15 Şubat 2024 Perşembe

Kadınlarda Kamusal Alana Dâhil Olma Sendromu

 

 

“Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).

 

Kamusal Alan: Devletin alanı, toplumun alanı, ev-dışı alan.

 

Özel Alan: Ev-içi alan. Ev, âile ve mahrem-hayat alanı.

 

Modern dönemde, “ekinin ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor. Kadın üzerinden yapılan neslin ifsâdı ilk başta, kadının “kamusal alan” denilen ev-dışına çıkma isteği ile ilgilidir.

 

Aslında kadının sürekli olarak kamusal alan çıkmak ve ev-dışında çalışmak için ne zamânı, ne dermânı, ne de fermânı vardır. Kadının iş-yeri evidir.

 

Kadınlar ve kızlar şu sözle kandırılıyor: “Kadın, yüzyıllar boyunca erkek tahakkümü altında yaşamıştır”. Modern kadın işte buna takmıştır. İyi de Allah öyle yaratmış ve Tevbe Sûresi 34. Âyetle de bunu tescillemiş. Hadi Allah’ı, dîni, kitabı takmayanları anlıyorum da, size ne oluyor ey müslüman kadınlar ve kızlar!. Neyi niye kabûl edemiyorsunuz, neye katlanamıyorsunuz ve neden tahammül edemiyorsunuz?. Modernizme meftûn, râm ve hayrân olmuş olanların kışkırtmalarına kapılıp da neyin mücâdelesini veriyorsunuz?. Kamusal alanda kiminle ve neyle mücâdele edeceksiniz?.

 

Allah kadınlara “oturun evlerinizde” diyor ve zorunlu yada geçici hâller dışında kamusal alan dâhil dışarılarda dolaşıp durmanızı istemiyor. Çünkü bu durumu “câhiliye” olarak görüyor. Fakat modern kadın dinlemiyor da fıtratına ve doğasına aykırı şeyleri istiyor, özlüyor ve yapıyor.

 

Kadın evden dışarı adımını attığı anda kapitâlizmin kucağına düşer. Kadın evden dışarı çıktığında ya zulmeder yada zulme uğrar. Bu nedenle kadın gerçekten de ev-merkezliliğe uygundur ve kadının yeri evidir. Tabi bu hiç dışarıya çıkmayacak anlamında değildir. Alış-veriş, sağlık, kendisinin yada çocuklarının eğitimi ve bir hava değişimi için vs. dışarıda bulunacağı zamanlar olacaktır elbette. Ev, kadının hapis-hânesi değil, doğal-hânesidir.

 

Ne oldu?. “Bu ne yobazca sözler, bu zamanda öyle şey mi olur?” mu diyorsunuz. Kadının sürekli olarak ev-dışında çıkması ve “kamusal alan” deyip durması zaman ile değil, mekân ile ilgili bir şeydir. Evet; modern mekânlarda kadının evde tutulması kolay değil. Apartman denilen modern hapis-hânelerde kadın elbette duramıyor ve kendini her fırsatta dışarıya ve kamusal alana atıyor, atmak istiyor. Çünkü apartman dâireleri “yuva” değildir ve insan ve kadın doğasına da uygun değildir. Oysa eskiden böyle değildi.

 

Meselâ Osmanlı-Anadolu evleri şöyleydi: Büyük bir avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5 âilenin ki, bu kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan oluşan büyük âilelerdi. Ortak kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin ayrı odalarının olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının bulunduğu, alt katı banyo-tuvalet-mutfak-depo vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan evlerdi. Erkekler sabah erkenden işlerine giderken, büyük atalar torunlarla yada kendilerine has işlerle uğraşırlar ve câmiye gidip-gelirlerdi ve zamanlarını bu şekilde geçirirlerdi. Kadınlar ise, bu evlerin arka taraflarındaki meyve ağaçlarının olduğu ve sebzelerin yetiştirildiği bahçelerle ilgilenirlerdi. Yine evlerin bâzılarında tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar vardı. Kadınlar bunların günlük bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla çevrilmiş olan ve bir çeşit tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda kışlık ürünlerini (salça, turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.) hazırlarlar, ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük tencerelerde hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve günlerini dolu-dolu yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık dışarıya çıkıp bir yerlere gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar işlerini, -zâten çarşı-pazarda çalışan- eşler karşılardı. Bu avlular, onların hayatlarını büyük ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır ve her konuda yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı.

 

Modern kentlerde ise bu tarz şeylerin yaşanması mümkün değildir. Apartmanlar insanları birbirinden koparıyor. Eskiden 3-5 sokak ileride oturanlar bile “komşu” olurken, şimdi aynı kattaki yan dâirede oturanlarla bir komşuluk ve tanışıklık yok. Zâten pek de karşılaşılmıyor. Uzun yıllar aynı katta oturup da birbirlerini tanımayanlar var. Bir keresinde sokağımızdaki yan apartmandan bir cenâze çıkmıştı ve mahallenin eski sâkinleri, kimin öldüğünü anlayamamıştı.

 

Mekânın ve kadının değişimi, Dünyâ’nın değişimidir. Dünyâ mekânı, an îtibârıyla çok saçma bir hâle gelmiştir. Ne plân, ne estetik, ne rûh ve ne de huzur var. Saçma bir kentleşme ve mekân var. Böyle saçma alanlarda saçmalıktan başka bir şey olmayacağı bellidir. İşte doğal ortamından sürekli olarak uzaklaşan kadın da ev-dışına çıkınca saçmalamaya başlar ve hâli, tavırları, hareketleri ve konuşmaları değişmeye başlar. Modern mekânlar ve kamusal alan, insanların karakterini bozuyor, onları mâneviyattan koparıyor ama en çok da kadınları olumsuz anlamda etkiliyor. Kadının en doğru ve faydalı davranışları ev-içinde olabilir. Dışarı çımasıyla başlayan süreçte kadının ne hâle geldiği ve getirildiğine bir baksanıza!. Hem zulmediyor hem de kendisine zulmediliyor. Nereden baksanız tutarsızlık, nereden baksanız ahmakça..

Hakkıyla yapılan ev-hanımlığı, “kadının çalışması”ndan ve kamusal alanda bulunmasından üstündür. Kadının (mecbûren yada isteyerek) ev-hanımlığını bırakıp dışarıya çıkmaya ve çalışmaya başlaması, daha düşük bir makam ve mevkîyi kabûl etmesi demektir. Allah’ın kadınlara verdiği makam ve mevkî yerine, modern sistemin kadınlara önerdiği makam ve mevkîyi tercih etmek elbette “daha düşük bir makâmı ve mevkîyi kabûl etmek”, “attan inip eşeğe binmek” demektir.

 

Kadın “görünür” oldukça İslâm “görünmez” olur. Bu nedenle İslâm medeniyetinde kadın çok da fazla görünmez. Kadının; başörtüsü-cilbab, bahçe ve ev olarak üç farklı tesettürü vardır. İslâm medeniyetinde kadın (ev-içinde yada ev-dışında) bu üç tesettürün ardındadır. Baş-örtüsü kadının ev-içi ve ev-dışındaki tesettürü, ev kadının ve âilenin tesettürü, bahçe de evin tesettürüdür. Apartman denilen mahremiyetin sıfırlandığı mekânlarda İslâm-merkezli bir tutum ve davranış göstermek ne kadar da zordur.

 

Eğitim görmek ve ilim öğrenmek adına ev-dışına çıkmak ama dışarıdan eve bir türlü dönememek ve dönmek de istememek modern bir sapkınlıktır. Eğitim, etkileşim, tanışma, paylaşma vs. falan diyerek kadınları ve kızları tahrik edenler sâdece feministler değil, modernizm ile İslâm’ı yâni hak ile bâtılı sentezleyen ve sentezlemek isteyen ama bunu bir türlü başaramadıkları için çelişkili sözler edip duran bizim mahallenin öne çıkan ablaları da bunu yapıyor. Bir-yandan “kızlar-kadınlar okusun, çalışsın, üretsin, kamusal alana çıksın” vs. derken, diğer yandan da “kadın annelikten vazgeçemez” diyerek insanlık târihindeki en çelişkili, anlamsız ve ahmakça sözü söylüyorlar. İkisi bir-arada olmaz kardeşim!, geçin bunları ve vazgeçin bunları söylemekten. İlim ve eğitim ev-merkezli olarak da yapılabilecek şeylerdir. İşin amel-eylem tarafı ise ya çok özel şartlar için yada sâdece erkekler için uygundur.

 

“Yuvayı dişi kuş (kadın) yapar, kadın yuvayı yapmak için dışarıdan dal taşımalı” sözleriyle kadınları kışkırtmayın. Yuvayı yapmak için dalları taşırsın kısa süre içinde ama yıllar-boyu dal taşımak için sürekli olarak yuva-dışına çıkıp durulmaz ki!. Yuvada kalıp yumurtaları ve civcivleri sıcak tutmak da vardır ki dişi kuşun asıl görevi budur. Demek ki dallarlı taşıyıp yuvayı yaptın mı, oturacan kıçının üstüne.

 

Şu da var ki, bir kadının-kızın, örgün eğitim sistemine dâhil olması ve sonunda sabahtan akşama kadar her gün ev-dışında çalışmaya başlaması, fıtratına ve doğasına yapılan en büyük zulümdür. İnsanlık târihinin en a-normâl davranışı budur. Ya ufacık süt bebelerini ve anne şefkatine muhtaç olan çocukları birilerine bırakıp da nasıl ev-dışında çalışmaya gidebiliyorsunuz ve kamusal alan denilen yere çıkmak için can atıyorsunuz?. Siz aklınızı mı yitirdiniz?. Bebeklerinizle, çocuklarınızla ve ev ile ilgilenmek sizin için nasıl olur da “cennet” olmaz da “cehennem” olur?. Bunun açıklaması ancak, bir sendrom ve travma hâli ile yapılabilir.   

 

Allah kadınları yüksek derece merhâmet ve vicdan sâhibi olarak yaratmıştır. Çünkü kadının ana-görevi çocuk doğurmak ve onları yetiştirmek ve büyütmektir. Kamusal alana çıkıp duran ve ev-dışında çalışan kadınların çocukları elbette bundan mahrûm kalmaktadır. Üstelik çalışan kadınların çocukları “ana-dil”den yâni “anne dili”nden de yoksun kalırlar. Çocukların ve gençlerin acâyip-acâyip konuşmalarının bir sebebi de budur.

 

Allah’ın, kadınları ev-merkezli olarak yarattığının bir delîli de, kadınların fizîki yapılarıdır. Kadınlar çocuğunu ayağında sallamak, emzirmek, yemek hazırlamak, örgü örmek, arkadaşlarıyla çay-kahve içmek vs. için oturmak zorundadırlar. Kadınların fizîki yapıları uzun süre oturabilecek şekildedir. Kanımca kadınların kalçalarının büyük ve genişçe olmasının bir nedeni de budur. Erkekler öyle değildir. Erkek biraz otursa kemikleri kıçına batmaya başlar ve hemen kalkmak ister. Çünkü erkek dışarıda çalışacaktır ve evin ihtiyaçları için uzun süre ayakta olacaktır Fakat kadın büyükçe bir mâbâda sâhip olduğu için uzun süre rahatça oturabilir. Allah bu-şekilde kadını ev-merkezli olarak yaratmış, sonra da “oturun evlerinizde” demiştir.

 

“Özellikle müslüman kadının, kamusal alanda çalışma durumunun erkeklerin çalışma şartlarıyla aynı kriterlerde olmaması gerektiğini” söylüyorlar. Böylece sanki kadınlara kolaylık sağlamış olacaklar. Oysa kadının ev-dışında çalışması baştan-sona yanlıştır ve zararlıdır. Zâten kendileri de, “kadının çalışma hayâtına katılması özel alandaki anne ve eş rôllerine zarar vermektedir. Ayrıca kadınların eril egemenliği altındaki iş hayatında yükselmek için erkek değerlerini benimsemeleri, kadınların kendi değerlerinden ödün vermeleri anlamına gelmektedir” diyorlar. Ee, o zaman niçin kadınları kamusal alana çıkmaya ve ev-dışında çalışmaya yönlendiriyorsunuz. Kadın hangi ortamda ve ne şekilde çalışırsa-çalışsın yine de başta kendisi olmak üzere birilerine zarar verecektir. O-hâlde kadınların çalışması hem kendilerine, hem âilelerine, hem topluma hem de dîne ve fıtrata karşı yapılan bir zulümdür. 80 milyonluk ülkeye en fazla 10-15 bin kişilik çalışan kadın gerekir ki bunlar da yarı-zamanlı çalışma şeklinde olmalıdır. Üstelik çalışacak bu kadınlar, önünde engeli olmayan kadınlardan seçilmelidir. Yâni çalışacak olan kadınlar ya bir-nedenle evlen(e)memiş, ya erken evlenip çocukları evlenip evden ayrılmış yada çocukları olmamış kişilerden olacaktır. Aksi-hâlde dediğimiz ve apaçık bir şekilde görüldüğü gibi, Dünyâ çalışan kadınlar tarafından ifsâd olacaktır ki bu ifsâd zâten yayılmaya başlamıştır bile.

 

Dünyâ adâletsiz ve eşitliğin olmadığı bir yer hâline gelmiştir. Bu adâletsizlik en çok da ekonomik alanda kendini göstermektedir. Bu durum geçim zorluğu ortaya çıkardığı için “kadının çalışmasına daha doğrusu çalışmaya mecbur bırakılmasına” neden olmaktadır. Fakat bu adâletsizlik “kadının çalışması” ile değil, “çalışmaması ile aşılabilecek” bir durumdur. Çünkü kadın ucuz iş-gücü oluyor ve ücretlerin belli bir seviyenin altında kalmasına  neden oluyor. Kadın ucuz emek ve iş-gücü olarak kullanıldığı için ücretler de düşük kalmaktadır.Bu durum tâğutların ve onları izleyenlerin işine gelse de büyük zulümlere neden olmaktadır. O-hâlde kadın kamusal alandan ve iş-hayâtında çekilecek ve böyle olunca da ücretler mecbûren iki katına çıkacaktır. Kadın iş-hayâtından çekilse emin olun ki çok kısa bir süre sonra asgarî ücret iki katına çıkacaktır. Buna mecbur kalacaklardır.

 

Kadının özel alanı evidir. Kamusal alan kadının hiç-bir şeyine uygun değildir ve kadına ev-dışında, evde edinebileceğinden -olumlu anlamda- daha fazla bir şey de katmaz. Kamusal alana çıkan kadın ya zulmeder yada zulme mâruz kalır. Bu nedenle “kamusal alana çıkmak için mücâdele etmek” denilen şey ne kadar da absürttür. Hele ki evden tüm Dünyâ’ya ulaşılabilen bir zamanda. Fikirlerini, düşüncelerini ve bilgilerini yaymak ev-içinden de çok kolaydır. Buna rağmen  “kamusal alana çıkacam” diye bir yerlerini yırtmak anlaşılabilir değildir. Bu durum olsa-olsa modernizme meftûn, râm ve hayrân olmanın bir sonucu ve göstergesi olabilir.

 

Ey özel alanları olan evlerinden ayrılıp da kamusal alana çıkan ve bunun için olanca gücüyle mücâdele eden ve edilmesini şiddetle savunan kadınlar!. Allah aşkına; kamasal alana çıktınız da ne yaptınız?. Sanki Dünyâ-çapında bir fikir ve düşünce mi ürettiniz?, hârika iller yapıp da Dünyâ’yı mı değiştirdiniz?. Ev-içinde yapılamayacak olan neyi yaptınız ki!. Kamusal alanda yâni ev-dışında yapıp da evde yapamadığınız ne var?. Sanki meselâ Rachel Corrie gibi canınızı da ortaya koyarak büyük ses getiren eylemlerde mi bulundunuz?. Hayır!, siz kandırıldınız ve annelikten, ev-hanımlığından uzaklaştırıldınız. Ev-dışına ve kamusal alana çıkmaya alıştırıldığınız için ev-dışına ve kamusal alana çıkmayı iyi ve üstün bir şey zannediyorsunuz. 

 

Fakat şunu iyi bilin ki ey kadınlar!; modern, kapitâlist, feminist, lâik, seküler ve demokratik kamusal alanda kendinizi Allah’ın emrine göre gerçekleştiremezsiniz. Zâten Allah sizden böyle bir şey beklemiyor. Kamusal alanda ancak kendinizi kaybedersiniz. Sonunda da başlarsınız modernizmin her türünü kutsamaya..

 

Dindar kadınları kamusal alana alıştıran ve onları dışarı-dışarıya iteleyenler muhâfazakâr partiler olmuştur. Çünkü onlar da seküler-demokratik partilerdir ve parti yâni demokrasi bir “çoğunlukçuluk”tur. Kadınlar da işte çoğunluk oluştursunlar ve çoğaltsınlar diye onları kamusal alana atmışlardır. Böylece seküler projelerini onlar üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. “Kadın kolları” falan diyerek kadınları evden çıkarmakta ve geri de eve sokmamaktadırlar. Evleri bok götürürken, çocuklar açlıktan kıvranırken, kadınlar orada-burada yâni kamusal alanda çeşitli gereksiz işler için koşturmaktadır. Ne kadar da absürt ve boş şeylerdir bunlar. Üstelik kamusal alana kök salan kadınlar “üstün kadınlar” olarak görülmekte ve bu kadınlar sanki “Allah’ın râzı olduğu kadın” gibi gösterilmektedir.

 

Günümüzde kadınlar kamusal alanı öyle bir doldurmuşlar ki, erkeklere yer kalmıyor. Çıkın bakın, sabahın köründe bir otobüs durağına, durakta otobüs bekleyen insanların üçte ikisi kadın. Ya senin çocuğun yok mu, evde yapacak işlerin yok mu?. Ne işin var karanlıkta yollarda, kamusal alanda.

 

Bir de “baş-örtüsü ve tesettürlü olduktan sonra kamusal alan çıkmakta, ev-dışında çalışmakta ve erkekler içinde olmakta sorun olmaz” diyen câhiller var. Zorunlu hâllerde ve geçici durumlar için kamusal alan çıkılabilir tabi ama kamusal alanı kutsal bir mekân olarak görmek, baş-örtülü ve tesettürlü olunsa dâhi çok büyük bir sorundur. Kamusal alana baş-örtülü ve tesettürlü olarak, günün çoğunu orada geçirecek şekilde çıkmak doğru değildir ve kadın için sorundur.

 

Şu da var ki, Allahsız modern sistem, kadınları “Allah’ın emrettiği baş-örtüsü”yle kabûl etmez ve edemiyor. Bu nedenle de modernleştirilmiş baş-örtüsü ve tesettür ortaya çıkmıştır. Peki ne uğruna?, kamusal alan çıkabilme ve kamusal alana dâhil olabilme uğruna. Allah’ın emri sâdece saçın örtülmesi değildir hattâ aslında Allah’ın “baş-örtüsü takın” diye bir emri de yoktur. Çünkü baş-örtüsü zâten vardır. Allah baş-örtüsünü bağlama şeklini düzenliyor ve baş-örtüsünün sâdece başları örten bir örtü olmadığını söylüyor.

 

Baş-örtüsü emrinin verildiği zamanlarda aynen günümüzde olduğu gibi kadınlar baş-örtülerini, amacına uygun olmayan şekillerde modaya göre bağlıyorlardı. İşte Allah bu bağlama-şeklini değiştirip düzenlemiş ve: “Baş-örtülerinizi boyunlarınızda birleştirdikten sonra göğüslerinizin üzerine salın” demiştir. Fakat modernler zâten işte bu belirlemeye ve Allah’ın emrettiği şekilde baş-örtüsü takmaya karşı çıkmışlardır. Lâikler baş-örtüsüne tümden karşı çıkarken, sekülerizm ise “Allah’ın emrettiği şekilde kullanılmasına” karşı çıkıyor. Bu nedenle de baş-örtüsünün ancak dünyevileşmiş ve modernleşmiş şeklini kabûl edebiliyorlar. Kamusal alanda da işte bu dünyevileşmiş ve modernleşmiş olan baş-örtüsünü görmek istiyorlar. Modern müslüman kadınlar*kızlar da bunu, “kamusal alana çıkabilmek için” seve-isteye kabûl ediyor ve baş-örtülerini kamusal alana uygun şekilde bağlıyorlar. Fakat şu kesin ki, baş-örtüsünün “Şûle-baş” denilen bu bağlanış-şekli zinhar Allah’ın emrettiği bağlama-şekli değildir.  

 

Modernlerin kamusal alan dâhil olmak için belirlediği ve kabûl ettiği baş-örtüsü bağlama ve tesettür kıyâfeti kullanma-şekli budur. Bunu kabûl eden kızlar-kadınlar, modernlerin belirlediği ve kabûl ettiği;  vücut hatlarını belli eden dar, içi gösteren ince ve çıplaklığı gösteren kısa ve de çok parlak ve gösterişli olan -sözde- tesettür kıyâfetleri (elbise-libas değil) giymeyi kabûl ediyorlar. Zâten Allah’ın emrettiği giyim-şeklini de çok ilkel, sıradan ve ezik gördükleri için, tam da Allah’ın emrettiği gibi giyinen kadın ve kızları “kezban” olarak görüyorlar. Oysa asıl “kezzibân” kendileridir. 

 

Müslüman kadınlar Allah’ın emrettiği şekilde olan kıyâfetleri giymeyi “kabûl edilemez” olarak görmeye başlamışlardır. Çünkü tesettürün “göstermemek için” olduğunu bilmiyorlar ve modernleşmiş kıyâfetleri “göstermek için” kullanıyorlar. Zâten modern kıyafetler de tümüyle gösteriş içindir. Zîrâ kamusal alanda görünmek ve göstermek olmazsa-olmazdır. Çünkü modernler böyle istiyor ve ancak böyle olursa -sözde- tesettürü ve baş-örtüyü kabûl edebiliyorlar. Oysa Allah bunu kabûl etmemiş ve değiştirmiştir.

 

Modern kadının âile içerisindeki kimliğini muğlaklaştırmıştır. Çalışıp para kazanan ve çeşit-çeşit giyinip dolaşan kadınları gören diğer kadınlar, kendilerini ezik ve aptal gibi hissetmektedirler. Böylece “kadın hem bir anne hem de çalışan, yazan ve gerektiğinde hakkını savunmak için mücâdelesini verecek güçte olmalıdır” gibi sözlere hemen kanıyorlar. Oysa bu söz çok yanlıştır zîrâ kadına Allah’ın yüklemediği işleri yüklemek, kadına yapılan büyük bir zulümdür.

 

Kadının çalışması ve kamusal alana çıkması, “babanın işe, annenin işe, çocukların kreşe ve ana-okuluna gitmesine, yaşlıların da huzur-evlerine hapsedilmesine ve huzursuzluk içinde yaşamasına neden olmaktadır. Kreşlerin ve huzur-evlerinin  bu kadar çoğalmasının nedeni kadının kamusal alan diye tutturmasından başka bir şey değildir. Öyle ki artık parti ve belediye seçimlerinde adaylar “her mahalleye bir kreş açacağım” vaâdleri yapmaktadır. Aslında bu vaâd, âilenin ve toplumun ne kadar da bozulduğunun bir göstergesi olmasına rağmen, insanlar bununla övünecek kadar şaşırmıştır.

 

Kamusal alan çıkan ve buna alışan kadınlar ve kızlar ev-hanımlığından iğrenmeye başlıyor. Bu durum daha ileride evlenmeyi, çocuk bakmayı, ev işleri yapmayı vs. dehşet verici görmelerine neden oluyor. Evlenmiş ve çocukları olmuş kadınlar bunun çâresini kamusal alana çıkmayı ve ev-dışında çalışmayı terk etmekte değil de, -haksızlık ve şerefsizlik yaparak- gariban kadınları üç kuruşa çalıştırmakta ve kendi yapmaları gereken işleri onlara yaptırmakta buluyorlar. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan zulüm..

 

Ey kadınlar!; hem evde hem de dışarıda bir işte çalışmayı nasıl kabûl edebiliyorsunuz?. Evin işleri zâten çok ağır oluyor,  bir de ev-dışında bir işte çalışmak sizin için zulümdür. İşte burada kadınların isteklerinden ziyâde, sistemin, kadınları dışarı çekmek tuzağı ve plânı vardır. Çünkü öyle bir durum ortaya çıkmıştır ki artık erkeğin tek-başına çalışarak kazandığı paranın aslâ yetmeyeceği yada yetmeyeceği sanılan bir dünyâ kurulmuştur ve kadın daha rahat bir hayat için anneliği fedâ etmek zorunda ve durumunda kalmaktadır. Oysa bu bir kısır-döngü oluşturmakta ve kadın iş-gücü, ücretlerin daha çok azalmasına neden olmaktadır. Bu tuzağı fark etmek ve bundan kurtulmak şarttır.

 

Mutlu âilenin formülü şudur: “Kadınlar erkekler karşısında “haddini” bilecek; erkekler de “emânet”e (kadın) ihânet etmeyecek”.

 

En iyi ve ideâl kadın “ayaklarının üzerinde durmasını bilen kadın” değil, “.ötünün üstünde oturmasını bilen kadın”dır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

 

 

2 yorum:

  1. Ben İslami değerlere önem veren bir kızım ve sırf çalışmadığım için ne değer gördüm ne de evlenebildim. Toplum da maalesef erkekler dahil kadınları bu hale getiriyor. Sorun yok Allah’ın rızası bize yeter.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Allah senden râzı olsun. Allah katında değerli olmak önemli. Allah sana yollarını açsın, nîmetlerini lutfetsin.

      Sil