“Ey îman edenler!, öldürülenler hakkında size
kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye
karşı dişi. Fakat kimin (hangi kâtilin) lehine, onun (maktulün) kardeşi (vârisi
veyâ velîsi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve)
ona (maktulün vâris veyâ velîsine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu,
Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecâvüzde
bulunursa, onun için elem verici bir azab vardır. Ey temiz akıl-sâhipleri,
kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız” (Bakara 178-179).
Vahye
göre tüm zamanlarda işlenen bir suça karşı “insanların uygulayabileceği” cezâ
sayısı 4’tür. Bunlar şu şekildedir.
1.Öldürme
2-Hırsızlık
3-Zinâ
4-İftirâ
Bu
cezâlar Kur’ân’ın tüm zamanlarda uygulanmasını emrettiği cezâlardır ve suç
sâbit ise ve mağdur, suçluyu bir şekilde affetmemişse cezâların uygulanması
kesinlikle gerçekleşir ve cezâlar “en kısa zamanda” uygulanır.
İslâm
Devleti olduğunda Kur’ân’ın söylediği had cezâlarının uygulanmaması söz-konusu
olmaz. Zâten İslâm Devleti biraz da bunun için olmalıdır. Çünkü İslâm cezâ
sistemi, hem suçluya en uygun cezâyı verecek hem de mağduru rahatlatacak ve
gönlünü soğutacak şekilde düzenlenmiştir.
Bahsedilen
suçlar insanların karşılaştıkları suçların temelidir. Diğer suçlar bu dört
suçun türevleridir. Gerisi ise Allah’a ve âhirete kalır. Bunların içinde en
önemlisi ve tartışılanı ise “öldürme” suçu ve îdam cezâsıdır. Öldürme dışındaki
suçlar bir-şekilde anlaşmayla, uzlaşmayla ve diyet ile tatlıya bağlanabilir
belki ama öldürme, özellikle de “kasten ve cânîce öldürme” konusunda bu pek
söz-konusu olmaz. Hattâ belki de bu, maktulün yakınları için yanlış ve kötü
olur. Belki çok istisnâ olarak “ölen öldü, işi diyet ile çözelim” diyenler
olabilir ama bu, hem suçu önleyici olmaz hem de kâlpleri tam soğutmaz.
Bâzı
modern kafalılar; “Kur’ân kâtili öldürmekten değil affetmekten bahsediyor,
kısas bu demektir, iş diyet ile çözülmelidir” gibi laflar ediyorlar. Fakat bu
ancak, öldürülen kişinin -yakınları dâhil- herkesin illallah ettiği ve “iyi
olmuş, gebermiş” denilen bir kişi olması gibi istisnâi durumda “hayırlı”
olabilir. Tabi yine çok istisnâi bir durum olarak, affedilen ve diyet ile
serbest kalan kişi, huyunu değiştirerek insanlık ve İslâm adına çok faydalı bir
kişiye dönüşebilir ve bu da “hayırlı” olabilir. Çünkü İslâm (Ebu Zer örneğinde
olduğu gibi) nice eşkıyâların evliyâ olmasına sebep olmuştur. Peygamberimiz de
belki de bu nedenle: “Her kimin bir yakını öldürülür ise o, “iki hayırlı
şeyden” birisini yapmakta serbesttir. Ya fidye alır yada (kısas gereği onu)
öldürür” (Buhâri, Diyat 8, İlim 39; Müslim, Hacc 447; Tirmizi, Diyat 13; Ebu
Davud, Diyat 4; Nesâi, Kasame 29) der.
Seküler
devletlerde, “öldürmenin en etkili cezâsı” olarak îdam, “insanlık-dışı”
görülerek yürürlükten kaldırılmış ve yerine geçici cezâlar getirilmiştir. Fakat
bu, hem öldürme suçunu önlememiş ve azaltmamış, hem de öldürülenin yakınları
için fayda getirmediği gibi tam-tersine, kâtil için faydalı olmuştur. İslâm’da
ise öldürme cezâsının karşılığı olarak uygulanan kısas, modern zamanlardaki
gibi adâletsizliğe dönük değildir.
Bir-çok
ülkede olduğu gibi, Türkiye’deki modern hukuk(suzluk)a göre, meselâ günümüz
Türkiye’sinde (belki de iyi bir para karşılığı tetikçi olarak yada hırsızlık
yapmak için) yaşayan ve 20 yaşında olan bir kişinin, bile-isteye ve
tasarlayarak mâsum bir kişiyi öldürdüğünü kabûl edelim. Bu kişi “müebbet hapis”
denilen cezâyı alsa bile, aslında o cezânın yıl olarak karşılığı en fazla
“ağırlaştırılmış müebbet ise 30 yıl, normâl müebbet hapis ise 24 yıldır. Bu kişi
44 ya da 50 yaşında çıkacak hapisten ve diyelim ki 90 yaşına kadar yaşadı ve
işlediği cinâyet sebebiyle kendisine ömür-boyu yetecek bir kazanç sağladı,
hapisten çıktıktan sonra kırk yıl boyunca gününü gün edecektir. Oysa maktûlün
yada mağdur tarafın yakınları bir ömür-boyu acı ve gözyaşı içinde yaşayacak,
hayatları alt-üst olacak ve belki de maktulün âilesi dağılacaktır. Modern
hukuk, îdâmı kaldırarak bu zulmün üstüne tüy dikmiştir. Bu nedenle bu yanlıştan
hemen dönülmeli, kısasa-kısas hükmünce kâtilin îdam cezâsı mutlakâ
uygulanmalıdır ve böylece hem suçlu hak-ettiği cezâyı almalı, hem de mağdur
tarafın gönlü soğumalıdır.
Türkiye’de
ve Dünyâ’nın bir-çok ülkesinde îdâmın yasak olmasının en temel nedeni, Allah-merkezlilikten
insan-merkezliliğe yâni modernizme geçilmiş olmasıdır. Modernizme göre insan
kutsaldır ve en önemli ve değerli olan varlık insandır. Zâten modernizm tarafından
ilahlaştırılmış ve kutsallaştırılmış olan akıl da bir tek insanda vardır. Bu nedenle
onun yaşaması ve hattâ Dünyâ’da en uzun ve neşe, zevk ve haz içinde yaşaması
gerekmektedir. “Yaşayan insan” ise, “ölü insan”dan daha önemli ve değerlidir. Tabi
modernizmde ölmüş insanların da kutsallaştırıldığı ve ilahlaştırıldığı görülür ama
genelde “yaşayan canlı insan” daha önemli ve daha üstündür. İşte bu nedenle bir
ölüye karşı bir insanın öldürülmesi yanlış görülmüş ve ona geçici olan belli
süreliğine bir cezâ vermekle yetinilmiştir. Fakat bu durum hiç-bir şeyi düzeltmediği
gibi tam-aksine daha beter bozmuştur ve hattâ Dünyâ’yı ifsâd etmiştir. Üstelik ölen
öldüğü ile kalmakta ve ölenin yakınları ömür-boyu bir kin, intikam ve öfke
içinde ah çekerek yaşamakta, çoğu da psikolojik olarak çökmektedir. Zîrâ kâtil
hak ettiği îdam ile cezâlandırılmadığı için kâlpler soğumamaktadır.
Peki
ne yapılmalıdır?. Yapılacak şey, başta saydığımız, “insanın verebileceği”
cezâlar için, (eğer maktulün yakınları ve mağdurlar affetmediyse ve
anlaşmadılarsa) suçlulara verilecek cezâ “cezânın en kısa zamanda
geciktirilmeden ve suçluya acımadan, herkesin gözü önünde uygulanması”dır. Hattâ
kanımca, öldürme, hırsızlık, zinâ, iftirâ ve türevleri suçlar için yapılması
gereken şey, “bu suçlara verilecek cezâların, (kreş, anaokulu ve ilkokul
yaşlarındaki çocuklar da dâhil olmak üzere) ne kadar televizyon ve internet
kanalları varsa yayınlamaları zorunlu kılınmak üzere, canlı yayın ile tüm insanların
izleyeceği şekilde uygulanması”dır. Îdam, el kesme ve kırbaç cezâları tüm kanallardan
zorunlu olarak yayınlanmak üzere ve tüm herkesin canlı olarak izlemesine açık
olacak şekilde uygulanmalıdır ve herkes bunu izlemelidir. Böylece suça karşı
insanlarda mecbûrî bir korku ve caydırıcılık oluşturulacaktır. Bunun başka da
bir yolu yoktur ve en etkili yol ve yöntem budur. Zîrâ tatlı dille, güzellikle,
öğütle, eğitim ile ve geçici cezâlarla bu suçlar azalmadığı gibi gün geçtikçe
çoğalmakta ve bir-çoklarının hayâtını karartmaktadır.
Allahın
yarattığı bir canı ancak Allah almalıdır ki bu ancak doğal nedenlerle
(hastalık, yaşlılık vs.) olur. Bu nedenle bir insanın canını alan yada acıtanların
cezâsı, suçu işleyenlerin o suçu bir daha işleyemeyecek şekilde olmalıdır ki bu
da ancak İslâm’ın cezâ yöntemi ile olabilir. Çünkü ancak bu-şekilde olursa
suçları önlemek ve hattâ bitirmek mümkün olur.
“Çocuklar
etkilenir, insanlar dehşete düşer, psikolojileri bozulur” vs. gibi sözler;
yakını ve sevdiği öldürülmüş, yılların emeği ile birikimi çalınmış, kendisine iftirâ
atılmış ve tecâvüz edilmiş kişiler yada toplumu en çok bozan zînâ suçu
düşünüldüğünde boş laflardır ve hiç-bir değeri ve önemi yoktur. Zâten kendi
başlarına gelse daha beterini isteyeceklerinden emin olabilirsiniz.
İnsanlar
en kolay şekilde “görerek” öğrenir. Zâten insanların büyük çoğunluğu kânunları bilmezler, çünkü
bilmek için okumak gerekir. Fakat görerek öğrenmek en etkilisidir. Cezânın
uygulanışını izlediğinde hem suçu, hem
cezâsını görür, hem de izledikleri onu bu tür suçları işlemekten alıkoyar.
Çünkü îdam cezâsının olduğu ve herkesin gözü-önünde uygulandığı bir yerde bir
kişi öldürmeyi ancak “ölmeyi göze alarak” yapabilir. Böylece insanlar hem suçun
cezâsını öğrenir hem de onları o suçu işlemekten alıkoyar ki bu en etkili
yöntemdir. Bundan daha etkili bir yol olmadığı gibi, suça mâruz kalanların
yüreğini soğutacak olan en etkili ve tek yöntemdir.
İslâm’da
kısası ancak devlet uygular. Fakat devlet, kâtili affedemez. Kâtili ancak
maktûlün yakınları affedebilir ama onlar da kısas uygulayamaz. Bu, “kâtil ve
maktûlün yakınları arasında bir düşmanlık olmasın yada düşmanlık artmasın”
diyedir. İslâm’a göre “cezâyı veren” sonrasında cezâ görmemelidir. Çünkü kan
dâvâları böyle başlıyor. Veli öldürülüp-öldürülmeyeceğine karar veriyor. Kısas
karârı verildiğinde (ki genelde olan doğal olarak budur) kısası devlet
uygulamalı ve kâtili herkesin gözü-önünde îdam etmelidir.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder