15 Mart 2024 Cuma

Din, Bilim, Felsefe

 

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır…” (Âl-i İmran 19).

 

“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa O, size Kitab’ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu-hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (En-âm 114-115).

 

“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek sâdece Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

 

Din: “Tanrı’ya, doğa-üstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum. Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve sembôller biçiminde toplayan, sağlayan düzen. İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veyâ ülkü, kült. İnsanların ilk yaratılışından bu yana Dünyâ’da olduğuna inanılan, insanın yaratıcıyla ve çevreyle ilişkisini düzenleyen yapıya verilen isim” (TDK).

 

Felsefe: “Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması. Bir bilimin veyâ bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü. Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi. Dünyâ görüşü. Bir konuda soyut düşünüş” (TDK).

 

“Felsefe (Yunanca; philosophia, “bilgelik sevgisi” veya “hikmet arayışı”); varlık, bilgi, gerçek, adâlet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgili özsel sorunlara ilişkin yapılan çalışmalardır. Felsefe düşünce sanatı olarak da bilinir” (Vikipedi).

 

Bilim: “Evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp bir-takım yöntem ve deney-yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak bir-takım yasalara ulaşan bilgi-yolu, düzenli ve tutarlı bilgi. Yöntemle elde edilen ve uygulamayla doğrulanan, her zaman ve her yerde geçerlik ve kesinlik nitelikleri taşıyan yöntemli ve dizgesel bilgi. Evrenin yada olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”.

 

Din, felsefe ve bilimin kısaca tanımlarını verdik ama şunu söyleyeyim ki hiç-bir şeyin tam tanımı, aslında yapıldığı gibidir. Bizim bu yazıda bahsettiğimiz din elbette İslâm’dır, felsefe Yunan felsefesidir ve bilim de modern-bilimdir.

 

Pozitif-modern bilginin zannettiği gibi dinler, özellikle de tek-tanrılı dinler (ki aslında tek-tanrılı tek din sâdece İslâm’dır, çünkü Allah katındaki tek hak din İslâm’dır) sonradan ortaya çıkmış değil, tâ ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den bêri İslâm da vardır, o’nunla birlikte yada o’ndan hemen sonra bâtıl dinler de hep olmuştur. Yâni ilk ortaya çıkan şey felsefe yada felsefî düşünce değildir. Din ilk olandır ve tek hak din olan İslâm ilk insan ve beşer olan Hz. Âdem ile başlar. Felsefe ise daha sonra ortaya çıkmıştır. Bilim ise bir şeylere ihtiyaç duyulmaya başlandığında madde üzerinde yapılan “maddeyi değiştirme çalışmaları”dır.

 

İslâm ilktir, daha sonra bâtıl inanış ve düşünceler ortaya çıkmıştır. Bu bâtıl inanış ve düşüncelerin sistemli hâle getirilmesi felsefe ile olmuştur ve felsefe dinden sonra ve dîne karşı olarak ortaya çıkmıştır. Esâsen Aristo ile başlamıştır. İslâm Allah’a dayanırken, felsefe ise akla dayanır. Allah’a dayanan elbette “ilk” olacaktır. Allah’tan kopuk olan akla dayanan felsefe ise Allah’ı hesâba katmadan düşünmek ve açılama yapmaktır. yapılan En sonda -sözde- aklın kemâle ermesiyle birlikte modern-bilim ortaya çıkmıştır. Aslında felsefe, dîni, modern-bilim de felsefeyi dışlayarak ve “öldürerek” ortaya çıkmıştır. Felsefe ile modern-bilimin ortak yanı, ikisinin de Allah’ı ve dîni hesâba katmaması ve İslâm’ı dışlayarak ortaya çıkmış olmasıdır. Felsefe de modern-bilim de Allah’a değil de akla dayandığından dolayı özünde İslâm-dışı ve İslâm-karşıtıdırlar. Fakat eğer ikisinin de dayandığı akıl vahiy-merkezli inşâ olan bir akıl ise, felsefe ve bilim ile varılan sonuçlar da “hak” olur. Felsefe ve bilimin vardığı sonuçların “hak” olmamasının nedeni, dayandıkları aklın Allah’tan, dinden ve vahiyden kopuk olması ve hattâ bunlara karşı olması nedeniyledir. Bu nedenle felsefe de modern-bilim de hiç-bir zaman kesin ve net bilgiye ulaşamamıştır ve ulaşamaz, üstelik her zaman eksik kalacağı için yanlış sonuçlara varacağından dolayı fitne üretip ifsâd edici olmaktan kurtulamaz.     

 

Din’de yâni İslâm’da zinhar ve aslâ bir şüphe ve kuşku yoktur. Fakat felsefe ve modern-bilim şüpheye ve kuşkuya dayanır. Felsefeyi ve modern-bilimin motive eden şey kuşkudur. Bu yüzden de akla dayandıkları için ilgilendikleri ve yöneldikleri maddeyi ve dünyevî olayları, o şeyin fıtratına, doğasına ve normâle aykırı olacak şekilde yorumlamak isterler. Bir türlü o şeyi olduğu gibi kabûl edemezler. Çünkü merkezlerinde şüphe ve kuşku vardır. İslâm’a göre ise yaratılmış bir şey nasılsa yâni Allah nasıl yaratıysa öyledir ve başka türlü değildir, olamaz.  Bu yüzden felsefe ve bilim, yaratılmış olanların Yaratıcısını hiç hesâba katmadan, “şu yaratılmış şeyin hakîkati nedir acaba?” diye sorular ve onu inceden-inceye araştırmaya başlar ama param-parça etmesine rağmen yine de bir türlü de işin sonunu getiremez. Laf aramızda, aslında getirmek de istemez. Çünkü işin sonunu getirdiği anda işsiz kalır. İşin kötüsü, “soruluyorum ve araştırıyorum” diyerek parça-pinçik ettiği şeyi tekrar bütün hâline de getiremez. Bu yüzden felsefe ve bilimin yâni akıl-merkezliliğin zarar verici olması kaçınılmazdır. Zâten felsefede ve bilimde kesinliğin olmamsının nedeni de budur. Apaçık olan şeyden şüphe duyarlar ve onu yorumlaya-yorumlaya ve parçalaya-parçalaya başkalaştırırlar ve en sonunda da o parçalara başka-başka isimler verirler ki zâten yaptıkları tek şey de budur.

 

Felsefe de tabî olacaktır-olmalıdır, çünkü bir şey üzerinde düşünmek insanı diğer varlıklardan ayıran şeydir. Fakat felsefe ancak Allah’a dayandığında, vahyin yönlendirmesinde olduğunda ve vahiy-merkezli olarak inşâ olmuş akıl ile yorumlandığında doğru sonuçlara ulaşabilir. Felsefe özünde din-dışı olmak zorunda değildir. Fakat felsefe Allah’a değil de akla dayalı olarak ortaya çıkmış olduğu için felsefeyi akıl-merkezli yapmak kolay değildir. Çünkü zâten en baştan Hz. Âdem’den sonra “sistemsiz olarak dinden kopuş” olarak başlayan felsefe, Aristo ile birlikte “sistemli bir dinden kopuş” olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden felsefe, “dîne karşı bir din”dir.

 

Bilim de hep vardır. Fakat bu bilim “zanaat” şeklinde, ihtiyâca binâen ortaya çıkarılan doğal ve küçük araç-gereçler olarak çıkmıştır. Yâni kesici bir âlet gerekmiştir ve insanlar taşı, tahtayı, kemiği vs. yontarak kesici âlet yapmışlar, su içmek yada yemek yemek için bir kap lâzım olmuştur ve yine taştan-topraktan kaplar yapmışlardır. Çok önemli olan ateşi yakmasını öğrenmişler, tekerleği îcât etmişler, giysiler üretmişler vs. Bilim ve teknik ilk-başta buydu. Bu, doğaya zarar vermeden çok uzun süre boyunca devâm etmiştir ve yavaş-yavaş (hızlı değil) gelişmiştir. Bilimin Allah’tan ve din’den koparak farklı bir yola girmesi de yunana dayanır. Yunanlı doğa filozofları yada bilginleri, gökleri, doğayı, hayvanları vs. yorumlamayı hep Allah’a dayanmadan, dîni-îmânı hesâba katmadan sâdece akla dayanarak yapmaya başlamışlar ve isâbetli sonuçlar elde ettikleri gibi isâbetsiz ve faydasız sonuçlar da üretmişlerdir. Fakat yunan ile farklılaşan ve başka bir yola giren bilim o yolda ilerleyememiş ve zâten orta-çağda doğallığına büyük oranda geri dönmüştür.

 

Bilimin asıl yoldan çıkması ve yoldan çıkartıcı olması modernleşmesiyle, yâni Allah’tan, dinden, doğaldan, fıtrattan ve normâlden kopmasıyla ve kapitâlizm, liberâlizm ve emperyâlizm ile olmuştur. Böylece bilim artık modern-bilim ve sonra da teknoloji olmuştur. Modern-bilim, dîne ve doğaya aykırı olduğu için kırmızı çizgisi yoktur ve aşırı üretime dönüktür. Bu nedenle de hiç-bir sınır tanımaz ve üretip durur. Fakat ürettikleri şeylerin insanlara bâzı faydaları olsa da uzun vâdede fitne çıkarıcı, ifsâd edici ve zarar vericidir. Atom bombası yapmanın, savaş uçaklarıyla gariban insanları bombalamanın, elektronik ürünler ile insanları sömürmenin, yapay zekâlarla insanları gerçeklikten koparmanın, televizyon, telefon, bilgisayar, internet, sosyâl medyâ ile insanların ahlâkını bozmanın iyi bir tarafı yoktur ki!..    

 

Peki Allah’tan, din’den ve doğaldan kopan felsefe ve bilim niçin yunanda çıkmıştır?. Çünkü doğu toplumları Allah’tan ve dinden kopuk şeyleri yapmayı düşünmediler ve istemediler. Bunun kesin bir nedeni yoktur ama kanımca büyük oranda coğrafya ile ilgilidir.

 

Felsefe dînî olmayan ilk kurumdur. Gücünü dinden almaz ve sorunları çözme yolunda felsefe dışında bir mercie başvurmaz. Felsefe bilimi de dinsizleştirmiştir ve modern-Allahsız bilim çıkmıştır ortaya.

 

Allah’a yâni Bakî olana dayanamayan her-şey eksiktir, yanlıştır ve yıkılmaya-ölmeye mecburdur. Felsefe ve modern-bilim, dîne gerek kalmadığını hattâ Tanrının öldüğünü söylemişlerdir ama asıl ölen yada can çekişen kendileridir. Nietzsche: “Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu biz öldürdük” demiştir ve güyâ dînin de ölümünü îlân etmiştir ama, ondan sonra da Stephen Hawking çıkmış ve o da “felsefe öldü” demiştir. Stephen Hawking şöyle der: “Evrenin bir yaratıcıya ihtiyâcı var mıydı?. Çoğumuz zamânımızın çoğunu bu sorular hakkında endişelenerek harcamayız ama neredeyse hepimiz zaman-zaman onlar hakkında endişeleniriz. Geleneksel olarak bunlar felsefe için sorulardır, ancak felsefe öldü”. Martin Heidegger ise 1938’de bilimin öldüğünü söylemişti. Marcel Duchamp da 1917’de “sanat öldü” demişti. Dinden bilime, sanattan felsefeye değin varlığı anlamlandırma çabasındaki tüm edimlerin öldüğü îlân edilmiştir.

 

Evet; aslında modern-bilim de ölmüştür ve günümüzde yaşayan ve “bilim” zannedilen şey teknolojiden başkası değildir. 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra modern-Allahsız bilim bitmiştir ve yeni bir bilimsel düşünce teori yoktur. Her-şey öncekinin tekrârı ve geliştirilmesi yada değiştirilmesinden ibârettir. Teknoloji ise patlamaya hazır bir bomba hâline gelmiştir. Büyük bir gürültüyle patlayıp ölmesi an meselesidir. Oysa teknoloji insana kolaylıklar getirmek için ortaya çıkmıştı, fakat târihte hiç olmadığı kadar büyü zorluklar ortaya çıkarmış ve insanlara büyük acılar yaşatmıştır. Çünkü bunlar doğa uygun değildir, doğal bünye bunları kaldırmaktadır. Zîrâ doğallıktan kopan hiç-bir şey insana kolaylık getirmez ve kısa yada uzun vâdede çeşitli zorlular ve sıkıntılar ortaya çıkarır. Bu nedenle teknoloji de mecbûri bir ölüme gidecek ve ya din-merkezli yeni bir doğallık ortaya çıkacak yada kıyâmetler kopacaktır.      

 

Teoman Duralı bilim ve teknoloji konusunda şunları söyler:

 

“Efendim, felsefeyle bilim bir bütündür. Felsefe nasıl durmuşsa günümüzde ve yoksa, bilim de öyle durmuştur. Bilim dediğimiz bugünkü çalışmalar teknolojidir, fendir. Bilim yapılmıyor artık, çok ender olarak belki astrofizik çalışmalarından bahsedebiliriz, o bir tarafa ama büyük ölçüde artık günümüzde bilim yapılmıyor, bilimle uğraşılmıyor. Çok yaygın bir hatâ var günümüzde; teknolojik gelişmeyi bilimsel bir gelişme gibi algılıyoruz. felsefeyle bilim birlikte Dünyâ’ya gelmişlerdir ve aynı hedefe yöneliktirler, aynı yöntemi izlemektedirler. Felsefenin ölümüyle birlikte, 20. yüzyılın ikinci yarısında felsefe ortadan kalkınca bilim de ortadan kalkıyor. Günümüzde bilim yapılmıyor artık.

 

Bugün Avrupa’nın, Avrupa’daki kültürlerin, toplumların, milletlerin bütün ötekilere üstün olmasının tek sebebi Yunan’dan çıkıp gelmiş felsefe-bilim geleneğini üstlenmeleridir. İslâm medeniyeti de bunu üstlenmiştir ama İslâm medeniyeti felsefe-bilime biricik önceliği vermemiştir, dîne bağlı kalmıştır. Avrupa’daki kültürler, toplumlar felsefe-bilim uğruna dîne sırt çevirmişlerdir. Tekrâr ediyorum, Avrupa’da istemediğiniz kadar dindar insan var, mütedeyyin insan var ama toplumun, devletin dayandığı temel kurum 16. yüzyıldan îtibâren din olmamıştır. Din neye engeldir?. Sermâyeciliğin baş-tâcı ettiği kâr güdüsüne engeldir. Bu sebeple de zâten sermâyecilik geliştiği ölçüde Avrupa dinden yâni Katoliklik’ten çıkmıştır. Katoliklik bir din’dir. Bunun yerine ikâme edilen Protestanlık olmuştur”.

 

Felsefede ve modern-bilimde yol alabilmeniz için dinden uzak durmanız gerekir. Yoksa ya bir noktada felsefeyi yada dîni terk etmen yada ikisini de terk etmediğinde kafayı yemeniz kaçınılmaz olur. Zıt-kutuplu mıknatısları birleştirmeye çalışmak gibi bir şey.

 

Felsefe dîni, modern-bilim felsefeyi, teknoloji de modern-bilimi öldürerek merkeze oturmuş ve tahta geçmişlerdir. Dîne karşı olmakla ve Allah yerine akla dayanmakla hayat bulan felsefe dîni, felsefenin ekürisi olan ama sonra zâlimleşen modern-bilim felsefeyi, kapitâlistleşen, emperyâlistleşen ve vahşîleşen teknoloji ise modern-bilimi öldürmüştür. Fakat teknoloji de oburluktan dolayı hastadır ve ölme yoluna girmiştir. Böylece ortada ne tahrif edilmiş din, ne felsefe, ne modern-bilim kalmıştır ne de teknoloji uzun süre yaşayabilecektir. Fakat şu iyi bilinsin ki Allah bâkîdir ve ölmez.

 

Bu nedenle felsefe, modern-bilim ve teknoloji hiç-bir zaman hak dînin yerini alamaz. Bunu zorla yapmaya kalktığınızda felsefe, bilim ve teknolojinin yaptığı şey olur ve Dünyâ ifsâd olur ve insanlığın anası ağlar.

 

“Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (Bakara 147).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder