“Dilleriniz yalana alışa-geldiğinden dolayı, şuna helâl, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a
karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar
kurtuluşa ermezler” (Nâhl 116).
Kur’ân’a
göre alışkanlık “kötü alışkanlık”tır. Çünkü alışkanlıkta bir nesne olma durumu
ve pasiflik vardır. Kişi alıştığı şeyin nesnesidir ve alıştığı şey karşısında
pasiftir. İyi şeyler için “alışkanlık” değil, “sâbit kadem olmak”, “sabretmek”
ve “meleke kesbetmek” gibi ifâdeler uygundur. Kur’ân, -İslâm’ı kabûl etmeyenler
de dâhil- iyi şeyleri yapmayı kendine zor da gelse sorumluluk bilincinden
dolayı yapanların yaptıklarına takvâ der. Alışkanlık kötü alışkanlık iken, iyi
şeyleri yapmada sâbit kadem olmak “sorumluluk bilincini kuşanmak” demek olan
“takvâ” ile ilgili bir şeydir. Takvâ İslâm’dan önce başlar ve İslâm’dan sonra
devâm eder.
Modernizm
bir “kötü alışkanlıklar uygarlığı”dır. İnsan modernizm dâhil her-şeye alıştırılır
ve alışır. Böylece modernite insanları alıştıkları şey üzerinde yönlendirir,
yönetir, kontrôl eder ve sömürür. Doğada, doğal, fıtrî ve normâl olanda alışkanlık
olmaz. Zîrâ doğada ve doğal olanda bir şey her zaman bulunmadığı için o şeye
alışamazsınız. Bir yiyecek ve içecek, bir giysi, yapılan işler sürekli aynı ve
standart olmaz. Çünkü doğada her-şey değişir durur. Sanâyi ve fabrikalaşma ise
standart oluşturur ve her zaman aynı döngüyü devâm ettirir.
Dînî
emirler ve yasaklar ise birer alışkanlık değil, meleke kesbetmektir. Öyle ki
artık yapılan ibâdetler ve günahlardan uzak durmak doğal bir eylem olmaya
başlar.
“İç ve
dış etkilerle davranışların tekrarlanması, hep aynı biçimde gerçekleşmesi
sonucu beliren, şartlanmış davranış” olarak açıklanan “alışkanlık” daha çok “kötü
alışkanlıklar” şeklinde yanlış yönde açığa çıkar. İyi olan alışkanlıklar,
“İslâm’dan-fıtrattan neş’et eden benimseyişler”dir. Ana-babaya iyi davranmak,
işine-gücüne sâhip çıkmak, arkadaşlarla, eş-dost ile iyi geçinmek,
yardımseverlik, paylaşma, hoşgörü, güler-yüzlülük, ibâdetlerde devamlılık vs.
iyidir fakat bunlar alışkanlık değildir. Çünkü alışkanlık, “nefsin kabûl
ettikleri”dir. Nefs ise hep haz ve zevk veren şeyleri kabûl eder, haz ve zevk
vermeyeni kabûl etmez. Bu nedenle bu saydıklarımız birer “alışkanlık” değil,
“sorumluluk bilincini kuşanmak” anlamında “takvâ”dır. Dîne ve bedene de zarar veren
içki, sigara, uyuşturucu, kumar, zinâ, fâiz, yalan, iftirâ vs. alışkanlıklar
hep “kötü alışkanlıklar”dır. Bunlardan uzak durmak ve bunların yerine iyiliğe
dönük şeyler yapmak ise “takvâ” dır.
Kötü bir
şeye bir-kez alışıldığında, artık ondan kurtulmak çok zor, hattâ çoğu zaman imkânsızdır.
İnsanlar, “alışkanlıklarının köleleri”dirler. Bu kölelikten kurtulmak çok zordur
ve kişiye göre bâzen imkânsızdır.
Peki
bir şeye alışmanın nedeni nedir?. O şeyin ya iyi yada kötü bir şey olmasıyla
kâlbe yada nefse zevk vermesidir. Kötü olan şeye alışmak, “bir-kez denemek”le,
“merâk etmek”le başlıyor. Bir-kez merâk edip de denendiğinde, artık büyük
oranda o şeyi denemeye devâm etmeye ve sonunda o şeye alışkanlık kazanmaya
başlanıyor. Hattâ o şey artık “doğru” olarak kabûl edilmeye başlanır. Bu
nedenle Allah, râzı olmadığı şeye bırakın denemeyi ve başlamayı, o şeye
yaklaşmayı bile yasaklıyor. Zîrâ bir şeye yaklaşmak, o şeyle hemhâl olmanın,
ona müptelâ olmanın başladığı yerdir. Bir şeye yaklaşmak; o şeye başlamak, o
şeye müptelâ olmak demektir. Allah Kur’ân’da bize zinâ örneği üzerinden şu
uyarıyı yapar:
“Zinâya yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir
hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32). Yâni zımnen diyor ki; “zinâya yaklaşırsanız,
zinâ yaparsınız ve sonunda da zinâ yapmaya alışırsınız”.
İnsanların
kötü alışkanlıklarından/yanlışlarından vazgeçmesi ve kendine gelmesi için,
“ağır belâlara uğramaları”ndan başka yol yoktur. Hastalık, kaza, belâ ve ölüm
gibi kötü durumlar ancak insanın kendine dönmesini ve kendine gelmesini
sağlayabilir. Yâni bedeli çok ağırdır.
Modernite,
alışılacak neredeyse sınırsız şeyler üretmiştir. Her-şeye alışılmaktadır. Oysa
doğada ve doğal ortamda alışılacak ne var ki?. Modern insan, şeytânî ve beşerî
aşırı üretimler nedeniyle alışkanlıklarının nesnesi hâline gelmiştir. Modern
insanı artık alıştıkları şeyler yönlendirmekte ve yönetmektedir. Bu yüzden de şeytan
neredeyse işsiz kalacak hâle gelmiştir. Post-modern
zamanlarda dünyevîlik insanlara “damardan” verilmektedir. Bu nedenle hemen etki
etmekte ve alışkanlık yapmaktadır.
Modern-bilim ve teknoloji 1950’den
sonra batı’nın; 1980’den sonra ise genelde doğu’nun, özelde müslümanların ve
Türkiye’nin “yeme-içme alışkanlığı” değiş(tiril)miştir. Bu değişiklik ve ortaya
çıkan yeni yeme-içme alışkanlığı hiç de iyi sonuç vermemiştir ve vermemektedir.
Çünkü alışkanlıklar iyi değildir ve zarar verir.
Tüm alışkanlıklar isrâfa yöneliktir ve modernite
mutlakâ isrâf edilecek ve isrâfa alıştıracak ürünler ortaya çıkarır ve
insanları bunlara alıştırır. Modernite isrâfa yönelik olmayan bir üretim
yapmaz, zîrâ modernizm varlığını isrâfa ve insanların isrâfa alışmasına
borçludur.
Modern
insan şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından “tuzağa düşürülmeye alışmış”
insandır. Çünkü Dünyâ’ya ve hayâta “nefsin penceresinden” bakmaya alışmıştır.
Zâten nefse uygun olmayan şeyleri idrâk ve kabûl edememesinin nedeni budur.
Modern alışkanlıklar modern karakterler
ortaya çıkarmıştır. Herakleitos “insanın
karakteri kaderidir" sözüyle “insanın kendi kaderini belirleyen alıştığı kendi yaşama-tarzıdır” demek
ister. Platon, “insan-karakterinin
bütünü alışkanlık yoluyla
oluşur” derken
karakterin doğuştan getirilmediğini, sonradan
oluştuğunu söylemek ister.
Alışkanlıklar insanın karakterini ve kaderini belirlemektedir.
Alışkanlıklarınızdan
doğan sûni ihtiyaçlarınız, gerçek ihtiyaçlar değildir. Gerçek ihtiyaçlar
“gerçekten ihtiyaç” olan şeylerdir. İhtiraslar ihtiyaçlar değildir. İhtiraslar
alışkanlık yapar ama gerçek ihtiyaçlar alışkanlık yapmaz. İhtiraslar kişiyi
rezil de eder. İhtirasları ihtiyaç zanneden insanlar zillete, âcizliğe ve hakârete bile alışabilir.
Gelenek târihte yaşanmış alışkanlıklar
değildir. Gelenek ya ilâhî yada şeytânî, nefsî ve tâğûtîdir. Üçüncü bir şık
yoktur. İslâm geleneği Sünnet’tir. İslâm’ın geleneği “vahye ve takvâya dayalı
olan Sünnet”tir (Ahzâb 21) .
İslâm toplumlarında, ideâl olanı arayıp gerçekleştirmektense,
mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma alışkanlığı oluştu. Çünkü
mevcut olan şey insanların gözüne-gözüne sokulmaktadır. Göz alışınca, beyin
kabûllenir.
Din,
bir “şimşek parıltısı” gibidir. İnsanların gözleri ona hemen alışamaz. Din için ne kadar çalışırsanız dînin ne kadar
içinde olursanız ona o kadar alışırsınız. Zâten neye çalışırsanız ona alışırsınız.
Îman
etmeden önceki eski kötü alışkanlıkları îmandan sonra da devâm ettirmek;
müslüman olmadan önceki eski dinlerinin âdetlerini İslâm’a taşıyıp devâm
ettirmek gibidir. Oysa İslâm kişiyi alışkanlıktan takvâya taşır ve sorumluluk
bilincini kuşanmış şahsiyetlere sâhip bir toplum kurmak ister. Bu toplum
takvâlı bir toplumdur.
Kur’ân, Sünnet, bilim, akıl, mantık vs.
istediğiniz delîli getirin, insanların çoğu yine de mevcut zihniyetlerine,
alışık oldukları şeylere, hayâllerine, arzularına ve çıkarlarına göre hareket
edeceklerdir.
Takvâ
olmadığında nifâk başlar. İnsan nifâka bile alışabilir:
“Çevrenizdeki bedevilerden münâfık olanlar vardır ve Medîne halkından
da nifâkı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, biz onları
biliriz. Biz onları iki kere azablandıracağız, sonra onlar büyük bir azâba
döndürülecekler”
(Tevbe 101).
Takvâ bir bilinçlilik hâli olduğu için insana has bir şeydir. Bu
nedenle hayvanlarda takvâ olmaz fakat hayvanlarda alışkanlık olabilir. Bâzı hayvanlarda alışma özelliği vardır:
“Sana,
kendilerine neyin helâl kılındığını sorarlar. De ki: ‘Bütün temiz şeyler
size helâl kılındı’. Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz
avcı hayvanlarının yakaladıklarından da -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin.
Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesâbı çabuk görendir” (Mâide 4).
“Hani
İbrâhim: ‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti. (Allah ona:)
‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır (inandım), ancak kâlbimin tatmin olması
için’ dedi. Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları
(parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır.
Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve
hikmet sâhibidir” (Bakara 260).
Alışkanlık
“kötü alışkanlık”tır ve kötü alışkanlıkların panzehiri takvâdır. Takvâ
“sorumluk bilinci” demektir ve sorumluluk bilincine sâhip olanlar bir
alışkanlık edinmezler. Zîrâ alışkanlık edinecek boş zamanları yoktur.
Alışkanlık boş zaman ve boş adam işidir. Alışkanlık tembel adamların işidir.
Çalışkan olanların alışkanlıkları olmaz.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder