30 Mart 2024 Cumartesi

İslâm’ı Sevmek Yada Sevmemek

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

İşte bütün mesele, bu âyette söylenen sözü kesin bir inançla söyleyebilmek yada söyleyememektir. Dünyâ’yı değiştirecek ve İslâmi bir yörüngeye sokabilecek olanlar bu sözü tüm kâlpleri ve inançlarıyla söyleyebilen Allah’ın râzı olduğu kişilerdir. Bu sözü söyleyebilmek için İslâm’ı gerçekten de sevmek ve bu nedenle de ona adanabilmek gerekir. 

 

Sevmeden, istemeden yapılan hiç-bir iş “iyi” ve güzel olmaz. İnsan sevmediği ve istemediği bir işi yapmaz, yapsa da iyi ve güzel yapmaz da ya aksatır yada yarım-yamalak yapar. Böyle bir işten elbette bir hayır gelmez.

 

İnsan ya Allah’ın râzı olacağı ve olduğu şeyleri, yada nefsinin hoşuna giden şeyleri yapmayı sever. Fakat nefsin sevdiği şeyleri yapmanın sonucu sâdece şu kısa dünyâ-hayâtında görülebilir. Yâni nefsin hoşuna giden şeyleri yapmak geçicidir, fânidir ve kısa zamanda biter gider. Oysa Allah’ın râzı olduğu şeyleri yapmanın bu dünyâda bâzı zor sonuçları olsa da âhirette ebedî iyi sonuçları olur.

 

Allah’ın râzı olduğu şeyler, İslâm ile belirlenmiştir. O-hâlde İslâm’ı sevmek, cenneti sevmek; nefsi sevmek ise Dünyâ’yı sevmek anlamına gelir.

 

Hz. Âdem ve Havvâ cennette onca nîmetler içindeyken bile şeytan onları, Allah’ın yasakladığı şeyi yaptırarak kandırmıştır. Tabi bunu, “iki melek olmayı” sevdirerek yapmıştır. Âdem ve Havvâ sâdece “tek bir ağaca dokunmayın” emrine karşı, insanda bulunan nefsin etkisi nedeniyle yasak olana yönelmeyi sevmişler ama sonunda da pişmân olmuşlardır. Çünkü cennetten kovulmuşlardır. İşte o günden bêri insanlar Allah’ın râzı olduğu şeyleri sevmekten çok şeytanın ve nefsin râzı olduğu şeyleri sevmiştir.    

 

Kendine “müslüman” diyenlerin çoğu aslında İslâm’ı sevmiyorlar. Zâten Allah’ın varlığını kabûl ettiklerinde İslâm’ı da kabûl ettiklerini ve işin bittiğini zannederek başka bir şey yapmaya gerek olmadığını düşünmektedirler. O yüzden de İslâm’ın emir ve yasaklarını yerine getirmiyorlar. Namaz, oruç, zekat, hac, kurban, baş-örtüsü, tesettür vs. emirleri yerine getirmedikleri gibi yasakları da genelde çiğniyorlar. Kur’ân’ı okumak ve idrâk etmek ve de ona göre yaşamak düşüncesi zâten akıllarının ucundan bile geçmiyor. Zâten çoğu kişi Kur’ân’ı, “teberrüken Arapçasından anlamadan seslendirilecek bir mushaf” olarak görüyor. Onu idrâk edip de ona göre bir yaşam-tarzı belirlemeyi hem düşünmüyor hem de aslında sevmiyorlar. Bu nedenle de “Allah Kur’ân ile bize bir şeyler söylüyor” sözüne burun kıvırabiliyor ve hattâ kızabiliyorlar da.  

 

Peki insanlar niçin İslâm’ın gereklerini yerine getirmiyorlar?. En genel nedeni cehâlet, sonra şeytan, nefs, tâğutlar, modernizm ve modern yaşama-tarzı, âilelerin ve ataların umursamazlığı, insanların sorumluluk almak istememeleri, kafa ve beden konforlarının bozulmasından korkmaları, vakitlerini Kur’ân ve ibâdetler için harcamak istememeleri, “azalır” düşüncesiyle paralarını yoksullarla paylaşmaya yanaşmaktan kaçınmaları, namaz ve sahur için uykularını bölmek zor geldiği, oruç ile aç kalmaktan korkmaları, namazın hayâtı kontrôl etmesinden hoşlanmamaları vs. gibi nedenlerdir. Fakat aslında tüm bunları yapmamalarının nedeni, “İslâm’ı sevmemeleri”dir.

 

Bu dediklerimi yapmanın zorlukları vardır ama bunları yerine getirmeyenlere baktığımızda hiç şaşmadan ve aksatmadan çok daha zor şeyleri yapabiliyorlar. Meselâ spor yapıyorlar ki bâzı ağır sporlar da buna dâhildir. 15-20 km. koşuyor, ağır halterleri kaldırıyor, zorlana-zorlana vücut geliştirme çalışıyor, kanter içinde yürüyor, koşuyor, üstelik bunlara çok daha fazla vakit ayırabiliyorken, Allah’ın emrettiklerini yapmıyor. Niye?. Zor geldiği için mi?. Elbette hayır!. Yapmıyor, çünkü bunları yapmayı sevmiyor. Zîrâ nefsi bunları yapmaktan hoşlanmıyor. Fakat daha zor olanları yapabiliyor, çünkü onları yapmayı seviyor. Sevince nefsi de sevmiş oluyor.

 

Açıkça söylüyorum; namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar, imkânı ve durumu müsâit olmasına rağmen hacca gitmek istemeyenler ve zekat vermeyenler yada veremeyenler, kurban kesmeyenler, Kur’ân okumayanlar, tebliğ-dâvet yapmayanlar, Allah’ın râzı olmayacağı şeyleri yapmaktan vazgeçmeyenler, tüm bunları “İslâm’ı sevmedikleri için” yapmıyorlar, başka bir sebepten dolayı değil. Peki niye sevmiyor?. Zor geldiğinden falan değil, inanamadıkları yada yeterince inanmadıkları için  sevmiyorlar. Bir îman sorunu olduğu için, Allah, onlara, râzı olduğu şeyleri yapma sevgisi vermiyor. Olay budur. Çünkü insan ancak inandığı şeyi bilir, bildiği şeyi sever ve sevdiği şeyi yapar. Sevmediklerini ise ya hiç yapmaz yada zorla ve istemeyerek yapar ki İslâm söz-konusu olduğunda bir şeyi istemeden ve sevmeden yapmak, eğer bir süre sonra bir değişim olmuyorsa ve o şey severek yapılmaya başlanmadıysa boştur ve boşa gider.

 

Evet; insanlar ikiye ayrılır: 1-İslâm’ı sevenler, 2-İslâm’ı sevmeyenler. İslâm’ı sevenler Allah’ın emri ve yasaklarına harfiyen uyarlar ve yapılması gerekeni yapar ve yapılmaması gerekenden uzak dururlar. Bunu yapmaktan gocunmazlar ve bu onlara, İslâm’ı sevmeyenlerin zannettiği gibi zor da gelmez. İslâm’ı sevmeyenler ise Allah’ın emir ve yasaklarına uymamak için her-şeyi yaparlar. İlginçtir; yapmamak için her-şeyi yapmaktadırlar. Mâzeretler hiç-bir zaman bitmez. Çünkü şeytan gerekli mâzereti her  zaman iletecektir.

 

Birisi, “ben Hz. Muhammed’i sevmiyorum, içimde ona karşı öyle bir duygu yok” demişti. Ben de; “peki Atatürk’ü seviyor musun?” dediğimde, “evet çünkü o şunları-şunları yapmıştır” demişti. Peygamberimiz’in neler yaptığını sorduğumda bu konuda bilgisi olmadığını gördüm. “Bilmediğin ve tanımadığın birini nasıl seveceksin ki!” dedim. İşte bunun gibi, insanlar İslâm’ı bilmiyorlar, Peygamber’i tanımıyorlar bu nedenle de İslâm’a karşı gönüllerinde bir yakınlık ve sevgi hissetmiyorlar. Tabi bilip tanımak herkes için yeterli olmayabilir. Hakîkati kabûl edebilmek önemlidir.

 

Türkiyeli lâiklerde ağır bir ön-yargı ve düşmanlık derecesine varacak şekilde bir Arap-müslüman ve doğu’lu düşmanlığı vardır. Bu da İslâm’a ilgi duymamanın ve onu sevmemenin nedenlerinden biridir. Çünkü lâiklerin önderi ve örneği olan, ülkenin kurucusu olan Mustafa Kemal doğu’lu değil ve doğu’yu hem sevmiyor hem de İslâm’ı insan-ürünü bir şey olarak görüyor. Ona bağlı olanlar ve onu sevenler de bu telâkki nedeniyle elbette İslâm’ı sevmiyorlar yada İslâm’a mesâfeli duruyorlar. Atatürk’ün sevmediği bir şeyi onlar da sevmiyor. Bunun belki kendileri de farkında değildir.

 

İlginçtir, zamânında Türklere zulmetmiş ve aslında Türk bile olmamasına rağmen onu seven, öven ve çocuklarına onların isimlerini verdikleri zâlim kişiler vardır. Meselâ Mete Han ve Cengiz Han böyledir. Seviyorsa kim ve ne olursa-olsun çocuğuna onun adını bile veriyor. Tabi bu çoğunlukla câhilce yapılmaktadır. Ya bu Cengiz Han ve onun çocukları, Anadolu Selçuklu Türk halkını kılıçtan geçirmiş, soymuş ve tecâvüz falan ederek zulmetmiş kişilerdir. Mete Han denilen kişi babası Teoman’ı tuzağa düşürerek öldürmüştür. Fakat yine de bunları seviyorlar ve onlara bağlılıklarını bildiriyorlar. Fakat İslâm’ı ve Peygamberimiz’i sevmiyorlar ve o’nun adını bile duymak istemiyorlar. Bu-bağlamda, “Türklere Anadolu’nun kapısını açan Alparslan’dır” deniyor. (Kapı açma sözü de öyle değildir ama şimdi ona girmeyelim). Oysa Alparslan onun adı değil lâkâbıdır ve onun gerçek adı Muhammed’tir; Muhammed bin Davud Çağrı. Böyle olunca da “Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Muhammed’tir” demek gerekecektir ki cumhûriyetin lâikleri bundan imtinâ edeceklerdir. Çünkü Türkçe olmadığı ve Arapça olduğu için o ismi sevmiyorlar. İyi de o zamanki Bizanslılar “biz Alparslan’a yenildik” demiyorlardı ki, “Muhammed’e yenildik” diyorlardı. Zâten onları kahreden şeylerden biri de buydu.     

 

İslâm’ı sevmeyenler aslında İslâm’a bağlı değillerdir. İslâm bir-anda yok olup gitse ne hayatlarında bir değişiklik ve eksiklik olur ne de bu onların umurunda olur. Çünkü “inanıyorum” demekle hayatlarında bir şey değişmiyor ki!. Aslında inançları da “İslâm’a inanmak ve İslâm’ı kabûl etmek” değil, Allah denilen bir yaratıcıyı kabûl etmektir. Yâni aslında İslâm’ı kabûl etmedikleri, ona inanmadıkları için İslâm’ı sevmiyorlar ve bilmiyorlar da. Çünkü insan ancak inandığı şeyi kabûl eder, bilir ve sever.

 

Tabi İslâm’ı bilmedikleri ve sevmedikleri için onun gücünün de farkında değiller. Bu nedenle de  İslâm’ın Dünyâ’yı düzeltip değiştirebileceğini inanmıyorlar. Bir keresinde birisi, “beni modernizm bile kurtaramamış, İslâm mı kurtaracak” demişti. İnandığı, sevdiği ve insanın ulaşabileceği en ileri seviye olarak gördüğü modernizmin bile Dünyâ’yı düzeltemediği için İslâm’ın hiç düzeltemeyeceğini sanıyor ve böyle diyor.

 

Oysa İslâm’ı bilenler ve sevenler böyle değildir. Onlar Kur’ân’ı da Peygamberimiz’i de tanırlar ve severler. Öyle ki bu uğurda canlarını ve mallarını bile ortaya koyabilirler.

 

Modern, seküler demokrasiyi ve cumhuriyet târihini sevenler ve öve-öve bitiremeyenler; -eğer câhil değillerse- dîni sevmeyenler ve özgürce/şeytanca yaşamak isteyenlerdir. Bir mü’minin mevcut modern dünyâda yaşamayı sevmesi ve modern hayat-tarzından zevk alması çok büyük bir sorundur.

 

Sövmeniz gerekip de sövmediğiniz şeyi, kısa bir süre sonra sevmeye ve ölümüne savunmaya başlarsınız.

 

Zoru sevmeyenler, kolaylığın ve rahatın kölesi olurlar.

 

İslâm’ı-Kur’ân’ı bilmeyenler, Peygamberimiz’i tanımayanlar yâni İslâm’a bağlı olmayanlar elbette İslâm’ı sevmiyorlar ve bu yüzden de Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmiyorlar.

 

Tüm zamanlarda ve mekânlarda, peygamberlerin gönderildiği toplumların İslâm’a ve Peygamber’e düşmanlık yapmalarının nedeni ne ise, tüm zamanlarda ve mekânlarda İslâm’ı sevmemenin nedeni de odur.

 

Hiç kıvırmadan söyleyeyim; insanların İslâm’ı sevmemesinin nedeni, câhil, kâfir, müşrik yada münâfık olmaktan başkası değildir. İslâm’ı sevmeyenler  câhil, kâfir, müşrik ve münâfık olacakları gibi, câhil, kâfir, müşrik ve münâfık olanlar da İslâm’ı sevmezler.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder