6 Şubat 2024 Salı

Ge(n)ç Yaşta Evlilik

 

“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, bâtıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 72).

 

Modernizm bir “bekârlık uygarlığı”dır. Ya geç evlenerek yada hiç evlenmeyerek bekâr kalmak kolaylaştırılır. Böylece insanın fıtratına, doğasına ve normâle aykırı bir davranış sergilenir. Zâten modernizm hayâtiyetini, fıtrata, doğala-doğaya ve normâle aykırı davranmaktan alır. Modernizm “geç yaşta” evlenmeye yada hiç evlenmemeye, ama “genç yaşta” flörtleşmeye ve sevgili olmaya yönlendiren şeytânî zulüm ve zinâ sistemidir.  

 

Modernizmde örnek insanlar peygamberler değil filozoflar ve bilim-adamlarıdır. Filozoflar genelde bekâr yaşamayı seçerler. Zîrâ kimseyle anlaşamazlar ve sürekli okuma-araştırma-yazma faaliyetleriyle meşgûl oldukları için çoluğa-çocuğa zaman ayırıp da ilgilenmek istemezler. Çünkü -güyâ- kendilerini ilme ve bilmeye adamışlardır. Bilgi peşinde koşmanın böyle bir tarafı vardır ve kişinin ya evliliği geciktirmesine yada sürekli bekâr kalmasına neden olur. Çünkü bilgi peşinde koşmak kişiyi bencilleştirir. Zîrâ bilgilenmek için bencil zamanlar şarttır. Oysa bilginin bir sonu yoktur ve bilginin sonuna gelinemez. Bu nedenle ilim peşinde olup da bekâr kalmak da şeytandandır.  

 

Eskiden toplumun rôl-modelleri peygamberlerdi. Modern hayatta ise filozoflardır. Bu nedenle eskiden peygamberler ve âileleri nasıl ise toplum da onlara benzerdi, Peygamberlerin âileleri örnek âilelerdir. Şimdi ise topluma yön verenler filozoflar ve bilim-adamları olduğu için, filozoflar ve bilim-adamları ve âileleri nasıl ise toplum da öyledir. Filozofların ve bilim-adamları ya âilesizdirler yada âileleri dağınıktır, düzensizdir. Allah’ın örnek gösterdiği peygamberler ise evlenirler ve evliliği tavsiye ve emrederler. Tavsiye etmekle kalmazlar, evliliğin alt-yapısını kurarak insanların evlenmesini kolaylaştırırlar.

 

İnsanın tabî hâli bekârlık değil, evli olmaktır. Bu yüzden İslâm da bunu emreder ve kolaylaştırır. Çünkü İslâmî bir yaşam-biçimi ilk başta kamusal alanda değil, “âile”de inşâ edilebilir.

 

Allah’tan gayrı, mikrodan-makroya tüm varlık, çifti-eşi ile birlikte yaratılmıştır. Yaratılmış olan her-şeyin çifti vardır. Bir fizikçi şöyle der: “Fizik, doğadaki her temel parçacık için karşıt bir parçacık olmasını gerektirir. Örneğin protonun karşıt parçacığı “karşıt proton”dur. Çünkü bir şeyin çiftinin olmaması hem kâinattaki hem de Dünyâ’daki dengeyi bozar. Bu insan için de böyledir. İslâm’da çifti ve eşi olmamak durumu olan bekâr kalmanın uygun olmaması biraz da bu nedenledir. İslâm’da “nikâh altında ölmek” önemlidir. İslâm’a göre tek ve bir olan “yalnızca Allah”tır. Bu, “yalnızlık (yâni çifti ve eşi olmama durumu) Allah’a mahsustur” sözüyle ifâdesini bulur.

 

İnsan yalnız ve bekâr olmaya programlı değildir ve fıtratı buna müsâit de değildir. Bu yüzden İslâm’da bekâr ve yalnız olmak yasaktır. Tek kalmak yasaktır. İslâm’da “nikâh altında ölmek” düşüncesi, geleneği ve uygulaması vardır.

 

“İslâm’da bekâr ve işsiz kalmak suçtur” denir. Bekârların ve işsizlerin işe ve evliliğe kavuşması tüm İslâm toplumunun sorumluluğundadır. Zîrâ İslâm kişileri işsiz ve rızıksız bırakmadığı gibi, doğal bir ihtiyaç olan cinsel ihtiyâcın da meşrû bir şekilde karşılanması için evliliği emreder ve evliliği kolaylaştırarak insanları “eşsiz” de bırakmaz. Peygamberimiz de evliliği tavsiye eder, fakat o anda evlenmek için şartlar henüz uygun değilse, şartlar olgunlaşıncaya kadar da iffeti emreder: “Evlenmeye gücü yeten evlensin!. Evlenmek gözü haramdan korur. Herhangi bir sebeple evlenemeyen oruç tutsun! Çünkü oruç şehveti kırar” der. Bir başka pasajda da:

 

“Evlenmek benim sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimle amel etmezse benim yolumda olmamış olur. Evleniniz!. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim. Evlenmeye imkân bulamayan oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar” (İbn Ma’ce, Nikâh 1) der.

 

Kur’ân’da ise, evlenmek için yeterli şartları olmayanlara yada hiç evlenemeyenlere şu tavsiye yapılır:

 

“Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar” (Nûr 33).

 

İşte bu nedenle erkek ve kadın arasında yaşanan, evlilik dışındaki hiç-bir ilişki “mâsum” değildir. Bu nedenle serbest de değildir. İslâm’da nikâhsız evlilik ve cinsellik yoktur.

 

İnsanlar artık “evli-bekâr” diye değil, “ilişkisi var mı yok mu” diye tanımlanıyor. Dünyâ’da ve Türkiye’de 18 yaş-altı “resmî cinsel ilişki” (yâni evlilik) suç iken; gayrı-resmî cinsel ilişki (yâni flört) serbesttir. Genç yaşta evliliğe karşı olanlar, ne genç yaşta flörte karşı çıkıyorlar ne de evliliğin geç bir yaşa bırakılmasına bir şey diyorlar. Oysa -zinâ olacağı için- genç yaşta yapılan flört İslâm’a aykırıyken, (flörtün elbette geç yaşta yapılması da zinâya girer) evliliğin geç yaşa bırakılması ise doğasına aykırı olduğu için bir zulümdür.

 

Genç yada geç yaşta yapılan ve normâl görülmeye başlanan flört, evliliklerin gecikmesine yada hiç olmamasına neden oluyor. Fakat asıl sorun şu ki, genç yaşta yapılan evlilikleri yasaklayan ve yasa-dışı yapıldığında kıyâmetleri koparanlar, evliliklerin çok ileri yaşara kadar ertelenip uzamasını hattâ insanların hiç evlenmemesini sorun olarak görmüyor ve gündeme getirmiyorlar. Çünkü dediğimiz gibi, modernizm denen bâtıl ve lânet uygarlık, bir bekârlık uygarlığıdır. Modernizm aynı-zamanda kapitâlist olduğu için herkesin bekâr olmasını ve sürekli olarak tüketmesini istemekte, her bekârın ayrı-ayrı evi, arabası, ev-eşyâsı vs. almasını istemektedir. Çünkü bundan geçinmektedir. Modernizm için “genç flört” ve “geç evlilik” olmazsa-olmaz önemdedir.    

 

Eğer bir genç kız, uygun ortamda ve kültürde büyümüşse, bedenen ve ruhen bir sıkıntı, eksiklik ve zayıflık yoksa, anne, abla ve yakınların da desteği ile kısa zamanda evini her türlü idâre edebilecek, çocuklarına güzel bakacak ve evliliği sürdürebilecek olgunlukta v etkinlikteyse bu kızın ille de 18 yaşını beklemesine gerek yoktur ve 14-15 yaşlarındayken bile evlenebilir. Zâten Dünyâ’da binlerce yıllık uygulama böyleydi ve çok da bir sorun çıkmıyordu.  

 

Peki bu 18 yaş sınırını kim neye göre çıkardı?. Bu Allah’ın belirlemesi ve bir emri değil ki!. Modernizmin uluları olan uzmanların belirlediği bir kriter. Modernizm bir uzmanlık uygarlığıdır. Fakat belirledikleri ve önerdikleri şeyler genelde hem uygulanabilir olmaz hem de iyi sonuç vermez. 18 yaşını belirlemişler ama çoğunlukça 18 yaş da uygun görülmüyor ki!. Kim kızını-oğlunu 18 yaşında evlendiriyor?. Bu yaşta insanlar onları hâlâ “çocuk” olarak görüyor. Zâten modern şeytânî eğitim sistemi ve süresi 18 yaşında evlenmeye izin vermiyor ve engel oluyor. Fakat flört serbest ve neredeyse flört etmeyeni cezâlandıracaklar.

 

18 yaşına gelmiş olan kız yada erkek daha olgunlaşmış ve ergenlikten çıkmış da olmuyor. Düşünceleri, konuşmaları, hâl ve hareketleri vs. aynen ergenlikteki gibi. Çok çiğ, tecrübesiz, bilinçsiz ve beceriksizler. Bir türlü ergenlikten çıkamıyorlar ve çıkmak da istemiyorlar. Kızlar ve oğlanlar flörtü sürdürebilmek ve evliliği ve de askerliği ertelemek için sürekli olarak okulu uzatıyorlar. Formasyon, yüksek lisans, doktora hayâli, ikinci üniversite, dışarıdan okuma ve çalışmak gibi nedenlerle evlilik geciktiriliyor ve hattâ iptâl ediliyor. Okullarda 1.000 tâne, 5.000 tâne ve hattâ 50.000 tâne genç insan bulunuyor ve bu 15-25- yaş arasındaki kişilerin yarısı erkek yarısı kız. Bunlar bir-arada bulunuyorlar. Ateş ile barutun birlikte bulunması gibi. Bir kıvılcım yangına sebep oluyor. İyi de anne-babalar buna nasıl râzı olabiliyorlar ve devlet buna nasıl izin veriyor?. Bu çok ağır bir bilinçsizlik ve vurdumduymazlık hâlidir. Böyle bir ortamda evliliği kim düşünür ve flört etmeyi kim düşünmez. Okullar genç yaşta flörtü-zinâyı ve geç yaşta evliliği ve sürekli bekârlığı başlatan ve sürdüren en etkili yerlerdir.    

 

Özellikle lâik, seküler, feminist, demokratik modern ülkelerde flört ve zinâ yaşı erkene alınıyor (bunlar her yaşta zinâdır, haramdır) ve evlilik erteleniyor. Kânunlar ve kurallar buna yönelik yapılıyor. Bu nedenle de bâzı ülkelerde evlenme yaşını 22’ye kadar çıkartıyorlar. Dünyâ’da resmî evlenme yaşı 9 ile 22 yaş arasında değişiyor ve ülkeler bu aralıkta her yaşta evlenmeye resmî olarak izin verilebiliyor.

 

İslâm aile hukukunu benimseyip uygulayan Osmanlı Devleti'nde 1917 Hukûk-ı Âile Kararnâmesi’ne kadar, evlilik-yaşı husûsunda devletin resmî mezhebi olan Hanefî görüşü doğrultusunda herhangi bir yaş-sınırı söz-konusu olmamıştır. Osmanlılar, 1917’de çıkardıkları Hukûk-ı Âile Kararnâmesi’nde “erkeklerin 12, kızların da 9 yaşını bitirmiş olmaları” şartını getirmişlerdir. Cumhûriyet döneminde 1938 yılında yapılan değişiklikle bu yaş, kızlarda 15’e, erkeklerde 17’ye düşürülmüş, olağan-üstü hâllerde ise evlilik-yaşı hem erkek hem kadın için “15 yaş” olarak kabûl edilmişti. Mustafa Armağan bu konu hakkında şunları söyler:

 

“1926 yılında Osmanlıca olarak basılan Türk Medenî Kânunu adlı kitapta şunlar yazıyordu:

 

‘Madde 88: Erkek on sekiz ve kadın on yedi yaşını ikmâl etmedikçe evlenemez. Şu kadar ki hâkim fevkalâde hâllerde ve pek mühim bir sebebe mebnî on beş yaşını ikmâl etmiş olan erkek veyâ kadının evlenmesine müsâde edebilir, vâsi de dinlenir!.

 

Hiç düşündünüz mü 18 yaşını bitirmemiş bir erkek veyâ 17 yaşını bitirmemiş bir kızın evlenememesi 1926 yılı Türkiye’sinde ne demektir?. Hukuk sosyolojisi diye bir ilim-dalı var ki Ziyâeddin Fahri Fındıkoğlu aynı isimle yayınladığı kitapta bu kânunu yapanların halkı nazar-ı îtibâra almadıklarını, bu yüzden de nice sıkıntılar doğduğunu mantıklı bir şekilde îzâh eder. Kânun toplumdan kopuk yapılırsa doğacak sorunlar bir toplumsal yaraya dönüşür zîrâ. Nitekim Medenî Kânun’un kabûlünden sonra bu sorunlar yaşanmış ve kânunda belirtilen yaşlar o günün Türkiye’si için çok ‘ileri’ olduğundan, bu defâ her yıl mecbûren on binlerce vatandaşımız mahkemelere koşup, yaşını büyütmeye başlamıştır. Yaş büyütülünce görünüşte 17 yaşını bitiren kızlar ile yine görünüşte 18 yaşını bitirmiş erkekler evlenme imkânına kavuşmuş oluyordu ki, bunlar esâsen kânun tarafından evlenme ehliyeti bulunmayan yaşlardaki ‘çocuklar’dı. Kimi kandırıyordunuz?. Gerçekte evlenmesi yasak olanlar mahkemelerde yaşını büyütünce reşit mi oluyordu?. Hem de bir üç beş değil, on binler.

 

Nitekim 12 yıllık uygulama netîcesinde her yıl 60 bine yakın dosya hazırlanmakta, yaşlarını büyütmek için kuyruğa girmiş âileler o mahkeme senin, bu mahkeme benim dolaşmaktadır. İşte kânun ile toplumun uyuşmazlığı netîcesinde 1938 Hazîran’ında TBMM, 12 yıl önce kabûl ettiği ve öve-öve bitiremediği ‘Türk Medenî Kânunu’nun ilgili maddesini 3453 sayılı kânunla şu hâle getirecektir:

 

‘Erkek on yedi, kadın on beş yaşını ikmâl etmedikçe evlenemez. Şu kadar ki hâkim, fevkalâde hâllerde ve pek mühim bir sebebe mebni on beş yaşını ikmâl etmiş bir erkeğin veyâ on dört yaşını bitirmiş olan bir kadının evlenmesine müsâde edebilir. Karardan önce ana, baba ve vâsinin dinlenmesi şarttır’ denilmiştir”.

 

Târihin çeşitli dönemlerinde, tüm kültürlerde genç-yaş evliliği görülmüştür-görülmektedir. Örneğin 2000-2010 yılları arasında ABD’de genç yaşta 250.000 kişi evlendirilmiştir. Bunların arasında 10 yaşında olanlar vardır. 2018 yılında New Jersey Valisi Chris Christie, genç-yaş evliliklerini kısıtlamak için çıkarılan yasayı “din-özgürlüğünü ihlâl ettiği gerekçesi ile” veto etmiştir. Ayşe Hür, bu konuda Osmanlı’daki uygulamanın nasıl olduğu hakkında şunları söyler:

 

“Osmanlı hukûkuna göre kızlar 9 yaşına, erkekler ise 12 yaşına kadar ‘çocuk’ sayılıyordu ama ‘buluğa erme’ yaşa bağlı olmadığı için kızlarda 9 yaşından îtibâren ne zaman akıl-bâliğ olurlarsa (akılca ve vücutça ergenliğe ererse, yâni âdet görürse, regl olursa, hayız görürse) o zaman çocuk sayılmıyorlardı. Ancak Osmanlı toplumunda akılca olgunluktan ziyâde fiziksel olgunluğa daha çok önem veriliyordu. Her hâlükârda üst-yaş sınırı 15 olduğu için 15 yaşını dolduran kız çocukları âdet görsün-görmesin çocuk statüsünden çıkıyordu. Erkeklerde ise 12 yaşından îtibâren cinsel organlarda ve salgılarda gelişim, vücut kıllarında, seste değişiklik gibi belirtilere bakılarak herhangi bir yaşta biterken, her hâlükârda kızlarda olduğu gibi 15 yaşından sonra çocuk statüsü sona eriyordu.

 

Kânûnî devrinin ünlü Şeyhülislamı Ebu’s Suud Efendi bu açıdan ‘ilerici’ bir hamle yaparak erkek-çocukları için buluğ yaşını, kendileri ikrar ettikleri (söyledikleri) durumda 12, sessiz kalmaları hâlinde 18 olarak tespit etmiş; kız-çocukları için de ikrar ettikleri durumda 12, etmedikleri takdirde 17 olarak öngörmüştü. Ancak bu görüş Osmanlı târihinde bir istisnâ olarak kalmış, 20. yüzyılın başına kadar 9-15, 12-15 aralıkları esas alınmıştı.

 

Kız-çocuklarının böyle erken evlendirilme sebepleri konusunda İslâm fıkıhçıları, ‘uygun birisi bulunduğunda fırsatı değerlendirmek, yetim-öksüz kalan çocukları koruma altına almak, çocukların erken buluğa erdiği toplumlarda onları gayri meşrû cinsel ilişkilerden ve bunların olumsuz sonuçlarından korumak’ gibi gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Osmanlı toplumunda da benzer şekilde kızların iffetini ve bekâretini, ‘âilenin onurunu korumak, babanın ölümü durumunda kız-çocuğuna bir güvence sağlamak, bir çocuğun masrafından kurtulmak’ gibi gerekçeler sayılmaktadır.

 

Mahkeme kayıtlarına göre çocuk evlilikleri daha çok yoksul âilelerde yaygın görünmekle birlikte orta-sınıf ve yönetici sınıf hattâ hânedan içinde bile çocuk evliliği vak’a-yı âdiyedendi. Tanzimat’a kadar (1839-1876) Osmanlı âile hukûkunda ve hattâ genel olarak özel hukuk alanında çok köklü değişikliklerin olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü modern anlamda özel hukuk olarak adlandırdığımız âile, mîras, şahıs hukûku gibi alanlar, şer’i ve örfî hukuk olarak adlandırılan ikili yapıda yürümüştür. Ancak bu ikili yapıda şer’i hükümler ağır basmıştır. Bu bağlamda kısaca Mecelle diye bilinen ve 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslâmî özel hukuk kuralları kodeksi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yarım yüzyılında şer'i mahkemelerde hukûkî dayanak olarak kullanılmıştır. Elbette bu kodifikasyonun parçası olarak çocuk evlilikleri de aynen devâm etmiştir. Nitekim 1876 yılında ünlü edebiyatçı Ahmed Mithat Efendi, Felâtun Bey ve Rakım Efendi adlı romanında Felâtun Bey’in babasının evlenmesinden şu-şekilde bahsedecektir: ‘Onaltı yaşında iken pederi tarafından evlendirildiği zaman, oniki yaşında bir kız ile tezviç edilmişti’.

 

1. Ahmed’in Kösem Sultan’dan olan kızı Ayşe Sultan 1611 yılında henüz üç yaşındayken Sadrâzam Gümilcineli Nasuh Paşa ile evlendirilmiş, Nasuh Paşa’nın Sinop’ta yaşanan bir olaydan suçlu bulunup îdam edilmesiyle 6 yaşında dul kalmıştı. Ayşe Sultan bir yıl sonra Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmed Paşa ile evlendirildi, Paşa’nın Hotin kuşatması sırasında ölmesi üzerine 13 yaşında yine dul kaldı. 18 yaşında üçüncü, öldüğü 47 yaşına kadar da beş kere daha evlendirilen Ayşe Sultan son evliliğinin 6. ayında eceliyle ölmüştü. Modernleşmeci padişahların ilki sayılabilecek III. Ahmet’in kızı Fatma Sultan da önce 5 yaşındayken dönemin Sadrâzamı ile evlendirilmiş, kocasının ölmesi üzerine 9 yaşında dul kalmıştı. 13 yaşına geldiğinde bu kez 51 yaşındaki yeni Sadrâzam İbrahim Paşa ile nikâhlanmıştı. İbrahim Paşa 61 yaşında öldüğünde Fatma Sultan 24 yaşında bir kez daha dul kalmış, 29 yaşında da hayâtını kaybetmişti”.

 

Demek ki ge(n)ç yaşta evlenmek zamâna göre normâl yada a-normâl görülen şeylerdir. Türkiye’de evlenme yaşı 2002 yılından bêri 18, ebeveyn rızâsı varsa 17 yaştır. Olağan-üstü koşullarda mahkeme karârıyla 16’ya kadar düşürülebiliyor. Yâni insanların ne zaman evlenebileceklerine mahkeme karar ve izin veriyor. İyi de insanı yaratan ve onu en iyi bilen Allah ne diyor?.

 

Allah, insanın evlenmesini “yeterli olgunluğa” yâni rüşde bağlıyor. Rüşd: “Kişinin mallarını uygun biçimde koruyup harcamasını sağlayan fikrî olgunluk” anlamında fıkıh terimi. “Hak yolunda yürüme, iyiyi kötüden ayırt etme gücü” gibi anlamlara gelen bir Kur’ân terimidir. Rüşd; “doğru yolu izleme, aklı başında olma, olgunluk, büluğa ulaşma” anlamlarına gelir. “Yebluga eşuddehu”, “akıl-bâliğ olduğunda” demektir. Büluğ: “Döl verecek erginliğe erişme, bâliğ olma, erginlik, rüşt”” demektir. Bülûğa ermek de; “erginlik çağına girmek, bâliğ olmak” anlamındadır. Zâten Kur’ân, kişinin malına sâhip çıkıp kontrôl etme yaşı olarak da aynı yaşı veriyor. Ki bu yaş “ergenlik” denilen, modernlerin “daha küçücük çocuk olarak” belirlediği ve kabûl ettiği yaştır:

 

“Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şâyet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma görürseniz, hemen onlara mallarını verin…” (Nîsâ 6).

 

Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın…” (En-âm 152).

 

Flörtün ve zinânın fazlalaşmasının, yaygınlaşmasının ve evliliklerin geciktirilmesinin yada iptâl edilmesinin bir nedeni de, modernizmin evlilikleri zorlaştırması, boşanmaları ise kolaylaştırmasıdır. Evlenmek çok büyük masrafları gerektiriyor. Evi eşyâ, takı, düğün vs. masraflar çok olunca ama gelirler az olunca gençler evlenmiyor, evlenmek isteyenler ise evlenemiyor. Tabi modern gençlik evliliğe gereğinden çok fazla önem veriyor ve kusursuz bir düğün ve evlilik hayâl ediyor. Evliliği gözünde çok büyütüyor ve bu nedenle de hayâlindeki gibi olmayacak olunca evlenmeyi geciktiriyor yada iptâl ediyor. Çünkü masallardaki gibi güzel-yakışıklı bir kız-erkek ve düğün-evlilik düşlüyorlar. Oysa evlilik çok doğal bir şeydir. Bâzı masraflar ve sorumluluklar vardır tabi ama evlilik ve evlenmek çok da zor bir şey değildir ve olmamalıdır. Bir keresinde bir arkadaşım, Afrika’lı bir gence, “sizin oralarda evlilik nasıl oluyor, evlenmek zor mu?” dediğinde, Afrika’lı genç şöyle demiş; “evlenmeyi istediğinde bu isteğini sabahleyin gidip âilenin büyüğüne söylüyorsun. Âilenin büyüğü hemen bir-kaç yere haber salıyor ve bir kız bulunuyor ve kız ile erkek görüşüyor. Birbirlerini beğendiklerinde ve evlenmeyi kabûl ettiklerinde, hemen kız isteniyor ve mehir kesiliyor. Akşama doğru gelin çadırı kuruluyor ve dâvetlilere yemek veriliyor. Nikâh kıyılıp gelin ve damat çadırlarına giriyor ve evlenmiş oluyorlar” demiş. Yâni sabah bekâr olanlar akşam olunca evlenmiş olabiliyor.

 

Kadın, “kadın” gibi davranmaktan vazgeçti. Böyle olunca da kadınlık câzibesini kaybetti. Kadınların-kızların o “kadına has” edâları yok oldu. Evden, annelikten, ev hanımlığından uzaklaştırılan kadınlar farklılaştı. Çünkü kadınlar Allah’ın kendilerine yüklemediği yükleri yüklenmeye başladılar ve bunun iyi bir şey olduğunu sanıyorlar. Erkeklere özgü işleri yapmaya başladılar, okul hayâtını çok fazla uzatıyorlar, fıtratlarına ve doğalarına uygun olmayan şeye alıştırıldılar ve yöneldiler. Oysa kadınların erkeklere özgü işleri yapması doğru değildir ve onları doğallıklarından ve fıtratlarından çevirir ve başkalaştırır. Bakınca görünen şey şudur: Çalışan kadın, geç evlenen yada hiç evlenmeyen bekâr kadın, çocuğu olmayan kadın, siyâsete atılan kadın, erkek gibi giyinen kadın, çok okuyan kadın, erkeklerle çok muhâtap olan kadın, teknolojiyle çok uğraşan kadın, anne ol(a)mayan kadın (bakıcı anne dâhil) ve erkelere âmir yapılan kadınlar erkeksileşiyor. Aynı şekilde; kadınlarla çok muhâtap olan erkek, kadınlarla ilgili işleri çok yapan (bayan kuaförü, terzi, bâzı doktorlar) erkek, kadınsı renklerden oluşan elbiseler giyen erkek, kadın âmirlerin altında çalışan erkek, ana-baba tarafından “erkek” gibi yetiştirilmeyen erkekler de kadınsılaşıyor. Bu durum evlilikleri geciktiriyor ve iptâl ediyor. İşin kötüsü genç yaşta yâni çocuk yaşta denilen evlilikler için kıyâmeti koparanlar, evliliklerin gecikmiş olmasını bir sorun olarak görmüyor. Hâlbuki bu çok büyük bir sorundur. Kanımca genç yaşta evliliklerin yasaklanmasının kişisel ve toplumsal cezâsı, “geç yaşta evlilik” olarak tezâhür ediyor. 

 

Fıtrata ihanet olarak ve sapıklığın başka bir şekli olan aykırı evlilikler de yaygınlaşıyor. Kadın kadına (lâti), erkek erkeğe (lûti) ve hattâ insan ve hayvan evlilikleri de başlamıştır ve her geçen gün artmaktadır. İnsanlar sevdikleri eşyâlar ile evleniyorlar ya!. Bu nasıl bir sapıklıktır. Adam cep telefonuyla evleniyor. Fıtrata ihânet ederek evliliği geciktirmek yada iptâl etmek, sünnetullah gereğince insanları sapıklığa götürmektedir çünkü. Üstelik insanlar gün geçtikçe bunları normâl görmeye başlamışlardır. Demek ki fıtrata göre yaşamayınca, sanal, sûnî ve sapık bir hayat-tarzı normâlleşmektedir. Zâten boşanmalar da çok fazla arttı. Daha “dün” evlenenler, bugün boşanıyorlar. Millet evliliği “evcilik oyunu” zannediyor gâliba.

 

Evliliğin ne zaman olacağının kesin ve belirlenmiş bir yaşı olmaz. Evlilikler Papa 13. Gregorius’a göre düzenlenmek zorunda değildir. Kişinin ne zaman evlenebileceği ve uygun zamânın ne vakit olduğunu ancak kişinin kendisi, âilesi ve çevresi belirleyebilir. Bu zaman herkes için bir miktar farklı olabilir. Fakat 18 ile 22 yaş aralığında olması gibi bir şart koşulamaz. Ergenliğe ermiş, rüşdünü ispat etmiş, yeterli olgunluğa ermiş, kendini bilen ve evlenmeyi isteyen biri mâkûl bir yaş olan 14-15 yaşlarında bile evlenebilir. Şu da var ki, insanları resmî evlilik yaşı olan 18 yaşına kadar bekletmek, cinsel olarak hazır ve istekli olan kız ve erkekler için bir zulüm ve eziyettir. Bu arzu ve isteğin flört yada zinâ ile tatmin edilmesini önermek ise dîni açıdan zina ve haram, toplumsal açıdan ise ifsâd, kişisel açıdan ise ahlâksızlık ve şerefsizliktir.

 

Evlilik geciktikçe ve insanlar olgunlaştıkça hem birbirlerini beğenmemeye başlıyorlar, (çünkü birbirlerindeki fizîkî ve zihni eksiklikleri, sorunları ve farklılıkları görmeye başlıyorlar), hem de evliliğin yüklediği sorumluluklar onlara zor geliyor. Meselâ genç yaşta evlenenler çocuklarlıyla çocuk gibi oynayıp eğlenebilirken bu onlara zor gelmezken, geç yaşta evlenenler için çocukla oynamak, arkasından koşturmak ve ona ayak uydurmak çok zor oluyor. Çünkü geç yaşta evlenenlerin gençlikteki gibi enerjileri olmuyor. Üstelik geç yaşta meselâ 45-50 yaşlarında evlenenler, çocukları 20-25 yaşına geldiğinde kendilerinin 70-75 yaşlarında olacaklarını bildikleri için, daha çok babalar, özellikle kız çocuklarını yeterli şekilde koruyamayacağını düşündüğü için, kız-çocuklarını kick-boks judo, tekvando, aikido vs. gibi dövüş-savunma sporlarına göndermeyi plânlıyorlar. Geç yaşta evlenmiş olan bir tanıdığım, ilk-okul çağına gelince kızını aikidoya göndermeyi, böylece kendisini kötü insanlara karşı koruyabileceğini söylemişti. Bu bana çok tuhaf gelmişti. Ne yâni; karşısına çıkan kötü adamla karate mi yapacaklar!. Peki adam bıçağı-silahı çekerse ne olacak?. Oysa kız-çocukları doğasına uygun normâl bir zamanda evlenseler, onlarla ilgilenecek ve onları koruyacak kocaları olacağı için böyle bir sorun olmayacaktır. Çünkü kocaları da hanımlarını sizin koruyacağınız kadar koruyacaklardır.   

 

Genç yaşta evlenmeyi bir felâket olarak görmek iki büyük sorunu ortaya çıkarmıştır: “Geç evlenmek ve evlenmeyi iptâl ve inkâr etmek”.. Böylece artık insanlar ne kızlarına iyi-hayırlı bir koca bulabiliyor ne de oğlanlarına iyi-hayırlı bir kız bulabiliyorlar. Çünkü gençler evlenmeyi hiç düşünmüyorlar. Zîrâ istedikleri gibi flört etmekte ve zînâ yapabilmektedirler.

 

Genç yaşta yâni, ergenlik-rüşd çağında evlenmeyi yasaklamak ve bu durumu fecî kötü bir durum olarak görmek, insanların evlenmesini geciktirmesine ve iptâl etmesine neden olmaktadır. Genç yaşta evliliği bir felâket olarak görenler, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen evlenememiş olanlar için aynı kaygıyı duymamaktadır. Peki evliliğin gecikmiş olmasını niçin kafalarına takmazlar?. Neden bu durumu dert etmiyorlar ve bunun için bir şeyler yapmak istemiyorlar, anlaşılır gibi değil. Oysa “geç yaşta evlenmek”, genç yaşta evlenmek”ten çok-çok daha bir felâkettir. Asıl sorun budur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder