“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye
edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).
“Îman, akıl ve hareket” sıralaması, insanın
davranışlarında izlemesi gereken en ideâl sıralamadır. Îmanlı bir hareket
ancak, vahiy-merkezli inşâ olmuş bir akılla en iyi şekilde tamamlanabilir. Ne
îman tek-başına yeterlidir, ne hareket tek-başına yeterlidir, ne aklı
kullanmadan yapılan bir hareket tek-başına yeterlidir ne de vahiy-merkezli inşâ
olmamış bir akılla hareket etmek tek-aşına yeterlidir. İlk önce sağlam bir
îman, sonra vahiy-merkezli sağlam bir bilgiyle inşâ olmuş bir akıl ve o aklı
dosdoğru bir şekilde kullanmak ve sonuçta da sâlih amel işlemek olmalıdır ki
zâten sâlih bir amel ancak böyle bir süreçten sonra ortaya çıkabilir. Ne kadar
sağlam, güçlü ve etkileyici olursa-olsun, -sünnetullah gereğince- ne sâdece
îmanla, ne sâdece akılla, ne de sâdece hareketle, Allah’ın râzı olacağı iyi ve
etkili bir işin yapılması mümkün olmaz.
Peki modern insan neye göre hareket ediyor?.
Neye göre olacak; tabî ki de şeytana, nefse ve tâğutlara göre. Zâten
adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün ve zulmün bitmemesinin nedeni budur. Çünkü
şeytan, nefs ve tâğutlar bu çirkefliklerin bitmesi için harekete geçilmesini
istemiyorlar ki zâten bunlar harekete geçirici değildirler. Îmânın,
aklın ve ahlâkın olduğu yerde îmanlı, akıllı ve ahlâklı hareket kaçınılmazdır. Zîrâ bunlar hareketle alâkalıdır ve hareketle
belli olan şeylerdir. Hareketsiz bir ortamda bunlar gözükmez. Çünkü îmânın
bilgisi îman olmadığı gibi, aklın bilgisi akıl, ahlâkın bilgisi ahlâk ve
hareketin bilgisi de hareket değildir. Hiç-bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi
değildir.
Îman, akıl ve hareket, birbirlerini
tetikleyen şeylerdir. Üçü bir-araya geldiğinde birbirlerini de beslemiş
olurlar. Bu nedenle bunlardan birinin biraz eksikliğinde çok da endişelenmeye
gerek yoktur. Yola çıkınca bunlar birbirlerinin eksiğini tamamlarlar. Bilgi ve
hareket birbirinin sonucudur. Hareket bilginin sonucu olduğu gibi, bilgi de hareketin bir sonucu olarak artar,
olgunlaşır ve değişebilir. Hareket değiştikçe meydana gelen şekil, bir bilgi oluşturur.
Bu yüzden ille de bunların yüzde-yüz olgunlaşmasını beklemek gerekmez. Çünkü
hareket ertelenmeye gelmez. Ertelenen hareket, harekete geçirici özelliğini
kaybetmeye başlar. Meselâ olgunlaşmış bir meyvenin çürümeye yüz tutacak kadar
olgunlaşmasını beklemeye gerek yoktur. Hasat, zamânında yapılmalıdır. Hareket,
îman ve aklın meyvesidir.
Hareket
öncesinde, îman, bilgi-bilinçlenme ve aklı olgunlaştırma aşamasını tam olarak
tamamlamış İslâmî bir toplum olamayacağı gibi; “tamamlanmış bir İslâmî hareket
metodu”ndan da bahsedilemez. “Kritik eşik” aşıldıktan sonra “kervan” yolda
düzülecektir. Zâten Peygaberimiz’in örnekliğinde de bu vardır. Kur’ân’ın daha
yarısı inmemişken yâni bilgi, bilinç, ahlâk ve din henüz tamamlanmamışken,
hicret-devlet-cihad-şehâdet aşamasına geçilmişti. Çünkü mâkûl bir süreçten
sonra “hareket”e geçirmeyen îman zayıflamaya, akıl azalmaya, bilgi ise
yozlaşmaya ve yozlaştırmaya başlar. “Hasat”a zamânında başlanmalıdır.
Aksi-hâlde çürüme kaçınılmazdır.
Hareket “Allah adına-adıyla hareket etmek”
demektir. Sâlih amel ve eylem ancak böyle olursa “sâlih” olur. “Sâdece Allah’a
ibâdet etmek” de, “sâdece O’nun kânunlarıyla hareket etmek” demektir. “Hükmün
sâdece Allah’a âit olması” budur. Yoksa din-kültürü
ile ilgili etkinlikler yapmak, “din ile ilgili işler yapmak ve sâlih amel
işlemek” demek değildir. İslâmî hareket ise hiç değildir.
Peygamberler, sağlam bir
îmânın, aklı güçlü bir şekilde işletmenin ve sâlih amel işlemenin en güzel
örnekleridir ki zâten Sünnet denilen şey budur. Yoksa Sünnet, “uydurma hadis ve
rivâyetler bütünü” değildir. Sünnet, “sağlam bir îman ve güçlü bir akılla
vahiy-merkezli amel-eylem yâni İslâmî hareket ortaya koymak” demektir.
Allah, vahiy aracılığı ile
peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş
modeli, bir İslâmî hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli
ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin
anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur.
İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve literatürde “Sünnet” diye
adlandırılan şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, yapılan yanlışların
Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl modeldir.
“Allah kontrôlünde” ortaya konmuş en güzel ve iyi harekettir. En ideâl örneklik
ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, İslâm’ın-Kur’ân’ın ete-kemiğe
ve dolayısıyla harekete bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu
örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin-hareketin göz-ardı edilmesi
yanlıştır. Vahye, sağlam bir îmâna ve güçlü bir akla dayanan bu “güzel örneklik
ve hareket”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar
bağlayıcıdır. Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve
eylemin yâni hareketin kaynağı”dır.
Modernite beşerî bir sosyo-kültürel ve
sosyo-ekonomik hayat ve bir düşünce-şekli oluşturuyor ve modern insan artık ona
göre düşünüyor ve hareket ediyor. Vahiy ise,
müslümanlar için tüm zamanlarda, mekânlarda ve durumlarda düşünce ve
amel-eylemin kaynağıdır. Tabi Kur’ân bir “kitap”
olduğu için amel-eylemi yâni hareketi bil-fiil olarak gösteremeyeceği için, hareketin
bir peygamber örnekliği üzerinden gösteriyor. Çünkü halkın büyük kesimi, teoriden ziyâde pratik örneklere ihtiyaç
duyar ve ona göre hareket eder. Bu da bir insan örnekliğini gerektirir.
Kimin kânunlarına göre hareket ediyorsanız,
onun dînindensinizdir. Türkiye’de Allah’ın kânunlarına göre hareket etmek
kânûnen yasak ve suçtur. (Anayasanın 24. maddesi). Fakat Atatürk’ün ve batı’nın
kânunlarına göre hareket etmek şarttır. Bu durumda Türkiye’nin kimin
dînindendir?. Peygamberler, “Allah’ın seçtikleri”dir. Allah’ın seçtikleri
varken “insanların seçtikleri”ne göre düşünmek ve hareket etmek küfürdür,
şirktir ve mutlakâ zulmü açığa çıkarır. Rabbiniz, “tâlimâtına göre hareket
ettiğiniz”dir. Kimin tâlimâtına göre hareket ediyorsanız “onu râb edinmişsiniz”
demektir.
İnsanın ne zaman tepki vermeye başladığı, ne
olduğunda ve ne olunca isyân edip harekete geçtiği, onun dînini-inancını ortaya
çıkarır ve neyi ilahlaştırıp taptığını belli eder.
İslâm’ın “belirleyici” olmadığı yerde,
“şeytanın vahiyleri”ne, nefsin arzularına ve tâğutların çıkarlarına göre
hareket etmek kaçınılmaz olur. Demokratik sisteme oy vererek destek olanlar, şeytanın,
nefsin ve tâğutların kontrôl ve yönlendirmesindeki “seküler post-modern sisteme
göre düşünüp hareket ediyorlar”. Buna modern müslümanlar da katılıyorlar ve
îtikatta Kur’ân’a bağlı olduklarını söylerlerken, amelde-eylemde demokrasiye
göre hareket ediyorlar. Modern insan, Dünyâ yaşamına gelince nefsine göre, dîni
yaşama gelince keyfine göre hareket eden varlıktır.
Müslümanların İslâmî bir hareketi
düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ ile iyice tatmin
olmalarından yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir. Bu nedenle de
Kur’ân’ı sürekli okuyorlar ama harekete geçmiyorlar ve bunu düşünmüyorlar bile.
Sürekli olarak Kur’ân okumak ve “Kur’ân’ı
yeniden okumak”tan bahsediyorlar. Kur’ân’ı yeniden okumak mı?. Ne olacak ki
yeniden okuyunca?. Ne değişecek?. Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle bir
beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın “Kur’ân’ı okuyup, idrâk edip harekete
geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey yapmadan ‘sürekli okunma’
kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme ve eylemde olma
kılavuzudur.
Müslümanları İslâmî anlamda harekete geçirmek
için onlarca, yüzlerce ve hattâ binlerce yazılar yazılıyor. Hem de bu yazıların
bir-çoğu hârika ifâdeler içeren yazılar. Fakat buna rağmen ortada somut bir şey
yok. Bir-türlü Ülke ve Dünyâ çapında dikkat çekecek amel ve eylemlerde
bulunamıyoruz. Somut bir hareket ortaya konulamadığı için, bir-süre sonra bu
güzel yazılar, mevcudu-zulmü normâlleştirmeye başlayacaktır mâzallah. Demek
istediğim; sorun güzel yazılar yazamamak, yâni birilerine bir şeyleri
anlatamamak değil, bir hareket göstererek “hakkı ortaya koyamamak”tır. Bunun
nedeni ise “anlama-anlatma sorunu” değil, “îmânî akıl ve hareket sorunu”dur
maalesef. O-hâlde îmanlarımızı arttırmanın, aklı güçlendirmenin ve harekete
geçme kararlılığı içinde olmak yoluna koyulmalıyız. Îmanların artması ve aklın
güçlenmesi ise, amel-eylem ortaya koymakla olur. Îman daha ziyâde meydanda,
“cihad meydanı”nda artar: “Onlar,
kendilerine insanlar: ‘Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan
korkun’ dedikleri hâlde îmanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir’ diyenlerdir” (Âl-i İmran 173).
O-hâlde Kur’ân’da peygamberlerin mücâhede ve
mücâdeleleri ayrıntıları ile anlatılıp dururken; “ne yapmalı?”, “nasıl yapmalı”
sorularını sormak abestir. Kur’ân kıssaları, “İslâmî Hareket Metodu”dur. Kur’ân’ın
âyetlerini anlayıp-kavradıktan sonra, o âyetleri kabûl edip-içselleştirip
savunmak ve o âyetlere göre hareket etmek önemlidir. Kur’ân’ın hükümleri,
“hareket hâlinde olan” toplumlarda billurlaşır ve yankı bulur. Hareketsiz
toplumlar Kur’ân’ın hükümlerini anlamsız bulurlar ve “hükmü geçmiş” görürler.
“İslâmî limler” diye bir dal var ama “İslâmî
hareketler” diye bir dal yok. İslâmî bilimler İslâmî hareketler ortaya
çıkarmıyor. Sorun burada. Peki müslümanlar hareketi nereden öğreniyorlar?.
Elbette batı’dan ve modernizmden. Bu nedenle aynı batı’lılar gübi olmuşlar. Batı’nın geçtiği merhâlelerden geçenler,
batı’lı gibi davranmaya başlar. Zîrâ benzer hareketler, benzer sonuçlar
doğurur.
İnsanlar 2’ye ayrılır: 1-Bilinç ile düşünüp
hareket edenler. 2-Bilinç-altı ile düşünüp hareket edenler. Modern insanın
bilinç-altında hep yeme, içme, giyme, gezme vs. olduğu için hep tüketme-şekline
göre düşünüyor, konuşuyor ve hareket ediyor.
Namazın
hem kendisi bir harekettir hem de harekete geçiricidir. Namaz bitiminde namazın
gereği yapılmalıdır.
Peygamberlerin bir vârisleri vardır, bir de
varisleri. “Peygamberlerin varisleri”, hareketi durdurarak yada yavaşlatarak
onun misyonuna engel olurlar.
Îman, bedel
ödemeye zorlayan şeydir. Seni bedel ödemeye ve harekete geçmeye zorlamıyorsa,
îmânında sorun var demektir. İslâmî hareket sağlam bir îman ve dirâyet
ister. Çünkü İslâmî hareket, “akıntıya karşı
yüzmek”le başlar.
İnsan hareketsiz olamayacağına göre, ya hakka
göre hareket eder, yada bâtıla göre.
Ey Dünyâ’yı değiştirmeyi düşünenler!.. Bilin
ki, yaşadığınız ülkenin/Dünyâ’nın kânunlarına ters hareket etmeden yâni “suç
işlemeden” o değişimi gerçekleştiremezsiniz.
Hareket yoksa hiç-bir şey yoktur vesselam..
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder