“Biz,
gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında yaratmadık. Hiç
şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel
davranışlarda bulun” (Hicr
85).
Allah’ın bir şey hak olarak yaratması, o şeyi
hakîki olarak yaratması yâni o şey bakıldığında nasılsa o şekilde yaratmış
olmasıdır. Allah’ın yarattığı eşyâ zâten başlı-başına hakîkat olduğu için,
“eşyânın hakîkati”ni aramak boş bir iştir. Eşyânın kendine has özellikleri
vardır elbette ve bu özellikler, o eşyâyı belli bir noktaya kadar incelemekle
anlaşılabilir fakat “eşyânın hakîkati” diye bir şey yoktur.
Eşyânın bir kendisi bir de hakîkati diye bir
şey yoktur ve Allah böyle bir şeyden bahsetmez. Eşyânın göründüğü gibi olmaktan
başka bir de hakîkati olduğunu söylemek ve hakîkatini araştırmak, eşyâyı olduğu
gibi kabûl edememekten yada olduğu gibi kabûl etmek istememekten dolayıdır. Peki
eşyâyı olduğu gibi kabûl etmedikleri için eşyânın hakîkatini araştırıp duranlar
bunu niçin yaparlar?. Çünkü temel düşünce ve inançlarıyla eşyânın doğal ve
normâl durumu birbiriyle uymamaktadır. Kimisi eşyânın hakîkatini Allah olarak
görmek isteyip de eşyâ hakkında düşünürken ve bu minvâlde yorum yaparken,
kimisi ise eşyânın Allah ile bir alâkasının olmadığını göstermek için eşyâyı
parça-pinçik edip araştırıp durmaktadır. Sonra da “işte eşyânın hakîkati bu”
diyerek kimisi eşyâyı ilahlaştırmak kimisi de Allahsızlaştırmak peşine
düşmektedir.
Meselâ mistik, ezoterik, bâtınî, tasavvuf düşüncesine
göre eşyâ -hâşâ- bizzat Allah’tır. Pozitivist modern-bilime göre ise eşyânın
Allah ile bir alâkası yoktur ve onu bir yaratıcı da yaratmamıştır. İlk kesime
göre eşyâ mânevî bir şeydir, ikinci kesime göre ise şuursuz atomlardan
müteşekkil maddî önemi ve değeri dışında önemsiz ve değersiz bir şeydir.
Eşyâ doğal hâliyle sürekli olarak
Yaratıcı’sını gösterir ve O’nu hatırlatır. Allah’ı hatırlamak mecbûren O’nun
emir ve yasaklarını, yüklediği sorumlulukları da hatırlamak demektir. İşte
eşyâyı Allah olarak görenler de, mâneviyatla alâkası olmayan değersiz ve
önemsiz bir nesne olarak görenler de, işte bu kafa ve beden konforunu bozan
hatırlatmadan rahatsız oldukları için eşyânın hakîkati araştırıp dururlar.
Çünkü insan, yapması gerekip de yapmadığı bir şeyin kendisine hatırlatılıp
durulmasından rahatsız olur ve bundan bir-şekilde kurtulmak ister. Bundan
kurtulmanın ise iki yolu vardır. Ya eşyâyı bizzat Allah olarak görmek ve bunu
bilmenin, işin gereğini yapmaya gerek bırakmadığını düşünmek ve buna inanmak,
yada eşyânın, yaratıcısı olmayan basit bir nense olduğunu deneyle falan
göstererek yine bir şey yapmaya gerek olmadığını düşünmek ve buna inanmak. Yâni
tüm çaba sorumluluktan kurtulmak ve serbest ve özgür olabilmektir.
Bu söylediğimiz Kur’ân ve
İslâm için de geçerlidir. Kur’ân’ı ve İslâm’ı da, -yüklediği sorumluluklardan
dolayı keyfi baya bir kaçırdığından dolayı- olduğu gibi kabûl edemedikleri için
ha-bire okuyup araştırıyorlar ve ona alâkasız yorumlar ve olmadık anlamlar
yüklüyorlar. Böylece Kur’ân’ı ve İslâm’ı tam da istedikleri ve inandıkları hâle
getiriyorlar.
Meselâ
bir papatya üzerinden gidersek; “papatyanın hakîkati nedir?” diye onun üzerinde
felsefî yargılarda bulunarak ve onu soyutlayarak zihinsel analizini, modern-bilim
ile ise laboratuvarda parçalarına-elementlerine ayırarak ve bilimsel analizini
yaparak onun gerçekte ne olduğunu anlamak ve göstermek mümkün değildir. Çünkü
papatyanın papatya olmaktan başka bir hakîkati yoktur. Araştırmayla onun
elementlerinin analizini yapabilseniz de bunun çok da bir anlamı olmaz ve o
yine papatya olarak kalır. Buna rağmen araştırmayı derinleştirirseniz bu sefer
papatya başka bir şeye dönüşür. Çünkü onu tekrar geri toplayamazsınız. Eşyânın
böyle bir özelliği vardır. Eşyânın da bir mahremi vardır ve mahremine fazla
yaklaşılmasına izin vermez. Bu işlem papatyanın bütünlüğünü yâni hakîkatini
bozmaktan başka bir işe yaramaz. Üstelik karşılaştığınız bilgiler de papatyanın
bilgisi olmaktan çıkar.
Bilim, “eşyâyı konuşturmak”tır. Fakat eşyâyı doğasına
aykırı ve aşırı bir şekilde konuşturmaya kalktığınızda yâni mahremine
dokunduğunuzda eşyâ kendisini yanlış tanıtır.
Bir
şeyin hakîkatinin ne olduğunu öğrenmek için onun felsefî ve bilimsel analizini
yapmayı aşırılaştırmak, onu başkalaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Başkalaşınca
da doğallığını, fıtratını ve normâlliğini kaybedeceği için artık o şey “o”
olmaktan çıkmış olacağı için bize hem Allah’ı ve mâneviyatı hatırlatamaz hem de
bize huzûr da vermez hâle gelir.
Papatya, ne ise odur. Beyaz yaprakları ve
sarı gövdesi vardır. Bakınca huzûr verir, koklayınca kokusu bize sürûr verir,
seviyor-sevmiyor diye yapraklarını koparırken bize mutluluk ve neşe verir,
sevdiğimize uzatıp verince gülümsetir, örüp başımıza tâc yaparız, kurutup
çayını içeriz ve bizi ferahlık verir, şiirlere-şarkılara konu olur. Bütünlüğü
bozulmadıkça bir-çok faydası vardır. Felsefî-mistik yada bilimsel anlamda keyfî
analizi yapılmak için parçalandığındaysa artık bizim için basit bir nesne
durumuna düşer, şiirselliği ve mûcizeviliği kaybolur. Üstelik zararlı hâle de
gelir. Doğal olmayan eşyâ stres yapar.
Papatyanın
bâtını da atom sayısı da önemli değildir ve onun hakîkati bâtını yada atom sayısı
falan değildir. Bir şeyin hakîkati, Allah onu nasıl yarattıysa öyledir. Bir
şeyin hakîkati, bütünlüğünde olduğu gibidir.
Varlığı
yaratmak, “varlığı açıklamasıyla birlikte yaratmak”tır. Bu nedenle varlığın ne
olduğu apaçıktır. Eşyânın hakîkati, “olduğu gibi olması”dır ve bundan başka da
bir şey değildir ve bundan başka bir hakîkati yoktur. Eşyânın hakîkati falan
yoktur. Eşyâ bütünlüğü ile nasıl görünüyorsa ve duyuluyorsa öyledir.
Felsefenin
"şeylerin özü”nü kavramlarla (idea, biçim, atom) anlayıp ortaya koyması
mümkün değilken, biliminin de laboratuvar analizleriyle kavraması ve ortaya
koyması mümkün değildir. Çünkü “eşyânın özü” diye bir şey yoktur. Bunu yapmak
ancak papatyayı ifsâd eder. Felsefe ve bilim, varlığı soyutlama yada analiz ile
değil, ancak bütünlük içinde ve canlı bir biçimde görme ve yaşama ile kavrayabilir.
Varlık ancak bütünlüğü ile anlaşılabilir, görülebilir, duyulabilir. Çünkü
varlığın-eşyânın hakîkati bütünlüğüdür.
Felsefe
ve özellikle modern-bilim, eşyâyı Allahın yarattığı bütünlüğü ile kabûl edemediği
için (çünkü o zaman onlara çok da gerek kalmaz) “eşyânın hakîkatini araştırıyorum”
diye eşyânın hakîkatinden yâni bütünlüğünden uzaklaşmıştır. Hakîkatten
uzaklaşması kendine yabancılaşmasına neden olmuş ve kendinden de uzaklaşmıştır.
Doğal olmayan aşırı felsefî ve bilimsel analizler insanları hakîkatten yâni
bütünlükten uzaklaştırır. Üstelik böyle olunca ortaya çıkan sonuçlar da yanlış
olacağı için insanlara maddî yada mânevî olarak zarar verir.
Eşyânın
hakîkati soyut olanda değil somut olandadır. Eşyâ ile kurulacak sâhici bağ
bilgi ve araştırma ile değil, onu kullanarak ve onunla yaşayarak kurulabilir. Doğayla
doğanın içindeyken direkt olarak konuşmak, doğayla felsefe ve bilim üzerinden
konuşmaktan çok daha üstündür.
Bir
şeyi, analiz etmek demek, onu felsefî yada bilimsel anlamda parçalamak
demektir. Peki eşyâyı parçalama yada belli bir sınırdan öte araştırma hakkını
nereden alıyorsunuz?. Varlığı yaratan Allah size böyle bir şey mi emrediyor?.
O-hâlde eşyâ üzerinde doğal ve sınırlı olmayan analizler ahlâkî de değildir.
Varlık, siz onu tepe-tepe kullanasınız diye yaratılmamıştır.
Aşırı
analiz, anlamı öldürür. Aşırı araştırma ve inceleme o şeyi o olmaktan çıkarır
ve onu anlamsızlaştır. Hattâ “eşyânın hakîkati nedir?” diye yapılan aşırı analizler
her-şeyi şüpheli hâle getiri. Artık hiç-bir şey olduğu gibi kabûl edilemez olur.
Çok basit şeyler bile anlamlandırılamaz ve anlaşılamaz hâle gelir ve basit bir
şey için bile uzmanların ağızlarına bakılır. Suyun nasıl içileceği hakkında bile
uzman görüşüne başvurulmaya başlanır. anlar var.
Felsefe
ve modern-bilim, insanı ve varlığı etimolojik ve epistemolojik nesneler hâline
getirmiştir. İnsan bilginin nesnesi hâline geldiğinde kendi aslî vâr-oluşundan
ve anlamından uzaklaşır ve böylece belli kuramların, kavramların ve kategorilerin
kalıpları içinde ele alınır hâle gelir ki bu onu sınırlamak demektir.
Papatyanın
ve tüm eşyânın ontolojisi epistemolojisinden çok daha üstündür. Eşyâ bütünlüğü
ile orijinâldir, analiz edilmişliği ile değil. Orijinâl olan, sûnî ve yapay
olandan üstündür.
Eşyânın
hakîkati basit ve doğal ilk bakışta görülen şeydir. Bir şey ne ise ve Allah
nasıl yaratmışsa öyledir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder