14 Mart 2024 Perşembe

Bilmek İçin Bilmek

 

“…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

Âyetin söylediği gibi, bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. Çünkü insan olmanın ayrıcalığı idraktır ve idrâka bilmekle varılır. Fakat bu bilme, “bilmek için bilmek” şeklinde değil, “yapmak için bilmek” şeklinde olan bilmedir. Çünkü bilmenin kendisi amaç ve hedef olamaz. Zîrâ bunun bir anlamı yoktur. Eğer siz “bilmek için bilmek”ten bahsederseniz, birisi de kalkıp “bilmemek için bilmemek”ten bahseder. Bu sefer de bilmemek için bilmemek diye bir şey çıkar ortaya ve bilmemek popüler bir şey olur. O-hâlde her-şeyde bir amaç ve hedef olmalı ve bu amaç ve hedef, o şeyden daha üstün bir amaç ve hedef için olmalıdır.

 

Bir şeyi bilmek, bir şey yapmak için, bir şeyi yapmak da, başta insan olmak üzere, yaratılmış olanların faydası için olmalıdır. Fakat bu da ana-amaç ve hedef değildir. Bir şeyi bilmenin ve yapmanın asıl amacı ve hedefi Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Zâten ancak O’nun rızâsı sonucunda sonsuz nîmet ve mutluluk diyârı olan cennet kazanılabilir. O-hâlde bilmek, “Allah için bilmek”tir ki bu zihniyette olanlar ancak Allah’ın bildirdiği kadarını bilirler ve bu onlara yeter. Zâten Allah’ın bildirdiğinden başka gerçek, kesin ve hakîki bir bilgi de yoktur.  

 

Peki Allah için değilse, bilmek ne için olur?. “Bilmek için bilmek” sözünün bir anlamı olmadığına göre aslında “bilmek için bilmek” demek, “haz, zevk ve neşe için bilmek ve bilmekle uğraşmak” demek olur. Bu tür bilmek ise ancak şeytanın, nefsin ve tâğutların hoşuna gider. Zîrâ onlar amaçsızlıktan ve hedefsizlikten geçinirler. Allah’ın bildirdiklerinden başka şeyi bilmek, amaçsız ve hedefsiz bir bilmedir. Amacı ve hedefi olan bilmek ise sâdece Allah’ın bildirdiklerinde vardır. Allah’ın bildirdiklerinin mutlakâ bir amacı ve hedefi vardır ve mutlakâ bir amaca ve hedefe yöneliktir. Zîrâ Allah hiç-bir şeyi boşuna yaratmadığı gibi hiç-bir şeyi de boşuna bildirmez. Allah’ın bildirdiklerinde “bilmek için bilmek” zırvalığı yoktur.    

 

Allah’a, âhirete, gayba, vahye, peygambere, İslâm’a dayanamayan şeyler mecbûren boşluğa ve amaçsızlığa dayanır. Çünkü başka dayanacak bir şey yoktur Böyle olunca da bilmek “bilmek” için olur. Çünkü eğer Allah için değilse başka ne için olacaktır ki!.

 

“Bilmek için bilmek”, aynen “sanat için sanat”, “yemek için yemek”, “içmek için içmek”, “gezmek için gezmek” vs. gibi, bir şey o şeyin kendisi içindir. Fakat bu anlamsız, amaçsız ve boş bir şeydir. Şeytan ve nefs ancak anlamsız, amaçsız ve boş şeylerden zevk aldığı için insanı bunlara yöneltmekte ve bunlarla oyalamaktadır. Çünkü Allah bilinci ve inancı olmayan kişilerin bir şeyi “o şeyin kendisi için” yapmaktan başka yapacakları bir şey yoktur. Bu yüzden de kendilerini rahatlatmak için, bir şeyi, yine, “o şeyin kendisi için yapılması”ndan bahsederler.

 

Rûha, kâlbe ve gönle dayanarak yapılan şeylerde bir amaç ve hedef vardır. Allah’tan kopuk olan akla dayanarak yapılan şeylerde ise bir amaç ve hedef olmaz. Bu nedenle akla dayanan felsefede de bilmek ”bilmek için”dir. Merâk eder ve bilmek ister. Tüm amaç bu. Peki bilince ne olacak?. Hiç; bilinmesi gereken yeni şeyler merâk edilecek ve onlar bilinmeye çalışılacak. Fakat şu da var ki vahiy-merkezli yâni vahyin kontrôlü ve yönlendirmesinde olmayan akıl amaçsız ve hedefsiz olacağı gibi, bildikleri de kesin ve net olmaz. Böylece sürekli olarak bilmeyle uğraşır durur. Zâten “bilmek için bilmek”te kesinlik aranmaz ve istenmez de. Düşünebiliyor musunuz?, bir şeyi, bilinecek bir şey kalmayacak şekilde kesin olarak bilmekten korkulmaktadır. Çünkü kesinlik bilmeyi bitirir. Bilme bitince yada bilme belli bir seviyeye gelince “yapma” başlar, başlaması gerekir. Bu da keyfi kaçırabilir. Allah’tan kopuk olan aklın en nefret ettiği şey keyfinin kaçmasıdır.  

 

“İnsan ya meraktan yada …” derler. Bilmek için bilmenin nedeni meraktır. Merak ise boş ve paralı adam işidir. Çünkü boş değilseniz ve sizi çalışmadan geçindirecek bir geliriniz ve paranız yoksa, merâk etmekle ilgilenemezsiniz ve merâkınızı gidermek için o şeye zaman ayıramazsınız. Zâten çok yoğun şekilde geçim yada bir dâvâ için çalışıyorsanız çok da merâk etmezsiniz. Teoman Duralı bu konuda şunları söyler:

 

“Bilim sâdece bilmek için yapılır, Aristoteles’in koyduğu ilkedir. Herhangi bir ihtiyâca binâen, belirli bir ihtiyâcı karşılamak üzere yada zorunlu bir ihtiyâcı kapatmak üzere bilim yapılmaz. Bilmek için bilime giriyoruz. Bilimin dinamosu, bilimin güdücüsü, bilimi yürürlüğe koyan duyu insanda meraktır. ‘İnsanlar Dünyâ’ya baktılar, şaştılar’ diyor Aristoteles, felsefe-bilimin kurucusu. Hayrete kapıldılar ve bu hayretin cevâbını aradılar. Bunu îzah etmek çok zor bir iş. Zaman-zaman, yer-yer gezilerimden bahsettiğim vakit bana sorarlar: Ne diye gittin oralara, ne iş görmeye?. Hiç, merak ettim. Beni öteden bêri tanıyanlar, ‘sende zâten vardı bir oynaklık’ derler. İlerleyen yaşlarımda artık ben merak sâikiyle gitmemeye başladım. Görevli gidince bunu îzah edebiliyorum. ‘Falanca işten dolayı beni gönderdiler, bu vesileyle orada bulundum’ diyorum. Çünkü merak sâikiyle bir iş görmek tam mânâsıyla lükstür. Bütün ihtiyaçlar giderildikten sonra insanlar felsefe-bilime yönelmişlerdir. Af buyurunuz, ‘aç ayı oynamaz’ örneğine geliyoruz. Bu bakımdan maddî ve mânevî anlamda gelişmesini tamamlamış toplumlar felsefe-bilime intikâl etmişlerdir. Hep bana şu sorulur, şu konuşulur: Felsefî biçimde yaşamak. Felsefece yaşanmaz efendim, felsefe yaşamaya aykırıdır. Çünkü yaşamada duygunun yeri vardır, felsefede duygunun yeri yoktur”.

 

Hakîkat, “bilinebilecek” olan değil, “inanılacak” olandır. Bu-bağlamda, insanı iyiye ve cennete götürecek olan şey “Kur’ân’ı iyi bilmek” değil, “ona îman etmek ve îmânın gereğini yapmak”tır. Kur’ân’ı bilmek yetmez, “Kur’ân’ı hakkıyla bilmek” gerekir ki bu, amel-eylem hâlinde iken olur ancak.

Bilgi ile değil, îman ile ulaşılır iyiye ve cennete. Bilmek daha doğrusu bilmeye çalışmak yada bildiğini sanmak îmânı azaltır. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye kalkarsanız yada bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme noktasına gelmesinin nedeni budur. Îman etmek ve bilmek aynı-anda olmaz. Îman edilen şey bilinemez, bilinen şeye ise îman edilmez.

 

Hakîkati sâdece bilmeniz yetmez, onu dile getirmeniz ve sonra bildiklerinizle amel etmeniz de gerekir.

 

Bir şeyi gerçekten bilmek, onun hakkında bir şey yapmakla olur. Bir şey bilmek, bir şey yapmaktır. Bilmek “yapmak”la tamamlandığı gibi, yapmak da “bilmek” ile tamamlanır. İslâm’da bilmek, uygulanmayla tamamlanır. Uygulanmayan şey tam olarak bilinmiş olmaz. Bilenlerin bilmeyenlerden yada “Allah için bilme”nin, “bilmek için bilme”den farkı “bilinenle amel etmek”tir. Yoksa “kuru-kuruya bilmek” değil.

 

Bilmek için bilmek gerçek bir bilme değildir. Gerçek bilme, eylem hâlindeyken olur.

 

Bilmek konusunda; “daha çok bilmek” ile “daha iyi bilmek” farklı şeylerdir.

 

Bilmek ve yapmak farklı şeylerdir. Bir kişi okuma-yazma bilmesine rağmen okuma-yazma yapmıyorsa, “bildiğini yapmıyor” demektir. Allah bilmeye değil, yapmaya bakar. Çünkü bilmek, “sorunu çözmek” demek değildir.

 

Bilmekten ziyâde, “ölçülü davranmak” önemlidir. Ölçülü davranmak, “insanın kendini bilmesi” anlamına gelir. İnsanın kendini bilmesi, ilim ile değil, kendini tutmasıyla olur. “Kendini bilmek”, “kendini tutmak” demektir.

 

Bilmek, bir şeylere etki etmeli ve onu değiştirebilmelidir. Hiç-bir şeyi değiştirmeyecekse bilmenin bir anlamı olmaz. 2+2’nin 4 olduğunun nedenini ve nasılını bilmek sonucu değiştirmez. Yine, suyun formülünün 2 hidrojen 1 oksijen olduğunu bilmenin de yararı yoktur. Çünkü suyun formülünün ne olduğunu bilmek suyu değiştirmez.

 

Kesin olarak bilmek, amel etmenin sonucunda tamamlanır. “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir” der Peygamberimiz.

 

Okuma-araştırma ile bir şeyin ne olduğu “tam anlamıyla” bilinemez. Tam anlamıyla bilinebilmesi için o şeyin içinde “yaşanması” gerekir. Bilmek, yaşamaktır.

 

Bilmenin etkisi “yapma”nın etkisine göre çok zayıftır. Öyle ki, bilinenler değişir yada unutulur gider ama, yapılanlar âdet ve gelenek olarak -saçma bile olsa- çok uzun yıllar boyunca sürer gider.

 

Okuma-yazma bilenlere; “okuma-yazma yapıyor musun” diye sormak lâzım. “Bilmek”ten ziyâde “yapmak” önemlidir çünkü.

 

Her-şeyi bilmeye gerek yoktur. Yeterince bilmek yeterlidir. Haddini bilmeyenler her-şeyi bilmek isterler. Cehâletten ve câhillikten “bilgili olmak”la değil, “kendinizi bilmek”le kurtulabilirsiniz. Kadim bir cümledir: “Kendini bil”.

 

Depremin zarârı, “doğayı iyi bilmemek”ten ziyâde, “doğaya aykırı davran(ma)mak” ile alâkalıdır.

 

Nesnel bilgi diye bir şey yoktur. Herkes inandığı şeyi bilir ve söyler. Gerçekten bilmek, “ancak Allah’ın bildirdiği kadar idrâk etmek” demektir.

 

Bilmek yetmez, “bilenmek” de gerekir. Çünkü bilmek “yapabilmek”tir.

 

“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

Bilenlerle bilmeyenler bir değildir, fakat “yapmak için bilenler”le, “yapmamak için bilenler” de bir değildir. Bilmek için bilmek ise hiç-bir şey değildir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder