“Allah size kendi nefislerinizden eşler
yarattı ve size eşlerinizden çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel
şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, bâtıla mı inanıyorlar ve Allah’ın
nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl
72).
Modernizm
bir “bekârlık uygarlığı”dır. Ya geç evlenerek yada hiç evlenmeyerek bekâr
kalmak kolaylaştırılır. Böylece insanın fıtratına, doğasına ve normâle aykırı
bir davranış sergilenir. Zâten modernizm hayâtiyetini, fıtrata, doğala-doğaya
ve normâle aykırı davranmaktan alır. Modernizm “geç yaşta” evlenmeye yada hiç
evlenmemeye, ama “genç yaşta” flörtleşmeye ve sevgili olmaya yönlendiren
şeytânî zulüm ve zinâ sistemidir.
Modernizmde
örnek insanlar peygamberler değil filozoflar ve bilim-adamlarıdır. Filozoflar
genelde bekâr yaşamayı seçerler. Zîrâ kimseyle anlaşamazlar ve sürekli
okuma-araştırma-yazma faaliyetleriyle meşgûl oldukları için çoluğa-çocuğa zaman
ayırıp da ilgilenmek istemezler. Çünkü -güyâ- kendilerini ilme ve bilmeye
adamışlardır. Bilgi peşinde koşmanın böyle bir tarafı vardır ve kişinin ya
evliliği geciktirmesine yada sürekli bekâr kalmasına neden olur. Çünkü bilgi
peşinde koşmak kişiyi bencilleştirir. Zîrâ bilgilenmek için bencil zamanlar
şarttır. Oysa bilginin bir sonu yoktur ve bilginin sonuna gelinemez. Bu nedenle
ilim peşinde olup da bekâr kalmak da şeytandandır.
Eskiden
toplumun rôl-modelleri peygamberlerdi. Modern hayatta ise filozoflardır. Bu
nedenle eskiden peygamberler ve âileleri nasıl ise toplum da onlara benzerdi,
Peygamberlerin âileleri örnek âilelerdir. Şimdi ise topluma yön verenler
filozoflar ve bilim-adamları olduğu için, filozoflar ve bilim-adamları ve
âileleri nasıl ise toplum da öyledir. Filozofların ve bilim-adamları ya
âilesizdirler yada âileleri dağınıktır, düzensizdir. Allah’ın örnek gösterdiği peygamberler
ise evlenirler ve evliliği tavsiye ve emrederler. Tavsiye etmekle kalmazlar, evliliğin
alt-yapısını kurarak insanların evlenmesini kolaylaştırırlar.
İnsanın tabî hâli bekârlık değil, evli
olmaktır. Bu yüzden İslâm da bunu emreder ve kolaylaştırır. Çünkü İslâmî bir yaşam-biçimi ilk başta kamusal
alanda değil,
“âile”de inşâ edilebilir.
Allah’tan gayrı, mikrodan-makroya tüm varlık, çifti-eşi ile
birlikte yaratılmıştır. Yaratılmış olan her-şeyin çifti vardır. Bir
fizikçi şöyle der: “Fizik, doğadaki her temel parçacık için karşıt bir parçacık
olmasını gerektirir. Örneğin protonun karşıt parçacığı “karşıt proton”dur. Çünkü bir şeyin çiftinin olmaması hem kâinattaki hem
de Dünyâ’daki dengeyi bozar. Bu insan için de böyledir. İslâm’da çifti ve eşi
olmamak durumu olan bekâr kalmanın uygun olmaması biraz da bu nedenledir.
İslâm’da “nikâh altında ölmek” önemlidir. İslâm’a göre tek ve bir olan
“yalnızca Allah”tır. Bu, “yalnızlık (yâni çifti ve eşi olmama durumu) Allah’a
mahsustur” sözüyle ifâdesini bulur.
İnsan yalnız ve bekâr olmaya programlı
değildir ve fıtratı buna müsâit de değildir. Bu yüzden İslâm’da bekâr ve yalnız
olmak yasaktır. Tek kalmak yasaktır. İslâm’da “nikâh altında ölmek” düşüncesi,
geleneği ve uygulaması vardır.
“İslâm’da bekâr ve işsiz
kalmak suçtur” denir. Bekârların ve işsizlerin işe ve evliliğe kavuşması tüm
İslâm toplumunun sorumluluğundadır. Zîrâ İslâm kişileri işsiz ve rızıksız
bırakmadığı gibi, doğal bir ihtiyaç olan cinsel ihtiyâcın da meşrû bir şekilde
karşılanması için evliliği emreder ve evliliği kolaylaştırarak insanları
“eşsiz” de bırakmaz. Peygamberimiz de evliliği tavsiye eder, fakat o anda
evlenmek için şartlar henüz uygun değilse, şartlar olgunlaşıncaya kadar da
iffeti emreder: “Evlenmeye gücü yeten evlensin!. Evlenmek gözü haramdan korur.
Herhangi bir sebeple evlenemeyen oruç tutsun! Çünkü oruç şehveti kırar” der. Bir
başka pasajda da:
“Evlenmek benim
sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimle amel etmezse benim yolumda olmamış olur.
Evleniniz!. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.
Evlenmeye imkân bulamayan oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar” (İbn Ma’ce,
Nikâh 1) der.
Kur’ân’da ise, evlenmek
için yeterli şartları olmayanlara yada hiç evlenemeyenlere şu tavsiye yapılır:
“Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından
zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar” (Nûr 33).
İşte
bu nedenle erkek ve kadın arasında yaşanan, evlilik dışındaki hiç-bir ilişki
“mâsum” değildir. Bu nedenle serbest de değildir. İslâm’da nikâhsız evlilik ve
cinsellik yoktur.
İnsanlar
artık “evli-bekâr” diye değil, “ilişkisi var mı yok mu” diye tanımlanıyor. Dünyâ’da
ve Türkiye’de 18 yaş-altı “resmî cinsel ilişki” (yâni evlilik) suç iken;
gayrı-resmî cinsel ilişki (yâni flört) serbesttir. Genç yaşta evliliğe karşı
olanlar, ne genç yaşta flörte karşı çıkıyorlar ne de evliliğin geç bir yaşa
bırakılmasına bir şey diyorlar. Oysa -zinâ olacağı için- genç yaşta yapılan
flört İslâm’a aykırıyken, (flörtün elbette geç yaşta yapılması da zinâya girer)
evliliğin geç yaşa bırakılması ise doğasına aykırı olduğu için bir zulümdür.
Genç
yada geç yaşta yapılan ve normâl görülmeye başlanan flört, evliliklerin
gecikmesine yada hiç olmamasına neden oluyor. Fakat
asıl sorun şu ki, genç yaşta yapılan evlilikleri yasaklayan ve yasa-dışı
yapıldığında kıyâmetleri koparanlar, evliliklerin çok ileri yaşara kadar
ertelenip uzamasını hattâ insanların hiç evlenmemesini sorun olarak görmüyor ve
gündeme getirmiyorlar. Çünkü dediğimiz gibi, modernizm denen bâtıl ve lânet
uygarlık, bir bekârlık uygarlığıdır. Modernizm aynı-zamanda kapitâlist olduğu
için herkesin bekâr olmasını ve sürekli olarak tüketmesini istemekte, her
bekârın ayrı-ayrı evi, arabası, ev-eşyâsı vs. almasını istemektedir. Çünkü
bundan geçinmektedir. Modernizm için “genç flört” ve “geç evlilik”
olmazsa-olmaz önemdedir.
Eğer bir genç kız, uygun ortamda ve kültürde büyümüşse, bedenen ve
ruhen bir sıkıntı, eksiklik ve zayıflık yoksa, anne, abla ve yakınların da
desteği ile kısa zamanda evini her türlü idâre edebilecek, çocuklarına güzel
bakacak ve evliliği sürdürebilecek olgunlukta v etkinlikteyse bu kızın ille de
18 yaşını beklemesine gerek yoktur ve 14-15 yaşlarındayken bile evlenebilir.
Zâten Dünyâ’da binlerce yıllık uygulama böyleydi ve çok da bir sorun
çıkmıyordu.
Peki bu 18 yaş sınırını kim neye göre çıkardı?. Bu Allah’ın
belirlemesi ve bir emri değil ki!. Modernizmin uluları olan uzmanların
belirlediği bir kriter. Modernizm bir uzmanlık uygarlığıdır. Fakat
belirledikleri ve önerdikleri şeyler genelde hem uygulanabilir olmaz hem de iyi
sonuç vermez. 18 yaşını belirlemişler ama çoğunlukça 18 yaş da uygun görülmüyor
ki!. Kim kızını-oğlunu 18 yaşında evlendiriyor?. Bu yaşta insanlar onları hâlâ
“çocuk” olarak görüyor. Zâten modern şeytânî eğitim sistemi ve süresi 18 yaşında
evlenmeye izin vermiyor ve engel oluyor. Fakat flört serbest ve neredeyse flört
etmeyeni cezâlandıracaklar.
18 yaşına gelmiş olan kız yada erkek daha olgunlaşmış ve
ergenlikten çıkmış da olmuyor. Düşünceleri, konuşmaları, hâl ve hareketleri vs.
aynen ergenlikteki gibi. Çok çiğ, tecrübesiz, bilinçsiz ve beceriksizler. Bir
türlü ergenlikten çıkamıyorlar ve çıkmak da istemiyorlar. Kızlar ve oğlanlar
flörtü sürdürebilmek ve evliliği ve de askerliği ertelemek için sürekli olarak
okulu uzatıyorlar. Formasyon, yüksek lisans, doktora hayâli, ikinci üniversite,
dışarıdan okuma ve çalışmak gibi nedenlerle evlilik geciktiriliyor ve hattâ
iptâl ediliyor. Okullarda 1.000 tâne, 5.000 tâne ve hattâ 50.000 tâne genç
insan bulunuyor ve bu 15-25- yaş arasındaki kişilerin yarısı erkek yarısı kız.
Bunlar bir-arada bulunuyorlar. Ateş ile barutun birlikte bulunması gibi. Bir
kıvılcım yangına sebep oluyor. İyi de anne-babalar buna nasıl râzı
olabiliyorlar ve devlet buna nasıl izin veriyor?. Bu çok ağır bir bilinçsizlik
ve vurdumduymazlık hâlidir. Böyle bir ortamda evliliği kim düşünür ve flört
etmeyi kim düşünmez. Okullar genç yaşta flörtü-zinâyı ve geç yaşta evliliği ve
sürekli bekârlığı başlatan ve sürdüren en etkili yerlerdir.
Özellikle lâik, seküler, feminist, demokratik modern ülkelerde
flört ve zinâ yaşı erkene alınıyor (bunlar her yaşta zinâdır, haramdır) ve
evlilik erteleniyor. Kânunlar ve kurallar buna yönelik yapılıyor. Bu nedenle de
bâzı ülkelerde evlenme yaşını 22’ye kadar çıkartıyorlar. Dünyâ’da resmî evlenme
yaşı 9 ile 22 yaş arasında değişiyor ve ülkeler bu aralıkta her yaşta evlenmeye
resmî olarak izin verilebiliyor.
İslâm aile hukukunu benimseyip uygulayan
Osmanlı Devleti'nde 1917 Hukûk-ı Âile Kararnâmesi’ne kadar, evlilik-yaşı
husûsunda devletin resmî mezhebi olan Hanefî görüşü doğrultusunda herhangi bir
yaş-sınırı söz-konusu olmamıştır. Osmanlılar, 1917’de çıkardıkları Hukûk-ı Âile
Kararnâmesi’nde “erkeklerin 12, kızların da 9 yaşını bitirmiş olmaları” şartını
getirmişlerdir. Cumhûriyet döneminde 1938 yılında yapılan değişiklikle bu yaş,
kızlarda 15’e, erkeklerde 17’ye düşürülmüş, olağan-üstü hâllerde ise
evlilik-yaşı hem erkek hem kadın için “15 yaş” olarak kabûl edilmişti. Mustafa
Armağan bu konu hakkında şunları söyler:
“1926 yılında Osmanlıca olarak basılan Türk
Medenî Kânunu adlı kitapta şunlar yazıyordu:
‘Madde 88: Erkek on sekiz ve kadın on yedi
yaşını ikmâl etmedikçe evlenemez. Şu kadar ki hâkim fevkalâde hâllerde ve pek
mühim bir sebebe mebnî on beş yaşını ikmâl etmiş olan erkek veyâ kadının
evlenmesine müsâde edebilir, vâsi de dinlenir!.
Hiç düşündünüz mü 18 yaşını bitirmemiş bir
erkek veyâ 17 yaşını bitirmemiş bir kızın evlenememesi 1926 yılı Türkiye’sinde
ne demektir?. Hukuk sosyolojisi diye bir ilim-dalı var ki Ziyâeddin Fahri
Fındıkoğlu aynı isimle yayınladığı kitapta bu kânunu yapanların halkı nazar-ı
îtibâra almadıklarını, bu yüzden de nice sıkıntılar doğduğunu mantıklı bir
şekilde îzâh eder. Kânun toplumdan kopuk yapılırsa doğacak sorunlar bir
toplumsal yaraya dönüşür zîrâ. Nitekim Medenî Kânun’un kabûlünden sonra bu
sorunlar yaşanmış ve kânunda belirtilen yaşlar o günün Türkiye’si için çok
‘ileri’ olduğundan, bu defâ her yıl mecbûren on binlerce vatandaşımız
mahkemelere koşup, yaşını büyütmeye başlamıştır. Yaş büyütülünce görünüşte 17
yaşını bitiren kızlar ile yine görünüşte 18 yaşını bitirmiş erkekler evlenme
imkânına kavuşmuş oluyordu ki, bunlar esâsen kânun tarafından evlenme ehliyeti
bulunmayan yaşlardaki ‘çocuklar’dı. Kimi kandırıyordunuz?. Gerçekte evlenmesi
yasak olanlar mahkemelerde yaşını büyütünce reşit mi oluyordu?. Hem de bir üç
beş değil, on binler.
Nitekim 12 yıllık uygulama netîcesinde her
yıl 60 bine yakın dosya hazırlanmakta, yaşlarını büyütmek için kuyruğa girmiş
âileler o mahkeme senin, bu mahkeme benim dolaşmaktadır. İşte kânun ile
toplumun uyuşmazlığı netîcesinde 1938 Hazîran’ında TBMM, 12 yıl önce kabûl
ettiği ve öve-öve bitiremediği ‘Türk Medenî Kânunu’nun ilgili maddesini 3453
sayılı kânunla şu hâle getirecektir:
‘Erkek on yedi, kadın on beş yaşını ikmâl
etmedikçe evlenemez. Şu kadar ki hâkim, fevkalâde hâllerde ve pek mühim bir
sebebe mebni on beş yaşını ikmâl etmiş bir erkeğin veyâ on dört yaşını bitirmiş
olan bir kadının evlenmesine müsâde edebilir. Karardan önce ana, baba ve
vâsinin dinlenmesi şarttır’ denilmiştir”.
Târihin
çeşitli dönemlerinde, tüm kültürlerde genç-yaş evliliği
görülmüştür-görülmektedir. Örneğin 2000-2010 yılları arasında ABD’de genç yaşta
250.000 kişi evlendirilmiştir. Bunların arasında 10 yaşında olanlar vardır.
2018 yılında New Jersey Valisi Chris Christie, genç-yaş evliliklerini
kısıtlamak için çıkarılan yasayı “din-özgürlüğünü ihlâl ettiği gerekçesi ile”
veto etmiştir. Ayşe Hür, bu konuda Osmanlı’daki uygulamanın nasıl olduğu
hakkında şunları söyler:
“Osmanlı hukûkuna göre kızlar 9 yaşına,
erkekler ise 12 yaşına kadar ‘çocuk’ sayılıyordu ama ‘buluğa erme’ yaşa bağlı
olmadığı için kızlarda 9 yaşından îtibâren ne zaman akıl-bâliğ olurlarsa
(akılca ve vücutça ergenliğe ererse, yâni âdet görürse, regl olursa, hayız
görürse) o zaman çocuk sayılmıyorlardı. Ancak Osmanlı toplumunda akılca
olgunluktan ziyâde fiziksel olgunluğa daha çok önem veriliyordu. Her hâlükârda
üst-yaş sınırı 15 olduğu için 15 yaşını dolduran kız çocukları âdet
görsün-görmesin çocuk statüsünden çıkıyordu. Erkeklerde ise 12 yaşından
îtibâren cinsel organlarda ve salgılarda gelişim, vücut kıllarında, seste
değişiklik gibi belirtilere bakılarak herhangi bir yaşta biterken, her
hâlükârda kızlarda olduğu gibi 15 yaşından sonra çocuk statüsü sona eriyordu.
Kânûnî devrinin ünlü Şeyhülislamı Ebu’s Suud
Efendi bu açıdan ‘ilerici’ bir hamle yaparak erkek-çocukları için buluğ yaşını,
kendileri ikrar ettikleri (söyledikleri) durumda 12, sessiz kalmaları hâlinde
18 olarak tespit etmiş; kız-çocukları için de ikrar ettikleri durumda 12,
etmedikleri takdirde 17 olarak öngörmüştü. Ancak bu görüş Osmanlı târihinde bir
istisnâ olarak kalmış, 20. yüzyılın başına kadar 9-15, 12-15 aralıkları esas
alınmıştı.
Kız-çocuklarının böyle erken evlendirilme
sebepleri konusunda İslâm fıkıhçıları, ‘uygun birisi bulunduğunda fırsatı
değerlendirmek, yetim-öksüz kalan çocukları koruma altına almak, çocukların
erken buluğa erdiği toplumlarda onları gayri meşrû cinsel ilişkilerden ve
bunların olumsuz sonuçlarından korumak’ gibi gerekçeler ileri sürmüşlerdir.
Osmanlı toplumunda da benzer şekilde kızların iffetini ve bekâretini, ‘âilenin
onurunu korumak, babanın ölümü durumunda kız-çocuğuna bir güvence sağlamak, bir
çocuğun masrafından kurtulmak’ gibi gerekçeler sayılmaktadır.
Mahkeme kayıtlarına göre çocuk evlilikleri
daha çok yoksul âilelerde yaygın görünmekle birlikte orta-sınıf ve yönetici
sınıf hattâ hânedan içinde bile çocuk evliliği vak’a-yı âdiyedendi. Tanzimat’a
kadar (1839-1876) Osmanlı âile hukûkunda ve hattâ genel olarak özel hukuk alanında
çok köklü değişikliklerin olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü modern anlamda
özel hukuk olarak adlandırdığımız âile, mîras, şahıs hukûku gibi alanlar, şer’i
ve örfî hukuk olarak adlandırılan ikili yapıda yürümüştür. Ancak bu ikili
yapıda şer’i hükümler ağır basmıştır. Bu bağlamda kısaca Mecelle diye bilinen
ve 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon
tarafından derlenen İslâmî özel hukuk kuralları kodeksi, Osmanlı
İmparatorluğu'nun son yarım yüzyılında şer'i mahkemelerde hukûkî dayanak olarak
kullanılmıştır. Elbette bu kodifikasyonun parçası olarak çocuk evlilikleri de
aynen devâm etmiştir. Nitekim 1876 yılında ünlü edebiyatçı Ahmed Mithat Efendi,
Felâtun Bey ve Rakım Efendi adlı romanında Felâtun Bey’in babasının evlenmesinden
şu-şekilde bahsedecektir: ‘Onaltı yaşında iken pederi tarafından evlendirildiği
zaman, oniki yaşında bir kız ile tezviç edilmişti’.
1.
Ahmed’in Kösem Sultan’dan olan kızı Ayşe Sultan 1611 yılında henüz üç
yaşındayken Sadrâzam Gümilcineli Nasuh Paşa ile evlendirilmiş, Nasuh Paşa’nın
Sinop’ta yaşanan bir olaydan suçlu bulunup îdam edilmesiyle 6 yaşında dul
kalmıştı. Ayşe Sultan bir yıl sonra Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmed Paşa ile
evlendirildi, Paşa’nın Hotin kuşatması sırasında ölmesi üzerine 13 yaşında yine
dul kaldı. 18 yaşında üçüncü, öldüğü 47 yaşına kadar da beş kere daha
evlendirilen Ayşe Sultan son evliliğinin 6. ayında eceliyle ölmüştü.
Modernleşmeci padişahların ilki sayılabilecek III. Ahmet’in kızı Fatma Sultan
da önce 5 yaşındayken dönemin Sadrâzamı ile evlendirilmiş, kocasının ölmesi
üzerine 9 yaşında dul kalmıştı. 13 yaşına geldiğinde bu kez 51 yaşındaki yeni
Sadrâzam İbrahim Paşa ile nikâhlanmıştı. İbrahim Paşa 61 yaşında öldüğünde
Fatma Sultan 24 yaşında bir kez daha dul kalmış, 29 yaşında da hayâtını
kaybetmişti”.
Demek
ki ge(n)ç yaşta evlenmek zamâna göre normâl yada a-normâl görülen şeylerdir. Türkiye’de
evlenme yaşı 2002 yılından bêri 18, ebeveyn rızâsı varsa 17 yaştır. Olağan-üstü
koşullarda mahkeme karârıyla 16’ya kadar düşürülebiliyor. Yâni insanların ne
zaman evlenebileceklerine mahkeme karar ve izin veriyor. İyi de insanı yaratan
ve onu en iyi bilen Allah ne diyor?.
Allah, insanın evlenmesini “yeterli olgunluğa” yâni rüşde
bağlıyor. Rüşd: “Kişinin mallarını uygun biçimde koruyup harcamasını sağlayan
fikrî olgunluk” anlamında fıkıh terimi. “Hak yolunda yürüme, iyiyi kötüden
ayırt etme gücü” gibi anlamlara gelen bir Kur’ân terimidir. Rüşd; “doğru
yolu izleme, aklı başında olma, olgunluk, büluğa ulaşma” anlamlarına gelir. “Yebluga eşuddehu”, “akıl-bâliğ olduğunda” demektir. Büluğ: “Döl verecek erginliğe erişme, bâliğ olma,
erginlik, rüşt”” demektir. Bülûğa ermek
de; “erginlik çağına girmek, bâliğ
olmak” anlamındadır. Zâten Kur’ân, kişinin malına sâhip çıkıp
kontrôl etme yaşı olarak da aynı yaşı veriyor. Ki bu yaş “ergenlik” denilen,
modernlerin “daha küçücük çocuk olarak” belirlediği ve kabûl ettiği yaştır:
“Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar
deneyin; şâyet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma görürseniz, hemen onlara
mallarını verin…” (Nîsâ 6).
“Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye
kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın…” (En-âm
152).
Flörtün ve zinânın fazlalaşmasının, yaygınlaşmasının ve
evliliklerin geciktirilmesinin yada iptâl edilmesinin bir nedeni de,
modernizmin evlilikleri zorlaştırması, boşanmaları ise kolaylaştırmasıdır.
Evlenmek çok büyük masrafları gerektiriyor. Evi eşyâ, takı, düğün vs. masraflar
çok olunca ama gelirler az olunca gençler evlenmiyor, evlenmek isteyenler ise
evlenemiyor. Tabi modern gençlik evliliğe gereğinden çok fazla önem veriyor ve
kusursuz bir düğün ve evlilik hayâl ediyor. Evliliği gözünde çok büyütüyor ve bu
nedenle de hayâlindeki gibi olmayacak olunca evlenmeyi geciktiriyor yada iptâl
ediyor. Çünkü masallardaki gibi güzel-yakışıklı bir kız-erkek ve düğün-evlilik
düşlüyorlar. Oysa evlilik çok doğal bir şeydir. Bâzı masraflar ve sorumluluklar
vardır tabi ama evlilik ve evlenmek çok da zor bir şey değildir ve olmamalıdır.
Bir keresinde bir arkadaşım, Afrika’lı bir gence, “sizin oralarda evlilik nasıl
oluyor, evlenmek zor mu?” dediğinde, Afrika’lı genç şöyle demiş; “evlenmeyi
istediğinde bu isteğini sabahleyin gidip âilenin büyüğüne söylüyorsun. Âilenin
büyüğü hemen bir-kaç yere haber salıyor ve bir kız bulunuyor ve kız ile erkek
görüşüyor. Birbirlerini beğendiklerinde ve evlenmeyi kabûl ettiklerinde, hemen
kız isteniyor ve mehir kesiliyor. Akşama doğru gelin çadırı kuruluyor ve
dâvetlilere yemek veriliyor. Nikâh kıyılıp gelin ve damat çadırlarına giriyor
ve evlenmiş oluyorlar” demiş. Yâni sabah bekâr olanlar akşam olunca evlenmiş
olabiliyor.
Kadın,
“kadın” gibi davranmaktan vazgeçti. Böyle olunca da kadınlık câzibesini
kaybetti. Kadınların-kızların o “kadına has” edâları yok oldu. Evden,
annelikten, ev hanımlığından uzaklaştırılan kadınlar farklılaştı. Çünkü
kadınlar Allah’ın kendilerine yüklemediği yükleri yüklenmeye başladılar ve
bunun iyi bir şey olduğunu sanıyorlar. Erkeklere özgü işleri yapmaya
başladılar, okul hayâtını çok fazla uzatıyorlar, fıtratlarına ve doğalarına
uygun olmayan şeye alıştırıldılar ve yöneldiler. Oysa kadınların erkeklere özgü
işleri yapması doğru değildir ve onları doğallıklarından ve fıtratlarından
çevirir ve başkalaştırır. Bakınca görünen şey şudur: Çalışan kadın, geç evlenen
yada hiç evlenmeyen bekâr kadın, çocuğu olmayan kadın, siyâsete atılan kadın,
erkek gibi giyinen kadın, çok okuyan kadın, erkeklerle çok muhâtap olan kadın,
teknolojiyle çok uğraşan kadın, anne ol(a)mayan kadın (bakıcı anne dâhil) ve
erkelere âmir yapılan kadınlar erkeksileşiyor. Aynı şekilde; kadınlarla çok
muhâtap olan erkek, kadınlarla ilgili işleri çok yapan (bayan kuaförü, terzi,
bâzı doktorlar) erkek, kadınsı renklerden oluşan elbiseler giyen erkek, kadın
âmirlerin altında çalışan erkek, ana-baba tarafından “erkek” gibi
yetiştirilmeyen erkekler de kadınsılaşıyor. Bu durum evlilikleri geciktiriyor
ve iptâl ediyor. İşin kötüsü genç yaşta yâni çocuk yaşta denilen evlilikler
için kıyâmeti koparanlar, evliliklerin gecikmiş olmasını bir sorun olarak
görmüyor. Hâlbuki bu çok büyük bir sorundur. Kanımca genç yaşta evliliklerin
yasaklanmasının kişisel ve toplumsal cezâsı, “geç yaşta evlilik” olarak tezâhür
ediyor.
Fıtrata
ihanet olarak ve sapıklığın başka bir şekli olan aykırı evlilikler de
yaygınlaşıyor. Kadın kadına (lâti), erkek erkeğe (lûti) ve hattâ insan ve
hayvan evlilikleri de başlamıştır ve her geçen gün artmaktadır. İnsanlar
sevdikleri eşyâlar ile evleniyorlar ya!. Bu nasıl bir sapıklıktır. Adam cep
telefonuyla evleniyor. Fıtrata ihânet ederek evliliği geciktirmek yada iptâl
etmek, sünnetullah gereğince insanları sapıklığa götürmektedir çünkü. Üstelik
insanlar gün geçtikçe bunları normâl görmeye başlamışlardır. Demek ki fıtrata
göre yaşamayınca, sanal, sûnî ve sapık bir hayat-tarzı normâlleşmektedir. Zâten
boşanmalar da çok fazla arttı. Daha “dün”
evlenenler, bugün boşanıyorlar. Millet evliliği “evcilik oyunu” zannediyor
gâliba.
Evliliğin ne zaman olacağının kesin ve belirlenmiş bir yaşı
olmaz. Evlilikler Papa 13. Gregorius’a göre düzenlenmek zorunda değildir.
Kişinin ne zaman evlenebileceği ve uygun zamânın ne vakit olduğunu ancak
kişinin kendisi, âilesi ve çevresi belirleyebilir. Bu zaman herkes için bir miktar
farklı olabilir. Fakat 18 ile 22 yaş aralığında olması gibi bir şart koşulamaz.
Ergenliğe ermiş, rüşdünü ispat etmiş, yeterli olgunluğa ermiş, kendini bilen ve
evlenmeyi isteyen biri mâkûl bir yaş olan 14-15 yaşlarında bile evlenebilir. Şu
da var ki, insanları resmî evlilik yaşı olan 18 yaşına kadar bekletmek, cinsel
olarak hazır ve istekli olan kız ve erkekler için bir zulüm ve eziyettir. Bu
arzu ve isteğin flört yada zinâ ile tatmin edilmesini önermek ise dîni açıdan
zina ve haram, toplumsal açıdan ise ifsâd, kişisel açıdan ise ahlâksızlık ve
şerefsizliktir.
Evlilik geciktikçe ve insanlar olgunlaştıkça hem birbirlerini
beğenmemeye başlıyorlar, (çünkü birbirlerindeki fizîkî ve zihni eksiklikleri,
sorunları ve farklılıkları görmeye başlıyorlar), hem de evliliğin yüklediği
sorumluluklar onlara zor geliyor. Meselâ genç yaşta evlenenler çocuklarlıyla çocuk
gibi oynayıp eğlenebilirken bu onlara zor gelmezken, geç yaşta evlenenler için çocukla
oynamak, arkasından koşturmak ve ona ayak uydurmak çok zor oluyor. Çünkü geç
yaşta evlenenlerin gençlikteki gibi enerjileri olmuyor. Üstelik geç yaşta meselâ
45-50 yaşlarında evlenenler, çocukları 20-25 yaşına geldiğinde kendilerinin
70-75 yaşlarında olacaklarını bildikleri için, daha çok babalar, özellikle kız
çocuklarını yeterli şekilde koruyamayacağını düşündüğü için, kız-çocuklarını kick-boks
judo, tekvando, aikido vs. gibi dövüş-savunma sporlarına göndermeyi
plânlıyorlar. Geç yaşta evlenmiş olan bir tanıdığım, ilk-okul çağına gelince
kızını aikidoya göndermeyi, böylece kendisini kötü insanlara karşı koruyabileceğini
söylemişti. Bu bana çok tuhaf gelmişti. Ne yâni; karşısına çıkan kötü adamla
karate mi yapacaklar!. Peki adam bıçağı-silahı çekerse ne olacak?. Oysa
kız-çocukları doğasına uygun normâl bir zamanda evlenseler, onlarla ilgilenecek
ve onları koruyacak kocaları olacağı için böyle bir sorun olmayacaktır. Çünkü
kocaları da hanımlarını sizin koruyacağınız kadar koruyacaklardır.
Genç
yaşta evlenmeyi bir felâket olarak görmek iki büyük sorunu ortaya çıkarmıştır:
“Geç evlenmek ve evlenmeyi iptâl ve inkâr etmek”.. Böylece artık insanlar ne
kızlarına iyi-hayırlı bir koca bulabiliyor ne de oğlanlarına iyi-hayırlı bir
kız bulabiliyorlar. Çünkü gençler evlenmeyi hiç düşünmüyorlar. Zîrâ istedikleri
gibi flört etmekte ve zînâ yapabilmektedirler.
Genç yaşta yâni, ergenlik-rüşd çağında evlenmeyi yasaklamak
ve bu durumu fecî kötü bir durum olarak görmek, insanların evlenmesini geciktirmesine
ve iptâl etmesine neden olmaktadır. Genç yaşta evliliği bir felâket olarak görenler,
yaşı ilerlemiş olmasına rağmen evlenememiş olanlar için aynı kaygıyı
duymamaktadır. Peki evliliğin gecikmiş olmasını niçin kafalarına takmazlar?.
Neden bu durumu dert etmiyorlar ve bunun için bir şeyler yapmak istemiyorlar,
anlaşılır gibi değil. Oysa “geç yaşta evlenmek”, genç yaşta evlenmek”ten çok-çok
daha bir felâkettir. Asıl sorun budur.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder