2 Mart 2024 Cumartesi

İdeâl Kulluk

 

“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).

 

Bir insanın en üst düzeyde yaşayabileceği hâl, “kulluk hâli”dir. Hakkıyla yapılan kulluk insanın ulaşabileceği zirvedir. Mü’minlerin görevi “Allah’ı aramak” yada “O’nu bulmak” değil, “O’na hakkıyla kul olabilmek”tir. Allah’a hakkıyla nasıl kul olunacağının en güzel örnekleri peygamberlerdir. Onlar ideâl kulluğun modelleridir.

 

Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli, bir medeniyet modeli yâni ideâl bir kulluk modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnekliklerin ve en ideâl kulluğun anlatılarıdır. İdeâl kulluk örneği son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” yada “ideâl kulluk” denen ve adına literatürde “Sünnet” denilen şey, örnek bir kulluk modeldir. Bu “örnek model”, yapılan yanlışların Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl kulluk modeldir. “Allah kontrôlünde” ortaya konmuş bir kulluk. Bu en ideâl kulluk yâni “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). İdeâl kulluk, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu ideâl kulluk örnekliğinin göz-ardı edilmesi yanlıştır. Bu ideâl kulluk modeli, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin kaynağı yâni en ideâl kulluğun en güzel örnekliğidir.

 

Kur'ân'ın ideâl pratiği olan Sünnet’i terk edenler ve hesâba katmayanlar, ömürlerini boş yere “Kur’ân âyetlerinin anlamının ne olduğunu araştırma”la tüketirler.Kur’ân’ın en ideâl anlama ve yaşama yâni kulluk şekli, Hz Muhammed’in anladığı, açıkladığı ve yaşadığı gibi olan bir kulluk-şeklidir. Peygamberimiz’in “güzel örnekliği” (Ahzâb 21) apaçıkken, “ideâl kul”un nasıl olması gerektiği sorusu, “moderniteye uygun bir kulluk nasıl yapılır” sorusudur.

 

Peygamber’in en ideâl örnekliği olan sünnetini hesâba katmayanlar, İslâm’ın “uygulanamaz bir din” olduğunu zannederler. Bu yüzden de yüzeysel bir kullukla İslâm’ı geçiştiriyorlar. Peygamberimiz’in “Kur’ân’ın ideâl uygulama tarzı ve hayat pratiği” olan “Sünnet”ini yok sayarak, “sâdece Kur’ân” ve “Kur’ân yeterlidir” diyenlerin; bir zaman sonra “Kur’ân da yetmez” diyerek deizme ve agnostisizme (sonra da -maazallah- ateizme) doğru kaydığı görülür.

 

Kur’ân’ı “en ideâl hayat senaryosu” olarak kabûl edersek, Hz. Muhammed de o senaryonun baş-rôl oyuncusudur. Hz. Muhammed’in “güzel örneklik” denilen vahiy-merkezli “en ideâl kulluk pratikliği” olan Sünnet’i, “aşılamaz bir örneklik” ve en ideâl kulluk örneğidir.

 

Peygamberler bilgileriyle değil; îman, ahlâk, takvâ ve amel-eylemleriyle yâni ideâl kulluklarıyla öne çıkan güzel örnekliklerdir. Sünnet; ideâl bir mü’minlik ve kulluk şeklidir.

 

Kibir, “kul”luğu kabûl edememekten doğar. Allah’a teslim olamayan, nefsine (kendisine) teslim olarak kibre düşer ve kibrin kulu-kölesi olur. Dünyâ, “kibrini ilahlaştırmış” olan insanlarla, “El- Mütekebbir olan Allah’a kulluk yapan” insanların savaş alanıdır.

 

Siz Allah’a ne kadar “kulluk” yaparsanız, Allah da size o kadar “Allah’lık” yapar. Allah’a hakkıyla “kul” ol(a)mayanlar, O’nu kendilerine -hâşâ- “uşak” yapmak isterler. Allah’a kulluk etmeyenler, O’nu, “her istenileni ânında yerine getiren bir uşak” olarak görmek isterler.

 

Allah’a kul ol(a)mayanlar, beşeri ve beşerî sistemleri ilahlaştırmaya başlarlar. Allah’a kul olmaktan imtinâ eden toplumların, beşeri sistemlerden birine kul olmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktur.

 

Beşerî sistemler, “kula kulluk” sitemleridir. Demokrasi, bir “kula kulluk sistemi”dir. Diyorlar ki “oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır”. Bu söz liberâl-demokrasiye göre doğrudur. Evet; oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır. Fakat oy kullananlar da “üçüncü sınıf kuldur”lar.

 

Deizm, Agnostisizm ve Ateizm; “Allah’a kul olamamanın” ve üstelik “Allah’ı kendine kul yapamamanın” bir sonucudur. Bakıyor ki ne Allah’a kulluk yapabiliyor ne de Allah’ı -hâşâ- kendine kul yapabiliyor, O’nu tümden inkâr etme yada işlevsizleştirme yoluna gidiyorlar.

 

Maddeye teslîmiyet, insanı “maddenin kulu” yaparken; Allah’a teslîmiyet, kişiyi “Allah’ın kulu” yapar. Gerçek hürriyet ancak Allah’a kul olmakla elde edilir.

 

Modern dünyâda, nefsinin militan bir kulu olduğu hâlde, “aklına uyduğunu” zanneden ahmaklar vardır. Şeytandan, nefsten, tâğuttan, seküler-liberâl-kapitâlist sistemden zihnen ve kâlben kurtulup özgürleşmedikçe Allah’a hakkıyla kul olunamaz. Modern müslümanların ana-sorunu budur.

 

Tasavvufçular, zırvaladıkları mekânlarda kendilerini Allah gibi görürlerken, maddî hayatları için çalıştıkları işyerlerinde yada kamusal alanda beşerî sistemlere ve “beşerden ilahlar”a kulluğu zirveye çıkarırlar. Tasavvufta bu bir sorunda değildir. Tasavvufta, “insan-ı kâmil’e kul olmak” ile “âlemlerin rabbi olan Allah’a kul olmak” arasında fark yoktur. Diri olan Allah’a kulluk yapmayanlar, “ölü” olan insanlara kölelik yaparlar. Tasavvufçularla mü’minler arasındaki fark, onlar “Allah olmak” için uğraşıyorlarken, mü’minlerin ise “on numara bir kul” olmak için uğraşmasıdır.

 

Bir insan neden namaz kılmaz?. Bu sorunun cevabını: “Allah dilemediği için” diye cevaplayabiliriz. Peki Allah’ın dilemesi ne demektir?. “Allah’ın uygun görmesi” demektir. Allah bir şeyi kimler için uygun görür/bulur?. Lâyık gördüklerine uygun görür. Yâni bir insan Allah lâyık görmedikçe namaz kılamaz. Namaz bir nîmettir. Allah o nîmeti namaz kılmayan kişiye uygun görmediği için lâyık görmez. Peki o kişi ne zaman lâyık olur namaz kılmaya?. Namaza başladığında ve namaz kıldığında. Yâni bizzat kişi dilediğinde/istediğinde/başladığında. İşte o anda Allah da o kişi için namazı lâyık görür ve onun namaz kılmasını dilemiş olur. Bu durum Allah ile kulun aynı-anda verdikleri bir dilemedir. Yâni kul kendine namazı lâyık bulduğu anda Allah da lâyık bulur. Allah lâyık bulduğunda anda kul da lâyık bulur. Kişi kulluğu kendine lâyık bulmadan lâyıkıyla bir kulluk yapamaz.

 

Allah, aklın “var” demesiyle vâr olan bir varlık değildir. O’nun varlığı, akıl ile değil, kâlp ile kabûl edilebilir. Zâten ancak kâlpten îman edenler O’na hakkıyla kulluk yapabilirler.

 

Kulluk, sâdece ibâdetle ilgili konularda değildir. Sosyâl, siyâsal, ekonomik ve hukûki alanda da “sâdece Allah’a” kulluk yapılmalıdır. Kur’ân’da sürekli söylenen; “yalnızca Allah’a kulluk edin” sözü, “yalnızca Allah’ın kânunlarına uyun” demektir.

 

Gayri-İslâmî sistemlerde yaygın eğitim-öğretim(!), “sisteme ve sistemin taşeronlarına kulluğun nasıl yapılacağı müfredâtı” programıdır. Modern eğitim, mêzunları sermâyenin kulu yapar.

 

Birinin yada birilerinin sana verdiği hak, seni o kişiye bağımlı yapar. Allah’ın verdiği haklara göre yaşarsan, Allah’a bağımlı/bağlı olursun. Bu seni, kula kulluktan kurtarır.

 

Allah ile kul arasına hiç kimse ve hiç-bir şey giremez diye-diye insanları deist yaptılar. Dînin “Allah ile kul arasındaki özel ilişki” olduğunu söyleyenler, İslâm’ı bir-kaç ibâdet ve ritüele hapsetmiş olurlar.

 

İnsan, “insanın oğlu” ve “Allah’ın kulu” iken, hristiyanlar insanı; “Tanrı’nın oğlu” ve “insanın kulu” hâline getirmişlerdir. İnsanlara her türlü kulluğu yapanlar, kendilerini “Tanrı’nın oğlu” zannetmektedirler.

 

En hızlı iletişim, kulun Allah’a elini açtığı anda olur.

 

İnsanlar ancak “kul” olduklarında “köle”likten kurtulurlar.

 

Kime borçluysanız ona kul olursunuz. Mü’minlik “sâdece Allah’a borçlu olmak” demektir.

 

İslâm toplumlarında, ideâl olanı arayıp gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma alışkanlığı oluştu. Bu da kulluğun pasif hâle gelmesine neden oldu. Çünkü lüks ve sefahat içinde yaşayanlar, tatmine ulaştıkları ve artık bir ideâlleri ve hedefleri kalmadığı için, “yüce hedefler” için koşturmaktan vazgeçerler.

 

Günümüzde ise ideâl kulluğu sâdece Gazzeli mü’minler yapmaktadırlar ki zâten onlardan başka “normâl kulluk” yapan bile neredeyse yoktur.

 

İdeâl bir kul olamayanlar yada ideâl bir kul olmak için çabalamayanlar, zamanla ya ideâl bir münâfık yada ideâl bir müşrik olurlar.

 

 Şirk; Allah’ın ekmeğini yiyip durduğu hâlde, şeytana, nefse ve tâğutlara kulluk yapmaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder