13 Şubat 2024 Salı

Batı, Üstünlüğü(!) Ne İle Sağladı?

 

 

“Ey îman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar bir-birlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez” (Mâide 51).

 

Kimilerine göre olarak 1.500’lere kadar geri gitse de belirgin ve bâriz şekilde son 250 yıldır parlayan ve yayılarak hemen tüm Dünyâ’yı yoğun bir kuşatma ve ağır bir baskı altında tutan batı uygarlığı (medeniyet değil), çoğu kişi için “insanın ulaşabileceği en ileri uygarlık seviyesi ve “en yüksek gelişmişlik düzeyi” olarak görülmektedir. Bu nedenle de insanların çoğu batı’ya meftûn, râm ve hayrân olmaktadır. Fakat niçin hiç kimse “batı bunu nasıl gerçekleştirdi?” diye düşünmüyor?.

 

İki nedenden dolayı düşünmüyor. Birincisi, batı’nın bu duruma “hurâfelerden vazgeçerek” ve “aklını işleterek” gelindiğinin söylenip durması, ikincisi ise, insanların “üzümünü ye, bağını sorma” misâli, “nasıl geldiyse geldi, gelmiş ya ona bak” zihniyetine sâhip olmasıdır. Fakat aslında batı “hurâfelerden arınıyorum” diyerek aslında din’den kopmuştur ve “aklımı işletiyorum” diyerek de aslında nefsini kışkırtmış ve serbest bırakmıştır. Olan şey en temelde budur.

 

Eğer hurâfelerden vazgeçtiyse ve aklını kullanmaya başladıysa, bunu niçin çok daha önceden yapmadı da yüzyıllar boyunca modernleşemedi?. Ne de olsa batı uygarlığının kaynağı, düşüncede-felsefede Yunan, siyâsette ve askerî alanda Roma’nın tekrârı ve güncellenmiş şeklidir. Genel anlamda batı: Siyâsette Roma, düşüncede Yunan’dır. Yunan düşüncesi pagan/çok-tanrılı; Roma siyâseti de emperyâlisttir. Batı bu iki olguyu modernleştirmiştir.

 

Batı’nın modern uygarlığı kurma düşüncesi bir kıyasın sonucudur. Kendisi için -görece- karanlık olan orta-çağda İslâmiyet ve doğu aydınlanmanın zirvesini yaşıyordu. Doğu’nun parlaklığını, kendisinin ise sönüklüğünü görünce, batı da parlamak istedi. Bu gâyet doğal bir istek ve normâl arzudur. Fakat doğu gibi olabilmek için hem coğrafyası uygun değildi, hem de dîni ve inancı uygun değildi. Zîrâ Avrupa Kıtası toprak, mâden ve zenginlik olarak sınırlıydı. Hristiyanlık ise Dünyâ’dan ziyâde yüzünü âhirete çevirmiş ve îman etmenin her-şey için yeterli olduğunu düşünüyordu. O-hâlde en temelde bu iki sorunu aşmak gerekiyordu. Fakat bu iki sorunu doğru, meşrû ve doğal yoldan aşmak çok uzun zamanları gerektirdiği için, bu iki sorunu çok çabuk aşması gerekiyordu.

 

İlk-önce sıkıştığı dar alandan çıkması ve başka yerlere gitmesi gerekiyordu, gitti de. Gittiği yerdeki zenginlikleri “hemen” elde etmesi gerekiyordu ki bu en çabuk şekilde ancak kırsızlıkla olabilirdi. Fakat Hristiyanlık Dîni ve inancı buna engel oluyordu. Çünkü bağlı oldukları kitap onlara “çalmayacaksın” diyordu. Üstelik çalmak için karşı tarafı ber-taraf etmek gerekiyordu ki bu “öldürmek” demekti. Fakat bağlı oldukları kitap onlara “öldürmeyeceksin” de diyordu. Bu büyük bir sorundu ve aşılması gerekiyordu. Bunun aşılması için kutsal kitapları aşırı yorumlamalara tâbi tutmaya başladılar. Kısa zaman sonra ise Dünyâ âhiret gibi önemli görülmeye başlandı. Önemlidir evet ama din insanlara âhiret-merkezli bir Dünyâ önerir ve böylece bir sınır koyar. Fakat kantarın topuzu kaymıştı bir kere. Yorumlaya-yorumlaya Dünyâ ağır basmaya başladı ve Dünyâ’yı elde etme isteği ve arzusu kısa zamanda “âhireti kazanma isteği”ninden daha değerli görülmeye başladı. Böylece “kazanmak için her-şey mübah” düşüncesine gelindi ve hırsızlık başladı..    

 

“Keşif” adı altında -sözde- kâşifler yola çıktılar ve kızıl-derililerin yaşadığı Amerika topraklarına vardılar. Kızıl-derililerin çok da değer vermediği ve daha ziyâde süs eşyâsı için kullandıkları altını-gümüşü kızıl-derililerin tüm insâniyetlerine ve misâfir-perverliklerine rağmen onları öldürerek ve katledip soykırıma tâbi tutarak ele geçirdiler. Çünkü artık aşırı yorumlanmış din onlara eskisi gibi âhireti değil Dünyâ’yı elde etmeyi emrediyordu ve bunun için de “gereken her-şey” yapılmalıydı. Zâten din’den kopunca ve Dünyâ’ya sarılınca merhâmet ve vicdandan da uzaklaşılmış, haram, günah, yasak, suç, ayıp vs. düşüncesi azalınca ve bitince onları tutacak bir şey kalmamıştı. Kırmızı çizgiler silinip kaybolunca artık “her-şeyi yapabiliriz” (bırakınız yapsınlar) düşüncesine kapıldılar. Şeytanın fısıldadığı nefisler kışkırdıkça kışkırmış ve azmıştı. Kızıl-derilileri öldürdüler, altınlarını-gümüşlerini çaldılar ve tüm varlıklarına, zenginliklerine ve topraklarına çöktüler. Zîrâ orada altın ve gümüşten başka değerli mâdenler ve verimli topraklar da vardı. Böylece aslında keşiflerin işgâl, kâşiflerin de şerefsiz birer hırsız ve kâtil olduğu çok acı bir biçimde görülmüş oldu.  

 

Bu yağma devâm etti, Avrupa Amerika’ya aktı ve toprakları ekip-biçmeye başladı. Fakat bu sefer de insan kaynağı sıkıntısı baş-gösterdi. Bu sorunu da Afrika’yı köleleştirerek aştılar. Milyonlarca Afrika’lı insanı köleleştirip, çok zor ve uygunsuz, üstelik  karın tokluğuna bile olmayan ağır şartlarda çalıştırdılar ve onların üstünden servetler edindiler. Yapılan bu zulümler nedeniyle nice Afrika’lı mâsum insan öldü, perişanlık içinde mahvolup gitti. Üstelik Afrika’nın sâdece insanlarını değil, topraklarını ve yer-altı ve yer-üstü zenginliklerini de yağmaladılar ki bu hâlen yumuşatılmış şekilde devâm etmektedir.  

 

Çalmaya, öldürmeye, kullanmaya ve servete alışmış olan ve hırsları gün geçtikçe artan batı’lılar, bu sefer de gözlerini uzak-doğuya diktiler ve oranın halkını, topraklarını, yer-altı ve yer-üstü zenginliklerini sömürmeye başladılar ve kendileri zenginleştikçe yerli halk fakirleştikçe-fakirleşti.   

 

Kısaca bu şerefsiz modern batı, elde ettiği zenginliği ve serveti, çalışarak, çabalayarak ve meşrû yoldan kazanarak değil; çalarak, öldürerek, köleleştirerek ve sömürerek elde etti. Bâtıl batı zenginliğini, “kızıl” derilileri öldürmesine, “kara” derilileri köleleştirmesine ve “sarı” derilileri ise sömürgeleştirmesine borçludur.

 

İşte batı ve batı’lı insan, âhiret bilinci ve inancından uzaklaşmanın sonunda dünyevîleşince ve hırs yapınca, bu yoğun hırs nedeniyle mecbûren yapacağı şey olan hırsızlığa yönelmiş ve Amerika’da kırmızı derililer olan kızıl-derilileri öldürmüş, altınlarını, gümüşlerini ve mallarını çalmış, Afrika’da kara-derili olan zencileri köle edinerek ve emeklerini çalarak sömürmüş ve sömüremediğinde öldürmüş, uzak-doğuda ise sarı-derili olan çekik gözlü insanları sömürgeye tâbi tutarak emeklerini çalmış, topraklarını ellerinden almıştır. Yâni hırsın vermiş olduğu aşırı istek, arzu ve tutku ile hırsızlığın her türlüsünü yapmıştır. Fakat bu durum onun hırsını yatıştırmadığı gibi daha da fazlalaştırmıştır. Bu, hırsızlığın da artmasına neden olmuştur-oluyor.

 

İşte bu minvâlde, Amerika’da, Afrika’da ve Uzak-doğu’da ve de çeşitli coğrafyalarda hırsızlık ve zulüm yaparak belli bir sermâyeye sâhip olan batı’lılar, çeşitli oyunlarla siyâsetten dîni kaldırıp, onu kiliseye, vicdâna, zihnilere ve kâlplere hapsederek, sözde “halkın belirleyeceği” yöneticilerle ve beşer aklına göre olacak sistemleri öne sürdüler ve bunun için de çeşitli alanlardan kişilerden destek gördüler.

 

Modern batı alsında sâdece maddiyatı değil, aslında uygarlığının bilgisini de doğu’dan ve İslâm’a almıştır ve aşırmıştır fakat kendine mâl etmiştir. Hani inansalar “akla döndüler, doğayı araştırmaya başladılar” vs. diyorlar ya, bunu durup-dururken yapmadılar, zâten bilgi öyle bir-anda ortaya çıkmaz. Bilgi Allah’ın bildirdiği ve tüm insanlığın ürettiği şeydir.  İslâm’dan İspanya, İtalya ve Balkanlar aracılığıyla yapılan tercüme eserler onların bilgiyle tanışmasına sebep olmuştur. Fakat onlar İslâm’dan gelen şeylerin sâdece bilgisini aldılar ve ahlâkını almadılar. Böyle olunca da o bilgiyi nefse uygun olarak değiştirdiler ve geliştirdiler. Nefse uygun olan bilgi onları Kızıl-derilileri, kara-derilileri ve sarı-derilileri öldürmekten, köleleştirmekten ve sömürmekten alıkoymadı ve tam-aksine kolaylaştırdı. Şeytana, nefse ve tâğutların çıkarlarına uygun olarak yeniden derlenen bilgi zulüm yapmalarını önlemedi-önlemiyor. Bunu yapmaktan sakınmadılar. Zenginliklerini bu şekilde şiddet, cinâyet ve hırsızlıkla elde ettiler. Üstelik bilgiyi İslâm’dan aldıklarını inkâr ettiler ve onu Yunandan aldıklarını iddiâ ettiler-ediyorlar. Oysa o bilgileri müslümanlar zenginleştirerek batı’ya taşımıştı. Bir greko-romen uygarlık olan batı, İslâm aracılığıyla gelen medeniyeti görmezden gelmiştir-gelmektedir.  

 

Batı’nın, müslümanları Endülüs’ten kovması, hem müslümanlardaki (b)ilimi kıskanmaları, hem de batı’nın ürettiği modern-bilimin, “İslâm-kaynaklı (b)ilim” olduğu gerçeğini örterek, modern-bilimi -sözde- “özgün(!)” kılmak içindi. Batı’nın, İslâm’ı sürekli olarak “öteki” olarak göstermesinin bir nedeni de, kendisinde bulunan yozlaşmış (b)ilimin “saf ve özgün hâli”nin İslâm’dan kaynaklanmasıdır.

 

Demek ki batı’nın kalkındığı gibi kalkınmak, batı’nın çaldığı, öldürdüğü, köleleştirdiği ve sömürdüğü gibi yapmayı yanında getireceği için, batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak tam bir şerefsizliktir.

 

Modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini öldürdüğü ve sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini öldürmeye ve sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek, çalarak ve köleleştirerek sömürme” şeklinde olacaktır. İslâm’ın buna izin vermesi söz-konusu bile olamaz.

 

Batı’nın geçtiği merhâlelerden geçenler, batı’nın geldiği noktaya varırlar. Zîrâ benzer hareketler, benzer sonuçlar doğurur. Batı’nın serüvenini tâkip etmenin sonu, batı gibi ahlâksız ve zâlim olmaktır. Batı’lılaşmak (modernizm), “batı’nın hastalıklarını ithâl etmek” demektir.

 

Batı’ya karşı batı’nın silahlarıyla kesin bir başarı kazanıldığı vâki değildir. Bu nedenle “batı’yla ancak yine onların silahları gibi silahlarla mücâdele edilebilir” düşüncesi çok yanlıştır. Batı’nın silahlarını edinirsem, ben de onlar gibi zâlim olurum. Batı bizi bilgiden ziyâde silah ile sömürüyor. Silahı olmasa bilgisini de takmayız. Tabi ârızî bir durum olarak, modern silahlar edinmek de şarttır.

 

Batı, Dünyâ’nın bir yarısında, diğer yarısını perişân ederek kendine bir “cennet” kurdu. O cennetten çıkmak istemiyorlar ve o cennetin yok olabileceği düşüncesinden dolayı bunalıma giriyorlar. Bu nedenle batı, “öteki” îlân ettiği dîni kötüleyip duruyor. Batı’ya meftûn, râm ve hayrân olanlar da câhilce ve körü-körüne onları tâkip ve taklit ederek dîne düşman oluyorlar. Batı; “Hristiyanlık dîni”nden vazgeçti fakat, “Hristiyanlık kîni”ni sürdürüyor. Yine batı, Dünyâ’da gerçekleştirdiği kötülükleri ve pislikleri, “İslâm’ı ve dîni öcü gibi göstermekle” kapatmaya çalışıyor. Batı’ya meftûn ve râm olanlar, İslâm’ı “kötülüğün kaynağı” zannetmeye başladılar. Batı’yı “batı” yapan şeylerden biri de “İslâmafobi”dir. Zâten Aydınlanma Çağı denilen çağ, aslında “dinden kurtulma çağı”dır. Avrupa’nın çok övündüğü Rönesans-Aydınlanma-Sanâyi Devrimi gibi zirve çağları, insanları köle olarak alıp-sattığı ve alabildiğine sömürdüğü yıllardı.

 

Her ne kadar parlak ve çarpıcı görünse de, “görebilenler” için batı’lılar ve batı zihniyetine sâhip olanlar, ahlâken dibe vurmuşlardır ve bunalıma düşmüşlerdir. Bu bunalımdan kurtulmak için de maddî gelişmeyi “tampon” olarak kullanmaktadırlar. Fakat içten çürüme fazlalaştıkça dışarısı da çürümeye başlayacak ve sistem günü geldiğinde -sünnetullah gereği- bir fiskeyle yıkılıverecektir. Çünkü batı, Hz. Îsâ’nın diliyle söylersek; “badanalanmış kabirler” gibidir.

 

Batı gibi zengin olmak istiyorsanız; hırsızlık, sömürü ve köle ticâreti yapmanız gerekir. Batı gibi üretim-tüketim yapanlar, batı gibi sömürü de yaparlar.

 

Batı, aklı değil, silahını kullandı ve din’den ve kırmızı çizgilerden uzaklaştığı için o lânet silahını kullanmaktan çekinmedi-çekinmiyor. Batı’nın kullandığı akıl, şeytan, nefs ve tâğut-merkezli olan yoldan çıkmış akıldır. Oysa akıl ancak vahiy-merkezli olursa iyi işler yapar ve “tüm insanlar için” iyilikler getirir. Akıl; doğu’da “Allah’ın kontrôlü”nde iken, batı’ya-Yunan’a gidince “nefsin kontrôlü”ne girmiştir. Bu yüzden batı’daki “akıl-merkezlilik” aslında, “nefis-merkezlilik”tir.

 

Müslümanların günümüzdeki durumuna bakarak onları aşağılayanlar, bu durumun nedeni olarak aklı kullanmamak, bilimin peşinden gitmemek, teknoloji üretmemek gibi şeyleri öne çıkarıp duruyorlar. Oysa müslümanların -görece- kötü durumda olması, batı’lılar gibi çalmadığı, öldürmediği, köleleştirmediği ve sömürmediği içindir. Çünkü İslâm buna zinhar izin vermez. Üstelik müslümanların bu durumda olması, batı’nın sömürüsünün ve zulmünün bir sonucudur. O-hâlde niçin aptallık ve ahmaklık ediyorsunuz da batı’yı yuhlayacağınıza baş-tâcı ediyorsunuz!. Bu batı, zamânında sisin analarınıza, bacılarınıza, malınıza, mülkünüze vs. tasallut etmedi mi ve ülkenize çökmek için birlik olup tüm gücüyle üstünüze gelmedi mi?. Siz onları savuşturmakla övünüp durduğunuz hâlde şimdi de  kalkıp aptalca, ahmakça ve şerefsizce batı’yı mı övüyorsunuz?. O-hâlde gidin de boklarını yiyin.

 

 Fil-dişi kulelerinden ve gömülüp kaldıkları kâşânelerinden böğüren birileri de bu-bağlamda diyor ki: İngilizler 19. Yüzyılda tüm Dünyâ’da büyük araştırmalar yapıyordu ve bilim ve teknolojiyi ilerletiyorlardı. Müslümanlar ve de doğulular ve oturup duruyorlardı. Peki o şerefsiz İngilizler, yaptıkları araştırmaların kaynağını nereden buluyorlardı ve parayı nasıl sağlıyorlardı?. İnsanları sömürerek elde ettikleri servetlerle yapılan işlerdi onlar. Böyle bir yolla bilim yapmak ve teknoloji üretmek ağır bir şerefsizlik ve kahpeliktir. 

 

“Büyük paralar harcayarak bilime ve teknolojiye yatırım yapıyorlardı” diyorlar. Perki batı bunu niçin 1.800’lerde yaptı da meselâ 1.300’lerde yapmadı?. Çünkü o zaman para yoktu. Zîrâ o zamanlar henüz hırsızlığa, öldürmeye, sömürmeye başlamamışlardı. Peki 1.800’lerde parayı nereden buldular?. Nereden olacak; tabî ki toplumları soydular, insanları köleleştirdiler, öldürdüler ve sömürdüler. Böylelikle bedâvadan gelen parayla da, tüm dünyâ-insanlarının iyiliği için değil, “servetlerini arttırmak ve katlamak için” bilim yaptılar ve teknoloji ürettiler. Batı’nın ulaştığı zenginlik bir şerefsizliğin sonucudur. Yoksa batı’da ne var ki onları zengin edecek?. Hırsızlıktan, çalmaktan, öldürmekten, köleleştirmekten ve sömürmekten önce batı dediğin, açlıktan ölmemek için bokunu yiyordu.

 

İlk-defâ Haçlı Seferleri ile başladı ve alıştı öldürmeye ve sömürmeye. Çünkü aslında batı hiç-bir zaman tam anlamıyla dindar ve herkes için iyiliği merkeze alan bir kıta ve toplum olmadı. Çünkü Pavlus’un paganizmle karıştırıp sentezlediği zırvalıkları din edindi. Tabi Hz. Îsâ’ya inen vahiylerin de olduğu İncil yine de onları orta-çağda modernizme göre daha şerefli ve “insan” kılabiliyordu.

 

Batı’nın İslâm’a düşman olmasının nedeni de, İslâm’ın, batı’nın iç-yüzünü açığa çıkarması ve batı’nın seküler sistemine karşı çıktığı içindir. Bu durum İslâm gâlip ve hâkim olana yada müslümanların da batı’lar gibi olacağı zamâna kadar devâm edecektir. Çünkü:

 

 “Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

 

İki çeşit müslüman toplum vardır; batı modernitesini kabûl edenler ve etmeyip de savaşanlar.

 

Küçük yaşında batı’nın çizgi-filmleriyle; gençliğinde de sinema-filmleriyle yetişenlerin, modern dünyâya bir eleştiri, îtirâz ve isyanlarının olmadığı çok net görülen bir şeydir.

 

Modernleşmiş müslümanlar ve doğu’lular, “muâsır batı”ya yüzünü çevirmeyi yanlış anlamış ve batı’ya yüzlerini çevireceklerine kıçlarını çevirmişlerdir. O kıç bir türlü tekrar doğu’ya dönmüyor.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder