14 Mart 2024 Perşembe

İslâm’ın Esâsları

 

“Göklerde ilah ve yerde ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

İslâm’ın esasları bu iki âyette çok net olarak gözükür. İlk âyet; Allah’ın göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah olduğu bilincini verir. İkinci âyet ise, bu bilinç ile Allah’ın göklere mutlak şekilde hâkim olması gibi yeryüzünde de her alanda ve her mekân da mutlak şekilde hâkim olması için gösterilen gayretin örnekliğidir.

 

Târih boyunca insanlar, her-şeyi yaratan, kudreti sonsuz Allah olmasına rağmen, O’nu sâdece “göklerin ilahı” olarak kabûl edip yeryüzündeki ilahlığı kendi tekellerine almışlardır. İşte ilk âyet bunun yanlışlığını ortaya koyup, “gökte olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah Allah’tır” bilincini veriyor. İkini âyet ise, bunu ikâme etmek ve Allah’ın sözünü sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, kânûnî, hukûkî, siyâsî ve askerî her alanda hâkim kılma mücâdelesinin güzel örnekliğidir. Bu iki âyette bilme ve yapma öne çıkıyor ve bilmek ve yapmak İslâm’ın esasları olarak sunuluyor. Böylece İslâm’ın esaslarının Kur’ân ve Sünnet olduğu açığa çıkıyor.

 

Hiç öyle “bize Kur’ân yeter” falan demeyin. Son 50 yıldır yoğun şekilde Kur’ân’ın okunmasına ve üzerinde çok yoğun ve çeşitli çalışmalar yapılmasına rağmen müslümanların adâlet, ahlâk, hak,, hakîkat, ekonomi ve tevhid konusunda ileri bir seviyeye ulaşamadığı görülmüştür. Çünkü işin sâdece bilme tarafıyla ilgilenmişlerdir ve hâlen de bu yoldadırlar. Oysa İslâm demek “bilmek ve yapmak” yada “bilerek yapmak” demektir. İkisi berâberdir.

 

Bakın günümüzdeki müslümanlara; bilmek alanında -sözde- çok ileri gitmiş olmalarına rağmen amel-eylem noktasında çok gerilerde kaldıkları hattâ yapmaktan vazgeçtikleri için Gazze, birlik olmuş müstekbirlere karşı tek-başına mücâdele etmek zorunda kalıyor. Çünkü İslâm’ın temel ilkelerini ve esaslarını sâdece bilmek için çalışılmış ama bu esasları hayâta geçirmek için çaba gösterilmemiştir hattâ bu pek de düşünülmemiştir. Son 50 yıldır müslümanlara Kur’ân yetmiştir ve Sünnet’e yâni güzel örnekliğe yâni yapmaya önem verilmediği için günümüz müslümanları, “İslâm târihinin en rezil toplulukları” olarak kayda geçmiştir.

 

İslâm’ın esasları sâdece “bilenenler” değildir, aynı-zamanda “yapılanlardır” da. Bu ikisi birlikte olmadığında İslâm’ın esasları ve ilkeleri gözetilmiş olmaz. Günümüz müslümanlarının, ilim alanında -güyâ- ilerlemiş olmalarına rağmen amel-eylem noktasında neredeyse “sıfır” oldukları için rezil bir duruma düşmüşlerdir. Demek ki müslümanların son 50 yıldır izledikleri yol yaptıkları şeyler eksik olduğu için doğru değildir. Gazze son 50 yıldır yapılanların sağlamasını yapmıştır ve ortaya konulan düşüncelerin ve çözümlerin hepsinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Sünnet göz-ardı edildiği için Kur’ân tek-başına yetmemiştir. Çünkü Kur’ân sâdece okuma ve araştırma kitabı değildir. Okunduktan sonra gereğinin yapılması gereken bir Kitap’tır.

 

Demek ki Kur’ân’ı iyice anlamak, çözümlemek, bilmek vs. yetmemektedir. Bunlar esâsen modern şeylerdir. Her ne kadar eleştirilse de İslâm’ı Kur’ân üzerinden değil de Sünnet yâni Peygamber üzerinden öğrenenler amel-eylem noktasında daha gayretli olmuşlar ve zulme karşı çok daha dik ve diri durabilmişlerdir. “Sâdece Kur’ân” diyenler ise gevşedikçe-gevşemişler, sindikçe-sinmişler ve yavşadıkça-yavşamışlardır. Böyle olmasaydı Gazze böyle perişân bir hâlde olmazdı. Buna rağmen Gazzeliler, tüm Dünyâ müslümanlarının toplamından daha dik, diri ve şerefli durabilmektedirler.  

 

İslâm’ın esasları Kur’ân ve onun hayâta yansıması olan ve “en güzel örneklik” olarak ifâde edilen Sünnet’tir. Tabi bu bağlamda bizzat Peygamberimiz’in ağzından çıkmış olan sahih hadisler de elbette bu esâsa dâhildir. İtin-köpeğin zırvalıkları İslâm’dan sayılacak da, “muhteşem bir ahlâka sâhip” ve “âlemlere rahmet olan” Peygamberimiz’in sözleri mi İslâm’ın esaslarında olmayacak.

 

Peygamberimiz tüm vahiylerde olduğu gibi son vahyi alıp halka duyurduktan ve kendisine indirilen tüm vahiylerin en güzel örnekliğini yaptıktan sonra, son nefesini verip rahmet-i rahmâna kavuştuğu anda ortada olan şey, ne eksik ne de fazla, İslâm’ın tam olarak bizzat kendisidir. Peygamberimiz’in ilk vahyi aldığı andan son nefesini verdiği âna kadar geçen 23 yıllık sürede indirilen âyetler Kur’ân’ı, Kur’ân’a göre yapılan amel, eylem ve açıklamalar da Sünnet’i ve Hadis’i yâni İslâm’ın esaslarını oluşturmuştur. Tabi Sünnet ve sahih hadisler, “Kur’ân var” diye vardırlar, yoksa Kur’ân olmasa Sünnet ve hadisten de bahsedilmezdi. Dolayısıyla İslâm’ın ana-ilkelerinin ve esaslarının kaynağı elbette Kur’ân’dır. Sünnet ise Kur’ân’a göre olan amel, eylem ve davranışlarken, sahih hadisler ise Kur’ân’ın tebliği sırasında yapılan açıklamalardır. Bunlardan başka ne Kur’ân’a Peygamberimiz’den sonra yapılan yorumlar, te’viller ve tefsirler, ne de Peygamberimiz’den sonra Sünnet ve hadis diye anlatılan yalanlar ve zırvalıkların İslâm’ın esasları ile bir ilgisi vardır.

 

İslâm’ın esasları, Peygamberimiz’in son nefesini verdiği andan îtibâren son şeklini almış olarak son bulmuştur. İslâm, o anda ortada olan ne ise odur. Ondan sonra yapılan yorum, te’vil, tefsir, anlatı, rivâyet vs. müslümanların, bildiklerine, duyduklarına ve anladıklarına göre söyledikleri ve yazdıklarından başkası değildir. Bunlar zinhar İslâm’ın esaslarından değildir.

 

 Yine, Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan, şia, hâriciye, mürcie, ehl-i sünnet, mutezile, mezhepler, meşrepler, mistik-ezoterik-batınî düşünceler, tasavvuf, târikat, hadis, fıkıh, kelam, tefsir, felsefe ilimleri, cemaatler, hizipler, partiler, akımlar, yazılanlar, konuşulalar, yapılanlar vs. hiç-biri İslâm’ın esasları değildir. Yine modernizm adına modernlerin söyledikleri, yazdıkları ve konuştukları da İslâm’ın esasları falan değildir. Bunlar herkesin kendince “İslâm’ın esasları” adına söyledikleri, yazdıkları ve yaptıklarıdır. Bunların hiç-biri olmasaydı, İslâm’da zerre kadar eksiklik olmazdı. Hattâ Peygamberimiz vefât ettiği anda kıyâmet kopmuş olsaydı bile, İslâm yine de eksiksiz ve tastamamlanmış olarak ortaya konulmuş olurdu.

 

İslâm târihinde ortaya çıkmış olan bu saydıklarımızın hiç-biri İslâm’ın esasları değil, müslümanların, İslâm’ın esasları olarak kabûl ettikleridir. Üstelik hemen hepsi de birbirine aykırı düşünceler ürettiği gibi, birbirlerine az-çok düşman olmuşlardır.

 

İslâm; “müslümanların temel esasları”ndan ayrılıp, “İslâm’ın temel esasları”na dönmeden hâkim olamaz.

 

Tâ Hz. Âdem’den bêri, İslâm’ın esasları, Allah’ın, seçtiği peygamberlere indirdiği vahiyler ve peygamberin bu vahiylere göre yaptıkları tebliğ, dâvet, açıklama, ve amel-eylemlerdir. Peygamberimiz’den sonrası ise, ya bu esasların tekrârı olarak bu esaslara tam uygun ve aykırı olmayan düşünceler, konuşmalar ve yazılar, ya hak karışmış bâtıllar yada düpedüz bâtıl olan zırvalıklardır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder