmak değil vâr olmak inancı vardır ki bu vâr oluş da ancak, Dünyâ’dayken takvâ-merkezli bir şekilde hayırlarda ve iyiliklerde yarışmanın sonucunda Allah’ın rızâsını kazanmakla elde edilebilecek olan bir şeydir.

 

Demek ki asıl ve hakîki hedef nirvanaya ulaşmak falan değil, Allah’ın rızâsını kazanmış olmanın bir ödülü olan “cenneti hak etmek”tir ki tüm çaba ve yarış ancak bunun için yapılmalıdır:

 

“Gerçek şu ki, ebrâr olanlar, elbette nîmetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nîmetin parıltılı-sevincini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki sonu misktir. Şu-hâlde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar” (Mutaffifîn 22-26).

 

“Nirvanaya ulaşmak” yada “Allah’ta fenâ bularak yok olmak” bâtıl düşünce ve boş inancı uğruna niceleri cehennemi boylamış ve gayyâ kuyusunun dibini görmüştür-görecektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder