“Evlerinizde
vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın
süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt,
gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz
kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti
hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).
Bu âyet kadınlara seslenmektedir ve
kadınlara ev-merkezli bir yaşam önermektedir. Bakmayın siz modern kafalıların;
“Kur’ân kadına özgürlük verir ve onları evlere hapsetmez, kariyer yapmasını
ister, para kazanmasını emreder, iş seyahatine katılmalarını önerir” vs. gibi
boş laflarına. Bunların hepsi modernizmin etkisi ve baskısıyla yapılan zorlama
yorumlardır ve Kur’ân’dan onay almayacağı gibi Peygamber örnekliğinde de yeri yoktur.
Bunlara; “peki Peygamberimiz’in hangi
hanımı dünyevî bir iş için kariyer yapmıştır?, hangisi iş-gezisine çıkmıştır ve
para peşinde koşmuştur?” deseniz mecbûren susup kalacaklar ve Hz. Hatice’yi
örnek göstermek isteyeceklerdir. Hâlbuki Hz. Hatice de iş-gezisine falan hiç
çıkmıştır ve kocası ölünce ticâretini de anlaşma yaptığı erkek ortaklarına
yaptırmıştır ama ortaklarından genelde memnun olmadığı için güvenilir bir ortak
aramış ve Peygamberimiz’in güvenilir bir insan olduğunu görünce işi ona teslim
etmiş ve bir süre sonra da onunla evlenmiştir. Çünkü Hz. Hatice hem bir
kadındır ve ev-dışında iş tâkip etmesi pek mümkün değildir, hem de evde bakması
ve ilgilenmesi gereken, önceki eşlerinden olma 3-5- çocuğu vardır.
Yine; “Kur’ân kadınlar için ‘zekat
veren kadınlar’ ifâdesini kullanır. Bu da kadınların çalışıp para kazanması
anlamına gelir” diyorlar. Hâlbuki Kur’ân mehir ve mîraslardan birikmiş olan
paranın zekatından bahsetmektedir. Yoksa kadınlarının çalışmaları ve ticâret
yaparak kazandıkları paralardan değil. Çünkü Kur’ân’da çelişki yoktur ve kadınlara
hem ev-merkezli bir hayat sunar ve onlara kendi fıtratlarına uygun olan görev
ve sorumluluklar yükler, hem de onları -modernizmin yaptığı gibi- ev-dışında
çalışmaya zorlamaz.
Kadınlar târih boyunca fıtrata, doğalarına
ve normâle uygun olarak hep ev-merkezli olmuşlardır. Bu durum ilk insanlardan
bêri böyledir. Çünkü çiftçiliği ve hayvancılığı yapan ve bu nedenle ilk öldürme
olayını yaşayanlar bile erkek olan Hâbil ve Kâbil’dir. Allah birer kurban
sunmalarını erkeklerden istemiştir. Çünkü kadınlar o sırada evlerindedir ve çocuklarıyla
ve ev işleriyle ilgilenmektedirler. Kadının ev-dışına çıkması ise modernizm ile
birlikte ama özellikle de Fransız Devrimi’nden sonra dillendirilmeye ve
yayılmaya başlamıştır. Daha sonra ise ulus-devlet zihniyeti, 2. Dünyâ Savaşı,
tek bloklu dönem ve milenyum ile birlikte kadınlar okul ve iş için evlerden
dışarı çıkmışlardır ve buna alışmışlardır. Öyle ki artık eve girememekte ve
girmek de istememektedirler. Her fırsatta dışarıda olmak istemektedirler. Öyle
ki dışarı çıkamadıklarında buhran geçirmekte ve bunalıma girmektedirler.
Zamânında Mehmet Âkif Ersoy’a; “siz kadınları
evden dışarıya çıkarmıyormuşsunuz” diyen birine Mehmet Âkif; “eskiden öyleydi,
şimdi çıkardık fakat bu sefer de geri içeri sokamıyoruz” demiş. Gerçekten
öyledir, fıtratlarına rağmen kadınları eve sokmak ne kadar da zor bir iş
olmuştur.
İyi de kadınlar çalışacaksa yâni
ev-dışına çıkacaksa ev işlerini kim yapacak, çocuklara kim bakacak, yemek,
çamaşır, bulaşık, ütü, alış-veriş vs. işleri kim yapacak?. Aslında çalışmak istememelerine
ve ev-hanımlığı yapmak isteyen, fakat çalışmaya mecbur bırakılan, o üç kuruşa
çalıştırdığınız gariban kadınlar mı yapacak sizin yapmanız gereken işleri?. Peki
2024 başı îtibârıyla, evlerinizde çalıştırdığınız işçi kadınlara, kânûnen verilmesi
gereken yaklaşık 30 bin lira civârındaki parayı hanginiz ödüyor?. Hanginiz çalıştırdığınız kadınlara hakları olan asgarî ücret artı
sigorta artı yol-yemek parasını eksiksiz şekilde ödüyor?. %90’ının vermediğine yemin
edebilirim. O-hâlde bâzı kadınların dışarıda mêmur-âmir olarak çalışmalarının
ceremesini ve bedelini, evlerde üç kuruşa çalıştırılan gariban kadınlar ödemektedirler
ki onlar bu işi mecbur bırakıldıkları için yapmaktadırlar. Peki “kadınlar
kariyer yapmalıdır” falan diyen yavşaklar niçin bu konuda tek bir laf bile
etmeyip de şerefsizlik yapıyorlar?. Etmezler ve edemezler, çünkü çelişki lap
diye çıkar ortaya.
Bu durum her yerde, özellikle tek-kutuplu
dünyânın oluşumuyla birlikte 90’lı yıllarla birlikte başlamış ve yaygınlaşmıştır. Nazife Şişman bu konuda şöyle der:
“Türkiye’de modernleşmenin etkilemediği evler ve kadının geleneksel konumu
dindarlar tarafından âdetâ bir kale gibi savunulurken, 90’lı yıllar sonrasında
tesettürlü kadınların kamusal alanda yer alması fikri müslümanlar tarafından
bayraklaştırılarak savunulmaya başlamıştır”.
Önceden kadınlar arasında vâr olan
“daha İslâmî bir hayat yaşamak” anlayışı yerini seküler dünyâ zihniyetini
destekleyen tavırlara bırakmıştır ve bu durum kadınların-kızların okuması ve ev-dışında
çalışmasıyla yaygınlaşmıştır. 90’dan önceki yıllarda savunulan “annenin
çocuğunu dînî terbiyeyle yetiştirme misyonu” genişleyip artık “bilimsel bir
yaklaşımla çocukların yetiştirilmesi” hedeflenmiştir. Böylece “geleneksel anne”den
“bilimsel anne”ye doğru bir değişim gerçekleşmiştir. 90’dan sonra modern hayata
karşı direnme değil de, “modern hayâtın içinde müslüman bir şekilde yaşama
hedefleri”yle hareket edilmiştir. Artık herkes kadınlarının ve kızlarının
ev-dışında iyi bir işte çalışması hayâli kurmaktadır.
1980’li yıllarda müslüman kadınların gündemini
“tesettür, kadın-erkek ilişkileri, evlilik, çeyiz, mahremiyetin sınırları” gibi
konular meşgûl ederken; 2000’lerde konular “kadın ve modernizm, müslüman
kadının kamusal alana katılımı, kamusal alanın yeniden düzenlenmesi,
mahremiyetin sınırlarının yeniden belirlenmesi, siyâset, kadınların cenâze ve
cemaat namazlarına katılmaları, İslam’ca uygun görülmediği iddiâ edilen
hâkimlik, imamlık yada devlet başkanlığı gibi görevleri kadınların icrâ edip-edemeyecekleri,
müslüman kadınların sorunları ve talepleri” gibi alanlara kaymıştır. Nilüfer Göle’nin
tâbiriyle müslüman kadınlar modernliği kontrôl etmeyi arzulayan karşı-seçkinler
hâline gelmişlerdir. Bu kadınlar elbette “evde duramayan” ve “ev-merkezi
olamayan kadınlar”dır.
Kanımca Dünyâ’nın tadını kaçıran ve yeryüzünü
ifsâd eden şey, kadınların-kızların okuması ve çalışması nedeniyle ev-dışına
çıkarak ve buna alışarak ev-merkezlilikten kopması sebep olmuştur-olmaktadır. Kızların
ve kadınların okuması ve çalışması zihniyeti, kadınların ve kızların ev-dışına
itilip ev-merkezlilikten koparılmasına sebep olmuştur. Sonuçta bu durum, kadınların-kızların
evden “kamusal alan” denilen yere çıkması onların takvâlarını azaltmış ve onları
birer şovmen yapmıştır.
Kadınlar, alış-veriş ve sağlık gibi
zarûrî hâller dışında tesettürleriyle de evden çıkmamalıdır. “Kadınlar
tesettürlü olduktan sonra istedikleri gibi dışarıda bulunabilirler ve
istedikleri işte çalışabilirler” diyenler câhillerin önde gidenleridirler.
Fatma Barbarosoğlu, kamusal alan denilen ev-dışının çok da ahlâkî bir alan
olmadığını ve müslümanların ille de bu alanda vâr olma talebini eleştirir. Bâzı
çevreler tarafından “öcü” îlân edilen ve farklılaştırılan başörtülü kadınlar bu
alanda vâr olabilmek için kendilerinin farklı olmadıklarını ispâta
kalkışmıştır. Kamusal alanda (baştaki âyet men ettiği hâlde) öteki kadınlara
benzediğinde hürriyetini kazanacağını düşünen başörtülü kadın din ve ahlâkî
açıdan farklı olduğunu davranışlarıyla göstermek yerine markalı ve pahalı
giyinerek tüketim açısından onlarla aynı olduğunu ispat eylemine girişmiştir.
Bu durum da bütün meselenin “bir metre bez” etrâfında odaklanmasına sebep
olmuştur.
Kadın üç tesettürü vardır; başörtüsü,
ev ve bahçe.. Başörtüsü ve dış elbisesi kadının evdeki ama daha çok dışarıdaki
tesettürü, ev, kadının ve âilenin tesettürü, bahçe ise evin tesettürdür.
Ev-merkezlilikte kadın bu üç tesettür ile korunmaktadır. Bahçesi olmayan evden Allah’a
sığınırım.
Beytullah
yâni Kâbe “Allah’ın evi”dir ve o da tesettürlüdür. Müşrikler o eve putlarını
koyarak onları “Allah’ın misafirleri” îlân ediyorlardı. Peygamberimiz ile
birlikte Kâbe putlardan temizlenerek yeniden “sâdece Allah’ın evi” oldu ve
müslümanlar ev-merkezli bir din anlayışı edindiler.
Ev, kadının doğal ortamıdır. Ev-dışı
ise “evden görüldüğü gibi” değildir. Bu nedenle evdeki hesap çoğunlukla çarşıya
yâni dışarıya uymaz. Dışarısı evde zannedildiği gibi olmaz.
Evi-mekânı dar olanın, gönlü de dar
olur doğal olarak. Peygamber bu nedenle “evlerinizi geniş yapın” demiştir.
Daracık yapılan apartman dâireleri ev-merkezli bir hayâta uygun değildir, bu
nedenle de İslâm’a uygun değildir ki zâten mahremiyetin her türlü ortadan
kalktığı yerlerdir apartmanlar. Kadın apartman dâirelerinde duramaz da kendini
hemen dışarıya atar. Dışarıya alışınca ise ev-dışında çalışmak istemeye başlar.
Oysa bahçeli evinde o kadar bunalıma ve buhrana girmezdi ve ev-dışını arzulayıp
durmazdı. Bahçe tesettür olmadığında kadın ev-dışına çıkarak başındaki
tesettürü de zamanla gevşetir ve çıkarır.
İdeâl
olan evler, tek yada en fazla iki katlı olan evlerdir ve ebedî mutluluk diyârı
olan cennette bile övülen evler bir yada iki katlı olan “yüksekçe köşk”
şeklindeki evlerdir. Yâni
cennette çok-katlı binâ (apartman) yoktur:
“Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise;
onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde-ötesinde de yüksek köşkler binâ
edilmiştir. Onların altından ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın vaâdidir.
Allah, vaâdinden dönmez” (Zümer 20).
Kanımca kız çocuklarını küçüklüğünden
îtibâren “benim kızım büyüyünce doktor olacak, öğretmen olacak, şu olacak, bu
olacak” diye değil, “benim kızım namazını kılacak, evlenecek, evi olacak,
çocuklarına bakacak” vs. diyerek büyütmek daha doğrudur. Zîrâ kadının fıtratına
ve doğasına en uygun yer evidir ve ev-merkezliliktir. Normâl olan budur.
Modernizm denen Allahsızlık
ev-merkezliliği inkâr ve iptâl etmiş, kadını ev-dışına özendirmiş ve
alıştırmıştır. “Müslüman kadın ve kız” iken “modern kadın ve kız”a dönen kadın
için ev-merkezlilik iflâs etmiştir. Fakat bu durum aslında kadın için iyi
olmamıştır. Çünkü ev-dışı kadına uygun değildir. Zîrâ kadının en rahat edeceği
yer evidir. Kadının yeri evidir.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder