23 Mart 2024 Cumartesi

Allah İle Peygamber Arasını Ayırmak

 

“Allah’ı ve elçilerini (tanımayıp) inkâr eden, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyen, ‘bâzısına inanırız, bâzısını tanımayız’ diyen ve bu ikisi arasında bir yol tutturmak isteyenler” (Nîsâ 150).

 

Hak ile bâtılı ayırmak dışında tüm ayırmalar “bölmek” demektir. Hakkı ve hakîkati ortaya koymak için geçici ayırmalar olabilir ve olmalıdır elbette, fakat bir şeyi kesin ve birleşmesi imkânsız bir şekilde ayırmak bâtıldır. Bir şeyi bütünlüğünden koparmak adâletsizliktir.

 

İslâm bir tevhid yâni “birleştirme medeniyeti” iken, modernizm ise bir “ayırma uygarlığı”dır. Modernizm her-şeyi ayırmak ister. Evleri ayırır, büyük âileleri ayırır, tabakları-bardakları ayırır, insanları bireyleştirerek çekirdek âileyi ayırır, karı ile kocayı, dolayısı ile çocukları ayırır, zenginlerle fakirleri ayırır, esmerler ile sarışınları ayırır, dinleri, dilleri ve ırkları ayırır, kamu ile özeli ayırır, işçileri, mêmurları, esnafı ve emeklileri ayırır ve bunlar arasında gelir uçurumları oluşturur, madde ile mânâyı, rûh ile beyni ayırır, kâlbi, vicdânı ve merhâmeti hayattan ayırır ve koparır, maddeyi parçalayıp ayırır ve bütünlüğünü bozduğu için yapısını bozar, din ile devleti ayırır, Kur’ân ile Sünnet’i ayırır ve Allah ile Peygamber’i ayırır yâni insan ile Allah’ı ayırır ve onları birbirlerinden uzaklaştırır.       

 

Birileri; “Allah ile insan arasına girilmez” diye-diye araya kendileri girerek Allah ile insanın arasını açtıkça-açtılar. Allah ile peygamber arasını ayırdığınızda, Allah ile insanın arasını ayırmış olursunuz. “Allah ile kulun arasına kimse giremez” demek, ikisinin arasına başka bir mâbut, ilah, tanrı, şeytan, nefs ve tâğut giremez demektir. Yoksa Allah ile insan arasına melekler girer, peygamberler girer, vahiy girer. Hattâ Allah insan ile direkt ve aracısız olarak değil, insan ile arasına bir şeyler koyarak konuşur:

 

“Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile yada perde arkasından veyâ bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Şûrâ 51).

 

Allah ile insan arasına giren en etkili şey peygamberlik ve peygamberlerdir. İslâm “boş laf dinleri” gibi sâdece laf ebeliği yapmaz ve sâdece iç-âlemlere dönük olarak ruhları parlatmakla uğraşmaz. İslâm iç-âlemleri inşâ ettikten sonra dış-âlemi de inşâ etmek ve hattâ hayâtın tüm alanlarına hâkim olmak ister. Bu da bir lîderlik, önderlik ve örneklik gerektirir ki bu elbette peygamberler ile olacaktır. Peygamberler, kendilerine indirilen vahiyler doğrultusunda Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerini hayatta uygulamak ve hakîm kılmak için seçilip gönderilmiş insanlardır. Bu nedenle peygamberler kesin ve mutlak anlamda vahiy-merkezli olmak zorundadırlar. O-hâlde Allah ile peygamberlerin arasını ayırmak; Kur’ân ile Sünnet’in arasını ayırmak, îman ile amelin arasını ayırmak, bilmek ile yapmanın arasını ayırmak, iç-âlemler ile dış-âlemin arasını ayırmak, kitap ile demirin arasını ayırmak demektir.

 

Tabi “tevhid ediyorum” zannederek “Allah ile peygamber aynı şeydir”, yaratan ile yaratılan arasında öz olarak fark yoktur”, -hâşâ- “Hz. Muhammed, eşittir Allah” vs. diyerek Allah ile Peygamber’i aynı şey olarak görmek küfür, şirk, cehâlet ve bâtıldır. Çünkü “mutlak varlık” ile mukayyet varlık” aynı değildir, olamaz. Sâdece Allah bâkî ve “mutlak varlık”tır, Allah’tan başka her-şey ise yaratılmış fâni-geçici varlıklardır. Bunu da buraya şerh düşmüş olalım.     

 

Allah’ın sözü olan Kur’ân’a yapılacak en büyük zulüm, onu Sünnet’ten yâni amel-eylemden ayırmakla ve koparmakla olur. Çünkü Kur’ân sâdece bilmenin, etimolojinin, epistemolojinin, okumanın ve araştırmanın konusu değil, kanımca bundan daha çok, amel-eylemin, yapmanın, gerçekleştirmenin yâni Allah’ın sözünü hayâta hâkim kılmanın konusudur ve zâten peygamberler de bunu gerçekleştirmek için seçilmiş ahlâk-timsâli kişilerdir. Allah bu nedenle peygamberleri “en güzel örneklik” olarak gösterir ki Peygamberimiz de Ahzâb Sûresi 21. âyette “usvetun hasenetun” yâni “en güzel örneklik” olarak gösterilmiştir:

 

 “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

Bu nedenle Allah ile yâni Allah’ın sözü olan Kur’ân ile Peygamber’i yâni o’nun vahiy-merkezli en ideâl yaşma-tarzını, amel-eylem şeklini ve İslâmî hareket metodunu birbirlerinden ayırmak, “İslâm’ın bütünlüğünü bozmak” anlamında bir cehâlet ve küfürdür. Allah Peygamberimiz için: “Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4) ve: “Biz seni âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 107).

 

İslâm, hak ile bâtılı kaynaştıran değil; hak ile bâtılın arasını “uzlaşmaz bir şekilde” ayıran bir din’dir. Zîrâ hak geldiğinde bâtıl yok olur gider: (İsrâ 81). Günümüzde bâtıl, hem klâsik ve geleneksel hurâfeler ve uydurmalarla, hem de modern hurâfe, uydurma ve zırvalıklarla sürdürülmektedir. Modernler geleneğe ha-bire çatıyorlar ve bu-bağlamda amel-eylemin, “yapma”nın, gerçekleştirmenin ve hâkim kılmanın güzel örnekliği olan Peygamberimiz’i de hesap-dışı tutarak “sâdece Kur’ân” ve “Kur’ân yeter” diyerek Kur’ân ile yâni Allah ile Peygamber’in yâni Sünnet’in arasını “iyi bir şey yapıyorum” zannederek ayırıyorlar. Böylece îman ve amel arasını ayırmış ve açmış oluyorlar. Sonuçta da -sözde- Allah’a inanıyorlar, sâdece Kur’ân’ı rehber ediniyorlar ama iş amel-eyleme ve davranışa gelince modernizme, beşerî felsefelere, düşüncelere, ideolojilere, modern-bilime ve teknolojiye uyuyorlar. Çünkü Allah ile Peygamber’in arasını ayırmışlardır ve Peygamberimiz’in “güzel örneklik” denilen Sünnet’ini yâni vahiy-merkezli yaşayış, direniş ve mücâhede-mücadele tarzını iptâl  ve inkâr etmişlerdir.

 

Peki bu tutumun yâni Allah ile Peygamber’in arasını ayırmanın sonucu nedir?. Elbette sünnetullah gereğince bunun sonucu, Dünyâ’da rezillik, âhirette ise acı bir azapla sonuçlanacak cezâdır. Çünkü tüm ayırmalar, ayrılmalar, bölünmeler, iptâller ve inkârlar, Allah ile Peygamber’in arasını ayırmakla ve Peygamber’in yerine şeytânî, nefsî, tâğûtî, dünyevî şeyleri koymakla başlar. Allah işle Peygamber’in arasını ayırdığınızda, Kur’ân’ı da ayırmaya ve bölmeye başlarsınız. Meselâ Kur’ân’dan bâzı âyetleri “âyet” olarak görmemeye, iptâl ve inkâr etmeye başlarsınız. Mekkî âyetler ile Medenî âyetlerin arasını ayırmaya ve Medenî âyetleri iptâl ve inkâr etmeye başlarsınız. “Târihsel” diyerek “ahlâkî” ve “evrensel” diyerek bir-kaç âyet dışında tüm âyetleri sâdece teberrüken okunacak “târihsel değerler” ve “hayatta uygulanamayacak boş laflar” olarak görmeye başlarsınız. Üstelik, “aklını kullananlar yeni âyetler getirebilir ve hüküm de koyabilir” diyerek şeytanın ve nefsin fısıldadıklarını ve tâğutların emrettiklerini din diye ortaya koymaysa başlarsınız. İşte Allah ile Peygamber’in arasını ayırmakla başlayan sürecin sonu Dünyâ’da böyle rezil olmaktır ki bundan başka bir de âhirette ve cehennemde karşılaşılacak acı azâbı vardır.

 

Allah ile Peygamber’in arasını ayırarak Peygamber’i iptâl ve inkâr etmenin ve gereksiz görmenin sonucunda bir cezâ olarak Kur’ân’ın da âyetlerini ya direkt olarak iptâl ve inkâr etmek yada moderne uydurmak için aşırı yoruma boğarak ve eziyet ederek iptâl ve inkâr etmek kaçınılmaz olur. Bu da aslında Allah’ı da iptâl ve inkâr etmek anlamına gelir.

 

İşte tüm bunlar, Allah ile Peygamber’in arasını yâni Kur’ân ile Sünnet’in, resûl ile nebînin, îman ile amelin, din ile Dünyâ’nın, madde ile rûhun ve bilme ile yapmanın arasını ayırmanın bir cezâsı olarak Allah’ın tokadını yemiş yada yiyor olmanın bir göstergesidir. Allah’ın ağır tokadını yemiş yada yiyor olanların tüm târih boyunca yaptığı şey, “Allah ile Peygamber’in arasını ayırmak” olmuştur.

 

İslâm kısaca; “Allah ne diyorsa o”, “Peygamber nasıl yaptıysa öyle”dir. “Denilen” ile “yapılan”ın arasını ayırmak küfür, şirk, nifak, fitne, ifsâd ve âdî bir şerefsizliktir.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder