6 Şubat 2024 Salı

Îman, Akıl ve Hareket

 

 

“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).

 

“Îman, akıl ve hareket” sıralaması, insanın davranışlarında izlemesi gereken en ideâl sıralamadır. Îmanlı bir hareket ancak, vahiy-merkezli inşâ olmuş bir akılla en iyi şekilde tamamlanabilir. Ne îman tek-başına yeterlidir, ne hareket tek-başına yeterlidir, ne aklı kullanmadan yapılan bir hareket tek-başına yeterlidir ne de vahiy-merkezli inşâ olmamış bir akılla hareket etmek tek-aşına yeterlidir. İlk önce sağlam bir îman, sonra vahiy-merkezli sağlam bir bilgiyle inşâ olmuş bir akıl ve o aklı dosdoğru bir şekilde kullanmak ve sonuçta da sâlih amel işlemek olmalıdır ki zâten sâlih bir amel ancak böyle bir süreçten sonra ortaya çıkabilir. Ne kadar sağlam, güçlü ve etkileyici olursa-olsun, -sünnetullah gereğince- ne sâdece îmanla, ne sâdece akılla, ne de sâdece hareketle, Allah’ın râzı olacağı iyi ve etkili bir işin yapılması mümkün olmaz.     

 

Peki modern insan neye göre hareket ediyor?. Neye göre olacak; tabî ki de şeytana, nefse ve tâğutlara göre. Zâten adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün  ve zulmün bitmemesinin nedeni budur. Çünkü şeytan, nefs ve tâğutlar bu çirkefliklerin bitmesi için harekete geçilmesini istemiyorlar ki zâten bunlar harekete geçirici değildirler. Îmânın, aklın ve ahlâkın olduğu yerde îmanlı, akıllı ve ahlâklı hareket kaçınılmazdır. Zîrâ bunlar hareketle alâkalıdır ve hareketle belli olan şeylerdir. Hareketsiz bir ortamda bunlar gözükmez. Çünkü îmânın bilgisi îman olmadığı gibi, aklın bilgisi akıl, ahlâkın bilgisi ahlâk ve hareketin bilgisi de hareket değildir. Hiç-bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir.

 

Îman, akıl ve hareket, birbirlerini tetikleyen şeylerdir. Üçü bir-araya geldiğinde birbirlerini de beslemiş olurlar. Bu nedenle bunlardan birinin biraz eksikliğinde çok da endişelenmeye gerek yoktur. Yola çıkınca bunlar birbirlerinin eksiğini tamamlarlar. Bilgi ve hareket birbirinin sonucudur. Hareket bilginin sonucu olduğu gibi, bilgi de hareketin bir sonucu olarak artar, olgunlaşır ve değişebilir. Hareket değiştikçe meydana gelen şekil, bir bilgi oluşturur. Bu yüzden ille de bunların yüzde-yüz olgunlaşmasını beklemek gerekmez. Çünkü hareket ertelenmeye gelmez. Ertelenen hareket, harekete geçirici özelliğini kaybetmeye başlar. Meselâ olgunlaşmış bir meyvenin çürümeye yüz tutacak kadar olgunlaşmasını beklemeye gerek yoktur. Hasat, zamânında yapılmalıdır. Hareket, îman ve aklın meyvesidir.

 

Hareket öncesinde, îman, bilgi-bilinçlenme ve aklı olgunlaştırma aşamasını tam olarak tamamlamış İslâmî bir toplum olamayacağı gibi; “tamamlanmış bir İslâmî hareket metodu”ndan da bahsedilemez. “Kritik eşik” aşıldıktan sonra “kervan” yolda düzülecektir. Zâten Peygaberimiz’in örnekliğinde de bu vardır. Kur’ân’ın daha yarısı inmemişken yâni bilgi, bilinç, ahlâk ve din henüz tamamlanmamışken, hicret-devlet-cihad-şehâdet aşamasına geçilmişti. Çünkü mâkûl bir süreçten sonra “hareket”e geçirmeyen îman zayıflamaya, akıl azalmaya, bilgi ise yozlaşmaya ve yozlaştırmaya başlar. “Hasat”a zamânında başlanmalıdır. Aksi-hâlde çürüme kaçınılmazdır.

 

Hareket “Allah adına-adıyla hareket etmek” demektir. Sâlih amel ve eylem ancak böyle olursa “sâlih” olur. “Sâdece Allah’a ibâdet etmek” de, “sâdece O’nun kânunlarıyla hareket etmek” demektir. “Hükmün sâdece Allah’a âit olması” budur. Yoksa din-kültürü ile ilgili etkinlikler yapmak, “din ile ilgili işler yapmak ve sâlih amel işlemek” demek değildir. İslâmî hareket ise hiç değildir.

 

Peygamberler, sağlam bir îmânın, aklı güçlü bir şekilde işletmenin ve sâlih amel işlemenin en güzel örnekleridir ki zâten Sünnet denilen şey budur. Yoksa Sünnet, “uydurma hadis ve rivâyetler bütünü” değildir. Sünnet, “sağlam bir îman ve güçlü bir akılla vahiy-merkezli amel-eylem yâni İslâmî hareket ortaya koymak” demektir.

 

Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve literatürde “Sünnet” diye adlandırılan şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, yapılan yanlışların Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl modeldir. “Allah kontrôlünde” ortaya konmuş en güzel ve iyi harekettir. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, İslâm’ın-Kur’ân’ın ete-kemiğe ve dolayısıyla harekete bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin-hareketin göz-ardı edilmesi yanlıştır. Vahye, sağlam bir îmâna ve güçlü bir akla dayanan bu “güzel örneklik ve hareket”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin yâni hareketin kaynağı”dır.

 

Modernite beşerî bir sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik hayat ve bir düşünce-şekli oluşturuyor ve modern insan artık ona göre düşünüyor ve hareket ediyor. Vahiy ise, müslümanlar için tüm zamanlarda, mekânlarda ve durumlarda düşünce ve amel-eylemin kaynağıdır. Tabi Kur’ân bir “kitap” olduğu için amel-eylemi yâni hareketi bil-fiil olarak gösteremeyeceği için, hareketin bir peygamber örnekliği üzerinden gösteriyor. Çünkü halkın büyük kesimi, teoriden ziyâde pratik örneklere ihtiyaç duyar ve ona göre hareket eder. Bu da bir insan örnekliğini gerektirir.

 

Kimin kânunlarına göre hareket ediyorsanız, onun dînindensinizdir. Türkiye’de Allah’ın kânunlarına göre hareket etmek kânûnen yasak ve suçtur. (Anayasanın 24. maddesi). Fakat Atatürk’ün ve batı’nın kânunlarına göre hareket etmek şarttır. Bu durumda Türkiye’nin kimin dînindendir?. Peygamberler, “Allah’ın seçtikleri”dir. Allah’ın seçtikleri varken “insanların seçtikleri”ne göre düşünmek ve hareket etmek küfürdür, şirktir ve mutlakâ zulmü açığa çıkarır. Rabbiniz, “tâlimâtına göre hareket ettiğiniz”dir. Kimin tâlimâtına göre hareket ediyorsanız “onu râb edinmişsiniz” demektir.

 

İnsanın ne zaman tepki vermeye başladığı, ne olduğunda ve ne olunca isyân edip harekete geçtiği, onun dînini-inancını ortaya çıkarır ve neyi ilahlaştırıp taptığını belli eder.

 

İslâm’ın “belirleyici” olmadığı yerde, “şeytanın vahiyleri”ne, nefsin arzularına ve tâğutların çıkarlarına göre hareket etmek kaçınılmaz olur. Demokratik sisteme oy vererek destek olanlar, şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôl ve yönlendirmesindeki “seküler post-modern sisteme göre düşünüp hareket ediyorlar”. Buna modern müslümanlar da katılıyorlar ve îtikatta Kur’ân’a bağlı olduklarını söylerlerken, amelde-eylemde demokrasiye göre hareket ediyorlar. Modern insan, Dünyâ yaşamına gelince nefsine göre, dîni yaşama gelince keyfine göre hareket eden varlıktır.

 

Müslümanların İslâmî bir hareketi düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ ile iyice tatmin olmalarından yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir. Bu nedenle de Kur’ân’ı sürekli okuyorlar ama harekete geçmiyorlar ve bunu düşünmüyorlar bile.

 

Sürekli olarak Kur’ân okumak ve “Kur’ân’ı yeniden okumak”tan bahsediyorlar. Kur’ân’ı yeniden okumak mı?. Ne olacak ki yeniden okuyunca?. Ne değişecek?. Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle bir beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın “Kur’ân’ı okuyup, idrâk edip harekete geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey yapmadan ‘sürekli okunma’ kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme ve eylemde olma kılavuzudur.

 

Müslümanları İslâmî anlamda harekete geçirmek için onlarca, yüzlerce ve hattâ binlerce yazılar yazılıyor. Hem de bu yazıların bir-çoğu hârika ifâdeler içeren yazılar. Fakat buna rağmen ortada somut bir şey yok. Bir-türlü Ülke ve Dünyâ çapında dikkat çekecek amel ve eylemlerde bulunamıyoruz. Somut bir hareket ortaya konulamadığı için, bir-süre sonra bu güzel yazılar, mevcudu-zulmü normâlleştirmeye başlayacaktır mâzallah. Demek istediğim; sorun güzel yazılar yazamamak, yâni birilerine bir şeyleri anlatamamak değil, bir hareket göstererek “hakkı ortaya koyamamak”tır. Bunun nedeni ise “anlama-anlatma sorunu” değil, “îmânî akıl ve hareket sorunu”dur maalesef. O-hâlde îmanlarımızı arttırmanın, aklı güçlendirmenin ve harekete geçme kararlılığı içinde olmak yoluna koyulmalıyız. Îmanların artması ve aklın güçlenmesi ise, amel-eylem ortaya koymakla olur. Îman daha ziyâde meydanda, “cihad meydanı”nda artar: “Onlar, kendilerine insanlar: ‘Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun’ dedikleri hâlde îmanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir” (Âl-i İmran 173).

 

O-hâlde Kur’ân’da peygamberlerin mücâhede ve mücâdeleleri ayrıntıları ile anlatılıp dururken; “ne yapmalı?”, “nasıl yapmalı” sorularını sormak abestir. Kur’ân kıssaları, “İslâmî Hareket Metodu”dur. Kur’ân’ın âyetlerini anlayıp-kavradıktan sonra, o âyetleri kabûl edip-içselleştirip savunmak ve o âyetlere göre hareket etmek önemlidir. Kur’ân’ın hükümleri, “hareket hâlinde olan” toplumlarda billurlaşır ve yankı bulur. Hareketsiz toplumlar Kur’ân’ın hükümlerini anlamsız bulurlar ve “hükmü geçmiş” görürler.

 

“İslâmî limler” diye bir dal var ama “İslâmî hareketler” diye bir dal yok. İslâmî bilimler İslâmî hareketler ortaya çıkarmıyor. Sorun burada. Peki müslümanlar hareketi nereden öğreniyorlar?. Elbette batı’dan ve modernizmden. Bu nedenle aynı batı’lılar gübi olmuşlar. Batı’nın geçtiği merhâlelerden geçenler, batı’lı gibi davranmaya başlar. Zîrâ benzer hareketler, benzer sonuçlar doğurur.

 

İnsanlar 2’ye ayrılır: 1-Bilinç ile düşünüp hareket edenler. 2-Bilinç-altı ile düşünüp hareket edenler. Modern insanın bilinç-altında hep yeme, içme, giyme, gezme vs. olduğu için hep tüketme-şekline göre düşünüyor, konuşuyor ve hareket ediyor.

 

Namazın hem kendisi bir harekettir hem de harekete geçiricidir. Namaz bitiminde namazın gereği yapılmalıdır.

 

Peygamberlerin bir vârisleri vardır, bir de varisleri. “Peygamberlerin varisleri”, hareketi durdurarak yada yavaşlatarak onun misyonuna engel olurlar.

 

Îman, bedel ödemeye zorlayan şeydir. Seni bedel ödemeye ve harekete geçmeye zorlamıyorsa, îmânında sorun var demektir. İslâmî hareket sağlam bir îman ve dirâyet ister. Çünkü İslâmî hareket, “akıntıya karşı yüzmek”le başlar.

 

İnsan hareketsiz olamayacağına göre, ya hakka göre hareket eder, yada bâtıla göre.

 

Ey Dünyâ’yı değiştirmeyi düşünenler!.. Bilin ki, yaşadığınız ülkenin/Dünyâ’nın kânunlarına ters hareket etmeden yâni “suç işlemeden” o değişimi gerçekleştiremezsiniz.

 

Hareket yoksa hiç-bir şey yoktur vesselam..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder