“Dünyâ-hayâtı yalnızca bir oyun ve bir
oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için âhiret-yurdu
gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”
(En-âm 32).
Dünyâ-hayâtı, “ezeliyet” ile “ebediyet”
arasında yaşanan “bir lâhzalık imtihan dönemi”dir. Âhiret ise, ya -maazallah-
acı azâbın ve derin pişmanlıkların yaşandığı cehennemin, yada -inşaallah-
sonsuz ve en güzel nîmetler içinde yaşanan cennetin olduğu ebedî yurttur.
İnsanın hangisinin içinde olacağını; dünyâ-hayâtındaki düşünceleri, inançları,
söylemleri ve davranışları belirleyecektir.
Esâsen insanın sonsuz cennet ile
ödüllendirilmesi, Dünyâ’da Allah’a, âhirete, gayba, vahye, peygamberliğe ve
İslâm’a inanması ve bu îmâna göre sâlih ameller işlemesiyle mümkün olur. Fakat
bu, bâzı zorlukları yüklenmeyi, sorumluluk almayı (takvâ), fedâkârlıklar
yapabilmeyi hattâ icâbında malları ve canları bile ortaya koymayı gerektirir.
Bunları herkes daha doğrusu çoğu insan göze alamayacağı ve kabûl etmeyeceği
için âhiret inkâr etmekte ve dünyâ-hayâtına sımsıkı sarılmaktadırlar.
Böylelerinin tek amaçları Dünyâ’da en kaliteli ve yüksek seviyede haz, zevk,
neşe, konfor ve keyf içinde uzun bir yaşamın hayâlini kurmak ve bunu sağlamak
için uğraşmaktır.
İki çeşit insan vardır. Bu insan-tipleri,
hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı
seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı
seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler
âhiretten olumlu şekilde faydalanamazlar.
Âhiretteki “büyük gelecek” için hiç kaygı
duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için bunalımdan-bunalıma girmek
zorunda kalırlar. Dünyâ-hayâtını âhirete tercih etmek günah ve suçtur. Bu suçun
bir cezâsı vardır ve bu suçun cezâsı bizzat o şeyin kendisidir. Yâni âhirete
rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır. Âhiret-merkezli yaşamayanlar, “Dünyâ
ile cezâ”landırılırlar. Çünkü:
“Onlar dediler ki: Bu dünyâ-hayâtımızdan
başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz” (En-âm
29).
“O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta
olduğumuz bu) dünyâ-hayâtımızdan ibârettir; ölürüz ve yaşarız, biz
diriltilecekler değiliz” (Mü’minûn 37) derler.
Böyle
diyenler mecbûren bencil olacaklar, diğer insanları zor durumda bırakacaklar ve
küfrü, şirki, adâletsizliği, ahlâksızlığı ve zulmü yaymaktan
çekinmeyeceklerdir. Çünkü dünyâ-hayâtına kilitlenmişlerdir ve âhireti inkâr
etmektedirler. Âhireti inkâr edenler için Dünyâ’ya sarılmaktan başka yapacak
bir şey yoktur ki Dünyâ’ya sarılanlar ona “sımsıkı sarılmak” için bu saydığımız
olumsuzlukları da yapmak zorunda kalacaklardır, çünkü yapmadıklarında yaşamları
sınırlanacaktır. Sınırlı yaşamak ise saçma görülecek ve insanlara mantıksız
gelecektir. Çünkü âhireti inkâr edenlere göre Dünyâ sâdece bir kere gelinen ve
kısa bir süre yaşanan, bu yüzden de zinhar ıskalanmaması gereken bir hayattır,
o-hâlde onu yüksek seviyede yaşamak insanın en büyük hedefi olacaktır. Bu
hedefi ulaşabilmek için de yapılabilecek her-şey yapılmalı ve -sâdece bâzıları
için de olsa- cennet Dünyâ’da kurulmalıdır. Lâkin âhiretteki cenneti inkâr ederek cenneti
Dünyâ’da kurmaya çalışmak “cinnet”le sonuçlanması kaçınılmaz bir şeydir.
Dünyâ-hayâtı
gerçekten kısadır, çünkü uzun olması çok da güzel bir şey değildir. Ömür uzadıkça daha iyi olacağı düşüncesi sâdece
bir zandır. Tabi dünyâ-hayâtı mü’mince yaşamak ve “İslâm’ın hedefini”
gerçekleştirebilmek yada cenneti hak edebilmek için yeterli bir süredir: “…Size orada (Dünyâ’da), öğüt alabilecek
olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?...” (Fâtır 37).
Âhiret hesâba katılmadığında Dünyâ bir
“tiyatro salonu” gibidir. Oyuncular ve izleyiciler olur ve gösteri en sonunda
bitince insanlar “gerçek hayat” ile karşı-karşıya kalırlar.
Âhiret inkârın en temelinde Dünyâ sevgisi ve
dünyâ-hayâtına olan bağlılık yatar:
“Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan
(dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar” (İnsan
27).
Oysa
Allah bizi dünyâ-hayâtına kapılmaktan böylece şeytanın bizi ayartmasında
korumak için uyarmaktadır:
“Ey insanlar!; hiç şüphesiz Allah’ın vaâdi
haktır; öyleyse dünyâ-hayâtı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah
ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın” (Fâtır 5).
İnsanlar
sevdiklerini ve sevdikleri şeyleri överler ve diğerlerine göre üstün tutarlar. Âhiret
bilinci olmayanlar ve ona inanmayanlar elbette dünyâ-hayâtını üstün
tutacaklardır:
“Hayır
siz, dünyâ-hayâtını seçip üstün tutuyorsunuz” (Âlâ 16).
Allah’ı, âhireti ve İslâm’ı kabûl ettiğini
söylemesine rağmen hayâtlarını âhiret-merkezli değil de dünyâ-merkezli
yaşayanlar da vardır. Böyle olmasının nedeni, bilgi ve bilinç-sâhibi olmamaları
ve bu nedenle de inançları sağlam olmadığı için gevşek bir dînî yaşayışları
olmakta, âhiretten çok daha ziyâde Dünyâ’ya meyletmektedirler. Fakat böyle
yaşamak ileride onlara âhireti ve dîni unutturunca, Allah da onları unutacaktır
ki bu büyük bir felâkettir:
“Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun
(konusu) edinmişlerdi ve dünyâ-hayâtı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle
karşılaşmayı unuttukları ve bizim âyetlerimizi yok sayarak tanımadıkları gibi, biz
de bugün onları unutacağız” (A’raf 51).
Dünyâ-hayâtını
âhirete tercih etmek ve üstün tutmak, âhireti inkâr etmenin yada âhiret
bilincinden uzak olmanın bir sonucudur. Bu bilinçsizlik, dünyâ-hayâtını daha
hayırlı ve üstün görmeye neden olmaktadır. Hâlbuki ebedî bir hayâtın geçici ve
fâni olandan üstün olduğu apaçıktır:
“Size verilen her-şey, yalnızca
dünyâ-hayâtının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha
süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Kasas 60).
İnsan
gerçekten ve bilinçli bir şekilde bile-isteye “sâdece dünyâ-hayâtını” istiyorsa,
Allah ona bu hayâtı verir. Fakat sünnetullah gereğince ve Allah’ın emrine göre,
bu kişi için âhirette kendisine sâdece “ateş” kalır:
“Kim dünyâ-hayâtını ve onun çekiciliğini
isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiç-bir
eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, âhirette kendileri için ateşten başkası
yoktur. Onların orada (Dünyâ’da) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta
oldukları şeyler de geçersiz olmuştur” (Hûd 15-16).
Âhiret-merkezli
yaşayanlarla Dünyâ-merkezli yaşayanlar belli bir noktadan sonra ters düşmeye
başlarlar ve anlaşamazlar. Çünkü hayatlarının merkezinde farklı şeyler vardır.
Bu nedenle Allah, Kur’ân’a ve âhirete sırtını dönüp de “sâdece dünyâ-hayâtını”
isteyenlerden uzak durmamızı ister:
“Şu-hâlde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren
ve dünyâ-hayâtından başkasını istemeyenden yüz çevir” (Necm
29).
Allah
insanlara dünyâ-hayâtını yasaklamaz elbette, fakat “sâdece dünyâ-hayâtını”
yasaklar ve böylelerinin âhiretten nasîbinin olmadığını söyler ve mü’minlere de
hem Dünyâ hem de âhiret nasîbi için yapılması gereken duâyı öğretir.
“İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz,
bize Dünyâ’da ver’ der; (böylelerinin) âhirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi
de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver)
ve bizi ateşin azâbından koru’ der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri
vardır. Allah, hesâbı pek serî görendir” (Bakara 200-202).
Bu
uyarıya rağmen yine de âhireti inkâr eden yada görmezden gelenlerin sonu “ateş”
olacaktır:
“Ve kim dünyâ-hayâtını seçerse, şüphesiz
cehennem, (onun için) bir barınma yeridir” (Nâziât 38-39).
İnsanların
çoğu ki buna “müslümanım” diyenlerin bir-çoğu da dâhildir, âhirette olacak olan
hesabın ve sorgu-suâlin zorluğunun, cehennem azâbının ise şiddetinin ve
dehşetinin bilincinde değildirler ve de bundan yeterince haberleri yoktur.
Allah, âhiret gününün ve cehennem azâbının dehşetini ve şiddetini şu-şekilde
anlatır:
“Ey insanlar!; Rabb’inizden korkup-sakının ve
öyle bir günün azâbından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için
bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek
(durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın vaâdi haktır. Artık dünyâ-hayâtı sizi
aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın”
(Lokman 33).
“Gözleri korkudan ve dehşetten düşük,
kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken
secdeye dâvet edilirlerdi. Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz
onları, bilmeyecekleri bir yönden derece-derece (azâba)
yaklaştıracağız”
(Kalem 43-44).
“Ey
insanlar!;
Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyâmet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir.
Onu gördüğünüz gün, her
emzikli emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir.
İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak
Allah’ın azâbı pek şiddetlidir” (Hac 1-2).
“Eğer inkâr edecek olursanız, çocukların
saçlarını ânında ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (Müzzemmil 17).
Âhireti
inkâr eden ve dünyâ-hayâtını tercih edenler için âhirette zırnık bile
kalmayacaktır. Çünkü:
“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün,
(onlara şöyle denir:) Siz dünyâ-hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve
zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte
yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan
dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız”
(Ahkâf 20).
Allah
âhireti unutanları ve hesâba katmayanları kesin ve net şekilde uyarmakta,
tek-başına yâni âhiretsiz bir dünyâ-hayâtının bir “aldanış” olduğunu
söylemektedir:
“Bilin ki, dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, (eğlence
türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu),
mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun
bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra
kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir” (Hadîd 20).
Şeytan
târih boyunca insanları âhiret-hayâtına karşı dünyâ-hayâtı ile kandırmış,
oyalamış ve yoldan çıkarmıştır. Allah bu nedenle sürekli olarak dünyâ-hayâtına
kapılmaktan ve şeytan tarafından aldatılmaktan korunmamızı hatırlatır ve
emreder:
“Ey insanlar!; hiç şüphesiz Allah’ın vaâdi
haktır; öyleyse dünyâ-hayâtı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah
ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın” (Fâtır 5).
Âhiret
hesâba katılmadan yaşanan dünyâ-hayâtı bir “yalan”dır. Bunun böyle olduğunu
herkes kısa ve geçici dünyâ-hayâtının sonunda apaçık şekilde görecektir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder