“Sana indirilene ve senden önce indirilene
gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğutun önünde
muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan
onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
Tâğut;
“Tüm zamanlar ve mekânlar
için, Allah dışında ibâdet ve itaat edilen her-şey”dir. Tâğut; tüm
zamanlarda ve mekânlarda, Allah yerine tapılan “mevcut putlar”dır.
Dünyâ’nın
en kolay işi, “mevcuda eklemlenmek”tir. İnsanlar tüm zamanlarda en çok, mevcuda
tapmışlardır ve mevcudun izinde yürümüşlerdir. Zîrâ mevcuda tapmanın ve
mevcudun izinde yürümenin çok bir bedeli yoktur. Mevcut sistem ve paradigma
bağlamında düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ne kadar da kolaydır, zîrâ
“nefsi merkeze almak” yeterlidir. Sisteme aykırı bir din (İslâm) bağlamında
düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ise ne kadar da zordur. Zîrâ şeytanı, nefsi
ve tâğutları karşınıza almanız gerekir.
İnsanlar
her zaman Allah yerine, genelde mevcuda yada mevcuda uygun düşen şeylere
inanmışlar ve onların peşinden gitmişler yâni onlara tapmışlardır. Modern
insan, hiç-bir bilgisi olmamasına rağmen mevcut ve popüler olan şeye tapmayı “bilmek”
zanneden kişidir.
Dünyâ’da
her zaman iki farklı din ve yaşam-şekli olmuştur. Biri, Allah’ın seçtiği bir
peygambere gönderdiği vahiylerden oluşan İslâm Dîni ve İslâmî yaşam-şekli;
diğeri ise, insanların şeytan-nefs ve istek-arzularına göre oluşturdukları,
düşüncelere uygun olarak ortaya koydukları beşerî din ve yaşam-şeklidir.
İnsanların çoğu, hak dîni yaşamadıkları için, yaşadıkları mevcut hayat-tarzını
hak din olarak görürler. Çünkü sünnetullahın bir sonucu olarak; inandığınız
gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.
İnsanların-müslümanların
büyük çoğunluğu artık şunu deme noktasına geldi: “Artık Dünyâ bildiğimiz mevcut
durumda. Bu mevcut dünyâyı sorgusuz-suâlsiz ve seve-isteye kabûl edelim, modern
dünyâyı yâni mevcudu “kazanımımız” olarak görelim ve İslâm’ı da mevcut modern
Dünyâ’ya göre yorumlayalım ve yaşayalım. Modern dünyâya karşı çıkmanın bir
anlamı yok”.
Bu
yüzden, Kur’ân, Sünnet, bilim, akıl, mantık vs. istediğiniz delîli getirin,
insanların çoğu yine de mevcut zihniyetlerine, alışık oldukları şeylere,
hayâllerine, arzularına ve çıkarlarına göre hareket edecekler ve mevcudu
kutsamaya devâm edeceklerdir. Bu nedenle değişimler “güzellikle” olmaz.
İnsan,
“şartları değiştirebilen” demektir. Mevcut şartları değiştirmeyi, hayvanlar
düşünmez/düşünemez. Fakat İslâm toplumlarında
bile, ideâl olanı arayıp gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve
“makbûl” sayma alışkanlığı oluştu. Modern -sözde- müslümanların,
Allah’ın hükümlerini pek de takmamalarının nedeni, mevcut batı kültürü ve
modernizme sımsıkı bağlı olduklarından dolayıdır.
Dîn
mevcut dünyâya göre değil, mevcut dünyâ dîne göre yorumlanıp değiştirilmelidir
ki bunun, eleştirel yorumlarla başlaması kaçınılmazdır. Lâkin medyatik hocalar
tam tersine, “mevcudu eleştirecek bilgiye, ferâsete ve cesârete sâhip
olmadıkları için”, mevcut bir yanlışlığın faturasını dîne kesiyorlar. Zâten mevcudu “görüşleri” olarak sunmaktadırlar. Bu nedenle
de onlardan mevcuda aykırı bir şey söylemeleri beklenmemelidir. Zîrâ tüm
söylemleri mevcuda uygun düşmekte ama İslâm’a aykırı düşmektedir. Çünkü merkeze
İslâm’ı değil, mevcudu almışlardır ve onu kutsayıp durmaktadırlar.
Oysa tüm zamanlarda ve mekânlarda İslâm;
yürürlükteki mevcut işleyen sisteme çomak sokan bir din’dir. Zîrâ çomak sokması
için gönderilmiştir. Bundan dolayı Kur’ân’ı okuyup durduğu hâlde mevcuda bir eleştiri,
îtiraz, isyân ve muhâlefette bulunmayanlarda, bir anlayış sorunu yoksa, bir
“kişilik bozukluğu var” demektir.
Modern
insanlar-müslümanlar zannediyor ki Allah, aynen bu mevcut Dünyâ’yı hayâl
ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu
insanlardan. Şimdi böyle bir Dünyâ oluştuğuna göre Allah çok memnun ve râzı bu
durumdan. Bu nedenle de mevcudu yâni modernizmi “din” edinip onu kutsayan
modernite ile büyülenmiş olanlar, İslâm’a “burun kıvırarak” bakmaya
başlıyorlar. Çünkü onu bir-türlü istedikleri gibi mevcuda uyduramıyorlar.
Böylece İslâm ile ilişkileri “yalandan” bir ilişki oluyor.
Müslümanlar
Kur’ân’a bakarak hayâtı yorumlamıyor ve düzenlemiyorlar; mevcut hayâta,
konjonktüre bakarak Kur’ân’ı yorumluyorlar ve ona göre eylemde bulunuyorlar.
Ellerinde Kur’ân olmasına rağmen düşüncelerini ve eylemlerini Kur’ân değil, mevcut
konjonktür belirliyor. Eylemlerini ekonomileri belirliyor; partileri
belirliyor; üstadları belirliyor; malları-mülkleri, sevdikleri, işleri vs.
belirliyor, yâni mevcut paradigma belirliyor. İşte şirk budur!.
Mevcut
“akıl çağı”nda her-şeyin ifsâd olmuş olması, “aklın îmândan kopuk olması” ve
akıl ile şirk koşulması nedeniyledir. Akıl
îmandan koptuğunda her-şey ilahlaştırılabilir.
Mesele şu: Yürürlükte olan mevcut yanlış dînî anlayışı
Kur’ân’a-Sünnet’e göre mi değiştireceğiz; yoksa modernizme yâni mevcuda göre mi
değiştireceğiz?. Kur’ân’ın hükümleri, mevcut zamânın
arzularına değil; mevcud zaman, “Kur’ân’ın hükümlerine” uymalıdır. Kur’ân için
“bu zamanda uygulanamaz” demek, “ben bu mevcut modern hayattan memnunum,
Kur’ân’a da ihtiyâcım yok” demektir. Lâkin mevcut, Dünyâ’yı “herkes için”
yaşanabilir bir yer hâline getirmedi ki!. Mevcud dünyâda adâletsizlik,
eşitsizlik, ahlâksızlık, suç, ayıp, haram, günah, şirk, küfür ve zulüm ayyuka
çıkmış durumdadır. O-hâlde mevcut sistem nedeniyle ortaya çıkan
adâletsizliklere, ahlâksızlıklara ve zulümlere sövmeyenler duyarsız ve ciddî
olmayan insanlardır. Mevcut
her alanda ve mekânda, her yönden Allah’a, âhirete, gayba, dîne, İslâm’a, Kur’ân’a,
vahye ve Peygamber’e küfredilip sövülmektedir. O-hâlde mevcuda da sövmek gerekmektedir.
Lâkin mevcudun hatırına kimse ses
çıkarmamaktadır. Bu yüzden de mevcudu sorgulamayanlar, İslâm’ı ve dîni
sorgulamaya başlıyorlar. Haz-merkezli mevcut Dünyâ’dan şüphelenmeyenler ve
tadını çıkarmanın yollarını arayanlar, âhiretten şüphelenmeye başlıyorlar ve
onu inkâra meylediyorlar.
Mevcut
zaman ve mekân, “insan” ve müslüman olarak kalmanın neredeyse imkânsız olduğu
bir zaman ve mekândır. Fakat modern insan mevcudun hatırına buna katlanıyor ve
mevcut içinde kalmaya ve mevcuda göre düşünmeye, konuşmaya ve hareket etmeye
devâm ediyor. Çünkü mevcudun içindeyken kendini mevcuda uydurmayanlar terörist
olarak görülüyor.
Mevcudu kutsayıp ona tapanlar sürekli olarak şunları söylemektedirler:
“Her-şeye Kur’ân’dan ve
Peygamberimiz’in hayâtından delil getirmek zorunda değiliz. Nassın bize
öğrettiği temel ilke adâlettir. İlkenin kendisi değişmez ama nasıl olacağı
zamansal, mekânsal ve örfîdir. Buna insanlar karar verir. Nasla ekonomi
yönetilemeyeceği gibi hayâtın hiç-bir alanındaki problem de nasla çözülemez.
Her-şeyi çözebilecek olan şey akıldır. Dini düşüncenin reforma ihtiyacı var.
Güncellenme dediğimiz bu. Yenileşmeye kesinlikle ihtiyaç var”.
Peki Kur’ân bu
hayâta âit konularda bir şey demiyor mu ve Peygamberimiz’in “örnek” uygulamalarının
hiç mi değeri ve önemi yok!. Bize 2.500 yıl önce îcâd edilen Allahsız demokrasi
“ışık” oluyor da, Allah’ın; “muhteşem bir ahlâka sâhip” ve “âlemlere rahmet”
dediği ve Ahzâb Sûresi 21. âyette “en güzel örneklik” olarak gösterdiği
Peygamberimiz’in Sünnet’i bize “ışık” olamıyor mu?. Peki neden?.
Neden olacak;
çünkü İslâm’ı değil mevcudu merkeze alıyorlar, mevcuda meftûn, râm ve hayrân
olmuşlardır. Hayatlarının merkezinde İslâm değil, mevcut paradigma vardır, yâni
Allah’a değil, mevcuda tapmaktadırlar. Bu yüzden de her-şeye mevcut üzerinden
yâni modernizm üzerinden -sözde- delil getirmekten çekinmiyorlar. Peki Peygamber
döneminde yada İslâm’ın mutlak anlamda hâkim olduğu bir zamanda ve mekânda yaşasaydınız
neye göre delil getirecektiniz?. Elbette İslâm’dan, Kur’ân’dan ve Sünnet’ten.
Çünkü sisteme göbeklerinden bağlı olanlar hep böyle yaparlar.
İslâm’ı
hurâfelerden kurtarmaya eyvallah ama bu neye göre yapmak istiyorlar?. Hurâfeleri,
uydurmaları ve zırvalıkları iptâl ederek yeniden Kur’ân ve Sünnet-merkezli İslâm’a
göre mi?. Elbette hayır. Meftûn, râm ve hayrân oldukları ve tapıp durdukları
mevcuda göre yapmak istiyorlar. Çünkü “mevcuda uygunsa İslâmîdir, değilse
İslâmî değildir” inançları var. Bu nedenle de İslâm’ı, Allahsız, dinsiz, İslâm
düşmanı modernizme yâni mevcuda uydurana kadar değiştirmek istiyorlar: Zîrâ
İslâm’ı olduğu gibi kabûl edemiyorlar ve hattâ İslâm’ın orijinâl hâline
düşmandırlar ve gıcık oluyorlar. Bu yüzden de mevcut ne emrediyorsa dîni ona
göre değiştirmek ve uydurmak istiyorlar. İşte tüm zamanlarda vahiy böyle bir
yolla tahrif edilmiş ve başkalaştırılmıştır. Tüm zamanlarda vahyin tahrifi,
kendini Allah’a ve dîne sımsıkı bağlı ve en iyisini ve doğrusunu kendisinin
bildiğini zanneden kâfir ve müşrikler tarafından yapılmıştır. Yoksa vahyi
dış-düşmanlar ve işgâlciler tahrif etmemiştir ki!.
Peki neden mevcuda tapınılıyor?. Çünkü
modern insanlar onu “en ileri gelişmişlik” olarak görüyorlar. “Bugünkü
şartlarda en ileri düzeyde bir gelişmişlik var, bundan daha iyisi nasıl olacak
ki” diyorlar. Birileri de; “insanın gelmiş olduğu en ileri uygarlık-gelişmişlik
seviyesi Dünyâ’yı kurtaramıyorsa, 1.400 yıl önce gelmiş olan İslâm nasıl
kurtarsın” diyorlar. Oysa mevcut Dünyâ, görebilenler için “insanın
gelebileceği en ileri seviye” değil, “insanın gelebileceği en aşağılık
seviye”dir. Ezber bozucu olmayan tüm söylemler, mevcut sistemi beslemekten
başka bir işe yaramaz.
Peki 2.500 yıl öncelerden gelen demokrasiye
niye yalakalık yapıp da tapıyorsunuz?. Demokrasi sizi ve Dünyâ’yı kurtardı mı,
nasıl kurtaracak ve niye kurtaramıyor?.. Cevap yok, mevcuda devam.
Mevcudu sürdürmek ve demokrasi
bağlamında, oy vermek, mevcut ideolojinin ve durumun sürmesini istemek ve de;
“zengin daha da zengin olsun”, “gariban da gariban kalmaya devâm etsin”
demektir.
İslâm’ı ve Kur’ân’ı-Sünnet’i, bir
türlü kabûl edemeyen oryantâlist yalakası akıl-perestler, iş Allahsız
din-düşmanı modern- lâik-seküler demokrasiye gelince: “Her-şeyi dînî metinlerde
ve geçmişte aramak hastalıklı bir zihniyettir. İnsan aklı, iyiyi, kötüyü ve adâleti
bulabilecek kapasitededir. Akıl, en etkin vahiydir” diyerek şirke ve küfre
düşüyorlar. Yuh olsun sizin dînî düşüncenize ve inancınıza!.
“Mevcuda
tapma”nın panzehiri elbette “geçmişe tapmak” değildir. Hem mevcuda hem de
geçmişe yâni klâsik ve modern hurâfelere tapmanın panzehiri, tüm zamanlarda ve
mekânlarda Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir din ve hayat ortaya koymak, böylece “sâdece
Allah’a” taparak hem Dünyâ’da hem de âhirette mutluluğa ermektir.
Mevcudu
sevmemek ve eleştirmek “hâinlik” ile aynılaştırıldı. Mevcut Dünyâ’nın sistemini
ve eserlerini beğenen insan, din’den nefret ediyor yada dîni takmıyor demektir.
Fakat şu iyi bilinsin ki, tüm zamanlarda, mevcut kötü durum nedeniyle Dünyâ’nın
altını üstüne getirme hayâli kurmayan insanlar peygamber olarak seçilmemiş ve
kendisine vahyedilmemiştir.
Mevcut
Dünyâ “anlamsız” bir Dünyâ’dır. Mü’minlerin bu anlamsız Dünyâ’ya anlam katması
zorunluluğu vardır. Gerekirse bunu, Dünyâ’nın ve mevcudun altını üstüne
getirerek yapmalıdırlar. Mevcut Dünyâ’nın perişan, adâletsiz, onursuz-şerefsiz
durumu nedeniyle kahrolmayanları ve bu çirkeflik nedeniyle tüm Dünyâ’yı yakmayı
hayâl etmeyenleri İslâm’a dâvet ediyorum!.
Ey
İslâm’dan soğumuş yada ona düşman olmuş olanlar!; mâdem ki mevcut modern hayâtı
seviyorsunuz ve ondan memnunsunuz; o-hâlde mevcudun köleliğini ve köpekliğini de
yapmak zorundasınız. Mevcudun içinde yaşamanın bedelini hiç îtiraz etmeden
ödenmek zorundasınız. Bu bedel, “Allah yerine mevcuda tapmak” ve “Dünyâ’da
rezil olduktan” sonra âhirette de “acı azapla karşılaşmak”tır.
Evet; mevcuda yâni
lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-emperyâl sisteme göre
işleyen Dünyâ’dan bir pay almak istiyorsanız, mevcuda uymak yâni tapmak zorundasınız.
Taptığınız mevcuda göre yaşamak zorundasınız. Zâten kim bu sisteme daha iyi
uyarsa, o kişi sistemden daha fazla yararlanır. Yok, eğer “Dünyâ geçici bir imtihan
alanı, âhiret daha önemli” diyorsanız, mevcudu değil Allah’ı, âhireti, vahyi,
peygamberi yâni İslâm’ı merkeze alarak İslâm-merkezli olarak yaşamak
zorundasınız. İslâm-merkezli yaşadığınızda ise, hem Dünyâ’da hem de âhirette
iyiliklere ve büyük nîmetlere kavuşursunuz.
Ey Allah’ın tamamladığı ve kıyâmete
kadar geçerli tek hak din kıldığı Kur’ân’ı beğenmeyip de “en güzel örneklik olan
Sünnet’e burun kıvıran yavşaklar!. Ben de sizin mevcudu din yapmanızı ve ona
tapmanızı kabûl etmiyorum ve sizin dîninizi ve inancınızı inkâr ediyorum ve de
yüz çeviriyorum!.
Sizin bâtıl dîniniz size; benim hak
dînim bana..
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder