“De
ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber
vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken,
kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar”
(Kehf 103-104).
Modern müslümanların büyük yanlışı, “İslâm’da
yok” diyerek yapılmasını yasakladıkları ve yerine getirmekten vazgeçirdikleri
şeylerin yerine daha iyisini ve İslâmî olanını koymamak ve koyamamak”tır.
Modern müslümanlar bir-çok konuda “İslâm‘da yok” diyerek iptâl ettikleri
şeylerin yerine daha iyisini, doğrusunu, faydalısını ve hak olanı koymamışlar
ve koyamamışlardır. İnsanlar İslâm’da olmadığı için bir hurâfeden, uydurmadan,
yanlıştan vs. vazgeçmişler ama bunun yerine İslâmî olan bir şey koyulmadığı için
boşlukta kalmışlar ve sâdece “o şeyi yapmamak”la kalmışlardır. Fakat bu durum
pratikte olumlu ve iyi bir sonuç vermemiştir-vermemektedir.
Allah, Kur’ân’da yasakladığı bir yanlışın,
kötülüğün ve hurâfenin yerine hep doğrusunu, iyisini ve faydalısını
göstermiştir. Alt-yapısını hazırlamadığı bir şeyi emretmemiştir. Bir alternatif
göstermeden de bir şeyi yasaklamamıştır. Meselâ mü’min topluma herkesin
birbirinden sorumlu olduğunu emretmiş, “komşusu açken tok yatan bizden
değildir” dedikten sonra ancak açlıktan dolayı yapılan hırsızlığı affetmiştir.
Gençleri evlendirme konusunda da toplumu sorumlu tutmuş fakat her hâlûkârda
evlenemeyenlere oruç tutmayı tavsiye ve emr ettikten sonra zînâyı
yasaklamıştır. Yâni hiç-bir boşluk ve keyfî bir emir ve yasak yoktur.
Yerine daha iyisini yada başka bir şey
koyamadıysanız, uygulamadan kaldırdığınız hurâfelerin faydası değil zarârı
olur. Çünkü uygulamadan kalkan “eski hurâfeler”nin yerini “yeni hurâfeler”
alır. Bu nedenle yerine daha iyisini yap(a)mayacaksanız, “yıkma”nın bir anlamı ve
faydası olmaz. Müslümanların büyük
yanlışı, yasakladıkları şeyin yerine daha iyisini koyamamak ve hattâ bunu dile
bile getirmemektir. “İslâm’da yok” deyip geçiyorlar, peki İslâm’da yasaklanan
şeyin yerine ne var ve doğru olan nedir?. Onu da söyleyin de insanlar onu
yapsın. Böyle bir şey söylemedikleri için insanlar yapmaktan vazgeçtikleri
şeylerin yerine modern olana yöneliyorlar ve buna alışıyorlar. Bu da zamanla
İslâm ‘dan uzaklaşmaya ve moderne kapılmaya neden oluyor.
Kişinin, oturduğu yerden “başkasının
yanlışını söyleme” hakkı yoktur. Daha iyisini yapmayanlar, daha kötüsünü
eleştiremezler.
Şu
apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, İslâm adına ortaya konan hurâfeler bile,
modernizmin hurâfelerinden üstündür ve de iyi ve faydalı sonuç verir.
Bir şeyin doğru ve iyi olmasından ziyâde,
“hak” ve “hakîkat” olması önemlidir. Müslümanlar da dâhil insanlık büyük bir
yanlışın içinde olabilirler. Batı 400-500 yıldır, müslümanlar ise 150-200
yıldır “iyi”yi bıraktı, “doğru”nun peşine düştü ama sonuçta “iyi” oldu mu?.
Hayır olmadı. Olmadığını başımız kaldırıp baktığımızda çok net olarak
görebiliyoruz. İnsanlar “doğru”nun peşine düştüler ve “iyi” olanı bıraktılar.
Peki “doğruyu öğrendiler de ne oldu?. Baktığımızda görülen şey, kâlplerin bomboş
olduğudur. Oysa eskiden hak ile hurâfe karışıktı ama “iyi”lik vardı. Peki
“doğru” olan sonuçta ortaya bir iyilik çıkardı mı?. Meselâ Türkiye’de ve de
müslüman coğrafyasında 30 senedir “Kur’ân’ı anlayarak okuma” çalışmaları
yapılıyor fakat müslümanlar iyiliğe ve hakka ulaşamadılar ve tam-aksine bir
laytlaşma ve laçkalaşma var. Oysa eskiden “anlamadan” okuma yapanlar daha
samîmi ve ciddî idi, daha mutlu, huzurlu ve “iyi” idi.
Kur’ân’ı anlayarak okumak “doğru” olandır
fakat, “yüzünden anlamadan okumak” gibi “iyi” sonuç vermedi-vermiyor. Anlamadan
yapılan okumalar “iyi” sonuç verirken, “anlayarak” yapılan okumalar “iyi” sonuç
vermiyor. Çünkü ortada “iyi”ye yönelik bir gidişat yok. Anlamadan okuyanlar
kendilerini daha iyi hissediyor. Kur’ân’ı mezarda Arapçasından okumak “doğru”
değil ama “iyi”. Çünkü iyi sonuç veriyor. En azından kişiye huzur veriyor. Tabi
bu yapılan şey “iyi” olsa da hakka ve hakîkate ulaştırmıyor. Zâten “doğru”nun
peşine düşmemizin sebebi bu değil miydi?. “Doğru”yu bulup da “iyi”ye ve hakka
ulaşmayacak mıydık?. Peki neden ulaşamadık ve ulaşamıyoruz?. En kötüsü de artık
böyle bir derdimiz de kalmadı. Kur’ân’ı mezarlıkta Arapçasından anlamadan
okumayı bırakanlar; evde, işte, vakıfta, dernekte Türkçesinden ve anlayarak
okuyunca ne yaptılar ve yapıyorlar ki?.
Kur’ân’ı Arapçasından anlamadan okuyup da
“hakka ulaşamamak”la, anlayarak okuyup da hakka ulaşamamak arasında fark yok.
Zîrâ netîcede İslâm adına iki hâlde de bir şey yapılmıyor. Pratik yoksa
“doğru”, “iyi” ve “hak” ortaya çıkmıyor. Doğru bilgi çoğaldıkça hak ve hakîkat
gizleniyor sanki, iyilik gizleniyor. Zîrâ baktığımızda somut bir değişiklik
yok.
Meselâ, şimdiki lâik-demokratik sistemin
mêmurları olan imamların arkasında namaz kılmamak “doğru”dur ama “iyi”midir ve
iyi bir sonuç vermiş midir?. Her yerde cum’â ve günlük namazları kılmak için
alternatif mescidler kurulmuş mudur?. Hayır!. Bu nedenle insanlar namazları da
gevşetmişler hatta kılmamaya başlamışlardır. Bir bakalım kendimize… Sisteme
uymamak için câmiye gitmiyoruz yada resmî bir imamın arkasında namaz
kılmıyoruz. Fakat câmiye giderken ve câmide namaz kılarken mi daha “iyi” idik
yoksa şimdi mi?.
İslâm’da
mevlid ve kandil yoktur. Hattâ mevlid metni şirk içermektedir, kandil denilen
şey de hristiyanlardan ve başka dinlerden alınmıştır. Bu nedenle mevlid
okumaktan-okutmaktan ve kandil kutlamaktan vazgeçmeliyiz. Tamam doğru. Fakat
bunun yerine ne yapacağız?. … Hiç-bir şey.. Mevlid ve Yâsîn okumak-okutmak,
kandil kutlamak, toplantılar yapmak vs. böyle günler ve etkinlikler insanların
birbirlerini görmelerini, yeni insanlarla tanışmalarını, birbirlerine hediyeler
almalarını, hayır yapmalarını, bir şeyler okumalarını ve dinlemelerini vs. sağlıyordu ve bunlar iyi sonuç
veriyordu ve faydalı oluyordu. Bunlar İslâm’da yok ama müslümanların (İslâm’ın
değil) geleneğinde vardı ve bunlar
insanları bir-arada tutuyordu. Somut faydaları vardı. Peki bunlardan “İslâm ‘da
yok” diye vazgeçtik ama yerine ne koyduk?. Hiç-bir şey. Yanlıştan vazgeçtik ama
yerine doğrusunu ve daha iyisini koyamadık ki!. Böyle olunca da toplum bozulmaya
başladı. İnsanlar birbirlerinden koptu ve hattâ nefret etmeye başladı. Çünkü bir-araya
gelmek için bir neden ve şey yok. Sosyâl medya denen şey o ünsiyeti
sağlayamıyor. Çünkü o gerçek bir birlik ve bir-araya gelme değildir. İnsan
ünsiyet içinde olmayınca birbirinden nefret etmeye başlar. Zîrâ gözden ırak
olan gönülden de ırak olur. Görmediğin ve görüşmediğin kişiyi affedemezsin.
Medreseler
de bir-çok hurâfe üretmiştir ve zarar verici olmuştur. Fakat bunun alternatifi
nedir?. Bir alternatif gösterilmemiştir ve modern okullar ve üniversitelere gün
doğmuştur ve bunlar yaygınlaşmaya başlayınca modern olan “daha iyi”
zannedilmeye başlanmıştır.
İnsanların
çoğu, teorik olana göre değil, pratik olana, somut ve yaşanabilir olana
meyleder. Siz yaşanan bir yanlışı, yerine doğrusunu ve daha iyisini koymadan
yasaklarsanız, başka bir hurâfe yada “daha kötü” olan popüler olmaya başlar.
An-îtibârıyla olan şey budur. Hurâfeye; Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, modern seküler
batı-merkezli eleştiri ve îtirazda bulunmak, “tersinden hurâfe üretmek”tir.
“Klâsik hurâfe” yerine, “modern hurâfe” ortaya çıkar böylece. Modern
müslümanların gittiği yön-yol budur.
Armut yerine elma, üzüm yerine incir, karpuz
yerine kavun yerseniz, hepsi de meyvedir ve fark-etmez. Fakat namaz yerine
yoga, oruç yerine perhiz, zekat yerine “bağış” yaptığınızda dindar olmuş
olmazsınız. Çünkü ibâdet yapmış olmazsınız.
Bir yapmak için çalışmak “Allah için” olunca
“ibâdet” olur. Yoksa çalışmanın bizâtihi kendisi İslâm’da değil,
Protestanlık’ta ibâdettir. Böylece ibâdet bırakılarak, çalışmak ibâdetin yerine
konmuştur. Kapitâlizmin temeli bu sözde saklıdır. Allah için çalışmaktan
vazgeçip Dünyâ için çalışmayı ibâdet olarak gören batı, böylece
çalışıp-kazanmayı ve biriktirmeyi, dolayısıyla da kapitâlizmi “din” yapmıştır.
Fakat bu, “yerine daha iyisini koymak” demek değil, “bir yanlıştan başka bir
yanlışa düşmek” demektir.
Peygamberimiz Medîne’ye ilk gittiğinde
yahudilerin aşûre orucu tuttuğunu gördü ve o da onlar gibi aşûre orucu tutmaya
başladı. Peygamberimiz’in bu orucu bir yada iki sene tuttuğu söylenir. Fakat
Allah Ramazan orucunu farz kılınca Peygamberimiz de aşûre orucu tutmaktan
vazgeçti Çünkü farz olan, nâfile olandan daha iyi ve üstündür.
Dâru’n Nedve, Mekke müşriklerinin
parlamentosuydu. Kur’ân, Dâru’n Nedve yerine Dâru’l Erkam’ı koymuştur.
Modern insan, (bir sapmanın sonucu olarak)
susayınca su yerine “kola” içiyor. Kola “daha iyisi” değildir ki.
Kapitâlizm “huzûr İslâm’dadır” sözünün yerine
“para var huzur var” sözünü koymuştur. Fakat bir türlü huzûra erememiştir.
Çünkü kapitâlizm “daha iyisi” değildir.
Modernizm, “evlerin yamaca yapılmasından
vazgeçilip ovaya yapılmaya başlaması”dır. Böylece tarım yerine sanâyi ortaya
çıkmıştır. Fakat bu “daha iyisi” olmadığı için iyi sonuç vermemiştir.
Modern insan, “Allah’tan daha iyisini
yapabileceğini zanneden” bir küstahtır. Allah’ın kânunları yerine beşerin
çıkaracağı (sistem-içi) kânunlarla iyiliğe gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet
ve ağır bir ahmaklıktır.
Demek
ki “yanlış yoldan ‘iyi’ye gitmek”, “doğru yoldan ‘kötü’ye gitmek”ten aslında
bir tık daha iyidir. Fakat hedefimiz “iyi” değildir. Hedefimiz “doğru” da
değildir. Yada bunlar “ara hedef”tir. Asıl hedef, “doğru”dan “iyi”ye ve oradan
da hakka ve hakîkate gitmek ve hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe ulaşmak
olmalıdır. Müslümanlar ve de tüm insanlar moderniteyle birlikte yanlıştan yada “iyi”
den ayrılıp “doğru”ya yöneldi ama sonuçta “iyi”ye ve “hakka-hakîkat”e
ulaşamadı. Çünkü yasakları yanlışların yerine doğrusunu ve daha iyisi olanı
koymadılar, koyamadılar.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder