“İçinde onlar
(şöyle) çığlık atarlar: ‘Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka sâlih bir
amelde bulunalım’. Size orada (Dünyâ’da), öğüt alabilecek olanın öğüt
alabileceği kadar ömür vermedik mi?. Size uyaran da gelmişti. Öyleyse
(azâbı) tadın; artık zâlimler için bir yardımcı yoktur” (Fâtır 37).
Allah; “size
verdiğim ömür süresi yeterlidir” diyor. Peki bu nasıl bir ömürdür?. Dünyâ’nın
geçici bir “imtihan dünyâsı” olduğunu bilen, Allah’a, âhirete, meleklere, gayba,
vahye-kitaplara ve peygamberlere îman eden ve îmânının gereği olarak sâlih amel
işleyen ve davranışlarda bulunanlara yetecek bir ömürdür bu. İslâmî zihniyet ve
amel-davranış hâlinde bulunan mü’minler için, verilen ömür yeterlidir. Çünkü
mü’minler için Dünyâ cennet değildir ve bu nedenle de Dünyâ sonsuz zamanlar ve
sonsuz nîmetler içinde yaşanacak bir yer değildir. Helâlinden yenecek,
içilecek, giyilecek ve gezilecektir elbette, fakat Dünyâ hırsla ve “hiç
ölmeyecekmiş gibi” yaşanacak bir yer değildir. Zâten böyle yaşayanlar için
Dünyâ hayâtı çok kısadır ve hemen gelip-geçer ve bitiverir. Çünkü âhireti
hesâba katmayınca anlam kaybolur ve anlam kaybolunca da ömrün bereketi gider.
Bu da hayâtı -görece- kısa hissettirir.
Hayat kimler
için kısadır?. Hayâtını anlamdan yâni Allah’tan, âhiretten, gaybdan,
mâneviyattan, vahiyden, peygamberden, ilimden, amelden, tebliğden, dâvetten,
dâvâdan, direnişten, hicretten, devletten, cihadtan, şehâdetten ve
medeniyetten, iyilikten, adâletten, ahlâktan, haktan, hakîkatten dolayısıyla
İslâm’dan kopuk olarak yaşayanlar için çok kısadır. Hayat; günahlar içinde,
içki ve kumar masalarında oturup duranlar, zinâ yolunda gidenler, hırsla para
peşinde koşanlar, gereksiz uzatmalı okul ve eğitim içinde olanlar, televizyon,
tablet, cep-telefonu ve bilgisayar ekranlarını çakılıp kalmış olanlar, haktan,
hakîkatten, ahlâktan, adâletten bi-haber olanlar, kısaca şehvet-şöhret,
servet-siyâset ve cehâlet içinde onlalar için göz açıp-kapayacak kadar
kısadır.
Hayat önemli ve
anlamlı bir işi ve görevi başarmaya yetecek kadar yeterli ve uzun, ama boş-boş
yaşamak için çok kısa bir süredir. Dünyâ’yı sürekli ve kesintisiz bir zevk,
neşe, haz, mutluluk, varlık ve acısızlık içinde geçirmek isteyenler için o
kadar kısadır ki!. Lâkin Dünyâ hiç-bir sorun, dert ve sıkıntı yaşamadan
geçirilecek bir yer değildir. Zîrâ bu hem sünnetullaha hem de “imtihan”a
aykırıdır.
Dünyâ-hayâtı
bir dâvâ ve büyük bir hedefi-işi gerçekleştirebilmek için yeterli bir süredir.
Âyet de bunu söyler. Fakat Dünyâ-hayâtı yemek, içmek, giyinip-kuşanıp gezmek ve
gönlünce yaşamak için çok kısa bir süredir. Çünkü bir kere kendimizi ilk
bildiğimiz-hatırladığımız üç yaşlarına kadar zaman hemen geçmiş oluyor. Moderne
göre konuşacak olursak; bir sene sonra kreş, ondan bir yıl sonra ana-okulu, bir
yıl sonra dörder yıllık ilkokul, orta-okul ve lise derken üniversite yaşına
yâni 20 yaşını ulaşmış oluyoruz. 4-5 yıllık üniversite, askerlik, iş bulma,
nişan, evlilik, ilk çocuk derken yaş 30 olmuş oluyor. Ondan sonra da otuz
yaşına kadar yaşadığı hayâtı kendi çocuklarında izliyor ve “ne zaman yürüdü, ne
zaman büyüdü, ne zaman bu yaşa geldi” derken bir 30 yıl daha geçmiş oluyor ve
anne-baba 60’lı yaşarla gelmiş oluyorlar. Emeklilik, çocukları evlendirme,
torunlar, hastalık falan derken yaşlı kategorisine girmiş olunuyor. Bundan
sonra da sık-sık ölümü hatırlıyor ve “acaba daha ne kadar yaşarım”ın hesâbını
yapıyor Bir insan bunun hesâbını yapmaya başlamış ise çok da fazla bir ömrü
kalmamış demektir. Zâten ömrün kırılma anları vardır, 40, 50, 65-70 ve 80.
Bundan sonra ölümle birlikte yaşanıyor zâten.
Normâl
bir yaşam-süresine göre ömrünün yarısına gelmiş yada “yaşadığı kadar daha
yaşamayacak” olan insanlarda ortak bir düşünce ve ortak bir pişmanlık vardır:
“Ömrümü iyi değerlendiremedim. Şimdiki aklım olsa şöyle-şöyle yapardım. Keşke
bu bilinçle 20’li yaşlara dönsem”. Fakat mevcut bilinç hâli zâten özellikle
20’li yaşlardan sonraki süreç içinde kazanılan bir şey. 20’li yaşlara geri
dönerseniz ancak yine 20’li yaşlardaki bilinciniz olur ve o bilinçle de yine
aynı yada benzer şeyleri yaparsınız ve ileride de yine yaptıklarınızdan yada
yapmadıklarınızdan dolayı pişmanlık yaşarsınız.
Demek
ki önemli olan, ömrün süresinin ne kadar olduğu değil, verilen ömürde neler
yapıldığı ve nasıl yaşandığıdır. Önemli olan, pişman olmayacak yada çok da
pişmanlıkların olmadığı ve “çok şükür” denebilecek bir hayat yaşamaktır. Peki
bu nasıl ve ne ile olur?. Bir-kere Allah’a, âhirete ve dîne inanmayanlar ve
ölünce her-şeyin biteceğini düşünenler için bu hayat içten-içe ızdırap verir.
Ateistler, deistler, agnostikler ve Allah’ı, âhireti ve dîni hesâba katmayan ve
yok sayanlar için ölüm ile her-şey biter. O-hâlde mevcut yaşamlarını uzatmaları
ve renklendirmeleri şarttır. Fakat hayat renklendiğinde hissî olarak çabuk geçer.
Çünkü zevk ve neşe veren şey -görece- çabuk geçerken acı ve ızdırap veren şey
ise bitmek bilmez.
O-hâlde
günlere ve ömrü doymuş olarak ve pişmanlıklar yaşamadan “çok şükür” denebilecek
bir yaşam inançsızlıkla olacak şey değildir. Uzun yaşayamamayı yada yaşadığı
hayâtın sonuna gelmiş olmasını kafaya takmayacak olanlar, güçlü bir Allah ve
özellikle âhiret bilinci ve îmânı olan kişilerdir. Âhiret çok büyük bir
umuttur. Düşünsenize.. ölüyorsunuz ama “sonsuz” denebilecek bir hayâta yeniden
uyanıyorsunuz. Bu düşüncede ve inançta olmak bile tek-başına insana huzûr ve
ümîd verir. Tabi “öldükten sonra sonsuz uzun olan bir hayâta uyanmak”tan
ziyâde, o hayâta günahsız ve “cenneti hak etmiş” bir şekilde uyanmak önemlidir.
Zîrâ günahkâr olarak uyandığınızda ve cehenneme gidecek olduğunuzda âhirete
uyanmak o kişi için hüsrân olur.
“Bilin ki, (tek-başına âhiretsiz) dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’,
bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir
azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı,
aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).
Terk-başına Dünyâ-hayâtı çok kısadır. Zâten
üçte-biri uykuda geçer. Diğer üçte-biri çalışmak ve mâişet kazanmak yolunda,
kalan üçte-bir ise hastalıklar, sorumluluklar ve sonuna gelmiş olan ömre
yanmakla geçer.
Ömrü
kısaltan şeylerin en önemlisi kanımca, “her-şeyi saymak ve hesâbını tutmak”tır.
Bir insanın doğumundan ölümüne kadar her-şeyi, her-ayrıntıyı sayıyoruz ve hesap
ediyoruz. Yine, her-şeyi fotoğraflıyoruz ve kameraya çekiyoruz. Bunlara
baktıkça ömrün ne kadar çabuk geçtiğini daha kolay ve çok görüyoruz. Bu da insanın
korkutuyor ve düşündürüyor. Oysa eskiden insanlar öyle her-şeyi saymazlardı ve
her-şeyin çetelesini tutmazlardı. Doğum ve ölüm târihleri yazılmazdı ve
bilinmezdi. “Zemheride doğmuşum”, “doğduğumda ekinler ekiliyormuş”, hasat
zamânı doğmuşum” vs. gibi ortalama târihler vardı sâdece. Kimse yaşlarını bile
bilmiyordu. Zâten doğum-günü gibi şeylerle falan uğraşmıyorlardı. Hayat doğal
ve normâl şekilde akıp gidiyordu. Allah yağmur yağdırdıysa, kılı rahat
geçirecek ürün alındıysa, yıl-boyunca gerekli olan şeyler satın alındıysa ve
hazırlandıysa, işlem tamamdı. Artık hayat an-an yaşanırdı ve sâdece doğal
özlemler olurdu. Kimisi çocuğunun doğumunu beklerdi, kimisi sevdiğine kavuşacağı
günü. Fakat bunu gün-gün, saat-saat hesaplamazlardı. Onu beklemek zâten hayâtın
nesiydi.
Oysa
şimdi; doğum ve ölüm yılları yılı-yılına, mevsim, ay, hafta, gün, saat, dakîka,
sâniye ve sâlisesine kadar kayıt ediliyor.Bâzı şeyler için mili-sâniyeleri bile sayıyorlar. İnsanlar da bunlara baktıkça
“ne kadar da çabuk geçmiş”, “o kadar olmuş mu” gibi laflar ediyorlar ve
kaydettikleri târihleri günümüzle kıyaslayınca da zamânın ne kadar da hızlı
geçtiğini düşünüyorlar ve konuşup duruyorlar. Çocuğun doğacağı gün önceden
hesaplanıyor ve bekleniyor, okula gideceği gün hesaplanıp bekleniyor, askere
gideceği, evleneceği, işe gireceği, çocukların-torunların olacağı, maaş,
ikrâmiye, tâtil, emeklilik vs. her-şey ha-bire bekleniyor ve gün-gün hesap
edilip sayılıyor. Sürekli bir sayma ve hesaplama durumunda olduğumuz için zaman
çabuk geçiyor. “Sayılı gün çabuk geçtiği” için günler ve ömürler çabucak
geçiyor. Artık “sayılı gün” değil “sayılan gün” çabuk geçiyor.
Günlük
tv. programları, filmler, diziler, hesâbı tutulup durulan spor karşılaşmaları,
seçim günleri, maaş zamları, bayramlar, özel günler, sürekli izlenen ve hesâbı
tutulan ve tekrar gelmesi için iple çekilen zamanlar çabuk geçiyor. Bunlar boş
işler ve zamânı öldüren şeyler oldukları için zaman ölünce çabuk geçmiş oluyor.
Çünkü yaşamayan zaman “geçmiş” oluyor.
Dünyâ-hayâtına
çok bağlı olanlar hayâtı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamak isterler ve şöyle
derler: “Dünyâ çok geniş, gidilecek, gezilecek dağ, deniz, ova, bayır, çok yer
var. Yenecek, içilecek, giyilecek ve tadılacak çok şey var. Kimisi için de
okunacak, yazılacak, konuşulacak, tanışılacak çok kitap ve insan var. Bakılacak
ve görülecek çok manzara var. Satın alınacak bir-çok şey var. Dinlenilecek
müzikler, şarkılar, çalınacak enstrümanlar, yapılacak sohbetler, ağlanacak,
gülünecek ve hüzünlenecek çok şey var. Fakat tek bir şey yok: Yeterli zaman.
Çünkü hayat çok kısa. Bunları yapmak ve bu yapılanlara doyabilmek için hayat
çok kısa ve bundan dolayı çoğu-kişi bunların çoğunu yapamaz ve sâdece hayâl
etmekle yetinmek zorunda kalır. O-hâlde neden Dünyâ’yı “Allah’ın emrettiği ve
istediği gibi” yaşayıp da tüm bu zevklere, hazlara, neşelere ve sonsuz
nîmetlerin âlâsına cennette kavuşmayalım?.
Zâten
tüm tatları tatmak ve tüm yerleri gezmek isteyenler bir nedenle bunların çoğunu
yapamayınca mutsuz oluyorlar ve bu mutsuzluk da hayâtı kısaltıyor. Bundan
dolayı o kadar büyük isteklerin olması ve hayâllerin kurulması doğru değildir.
Küçük dünyânızda daha az ve normâl şeylere kavuşmakla daha mutlu olabilirsiniz
ve hayâtınız da daha azı istediğinizde ve istediklerinize ulaştığınızda mutlu-huzurlu
şekilde ve şükür içinde geçeceği için hayat -görece uzar. Şükretmek ömrü
uzatır. Üstelik ibâdetler de hayâtınıza bir düzen verir ve zamânı genişletir.
Sadakanın ömrü uzatması bu nedenledir. Genel anlamda bir şeyi, özel anlamda ise
hayırlı bir şeyi yapmak, o şeyi yapmış olmakla hayâtınızdaki bir boşluğu
doldurduğu için zamânınızı genişletir. Boş alanın mekânı daraltması gibi, boş vakit
de zamânı daraltır. Çünkü boş kalır. Nasıl ki dağlar yüzölçümünü
fazlalaştırıyorsa, dolu-dolu vakitler de zamânı arttırır. Boş bir ovadan
karşıya çabuk geçersiniz, ama ortada bir dağ ve tepe varsa, onu aşmanız
gerekeceği için zamânınız fazlalaşır. Bu-bağlamda bir yolculuğu ne kadar
çabuklaştırırsanız zamânınız o kadar azalır. Bişr yerden bir yere uçakla 2
saatte giderseniz az yaşamış” olursunuz, fakat bir yerden bir yere daha yavaş giden otobüsle giderseniz
hattâ bir at ile bir haftada giderseniz o yolculuk boyunca daha çok yaşamış
olursunuz. Çünkü hızlı yaşarsanız genç ölürsünüz. Yavaş ve doya-doya yaşamak
ömrü uzatır.
Sessizlik
zamânı uzatır, gürültü kısaltır. Çünkü sessizlikte zaman geçmez ve geçmesi
istenmez ama gürültüde gürültünün bir-an önce bitmesi için zamânı iteler insan.
Hayâtınızı dolduran şeylerin doğal, normâl ve ölçülü olması önemlidir.
Severek yapılan faydalı şişler ömrü uzatır.
Zîrâ zevkle yapılan şeyler hayâta tat katar. Hipokrat’a göre, hekimlik bir sanattır ve bir insan-ömrünü aşan uzunluktadır.
“Andolsun,
onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha
ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca
yaşaması onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir” (Bakara 96).
Uzun
yaşamak isteği çok da akıllıca ve mantıklı değildir. Çünkü Dünyâ hep zevk,
neşe, haz, iyilik, güzellik ve keyif içinde geçirilen bir yer değildir. Dünyâ
bir “imtihan dünyâsı” olduğu için Dünyâ-hayâtı daha çok zorluklar içinde geçer.
Dünyâ’nın tadından çok acısı vardır, endişeleri vardır, zorlukları vardır.
Kaza, kavga belâ, hakâret, aşağılanmak, haksızlığa uğramak, hastalık, hapis,
iş, para kazanmak sorumluluğu ve zorluğu, adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık,
ahlâksızlık, şirk, küfür, zulüm, en sonunda da yaşlılık, nice acılar ve ölüm.
“Evet, biz
onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş
gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, bizim gerçekten yere gelip onu etrâfından
eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı?. Şu-hâlde, üstün gelenler onlar mı?” (Enbiyâ 44).
Üstelik
ömrün uzun olması insan için iyi değildir ki:
“Kime uzun
ömür verirsek, yaratılışta onu tersine çeviririz. Yine de akıllarını
kullanmayacaklar mı?” (Yâsin 68).
Şu da
var ki, insanlar ölüp de âhirette diriltildiklerinde herkese yaşanan ömür çok
kısa gelecektir:
“Gündüzün bir
saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir-arada toplayacağı
gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar
gerçekten hüsrâna uğramışlardır. Onlar hidâyete ermiş (kimseler) değildi” (Yûnus 45).
Modern hayat insana “ne yapılacağı” konusunda
netlik vermez. Müslümanlar da dâhil insanlar “ne yapılması gerektiği”ni
tartışıp duruyorlar ama bir şey yapmıyorlar. Fakat bu-arada zaman da bir şey yapılmadan
akıp gidiyor. Ömür-boyu ne yapılacağı ile ilgili düşünüp de hiç-bir şey
yapmadan göçüp gitmek…
Hayat, iki gözyaşı arasındaki kısa-yoldur.
Doğarken biz ağlarız, ölürken başkaları.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder