29 Mart 2024 Cuma

İnsanı Melekleştirmek

 

“Şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veyâ ebedî yaşayanlardan kılınmamanız içindir” (A’raf 20).

 

Şeytan tâ ilk baştan yâni Hz. Âdem ve Havvâ’dan bêri insanları “melek olmak”la kandırmış ve ayartmıştır. Böylece insan, ulaşabileceği en üst aşamaya yâni meleklik aşamasına çıkacak ve nefsinden arınmış hâliyle Allah’ın her emrini yerine getirecektir. Fakat insan melek olarak yaratılmamıştır ve onda imtihan gereğince mücâdele edip duracağı terbiye etmesi gereken bir nefsi vardır ve nefs sürekli olarak kötülüğü emreder: (Yine de) ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var-gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir (Yûsuf 53).

 

İnsanların, “melekleşmek” gibi bir sorumlulukları yoktur. Allah insanlardan böyle bir şey beklemez. Zâten insanı insan olarak yaratmıştır. Fakat buna rağmen insanlar insanları melekleştirmeye çalışırlar. Melekleştirmek aslında “günahsızlaştırmak” demektir. Böylece Dünyâ’da melekler gibi günahsız insanlar olacak ve kavga, gürültü, kötülük, çirkinlik vs. olmayacak ve dünyâ huzurla dolacaktır. Dünyâ’yı ve insanları melekler yönetseydi ve insanlar da “melek gibi” olsaydı bile, sünnetullah gereğince insanlar, “doğal imtihan”ın zorluklarıyla karşılaşmaya devâm ederlerdi.

 

Şu da var ki melekler zâten vardır ve onların bulunduğu yerde Allah’ın emrinden başka bir şey olmaz. Dünyâ’yı meleklerle yada melekleşmiş insanlarla doldurmanın bir anlamı ve mânâsı yoktur. İnsan “insan”dır ve insan gibi davranacaktır. Fakat insanın “insan gibi” davranması, “melek gibi” davranması demek değildir.

 

İnsanı melekleştirmek adına, insanların en mâsum ve güzel olanlarına “melek gibi” denir. Çünkü sürekli olarak bir melekleştirme isteği vardır insanda. İnsanların en mâsumu bebeklerken, en güzelleri ise kadınlar-kızlar olduğu için bebeklere ve kızlara-kadınlara hep “meleğim” diye hitâp ederler. Özellikle dişi olan bebekler, sonra kızlar, kadınlar ve anneler melek gibi görülür ve onlara “meleğim” diye hitâp edilir. Zâten modernite, kadınları melekleştirirken, erkekleri ise şeytanlaştırır. Eğer kadınsanız otomatik olarak melek, ama erkekseniz otomatik olarak şeytansınızdır. Çünkü modernite varlığını kadın üzerinden sürdürdüğü için kadınları ve kızları melekleştirmek zorundadır. Bu nedenle kadınlara melek ismi verilir de erkeklere verilmez. Oysa meleklerin dişi olduğuna dâir bir bilgi yoktur. Melekleri dişi olarak kabûl etmek özellikle âhiret bilgi ve bilinci olmayan insanların bir zannıdır sâdece:

 

“Yoksa onlar, şâhidlik etmekteyken biz melekleri dişiler olarak mı yarattık?” (Sâffât 150).

 

“Gerçek şu ki, âhirete îman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar. Oysa onların bununla ilgili hiç-bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiç-bir yarar sağlamaz” (Necm 27-28).

 

Allah elçileri hep erkeklerden göndermiştir. Bu-bağlamda melekleri dişileştirenlere karşı şöyle der:

 

“Onu eğer bir melek kılsaydık, elbette erkek (sûretinde bir melek) kılardık ve mutlakâ katmakta oldukları (şüpheleri) yine katardık” (En-âm 9).

 

Allah’ın, meleklerin dişi addedilmesine çok kızmasının nedeni, kâfirlerin, melekleri “Allah’ın kızları” olarak görüyor olmalarıydı. Buradaki “kızları” ifâdesinden anlaşılması gereken şey, “Allah’tan olma kızlar” değil, -hâşâ- “Allah’ın haremindeki kızlar”dır.

 

İnsanı melekleştirmek sâdece yaşarken değil, ölünce de yapılır. Bir insan öldüğünde -kim olursa ve ne yapmış olursa-olsun, “melek oldu” derler. Yâni melek oldu ve cennete uçtu gitti” anlamında. Bir de, ölenler için “o bizi hep görüyor ve izliyor” inancı vardır. Tabi bizi sürekli görenler ve izleyenler “melek olmuş yâni melekleşmiş olan insanlar” olacaktır ki İslâmî bilgi ve bilinci olmayanlar hep böyle düşünürler ve hayâl ederler. Çünkü insanlar genelde, sevdiklerine şeytanlığı konduramazlar. Böylece ölünce herkes -sözde  melek olur. Hattâ bizim tasavvufçular, Firavun’un bile ölmeden önce “îman ettim” dediği için tüm günahları affedildiğinden dolayı tertemiz ve günahsız olarak yâni melek olduğunu söylerler. Oysa Kur’ân “son dakîka îmânı”nın geçerli olmadığını söyler.  

 

Hümanizm de insanı melekleştirmek ister. Çünkü Hümanizm bir “insan tapıcılığı”dır. Allah’a tapmayı bırakmış ve insana tapmaya başlamıştır. Bu yüzden insanı kusursuz olarak görmek ve tanımlamak istediği için onu melekleştirir. 

 

İnsan melek değildir ve hiç-bir zaman da melekleşmeyecektir. Fakat insanda mü’minlik melek hâline gelmelidir. Çünkü meleke hâline gelmeyen şey ızdırap verir seve-isteye yapılmaz.

 

İnsanlar kendilerine bakınca tüm insanlardan umûdunu kesiyor. “Bu da benim gibi her haltı yiyen bir insan, o zaman ben niye onu dinleyeyim ve ona niye uyayım ki” diyor. Bu yüzden de “ben ancak melekler bana gelip tebliğ-dâvet yaparsa dinlerim ve onlara inanırım” diye düşünüyor. Bu tüm peygamberlerin karşılaştığı bir sözdür. Peygamberler, meleklerin kendilerine getirdiği Allah’ın sözlerinin yâni vahiylerin örnekliğini yapmak için vardırlar. İnsanlara örnek olacak kişiler elbette yine insanlar olacaktır, melekler değil. O-hâlde insanlara niye melekler gelsin ki?: 

 

“Kendilerine hidâyet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: ‘Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demelerinden başkası değildir. De ki: Eğer yeryüzünde (insan değil de) salına-salına yürüyenler melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik”srâ 94-95).

 

“Eğer biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı” (Zuhrûf 60).

 

İnsan hiç-bir zaman “melek gibi” olamaz, olmamalıdır da. İnsan “Allah’ın râzı olduğu bir insan” gibi olmalıdır. İnsanda bir nefs vardır, meleklerde ise nefs yoktur ve mutlak anlamda tam da Allah’ın bildirdiği kadarını bilirler ve emirlerine göre yaparlar.

 

“İnsanın nefsinden dolayı bir hayvâniyeti vardır ve bu hayvâniyet yeme-içme ve cinsellikle ortaya çıkar. Oruç işte bunları sınırladığından dolayı, insanı bir süreliğine de olsa hayvanlıktan arındırmış olur. Böylece oruçlu insan ‘melek gibi’ olur” denir. Hâlbuki oruçlu insan “mü’mince yaşayan bir insan” dan başkası değildir.

 

İslâm ve Kur’ân, insanı melekeleştirmeye çalışmaz. Kur’ân’da insanın iç-âlemini inşâ edecek âyetler de vardır ve iş böyle başlar. İç-âlemi İslâm ve Kur’ân ile inşâ ve teskin olmuş olanların melekleştiği söylenir ama bu melekleşmek değil, mü’minleşmektir. İslâm; mistisizmde, uzak-doğu dinlerinde ve tasavvufta olduğu gibi insanı melekleştirmeye çalışmaz. Çünkü bu insanı insanlığından çıkarmak anlamına gelir. Tasavvufta ve Hrisitiyanlık’ta “vurana elsiz, sövene dilsiz” düşüncesi vardır. Melekleşen insanlar güyâ böyle davranırlar. Hz. Îsâ, “bir yanağınıza vurana diğer yanağınızı da çevirin”    falan demez. Çünkü bu İslâm’a uygun değildir. İslâm’da ne zulmetmek ne de zulmedilmeye râzı olmak vardır.

 

“Kur’ân’ın hedefi insanlardır. İnsanlara indiğine göre ve onları muhâtap aldığına göre, asıl amacı insanların ahlâkî seciyelerini yükseltmektir” denir. Elbette iş böyle başlar ama burada kalmaz. İslâm iç-âlemlerin inşâsıyla başlar ama iç-âlemlerde kalıp da insanın melek gibi olmasını beklemez. İç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemin de inşâsı yapılmalı ve İslâm dış-âleme de hâkim kılınmalıdır. Çünkü bu Dünyâ’da kâfir var, müşrik var, münâfık var, ahlâksız var, zâlimler var. Bunlara karşı mücâdele etmek var. Meselâ hırsızın elinin kesilmesi, kâtilin öldürülmesi, zinâkârın kırbaçlanması, iftirâcının dövülmesi var. Melekleşmiş insan bunları yapamaz. Yine; savaşmak var, adam öldürmek var. İnsanların içinde, “âlemlere rahmet” ve “muhteşem bir ahlâka sâhip” olan Peygamberimiz bile melek değildir ve melekleşmekten bahsetmez. Peygamberimiz bir insandır ve insana mahsus ve meşrû olan her-şeyi yapmıştır ki savaşta adam bile öldürmüştür. Uhud Savaşı’nda müşrik Ubey bin Halef’i öldürmüştür. Yine bâzıların şiddet olarak gördüğü kurban kesme işini defâlarca yapmıştır. Çünkü melek değildir.

 

Tasavvufta Celâleddin Rûmi insanları melekleştirenlerden biri olarak; “ne olursan ol gel” diyor ama Kur’ân öyle demiyor. Cennet “yol geçen hanı” değildir, “dingonun ahırına girer gibi” cennete girmek yoktur. Cennetin bir bedeli vardır. O bedeli ödemeyenler cennete giremezler:

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Tüm Dünyâ’da Mevlâna’yı bu kadar sevmelerinin nedeni, kara kaşı kara gözü değil, insanları melekleştirdiği ve hayvanların içinde melek gibi görülen koyunlar gibi koyunlaştırdığı içindir. Koyunlaşan insanlar “gelene ağam gidene paşam” dedikleri için emperyâlistler bir engelle karşılaşmadan diledikleri gibi at koşturabilmektedirler.

 

Kur’ân’ın sâdece Arapçasından teberrüken okunması konusu da böyledir. Tamam bu okuma da insana bir huzûr ve sürûr veriyor, ama Kur’ân kendisinin idrâk edilip uygulanmasını istediği için Kur’ân idrâk edilerek yâni anlaşılarak ve okunup öğrenilerek uygulanmalıdır ki bu da ister-istemez insanın keyfini kaçıracağı için melekleşmesinin önüne geçer.

 

İnsanlar kendilerine yapılan tebliğ ve dâvete icâbet etmek için ya melekleri görmek, ya melekleşmiş bir insan görmek yada en azında peygamberin yanında bir melek görmek isterler:

 

Veyâ öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça-parça düşürmeli yada Allah’ı ve melekleri karşımıza (şâhid olarak) getirmelisin”srâ 92).

 

“Şimdi onların: ‘Ona bir hazîne indirilmeli veyâ onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?’ demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin?. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah her-şeye vekildir” (Hûd 12).

 

Bilmiyorlar ki, melek geldiği anda inkârları nedeniyle işleri biterdi:

 “Eğer doğruyu söylüyor isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?. Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz” (Hicr 7-8).

 

“Ve derler ki: ‘Ona bir melek indirilmeli değil miydi?’. Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı” (En-âm 8).

 

Üstelik bu işe de yaramazdı:

 

“Gerçek şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her-şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu câhillik ediyorlar” (En-âm 111).

 

Tabi onlar bunu melekler geldiğinde inanacaklarından değil, alay etmek için söylüyorlardı ve “hani melek” diyorlardı. Fakat sonunda pişmân oldular:

 

“(Küfre sapanlar) kendilerine meleklerin gelmesinden veyâ Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar?. Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. Böylece işledikleri kötülükleri kendilerine isâbet etti ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi” (Nâhl 33-34).

 

İnsanlar içinde ahlâk-timsâli olan peygamberler bile melek değildir. Gerçi bâzı insanların, peygamberlerin içinden bâzılarını meleklere benzettikleri de olmuştur:

 

“Ben size Allah’ın hazîneleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zâlimlerdenim (demek)dir” (Hûd 31).

 

“(Kadın) onların düzenlerini işitince, onlara (bir dâvetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yûsuf’a da:) ‘Çık, onlara (görün)’ dedi. Böylece onu (olağan-üstü güzellikte) görünce (insan-üstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: ‘Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir’ dediler” (Yûsuf 31).

 

Melekler de insanların kendilerine tapmasından ve insanları kendilerine benzetmesinden rahatsızdırlar:

 

“O gün, onların hepsini bir-arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki: ‘Size tapanlar bunlar mıydı?’. (Melekler) derler ki: Sen yücesin, bizim velîmiz sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinlere tapıyordu ve çoğu onlara îman etmişlerdi” (Sebe’ 40-41).

 

Allah zâten tüm melekleri insana secde ettirmişken, insanların meleklere tapması, insanları meleklere benzetmesi ve onları melekleştirmesi çok absürdtür. Şu da var ki, tüm insanlar değil ama, “Allah’ın râzı olduğu bir hayat yaşayan” insanlar zâten meleklerden de üstündürler. Böyleleri melekleşmiş olmaz ve tam-tersine melekler müjde vermek için onların üzerlerine inerler:

 

“Şüphesiz: ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaâd-olunan cennetle sevinin” (Fussilet 30).

 

O-hâlde melekleşmeye çalışmayın ve melekleri tâkipçileriniz ve müjdecileriniz yapmaya bakın. Çünkü insanın en sıkı tâkipçileri, her-şeyi yazıp duran Kirâmen-Kâtibîn melekleridir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder