14 Mart 2024 Perşembe

Allah’a İnanmak, Atalara Uymak

 

“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170).

 

Klâsik yada modern anlamda, Allah’a dayanmayan tüm bağlılıklar “atalar”a dayanmak zorundadır. Bir inanç sistemi ya Allah’tan gelir ve peygamberler yoluyla insanlara ulaştırılır yada atalar yoluyla gelir ve kuşaktan-kuşağa ulaşır. Üçüncü bir yol yoktur. Yâni ya vahye ve peygamberlere uyarak “sâdece Allaha” taparsınız, yada ataların getirdiklerini merkeze alarak insana-beşere taparsınız ki bunun ana-göstergesi “atalara tapmak” şeklindedir. Üçüncü bir yol yoktur.

 

Allah’a tapmayanlar başka bir yol olmadığı için mecbûren “ata”lara taparlar. Çünkü insanın değer verdiği ve uyduğu şey ya Allah’tan gelmiştir yada insanlardan. İnsanlar ya Allah’ın kânunlarına yada “ata”larının geleneklerine, kânunlarına ve yollarına uyarlar. Bu nedenle Allah’tan gelen vahye ve peygamber örnekliklerine göre yaşayamayanlar, ataların ortaya çıkardığı ve sürdürüp geldiği dinlere, inançlara, yollara, felsefeye, düşünceye, ideolojilere, onarın ürettiği ve yaptığı şeylere yâni kısaca atalarına göre yaşarlar. Fakat şu iyi bilinmelidir ki, kime göre düşünüyor, konuşuyor ve yapıyorsanız “ona tapıyorsunuz” demektir. Tapmak, “tapılana göre yapmak” demektir.

 

Târih boyunca gönderilmiş tüm peygamberlerin muhâtapları, Allah’a inanan ama atalarına tapanlar olmuştur. Bunlara kâfir ve müşrik denilmesi, Allah’ın dîni yerine ataların dinlerine uyanlar yâni atalarının açtığı yolda, gösterdiği hedefte gideni atalarının kânun, kural, tavsiye ve yasaklarına göre yaşamalarıdır. Allah’a inanmak ama atalara uymak, aslında “atalara tapmak” demektir. Atalara uymak insanların kadim dinleridir. Hâlbuki tüm zamanlarda atalar inanç konusunda yanlış yolda olmuşlar, küfre ve şirke düşmüşlerdir. Gafletin ana-nedeni ve peygamberlerin gönderilmesin sebebi budur:

 

“Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gâfil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin)” (Yâsîn 6).

 

İslâm, “ataların dîninden ve sünnetinden, sünnetullaha ve peygamberlerin sünnetine (güzel örneklik) dönüş”tür. Çünkü:

 

“Allah ki, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir” (Saffât 126).

 

Peygamberlerin gönderildiği toplumlar hep, -sözde- Allah’a inanmalarına rağmen atalarına uyan kişilerdi. Peygamberler insanları “ata”lara uymaktan men edip “sâdece Allah’a” uymaya çağırmışlardır ve zâten tüm mücâdele de bu nedenle verilmiştir: 

 

“Onlara: ‘Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin’ denildiğinde, ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter’ derler. (Peki,) ya ataları bir şey bilmiyor ve hidâyete ermiyor idilerse?” (Mâide 104).

 

Tüm seküler sistemler, ortaya koydukları paradigmaları için sözde meşrûiyetlerini “atalarından” almak zorundadırlar. Fakat bunun elbette bir bedeli vardır. Tüm şirk, küfür, adâletsizlik, haksızlık, ahlâksızlık ve zulüm ve insanların başına gelen musîbetler hep “atalara uymak”tan dolayıdır. Çünkü kânun, kural, düşünce, söylem ve davranışlar Allah’a göre olmadığında atalara yâni insanlara göre olur. Kendisine uyulmayı istismâr etmeyecek tek varlık Allah olduğu için, ataların çıkardığı kânun, kural ve uygulamalar yâni dinler hep küçük bir azınlığın işine yarayacak, onları mutlu edecek ve geriye kalan büyük çoğunluk ise zorluklar ve korkular içinde yaşamak zorunda kalacaklardır. Zâten tüm zamanlarda; “atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” diyenler de, peygamberlere ilk karşı çıkan bu ayrıcalıklı sınıftır. Allah’ın atalara değil de “sâdece kendisine” uyulmasını istemesinin nedeni, adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın ve dolayısı ile küfrün, şirkin ve zulmün ortadan kalkması içindir. Çünkü Allah nimetlerini “sâdece bâzı insanların” değil, tüm kullarının üzerinde eşit ve âdil şekilde görmek ister.  

 

Aslında ilk başta, şeytanın, nefsin ve tâğutların yâni çıkarcı mutlu azınlığın baskısı nedeniyle -sözde- Allah’a inanmalarına ve O’nu “en yüce ilah” olarak kabûl etmelerine rağmen tüm düşünce, söylem ve eylemlerinde atalara uyanalar, bunu daha sonra cehâletten dolayı sürdürürler. Halkın geneli, hak dîne değil de din adına uydurulmuş boş şeylere inanırlar ve buna göre düşünce, söylem ve davranış gösterirler. Bu da “bâtıla bağlılık” olarak tezâhür eder ve böylece atalar dîni ortaya çıkmış olur. Bu sâdece geçmişte kalmış bir şey de değildir. Modern anlamda da “ata”lara uymak durumu devâm etmektedir. Meselâ eskiden bêri gökteki Tengriye inandıklarını söylemelerine rağmen, yerde ise sonu han, kan ve ğan ile bitenlere uymuşlardır. Gök-Tengriye inanmışlar ama yeryüzünde atalara uymuşlardır. Oğuz Ata, Mete Ata, Atilla Ata, Cengiz Ata, Selçuk Ata, Alparslan Ata, Osman Ata, Korkut Ata, Saltuk Ata, Mevlâna Ata, Yûnus Ata ve en sonunda da Kemal Ata, Türklerin hiç durmadan izlerinde yürüdükleri, koşulsuz-şartsız uydukları ve yolunda gittikleri atalar olmuştur. Türklerin “Ata”ya bu kadar bağlı olmasına şaşırmamak gerekir. Zîrâ Türkler, aslında tüm zamanlarda Tengriyi göklere hapsedip yeryüzünde “atalar”a tapınmışlardır. Günümüzde de “kâinât imamı”, dünyâ lîderi, Nobel sâhibi, para babası nice atalar vardır uyulan daha doğrusu Allah yerine kendisine tapılan. %99’u müslüman(!) olan Türkler, -sözde- Allah’a inanmakta fakat atalara uymakta ve tapmaktadırlar.  

 

Oysa Allah, tüm atalar da dâhil herkesin tek Rabbidir:

 

“Dedi ki: O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir”uârâ 26).

 

Târih boyunca sürekli olarak peygamberlerin gönderilmesinin ve vahiylerin indirilmesinin nedeni nedir?. Çünkü ortada bir sorun vardır, bir haksızlık vardır ve bir zulüm vardır. Bunların sebebi, “sâdece Allah’a uyulmaması” ve -sözde- Allah’a inanılmasına rağmen atalara uyulması”dır. Atalarını bu sapık yolda bulanlar, kendileri de aynı yolda gitmişler ve onlar da klâsik yada modern kişiler olsun, atalara uymuşlardır-uymaktadırlar:  

 

Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. Kendileri de onları izleri üzerinde koşturup-duruyorlardı” (Sâffât 69)

 

Yaratan, hidâyet veren, yediren, içiren, şifâ veren, öldürecek, diriltecek ve âhirette affedebilecek olan sâdece Allah olmasına rağmen insanlar yine de Allah’a değil de atalarına uymaktadırlar:

 

“Onlara İbrâhim’in haberini de aktar-oku: Hani, babasına ve kavmine: ‘Siz neye kulluk ediyorsunuz?’ demişti. Demişlerdi ki: ‘Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz’. Dedi ki: ‘Peki, duâ ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?. Yada size bir yararları veyâ zararları dokunuyor mu?’. ‘Hayır’ dediler. ‘Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk’. (İbrâhim) dedi ki: ‘Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?. Hem siz, hem de eski atalarınız?. İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hâriç. Ki beni yaratan ve bana hidâyet veren O’dur; Bana yediren ve içiren O’dur; ‘Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur; ‘Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur, ‘Din (cezâ) günü hatâlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur” (Şuârâ 69-82).

 

Çünkü her-şeyi ataları üzerinden değerlendirmektedirler:

 

“Andolsun, bu (azab ve dirilme) tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, olsa-olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir” (Neml 68).

 

Helâli-haramı günahı-sevâbı bile, her şeyi yaratan Allah değil de atalar belirlemektedir:

 

“Onlar, ‘çirkin bir hayâsızlık’ işlediklerinde: ‘atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti’ derler. De ki: ‘Şüphesiz Allah, çirkin hayâsızlıkları emretmez!. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf 28).

 

Allah’a ve dîne ucundan-kıyısında bağlı olmalarına, O’na tam bir teslîmiyetle teslim olmayı yobazlık ve körlük olarak görmelerine, Allah, âhiret, gayb, melekler, vahiy, peygamberleri, Kur’ân ve Sünnet yâni İslâm hakkında kuşkular ve şüpheler içinde olmalarına rağmen, atalarına körü-körüne ama sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız ve kuşkusuz-şüphesiz tam bir teslîmiyetle bağlanıp uymaktadırlar. Peki neden?. Çünkü Allah’a, âhirete, dîne, İslâm’a göre yaşamanın bâzen ağır da olabilen bedelleri vardır. İslâm, kendisini kabûl edenlere zorluklar, zorunluluklar, sorumluluklar, ödevler ve görevler yükler. Bu da insanın, hayâtı “dilediği gibi”, haz, zevk, neşe ve refah içinde yaşamasına engel olur. Zîrâ İslâm’ı kabûl etmek, bir-çok şeyden vazgeçebilmeyi ve sonuçta da “sınırlı yaşamayı kabûl etmek” demektir:

 

“Dediler ki: ‘Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın” (Hûd 87).

 

Atalara uymanın olumlu yönleri de vardır elbette. En önemli olumlu yön “beslenme”yle ilgilidir. Onlar gibi beslenirseniz, doğru beslenmiş olursunuz. Âdâb ve edeb konusunda atalardan örnek alınacak şeyler vardır. Aslında atalara uymanın kınanan tarafı, Allah’a inanıldığı söylenmesine rağmen, Allah’ın sözlerine ve kurallarına göre değil de ataların sözlerine ve kurallarına göre düşünülmesi, konuşulması ve yaşanılmasıdır. Göklerin Rabliğinin Allah’a verilirken, yeryüzünün rabliğinin atalara verilmesidir. Yoksa atalara ne olursa-olsun her durumda karşı çıkmak diye bir şey yoktur ki Allah zâten atalara yâni ana-babaya “öf” bile denilmesini yasaklar ve onlara merhâmetle davranılmasını emreder. Modern nesil, “atalara tapmayalım” sözünü abartınca, ataların (anne-baba, dede-nine) değeri kalmadı ve bir yük olarak görülmeye başladılar. Sonuçta da huzur-evlerine gün doğdu.

 

Evet; şirk, “Allah’a inanmak ama atalara uymak”tır. Şirk, “Allah’ın ekmeğini yiyip, atalara tapmak”tır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder