“Şeytan,
kendilerinden örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara
vesvese verdi ve dedi ki: Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin
iki melek olmamanız veyâ ebedî yaşayanlardan kılınmamanız içindir” (A’raf 20).
Şeytan tâ ilk baştan yâni Hz. Âdem ve
Havvâ’dan bêri insanları “melek olmak”la kandırmış ve ayartmıştır. Böylece
insan, ulaşabileceği en üst aşamaya yâni meleklik aşamasına çıkacak ve
nefsinden arınmış hâliyle Allah’ın her emrini yerine getirecektir. Fakat insan
melek olarak yaratılmamıştır ve onda imtihan gereğince mücâdele edip duracağı
terbiye etmesi gereken bir nefsi vardır ve nefs sürekli olarak kötülüğü
emreder: “(Yine
de) ben nefsimi temize
çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında-
var-gücüyle kötülüğü
emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).
İnsanların, “melekleşmek” gibi bir
sorumlulukları yoktur. Allah insanlardan böyle bir şey beklemez. Zâten insanı
insan olarak yaratmıştır. Fakat buna rağmen insanlar insanları melekleştirmeye
çalışırlar. Melekleştirmek aslında “günahsızlaştırmak” demektir. Böylece
Dünyâ’da melekler gibi günahsız insanlar olacak ve kavga, gürültü, kötülük,
çirkinlik vs. olmayacak ve dünyâ huzurla dolacaktır. Dünyâ’yı ve insanları
melekler yönetseydi ve insanlar da “melek gibi” olsaydı bile, sünnetullah
gereğince insanlar, “doğal imtihan”ın zorluklarıyla karşılaşmaya devâm
ederlerdi.
Şu da var ki melekler zâten vardır ve onların
bulunduğu yerde Allah’ın emrinden başka bir şey olmaz. Dünyâ’yı meleklerle yada
melekleşmiş insanlarla doldurmanın bir anlamı ve mânâsı yoktur. İnsan “insan”dır
ve insan gibi davranacaktır. Fakat insanın “insan gibi” davranması, “melek
gibi” davranması demek değildir.
İnsanı melekleştirmek adına, insanların en
mâsum ve güzel olanlarına “melek gibi” denir. Çünkü sürekli olarak bir melekleştirme
isteği vardır insanda. İnsanların en mâsumu bebeklerken, en güzelleri ise
kadınlar-kızlar olduğu için bebeklere ve kızlara-kadınlara hep “meleğim” diye
hitâp ederler. Özellikle dişi olan bebekler, sonra kızlar, kadınlar ve anneler
melek gibi görülür ve onlara “meleğim” diye hitâp edilir. Zâten modernite,
kadınları melekleştirirken, erkekleri ise şeytanlaştırır. Eğer kadınsanız otomatik
olarak melek, ama erkekseniz otomatik olarak şeytansınızdır. Çünkü modernite
varlığını kadın üzerinden sürdürdüğü için kadınları ve kızları melekleştirmek
zorundadır. Bu nedenle kadınlara melek ismi verilir de erkeklere verilmez. Oysa
meleklerin dişi olduğuna dâir bir bilgi yoktur. Melekleri dişi olarak kabûl
etmek özellikle âhiret bilgi ve bilinci olmayan insanların bir zannıdır sâdece:
“Yoksa onlar,
şâhidlik etmekteyken biz melekleri dişiler olarak mı yarattık?” (Sâffât 150).
“Gerçek şu
ki, âhirete îman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar. Oysa
onların bununla ilgili hiç-bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanna
uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiç-bir yarar sağlamaz” (Necm 27-28).
Allah
elçileri hep erkeklerden göndermiştir. Bu-bağlamda melekleri dişileştirenlere
karşı şöyle der:
“Onu eğer bir
melek kılsaydık, elbette erkek (sûretinde bir melek) kılardık ve mutlakâ
katmakta oldukları (şüpheleri) yine katardık” (En-âm 9).
Allah’ın,
meleklerin dişi addedilmesine çok kızmasının nedeni, kâfirlerin, melekleri
“Allah’ın kızları” olarak görüyor olmalarıydı. Buradaki “kızları” ifâdesinden
anlaşılması gereken şey, “Allah’tan olma kızlar” değil, -hâşâ- “Allah’ın
haremindeki kızlar”dır.
İnsanı
melekleştirmek sâdece yaşarken değil, ölünce de yapılır. Bir insan öldüğünde -kim
olursa ve ne yapmış olursa-olsun, “melek oldu” derler. Yâni melek oldu ve
cennete uçtu gitti” anlamında. Bir de, ölenler için “o bizi hep görüyor ve
izliyor” inancı vardır. Tabi bizi sürekli görenler ve izleyenler “melek olmuş
yâni melekleşmiş olan insanlar” olacaktır ki İslâmî bilgi ve bilinci olmayanlar
hep böyle düşünürler ve hayâl ederler. Çünkü insanlar genelde, sevdiklerine
şeytanlığı konduramazlar. Böylece ölünce herkes -sözde melek
olur. Hattâ bizim tasavvufçular, Firavun’un bile ölmeden önce “îman ettim”
dediği için tüm günahları affedildiğinden dolayı tertemiz ve günahsız olarak
yâni melek olduğunu söylerler. Oysa Kur’ân “son dakîka îmânı”nın geçerli
olmadığını söyler.
Hümanizm de insanı melekleştirmek ister.
Çünkü Hümanizm bir “insan tapıcılığı”dır. Allah’a tapmayı bırakmış ve insana
tapmaya başlamıştır. Bu yüzden insanı kusursuz olarak görmek ve tanımlamak
istediği için onu melekleştirir.
İnsan melek değildir ve hiç-bir zaman da
melekleşmeyecektir. Fakat insanda mü’minlik melek hâline gelmelidir. Çünkü meleke
hâline gelmeyen şey ızdırap verir seve-isteye yapılmaz.
İnsanlar kendilerine bakınca tüm insanlardan
umûdunu kesiyor. “Bu da benim gibi her haltı yiyen bir insan, o zaman ben niye
onu dinleyeyim ve ona niye uyayım ki” diyor. Bu yüzden de “ben ancak melekler
bana gelip tebliğ-dâvet yaparsa dinlerim ve onlara inanırım” diye düşünüyor. Bu
tüm peygamberlerin karşılaştığı bir sözdür. Peygamberler, meleklerin kendilerine
getirdiği Allah’ın sözlerinin yâni vahiylerin örnekliğini yapmak için
vardırlar. İnsanlara örnek olacak kişiler elbette yine insanlar olacaktır,
melekler değil. O-hâlde insanlara niye melekler gelsin ki?:
“Kendilerine
hidâyet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: ‘Allah, elçi
olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demelerinden başkası değildir. De ki: Eğer
yeryüzünde (insan değil de) salına-salına yürüyenler melekler olsaydı, biz de
onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik” (İsrâ 94-95).
“Eğer biz
dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef
(yerinize geçenler) olurlardı” (Zuhrûf 60).
İnsan
hiç-bir zaman “melek gibi” olamaz, olmamalıdır da. İnsan “Allah’ın râzı olduğu
bir insan” gibi olmalıdır. İnsanda bir nefs vardır, meleklerde ise nefs yoktur
ve mutlak anlamda tam da Allah’ın bildirdiği kadarını bilirler ve emirlerine
göre yaparlar.
“İnsanın nefsinden dolayı bir hayvâniyeti
vardır ve bu hayvâniyet yeme-içme ve cinsellikle ortaya çıkar. Oruç işte
bunları sınırladığından dolayı, insanı bir süreliğine de olsa hayvanlıktan
arındırmış olur. Böylece oruçlu insan ‘melek gibi’ olur” denir. Hâlbuki oruçlu
insan “mü’mince yaşayan bir insan” dan başkası değildir.
İslâm
ve Kur’ân, insanı melekeleştirmeye çalışmaz. Kur’ân’da insanın iç-âlemini inşâ
edecek âyetler de vardır ve iş böyle başlar. İç-âlemi İslâm ve Kur’ân ile inşâ
ve teskin olmuş olanların melekleştiği söylenir ama bu melekleşmek değil,
mü’minleşmektir. İslâm; mistisizmde, uzak-doğu dinlerinde ve tasavvufta olduğu
gibi insanı melekleştirmeye çalışmaz. Çünkü bu insanı insanlığından çıkarmak
anlamına gelir. Tasavvufta ve Hrisitiyanlık’ta “vurana elsiz, sövene dilsiz”
düşüncesi vardır. Melekleşen insanlar güyâ böyle davranırlar. Hz. Îsâ, “bir yanağınıza
vurana diğer yanağınızı da çevirin”
falan demez. Çünkü bu İslâm’a uygun değildir. İslâm’da ne zulmetmek ne de
zulmedilmeye râzı olmak vardır.
“Kur’ân’ın hedefi insanlardır. İnsanlara
indiğine göre ve onları muhâtap aldığına göre, asıl amacı insanların ahlâkî
seciyelerini yükseltmektir” denir. Elbette iş böyle başlar ama burada kalmaz. İslâm
iç-âlemlerin inşâsıyla başlar ama iç-âlemlerde kalıp da insanın melek gibi
olmasını beklemez. İç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemin de inşâsı yapılmalı
ve İslâm dış-âleme de hâkim kılınmalıdır. Çünkü bu Dünyâ’da kâfir var, müşrik
var, münâfık var, ahlâksız var, zâlimler var. Bunlara karşı mücâdele etmek var.
Meselâ hırsızın elinin kesilmesi, kâtilin öldürülmesi, zinâkârın kırbaçlanması,
iftirâcının dövülmesi var. Melekleşmiş insan bunları yapamaz. Yine; savaşmak
var, adam öldürmek var. İnsanların içinde, “âlemlere rahmet” ve “muhteşem bir
ahlâka sâhip” olan Peygamberimiz bile melek değildir ve melekleşmekten
bahsetmez. Peygamberimiz bir insandır ve insana mahsus ve meşrû olan her-şeyi
yapmıştır ki savaşta adam bile öldürmüştür. Uhud Savaşı’nda müşrik Ubey bin
Halef’i öldürmüştür. Yine bâzıların şiddet olarak gördüğü kurban kesme işini
defâlarca yapmıştır. Çünkü melek değildir.
Tasavvufta
Celâleddin Rûmi insanları melekleştirenlerden biri olarak; “ne olursan ol gel”
diyor ama Kur’ân öyle demiyor. Cennet
“yol geçen hanı” değildir, “dingonun ahırına girer gibi” cennete girmek yoktur.
Cennetin bir bedeli vardır. O bedeli ödemeyenler cennete giremezler:
“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin
hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir
yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda
elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat
edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).
“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad
edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?”
(Âl-i İmran 142).
“İnsanlar,
(sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Tüm
Dünyâ’da Mevlâna’yı bu kadar sevmelerinin nedeni, kara kaşı kara gözü değil,
insanları melekleştirdiği ve hayvanların içinde melek gibi görülen koyunlar
gibi koyunlaştırdığı içindir. Koyunlaşan insanlar “gelene ağam gidene paşam”
dedikleri için emperyâlistler bir engelle karşılaşmadan diledikleri gibi at
koşturabilmektedirler.
Kur’ân’ın
sâdece Arapçasından teberrüken okunması konusu da böyledir. Tamam bu okuma da insana
bir huzûr ve sürûr veriyor, ama Kur’ân kendisinin idrâk edilip uygulanmasını
istediği için Kur’ân idrâk edilerek yâni anlaşılarak ve okunup öğrenilerek uygulanmalıdır
ki bu da ister-istemez insanın keyfini kaçıracağı için melekleşmesinin önüne
geçer.
İnsanlar
kendilerine yapılan tebliğ ve dâvete icâbet etmek için ya melekleri görmek, ya
melekleşmiş bir insan görmek yada en azında peygamberin yanında bir melek görmek
isterler:
“Veyâ öne sürdüğün gibi, gökyüzünü
üstümüze parça-parça düşürmeli yada Allah’ı ve melekleri karşımıza (şâhid
olarak) getirmelisin” (İsrâ
92).
“Şimdi
onların: ‘Ona bir hazîne indirilmeli veyâ onunla birlikte bir melek gelmeli
değil miydi?’ demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir
kısmını terk mi edeceksin?. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah her-şeye
vekildir” (Hûd 12).
Bilmiyorlar
ki, melek geldiği anda inkârları nedeniyle işleri biterdi:
“Eğer doğruyu söylüyor isen, bizlere melekleri
getirmeli değil miydin?. Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da
onlara göz açtırılmaz” (Hicr
7-8).
“Ve derler
ki: ‘Ona bir melek indirilmeli değil miydi?’. Eğer bir melek indirilseydi,
elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı” (En-âm 8).
Üstelik
bu işe de yaramazdı:
“Gerçek şu
ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her-şeyi
karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine inanmayacaklardı.
Ancak onların çoğu câhillik ediyorlar” (En-âm
111).
Tabi
onlar bunu melekler geldiğinde inanacaklarından değil, alay etmek için
söylüyorlardı ve “hani melek” diyorlardı. Fakat sonunda pişmân oldular:
“(Küfre
sapanlar) kendilerine meleklerin gelmesinden veyâ Rabbinin emrinin gelmesinden
başka bir şey mi gözlüyorlar?. Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah
onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. Böylece
işledikleri kötülükleri kendilerine isâbet etti ve alaya aldıkları şey,
kendilerini sarıp-kuşatıverdi” (Nâhl
33-34).
İnsanlar
içinde ahlâk-timsâli olan peygamberler bile melek değildir. Gerçi bâzı
insanların, peygamberlerin içinden bâzılarını meleklere benzettikleri de
olmuştur:
“Ben size
Allah’ın hazîneleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu
söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir
hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda
(bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zâlimlerdenim (demek)dir” (Hûd 31).
“(Kadın) onların
düzenlerini işitince, onlara (bir dâvetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler
hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak
verdi. (Yûsuf’a da:) ‘Çık, onlara (görün)’ dedi. Böylece onu (olağan-üstü
güzellikte) görünce (insan-üstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler,
(şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: ‘Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer
değildir. Bu, ancak üstün bir melektir’ dediler” (Yûsuf 31).
Melekler de insanların kendilerine
tapmasından ve insanları kendilerine benzetmesinden rahatsızdırlar:
“O gün,
onların hepsini bir-arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki:
‘Size tapanlar bunlar mıydı?’. (Melekler) derler ki: Sen yücesin, bizim velîmiz
sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinlere tapıyordu ve çoğu onlara îman
etmişlerdi” (Sebe’ 40-41).
Allah zâten tüm melekleri insana secde
ettirmişken, insanların meleklere tapması, insanları meleklere benzetmesi ve
onları melekleştirmesi çok absürdtür. Şu da var ki, tüm insanlar değil ama,
“Allah’ın râzı olduğu bir hayat yaşayan” insanlar zâten meleklerden de
üstündürler. Böyleleri melekleşmiş olmaz ve tam-tersine melekler müjde vermek
için onların üzerlerine inerler:
“Şüphesiz:
‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu);
onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size
vaâd-olunan cennetle sevinin” (Fussilet
30).
O-hâlde melekleşmeye çalışmayın ve melekleri
tâkipçileriniz ve müjdecileriniz yapmaya bakın. Çünkü insanın en sıkı
tâkipçileri, her-şeyi yazıp duran Kirâmen-Kâtibîn melekleridir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder