4 Mart 2024 Pazartesi

İslâm Medeniyeti Üzerine..

 

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a inanırsınız. Kitap-ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden îman edenler de var, ama pek-çoğu yoldan çıkmışlardır” (Âl-i İmran 110).

 

Lûgatta medeniyet: “Adâlet-severlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san’atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli. İslâmiyetin emirlerine göre, usûlü dâiresinde yaşayış” şeklinde tanımlanır.

 

Abdurrahman Arslan medeniyetin tanımını yaparken şunları söyler:

 

“Arapçadaki m.d.n. ‘şehre gelmek; bir yerde iskân etmek’ anlamına geldiğinden, bu yol izlenerek Medîne’den medeniyet türetilmiştir. Türetilen kavram tümüyle dîne âit bir kavram özelliğine sâhiptir”.

 

Allah katındaki tek hak din İslâm’dır: Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır” (Âl-i İmran 19). Böyle olduğu için mü’minlerin kurduğu devlet de medeniyet de İslâm devleti ve İslâm medeniyetidir. İslâm devleti ve medeniyeti yâni mutlak anlamda “sâdece Allah’a” teslim olmuş olanların “din-merkezli” kurduğu bir sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, siyâsî ve askerî kısaca her alanda tüm işlerin “sâdece Allah’a dayanan ve İslâm’a yâni Kur’ân ve Sünnet’e uygun olarak ve aykırı olmayarak düzenlendiği bir toplum ve devlet yapılanmasıdır.

 

İslâm medeniyeti, tüm dinamiğini Kur’ân ve Sünnet’ten alan yada ona tüm yapılanmasını Kur’ân ve Sünnet’e dayandıran bir yapılanmadır. Yoksa İslâm medeniyeti, İslâm-dışı düşünce, fikir ve akımların yorumlarıyla Kur’ân’ı ve Sünnet’i yorumlamak ve bir devlet, toplum ve uygarlık şekli ortaya koymak demek değildir. Böyle olduğunda ona “İslâm medeniyeti” değil, belki “müslüman uygarlığı” denebilir. Çünkü İslâm medeniyeti mutlak ve kesin anlamda İslâm-merkezli bir din iken, İslâm uygarlığında İslâm’ın bir geçerliliği olsa da merkezde İslâm yâni Kur’ân ve Sünnet değil, “örf” vardır. İslâm da dâirenin içindedir ama dâirenin merkezinde değildir ve dâirenin merkezinde örf vardır. Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısından sonra müslümanların kurduğu tüm devlet ve uygarlıklarda bu böyle olmuştur. Müslümanların kurduğu uygarlıklarda dînin bir geçerliliği olsa da olsa “müslümanların uygarlığı” kesin anlamda dîne dayanmayan yarı-dünyevî bir uygarlıktır. Müslümanların uygarlığı tamâmıyla ilâhî değil, yarı-ilâhi yarı-beşerî olan bir uygarlıktır. Bu nedenle de “medeniyet” değildir. Müslümanların târih boyunca kurduğu uygarlıklar, içine dînî de dâhil eden bir beşerîliktir. Fakat hakkını yemeyelim, bu uygarlıklar elbette “modernite” denilen şeytânî-beşerî melânetten çok-çok daha iyi ve üstün olan uygarlıklardı.   

 

Tüm zamanlarda İslâm devletini kuranlar ve medeniyetini başlatanlar yada bunun için çalışanlar, mutlak ve kesin anlamda sâdece Allah’a dayanan ve tam bir teslîmiyetle vahiy-merkezli düşünen, konuşan ve amel-eylemde bulunan peygamberlerdir. Peygamberlerin başlattığı medeniyetler tüm zamanlarda, dînin geçerliliğinin olduğu uygarlıklar da dâhil, beşerî uygarlıklar tarafından değiştirilmek istenmiştir. Üstelik, -sözde- İslâm’a bağlı olanlar İslâm medeniyetinden koparak müslüman uygarlığına  entegre olmalarına rağmen kendilerini İslâm medeniyeti üzere zannederler. Hattâ müslümanların yükseltmek yada yeniden kurmak istedikleri yapılanma “İslâm medeniyeti” değil, bin yıllık müslüman uygarlığıdır. Bu elbette günümüz modernitesinden daha iyi olur ama peygamberlerin kurduğu yada kurmak istedikleri İslâm medeniyeti seviyesine ulaşamaz. Zâten târih boyunca da ulaşmamıştır. Zîrâ “müslüman uygarlığı” İslâm medeniyeti” değildir. Böyle olduğu için müslümanların (mü’minlerin değil) kurduğu uygarlıklar çok daha az yıkıcı olmuş olsalar ve başka yapıcı ve iyi özellikleri olsa da mutlak ve kesin anlamda İslâm’a yâni Kur’ân ve Sünnet’e dayanmadıkları için onlar da fitne üretmekten ve ifsâd etmekten uzak duramamışlardır:

 

“O, iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yer-yüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

 

Atasoy Müftüoğlu:

 

“Müslümanların vâr olduğu, ancak, İslâmî bir toplumun vâr olamadığı bir Dünyâ’da yaşıyoruz. Bu korkunç çelişkiye ilişkin bir farkındalığa sâhip değiliz. Müslüman olarak vâr olmak mümkün iken, İslâmî bir toplum/Dünyâ inşâ etmek niçin mümkün olmasın diye kendimize sormuyoruz” der.

 

İslâm medeniyetinin ne olduğunu bilmeyen, böyle bir medeniyetin içinde yaşamak konusunda câhil ve isteksiz oldukları için İslâm medeniyeti yerine, bir bok zannederek bâtıl batı’nın şeytânî, nefsî ve beşerî şerefsiz uygarlığında yaşamayı tercih edenlere Mehmet Âkif Ersoy şöyle seslenir:

 

“Avrupa medeniyeti, bir medeniyet-i fâzıla, bir medeniyet-i hakîkiye-i insâniye değildir. Batı medeniyeti (daha doğrusu uygarlığı) Allah ve insan merkezli bir medeniyet değildir, rûhu sağır, kâlbi hissizdir. Batı medeniyeti ikiyüzlüdür. Gerçekte kahpe ve yüzsüz, hayâsız ve sefildir. Bu medeniyetin mensupları güvenilmez, alçak, sömürgeci ve İslâm milletlerine düşmandır ve batı’ya dâima temkinli yaklaşılmalıdır”.

 

İslâm toplumu, devleti ve medeniyetinin kurulmasının olmazsa-olmaz şartı, mutlak ve kesin anlamda sâdece Allah’a dayanmak, âhiret bilinci ve îmânı içinde olmak, gayba îman etmek, vahyi yâni Kur’ân’ı tek kaynak ve Peygamberimiz’i en ideâl rehber olarak görerek, her alanda ve her işte sâdece Kur’ân’ı ve Sünnet’i merkeze almak ve bunlara uygun olan ve aykırı olmayan düşünceler ve ameller üretmek ve bundan dâim olmaktır. Çünkü İslâm medeniyeti budur. Ahmed Doğan İlbey, medeniyeti hakkında şunları söyler:

 

“Kur’ânî mânâda tek medeniyet İslâm medeniyetidir. İslâm-dışı sosyâl organizasyonlara, batı’dan mülhem seküler ve teknik gelişmelere medeniyet denemez. ‘Kur’ân ve Sünnet’e tâbi olmakla meydana gelmiş toplum yâhut milletin Dünyâ’yı İslâmca şekillendirmesi’dir medeniyet. İslâm medeniyetinin varlığı ancak müslüman toplumun varlığı ile kâimdir. Dolayısıyla bir beldede müslüman bir toplum ahkâmı yaşamak için ortaya çıkmazsa medeniyet oluşmaz. Ahkâmı yürümeyen müslümanların varlığı medeniyet oluşumu için yeterli değildir. Bundandır ki Mekke’de müslümanların varlığı medeniyet meydana getirmemiştir. Medeniyet, İslâm ahkâmını yaşamak için Medîne’ye hicret eden müslümanlarca oluşturulmuştur”.

 

“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adâlet örneği ve hakkın şâhitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun” (Bakara 143).

 

İslâm’ın “muâsır medeniyet”e ulaşma hedefi yoktur, olamaz. Zîrâ İslâm medeniyeti “tüm zamanların en muâsır medeniyeti”dir. O-hâlde müslümanların da “muâsır uygarlık”a (medeniyet değil) ulaşmaya çalışması İslâm’dan kopmadan ve İslâm medeniyetinden uzaklaşmadan olmaz. Zâten “muâsır medeniyet” denilen uygarlıklar, İslâm’a ve İslâm medeniyetine karşı çıkarılmış “modern barbarlıklar”dır. İnsanlık, İslâm medeniyetinin ne olduğunun bilgisi ve bilincine sâhip olmadığı için, zamânın barbarlıklarını medeniyet zannetmektedir.

 

Şu kesindir ki Dünyâ’da insanca ve mü’mince yaşamanın tek ve biricik yolu, ancak ve ancak İslâm yâni Kur’ân ve Sünnet ile mümkündür, insanca ve mü’mince yaşamak ancak, sâdece İslâm’ı merkeze alanların kurduğu İslâm toplumu, İslâm devleti ve İslâm medeniyeti içinde olabilir.

 

Tek bir medeniyet vardır, o da İslâm Medeniyeti’dir. Medeniyet, “dîniyet” yâni din-merkezlilik demektir

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder