“Rabbinizden olan mağfiret ve eni
göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için
hazırlanmıştır” (Âl-i İmran 133).
Nirvana: Budizmde, her türlü
isteklerden, duygulanımlardan, tutkulardan arınıp en yüksek ruh durumuna
erişme. Nirvana, Sanskrit dilinde “dışarı” anlamına gelen
“nir” ve “esmek, üflemek, nefes vermek” anlamındaki “va” sözcüklerinden
türetilmiş olup, doğu dinlerinde, mistisizminde ve Hint teozofisinde mânevî
kurtuluşu belirtmek üzere, sözcük anlamıyla “dışarı esmiş”, “dışarıya üflenmiş”
anlamlarının yanı-sıra “sönmek, yok olmak” anlamlarına gelir.
Budizm’in nihâi hedefi
olan kurtuluşu ifâde etmek için kullanılan nirvana, ateşin sönmesi için kullanılan bir kelime olup “sönme, “sâkinleşme”
anlamına gelir. Cehâletin ortadan kalkması durumudur. Bu budistlerin ulaşmak
istedikleri nihâi hâldir. Ancak burada kendisinden ulaşılmak istenen bir durum
olduğundan söz edilmesi, onun bir yer olduğu anlamına alınmamalıdır. Çünkü nirvana bir yer değildir. O, bir hâldir;
mutluluk hâli, duyuların faaliyet göstermediği bir mutluluk hâlidir. Ancak bu hâl
tanımlamaz, kelimelerle ifâde edilemezdir. Bu yüzden de, nirvana olumlu sıfatlarla tanımlanmış
olsa da, daha çok olumsuz sıfatlarla, ne olmadığı anlatılmaya çalışılır. Bâzıları
bu özelliğinden dolayı onu “yokluk” olarak tanımlar. İhtirastan, arzudan, nefretten
ve yanılsamadan kurtulma yâni cehâletin ortadan kalkması nirvana hâlidir.
Hint dinleri, bu coğrafyada
çıkmış ve farklı birer din hâline gelmiş olsalar da, ortak verilerden (karma,
samsara, gene-doğum/reenkanasyon) hareket eden ve ortak varış noktaları (mokşaa,
nirvana) olan dinlerdir. Bunlar: Hinduizm, Cayinizm, Budizm ve Sih dinleridir.
Nirvanadan
bahsediyorsanız orada reenkarnasyondan da bahsediyorsunuz demektir. Nirvanaya
ulaşmanın olmazsa-olmaz yönü reenkarnasyondur. Reenkarnasyon, bu Dünyâ’ya
sonsuz gidiş-gelişin yol açtığı acı ve ıstıraptan kurtulmayı hedefi olarak
koyan kurtuluşçu bir dindir. Kişi, kurtuluşa yâni nirvanaya ulaşıncaya kadar bu Dünyâ’ya gidip-gelecektir.
Nirvanaya ulaşmak, reenkarnasyon döngüsünden kurtulmak bağlamında en yüce
hedeftir. Tasavvufta buna “fenâfillah” yada “Allah’ta yok olmak, hiçliğe ulaşmak” denir. Tasavvufun
kaynaklarının en önemlilerinden biri de, uzak-doğu dinlerinin ilâhî olmayan
düşünce ve görüşleridir.
Budizm kendini “kurtuluş
yolu” olarak ifâde eder ki bu kurtuluş nirvanaya ulaşmak yâni “hayâta ölüp-ölüp
yeniden gelme döngüsünden kurtulmaktır. Tasavvufa da yansıyan şekliyle bu
kurtuluşa yâni nirvanaya ulaşmak sâdece “bilme ve anlama” ile olmaktadır ve
nirvanaya ulaşmak için bir amelde-eylemde bulunmaya gerek yoktur. Siddhartha Buddha, kurtuluşa, ne karşı çıktığı brahmanların
yönettiği ritüel kurbanlar, ne inanç ne de tanrısal irâdeye değil, “eşyânın gerçek
mâhiyetinin ne olduğu”nu anlama yoluyla” ulaşmıştır. Tasavvufta nirvanaya
ulaşmanın “eşyânın hakîkati”ni bilmek-bulmakla olacağı söylenir. Bunun için
kişinin kendi-kendine derin düşüncelere dalması ve bir işâret beklemesi
gerekir. Bu-bağlamda nirvanaya ulaşmak bencilce bir olaydır. Zımnen; “ben
nirvanaya ulaşayım da gerisi ne olursa-olsun” anlayışı vardır ki benzer
bencillik tasavvufta da vardır.
Nirvanaya ulaşmak için
kullanılan yolun küfür ve şirk içermesi sorun değildir. Cayinizmin mâbetlerinde
heykellere tapılır. Cayin mabetleri başta yirmi dört tirthankara olmak üzere, kurtuluşa erenlerin ve küçük tanrıların
heykelleriyle doludur. İbadette heykellerin kullanılması, bunların kurtuluşa
ermeye çalışanlara örnek oluşturmaları ve kendilerine ibadet eden kimselerin zihinlerini
nirvanaya hazırlama amacına
yöneliktir. İşin ilginç yanı, kadınların nirvanaya ulaşabilmelerinin yolunun
erkekler kadar açık olmamasıdır.
Sufilikteki vahdet-i vücûd şekliyle “fenâ”, Budizm’deki nirvana ile
karşılaştırılmış ve benzer yönleri olduğu söylenmiştir. “Fenâfillah”, şüphe
götürmeyecek tarzda “Nirvana”nın; yâni “Budizm”in etkisini göstermektedir.
“Vahdeti vücûd”daki “fenâ”, “Vedanta” gibi Hint düşüncesine benzemektedir. İnsan-ı Kâmil’e; “kemâlâta ulaşmış insan”, “ulaşabileceği
en üst makamda bulunan insan” anlamı verilir. Fakat aslında kemâlâttan kasıt,
“nirvanaya ulaşmak”tır. Yâni “Allah’a ulaşmak ve O’nda yok olmak, O olmak”
anlamındadır. Çünkü “kâmil”; bütün, eksiksiz,
noksansız, yetkin, tam” anlamındadır. Bu kelimeler ancak ve ancak Allah için
kullanılabilir. İşte bu kelimeler insan-ı kâmil için de kullanılınca -hâşâ-
“Allah olmuş insan” anlamına ulaşılır ki zâten tasavvuf yada bâtınîlik bu
kavramları Allahlaşmak” anlamında kullanır.
Nirvanaya ulaşmak hedefi,
aslında sürekli döngüde olmanın verdiği acıdan kurtulmaktır. Bu süreçte
binlerce hattâ milyonlarca kez yeni yaşama gelme ve hayatta olma, döngüye devâm
etme acısı yaşanır.
Budizm’de belirgin bir Tanrı anlayışı yoktur. Tanrı yerine yalnızca
“kâmil insan” yâni üst-insan vardır ki bu kişi “nirvanaya ulaşmış olan
kişi”dir. Nietzsche’nin Zerdüşt aşkı
buradan gelir. Budizm’de tüm çaba nirvanaya ve üst-insan olmaya ulaşmak içindir.
Buda “nirvana sâhibi” bir insandır ve bu nedenle insanlığın kurtarıcısı ve
“nihâi murâdı” olarak benimsenip ilahlaştırılmış ve tapılmaktadır. Üst-insan
“Tanrı’nın yerine geçmiş olan yeni ilah”tır. Zîrâ Tanrı ölmüştür(!) ve tanrısız
kalındığı için yeni bir tanrıya ihtiyaç vardır. Bu tanrı insanların en üstünü
olan kişi olacaktır. Lâkin unutulan bir şey vardır ki, insan hiç-bir zaman
mutlak olgunluğa eremez. Zîrâ o tanrı değil kuldur, fânîdir ve ölmeye
mahkûmdur.
Peki nirvanaya ulaşmak ve reenkarnasyon düşüncesi niçin
uzak-doğuda ortaya çıkmıştır?. Uzak-doğu’ya baktığınızda, her yer verimlidir,
sulaktır, yemyeşildir, elinizi attığınız her dalda yiyecek bir şeye
dokunabilirsiniz. Elinizdeki bir çubuğu yere batırdığınızda oradan su çıkmaya
başlar. Yâni hayat kolaydır ve tuzlar kurudur. Bu nedenle de uzak-doğuda hep
mistik, ezoterik, bâtınî, tasavvufî, iç-âleme, rûha, kâlplere ve zihinlere
yönelik düşünceler ortaya çıkar, sevgi, sezgi, aşk, sessizlik, durgunluk,
uzlet, inzivâ, rûhî yükselişler vs. şeklinde bir dindarlık vardır. Hinduizm,
Budizm, Taoizm, Cayinizm, Konfüçyanizm, Şintoizm vs. hep iç-âleme ve ruhlara
dönük düşünce ve uğraşlar görülür ve nirvanaya ulaşmaya çalışılır. Çünkü tuz
kurudur, kolay akmaktadır, ortada gerçek soru ve sorunlar yoktur. Zâten
coğrafyanın ve -istisnâlar hâriç- tuzun kuru olmasının etkisiyle oranın
insanları, gerçek soru ve sorunlarla yâni sulu tuzlarla uğraşan, Allah
katındaki tek hak din olan İslâm’a çok yakın olmamışlardır. Zîrâ tuz kurudur.
Büyük oranda Hinduizm ve Budizm’e dayanan tasavvufta da “lâ fâile illallah”
yâni “yapıp-eden Allah’tır” ve “lâ mevcûde illallah” yâni “Allah’tan başka
mevcut yoktur” bâtıl düşüncesi ve inanışına göre, her-şeyi yapıp-eden Allah
olduğu zâten Allah’tan başka bir varlık da olmadığından dolayı ortada herhangi
bir sorun yokmuş gibi davranılır.
Allah katındaki tek hak din olan İslâm’da ise ulaşılması
gereken hedef, sonsuz ve ebedî nîmetlerin ve en önemlisi de Allah’ın rızâsının
kazanılmış olduğunu gösteren olduğu “cennet”tir:
“Rabbinizden olan bir mağfirete ve
cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın’, ki (o cennet) genişliği gök
ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için
hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah
büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).
İslâm’da en büyük hedef olan cenneti kazanmak için
Dünyâ’da yapılan yarışlardan biri de “hayırlarda yarışmak”tır:
“Ve gerçekten Rablerine dönecekler
diye, vermekte olduklarını kâlpleri ürpererek verenler; işte onlar, hayırlarda
yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler” (Mü’minûn 60-61).
İslâm’a göre üstün ve önde olan
insan, takvâca üstün ve ileride olan insandır:
“Ey insanlar!, gerçekten, biz sizi
bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için
sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en
üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride
olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Aslında İslâm’da en önemli şey ve en
yüce hedef Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Cennet bile, Dünyâ’da İslâm-merkezli
bir yaşayışın sonucunda hayırlarda yarışan ve öne geçerek Allah’ın rızâsını
kazanan takvâ-sâhiplerine verilen ödüldür:
“Allah,
mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından
ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaâdetti. Allah’ın
rızâsı (rıdvan) ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur”
(Tevbe 72).
Nirvanaya
ulaşmak düşünce ve inancı İslâm’ın onaylayacağı bir düşünce ve inanç değildir.
Zîrâ Allah, âhiret ve vahiy inancı olmayan uzak-doğu dinlerinin büyük hedef
olarak ortaya koyduğu düşünce ve inanç bâtıldır. Nirvanaya ulaşmanın ne demek
olduğu bile belirsizdir. Bunun gibi, tasavvufun bahsedip durduğu “Allah’ta yok
olmak” anlamındaki “fenâfillah” düşüncesi de bâtıldır ve boş bir laf
salatasıdır. Nirvana şeklinde ulaşılacak bir yer de yoktur, insanın fenâ
bularak Allah’ta yok olması diye de bir şey yoktur. İslâm’da, ölümden sonra yok
olmak değil vâr olmak inancı vardır ki bu vâr oluş da ancak, Dünyâ’dayken
takvâ-merkezli bir şekilde hayırlarda ve iyiliklerde yarışmanın sonucunda
Allah’ın rızâsını kazanmakla elde edilebilecek olan bir şeydir.
Demek
ki asıl ve hakîki hedef nirvanaya ulaşmak falan değil, Allah’ın rızâsını
kazanmış olmanın bir ödülü olan “cenneti hak etmek”tir ki tüm çaba ve yarış
ancak bunun için yapılmalıdır:
“Gerçek şu ki, ebrâr olanlar, elbette
nîmetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nîmetin
parıltılı-sevincini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan
içirilir. Ki sonu misktir. Şu-hâlde yarışmak isteyenler, bunun için
yarışsınlar” (Mutaffifîn
22-26).
“Nirvanaya ulaşmak” yada “Allah’ta
fenâ bularak yok olmak” bâtıl düşünce ve boş inancı uğruna niceleri cehennemi
boylamış ve gayyâ kuyusunun dibini görmüştür-görecektir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder