“Göklerde ilah ve yerde ilah O’dur. O, hüküm
ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret
gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir
örnek’ vardır” (Ahzâb 21).
İslâm’ın esasları bu iki âyette çok net
olarak gözükür. İlk âyet; Allah’ın göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde de
tek ilah olduğu bilincini verir. İkinci âyet ise, bu bilinç ile Allah’ın
göklere mutlak şekilde hâkim olması gibi yeryüzünde de her alanda ve her mekân
da mutlak şekilde hâkim olması için gösterilen gayretin örnekliğidir.
Târih boyunca insanlar, her-şeyi yaratan,
kudreti sonsuz Allah olmasına rağmen, O’nu sâdece “göklerin ilahı” olarak kabûl
edip yeryüzündeki ilahlığı kendi tekellerine almışlardır. İşte ilk âyet bunun
yanlışlığını ortaya koyup, “gökte olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah Allah’tır”
bilincini veriyor. İkini âyet ise, bunu ikâme etmek ve Allah’ın sözünü sosyâl,
kültürel, âilevî, ekonomik, kânûnî, hukûkî, siyâsî ve askerî her alanda hâkim
kılma mücâdelesinin güzel örnekliğidir. Bu iki âyette bilme ve yapma öne
çıkıyor ve bilmek ve yapmak İslâm’ın esasları olarak sunuluyor. Böylece
İslâm’ın esaslarının Kur’ân ve Sünnet olduğu açığa çıkıyor.
Hiç öyle “bize Kur’ân yeter” falan demeyin.
Son 50 yıldır yoğun şekilde Kur’ân’ın okunmasına ve üzerinde çok yoğun ve
çeşitli çalışmalar yapılmasına rağmen müslümanların adâlet, ahlâk, hak,,
hakîkat, ekonomi ve tevhid konusunda ileri bir seviyeye ulaşamadığı
görülmüştür. Çünkü işin sâdece bilme tarafıyla ilgilenmişlerdir ve hâlen de bu
yoldadırlar. Oysa İslâm demek “bilmek ve yapmak” yada “bilerek yapmak”
demektir. İkisi berâberdir.
Bakın günümüzdeki müslümanlara; bilmek
alanında -sözde- çok ileri gitmiş olmalarına rağmen amel-eylem noktasında çok
gerilerde kaldıkları hattâ yapmaktan vazgeçtikleri için Gazze, birlik olmuş
müstekbirlere karşı tek-başına mücâdele etmek zorunda kalıyor. Çünkü İslâm’ın
temel ilkelerini ve esaslarını sâdece bilmek için çalışılmış ama bu esasları
hayâta geçirmek için çaba gösterilmemiştir hattâ bu pek de düşünülmemiştir. Son
50 yıldır müslümanlara Kur’ân yetmiştir ve Sünnet’e yâni güzel örnekliğe yâni
yapmaya önem verilmediği için günümüz müslümanları, “İslâm târihinin en rezil
toplulukları” olarak kayda geçmiştir.
İslâm’ın esasları sâdece “bilenenler”
değildir, aynı-zamanda “yapılanlardır” da. Bu ikisi birlikte olmadığında
İslâm’ın esasları ve ilkeleri gözetilmiş olmaz. Günümüz müslümanlarının, ilim
alanında -güyâ- ilerlemiş olmalarına rağmen amel-eylem noktasında neredeyse
“sıfır” oldukları için rezil bir duruma düşmüşlerdir. Demek ki müslümanların
son 50 yıldır izledikleri yol yaptıkları şeyler eksik olduğu için doğru
değildir. Gazze son 50 yıldır yapılanların sağlamasını yapmıştır ve ortaya
konulan düşüncelerin ve çözümlerin hepsinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Sünnet
göz-ardı edildiği için Kur’ân tek-başına yetmemiştir. Çünkü Kur’ân sâdece okuma
ve araştırma kitabı değildir. Okunduktan sonra gereğinin yapılması gereken bir
Kitap’tır.
Demek ki Kur’ân’ı iyice anlamak, çözümlemek,
bilmek vs. yetmemektedir. Bunlar esâsen modern şeylerdir. Her ne kadar
eleştirilse de İslâm’ı Kur’ân üzerinden değil de Sünnet yâni Peygamber
üzerinden öğrenenler amel-eylem noktasında daha gayretli olmuşlar ve zulme
karşı çok daha dik ve diri durabilmişlerdir. “Sâdece Kur’ân” diyenler ise
gevşedikçe-gevşemişler, sindikçe-sinmişler ve yavşadıkça-yavşamışlardır. Böyle
olmasaydı Gazze böyle perişân bir hâlde olmazdı. Buna rağmen Gazzeliler, tüm
Dünyâ müslümanlarının toplamından daha dik, diri ve şerefli
durabilmektedirler.
İslâm’ın
esasları Kur’ân ve onun hayâta yansıması olan ve “en güzel örneklik” olarak ifâde
edilen Sünnet’tir. Tabi bu bağlamda bizzat Peygamberimiz’in ağzından çıkmış
olan sahih hadisler de elbette bu esâsa dâhildir. İtin-köpeğin zırvalıkları
İslâm’dan sayılacak da, “muhteşem bir ahlâka sâhip” ve “âlemlere rahmet olan”
Peygamberimiz’in sözleri mi İslâm’ın esaslarında olmayacak.
Peygamberimiz
tüm vahiylerde olduğu gibi son vahyi alıp halka duyurduktan ve kendisine
indirilen tüm vahiylerin en güzel örnekliğini yaptıktan sonra, son nefesini
verip rahmet-i rahmâna kavuştuğu anda ortada olan şey, ne eksik ne de fazla,
İslâm’ın tam olarak bizzat kendisidir. Peygamberimiz’in ilk vahyi aldığı andan
son nefesini verdiği âna kadar geçen 23 yıllık sürede indirilen âyetler
Kur’ân’ı, Kur’ân’a göre yapılan amel, eylem ve açıklamalar da Sünnet’i ve
Hadis’i yâni İslâm’ın esaslarını oluşturmuştur. Tabi Sünnet ve sahih hadisler,
“Kur’ân var” diye vardırlar, yoksa Kur’ân olmasa Sünnet ve hadisten de
bahsedilmezdi. Dolayısıyla İslâm’ın ana-ilkelerinin ve esaslarının kaynağı
elbette Kur’ân’dır. Sünnet ise Kur’ân’a göre olan amel, eylem ve
davranışlarken, sahih hadisler ise Kur’ân’ın tebliği sırasında yapılan
açıklamalardır. Bunlardan başka ne Kur’ân’a Peygamberimiz’den sonra yapılan
yorumlar, te’viller ve tefsirler, ne de Peygamberimiz’den sonra Sünnet ve hadis
diye anlatılan yalanlar ve zırvalıkların İslâm’ın esasları ile bir ilgisi
vardır.
İslâm’ın
esasları, Peygamberimiz’in son nefesini verdiği andan îtibâren son şeklini
almış olarak son bulmuştur. İslâm, o anda ortada olan ne ise odur. Ondan sonra
yapılan yorum, te’vil, tefsir, anlatı, rivâyet vs. müslümanların, bildiklerine,
duyduklarına ve anladıklarına göre söyledikleri ve yazdıklarından başkası
değildir. Bunlar zinhar İslâm’ın esaslarından değildir.
Yine, Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan,
şia, hâriciye, mürcie, ehl-i sünnet, mutezile, mezhepler, meşrepler,
mistik-ezoterik-batınî düşünceler, tasavvuf, târikat, hadis, fıkıh, kelam,
tefsir, felsefe ilimleri, cemaatler, hizipler, partiler, akımlar, yazılanlar,
konuşulalar, yapılanlar vs. hiç-biri İslâm’ın esasları değildir. Yine modernizm
adına modernlerin söyledikleri, yazdıkları ve konuştukları da İslâm’ın esasları
falan değildir. Bunlar herkesin kendince “İslâm’ın esasları” adına
söyledikleri, yazdıkları ve yaptıklarıdır. Bunların hiç-biri olmasaydı,
İslâm’da zerre kadar eksiklik olmazdı. Hattâ Peygamberimiz vefât ettiği anda
kıyâmet kopmuş olsaydı bile, İslâm yine de eksiksiz ve tastamamlanmış olarak
ortaya konulmuş olurdu.
İslâm târihinde ortaya çıkmış olan bu
saydıklarımızın hiç-biri İslâm’ın esasları değil, müslümanların, İslâm’ın
esasları olarak kabûl ettikleridir. Üstelik hemen hepsi de birbirine aykırı
düşünceler ürettiği gibi, birbirlerine az-çok düşman olmuşlardır.
İslâm; “müslümanların temel esasları”ndan
ayrılıp, “İslâm’ın temel esasları”na dönmeden hâkim olamaz.
Tâ Hz. Âdem’den bêri, İslâm’ın esasları,
Allah’ın, seçtiği peygamberlere indirdiği vahiyler ve peygamberin bu vahiylere
göre yaptıkları tebliğ, dâvet, açıklama, ve amel-eylemlerdir. Peygamberimiz’den
sonrası ise, ya bu esasların tekrârı olarak bu esaslara tam uygun ve aykırı
olmayan düşünceler, konuşmalar ve yazılar, ya hak karışmış bâtıllar yada
düpedüz bâtıl olan zırvalıklardır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder