24 Şubat 2024 Cumartesi

Taraf-sızlık Üzerine

 


 

“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Mücâdile 19).

 

Allah tarafından “seçilmiş millet”in olmadığı yâni Allah taraftârı bir topluluğun olmadığı bir çağda yaşıyoruz

 

İnsanların düşünceleri ve davranışları, ya, Allah, din ve inanç tarafından, yada şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından belirlenir. İnsanlar târih boyunca şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından “arzularından ve ihtiraslarından” yakalanmışlar ve vurulmuşlardır. İnsanlar öyle bir noktaya gelmiştir ki, hak tarafı bırakıp “iki bâtıl taraftan biri”ni seçmekten başka bir şey düşünemez hâle gelmişlerdir. .

 

Tarafsızlık diye bir şey olmaz. İnsan “ben tarafsızım” dese de mutlakâ hak yada bâtıl iki taraftan bir tarafın taraftârıdır. Çünkü üçüncü bir şık yoktur, olamaz. Bu nedenle “tarafsızlık seçeneği”ni seçmek olarak “tarafsızlık” da olamaz yada tarafsızlık da “bir tarafta olmak” demektir ki tarafsızlık “Allah’ın tarafında olmamak” demektir. İnsan ya Allah’ın tarafında (hizbullah) yada şeytanın tarafındadır (hizbuş-şeytan). “Ben iki taraftan da değilim diyenler şeytanın tarafındadırlar. Bu-bağlamda meselâ agnostikler, Allah’ın varlığı yada yokluğu hakkında kararsız oldukları yada bir Allah’ın varlığı yada yokluğu hakkında kesin delil olmadığı için “ortada” olduklarını söylerler ama yaşayışlarında dîn ile alâkalı olmadıkları ve ateistler gibi yaşadıkları için aslında ateisttirler. O-hâlde kişinin hangi tarafta olduğu söylemiyle değil yaşayışıyla belli olur.

 

Eğer bir şeyin tarafı yada taraftârı iseniz, onun için bir şeyler yapıyor olmanız gerekir. Meselâ adam bir takımı tutuyor ve onun için de tuttuğu takımın maçlarına gidip izliyor, kadrosunu tanıyor, yapılan ve kalan maçlarını tâkip ediyor, puan durumunu değerlendiriyor, Tuttuğu takım yendiğinde seviniyor, yenildiğinde üzülüyor ve hattâ kahroluyor. Başkalarıyla ve karşı takımların taraftarlarıyla tartışıyor hattâ tuttuğu takım için kavga ediyor ve taraftarı olduğu şeyin fanatiği olduğunu kanıtlamış oluyor. Çünkü tuttuğu takıma îman etmiş durumdadır.

 

Yine kişi bir dînin, düşüncenin, mezhebin, meşrebin, târikâtın, cemaatin, partinin, hizbin vs. tarafı ve taraftarı oluyor. Öyle ki diğerlerini kötüleyecek ve yalanlayacak şeyler söyleyebiliyor ve hattâ diğerleriyle savaşmayı ve savaşta ölmeyi bile göze alabiliyor. Peki nenden?. Çünkü tarafı yada taraftarı olduğu topluluğa körü-körüne bağlanmıştır. Çünkü sâdece Kur’ân ve Sünnet’in tarafında yâni Allah’ın tarafında olmadığı ve en azından hak ile bâtılın karışmış olduğu bir tarafta olduğu için “bâtılın tarafında” olmuş oluyor ve bu nedenle de taraftarlığı “körü-körüne bir taraftarlık” oluyor. Zîrâ ancak Allah’ın tarafında ve O’nun taraftarı olanlar “hak tarafında” olurlar. Diğerleri ise mecbûren bâtılın tarafında bâtılın taraftârı olmaktadırlar.

 

Hakkın tarafında ve hakkın taraftârı olmak için bâtılın tarafını kesin şekilde ayrılmak gerekir. Hakkın tarafında olmak, Allah’tan, Kur’ân’dan, Peygamber’den ve Sünnet’ten başka her-şeyden ve herkesten ayrılmak demektir. Eğer siz “şeyhimden, efendimden, mezhebimden, meşrebimden, düşüncemden, hizbimden , partimden vs. ayrılamam”  diyorsanız, bağlı olduğunuz tarafın gerçekten de hak tarafta olduğunu kanıtlamanız gerekir. Aksi-hâlde bâtılın tarafında olduğunuz ortaya çıkar. Çünkü İslâm, “sâdece Allah tarafında olmak” demektir. Allah’ın kriterleri yerine, kişilerin-hiziplerin-devletlerin ve düşüncelerin kriterlerini onaylamak, benimsemek ve desteklemek şirktir ki şirk zâten bu demektir.

 

Şu da var ki, bir şeye/düşünceye/hizbe vs. “körü-körüne taraftar olmak”, bir zamana sonra o şeye/düşünceye/hizbe “körü-körüne düşman olmak”la sonuçlanır.

 

Savaşlar “tarafları” belli eden en etkili olaylardır. Bir kişinin yada toplumun hangi tarafta olduğu en açık şekilde savaş sırasında ortaya çıkar. İsrâil-Gazze Savaşı’nda Gazzeliler dışındaki tüm müslüman ülkelerin (en azından lîderlerin ve ülke zihniyetinin) Gazze tarafında olmadığı için İsrâil’in tarafında olduğu net olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü taraf olmak mutlakâ “taraf olunan şey için bir şeyler yapmak” demek olduğu için, Gazze için bir şeyler yapmayanlar İsrâil için çok şeyler yapmış olurlar. Bu da müslüman ülkelerin ve çoğu müslümanın, Gazzeli müslümanların değil de İsrâilli müşriklerin tarafında olduğu anlamına gelir ki müslüman ülkeler alttan-alta İsrâil’e destek vermektedirler. Fakat şu iyi bilinsin ki cehennemde de zebâniler onlara “destek” vereceklerdir.

 

“Bi-taraf olanlar ber-tarâf olurlar” sözünde bahsedilen bi-taraflar, “hakkın tarafı”nda değildirler. Çünkü “hakkın tarafı” varken bi-tarâf olmak diye bir şey söz-konusu olamaz. Bu nedenle de “bi-taraf olanlar ber-tarâf olurlar” demek “hak tarafında olmayanlar bertaraf olurlar” demektir. Zîrâ tarafsızlık “Allah’ın tarafında olmamak” dolayısıyla “şeytanın tarafında olmak” demektir.

 

Şeytana ve onun taraftarlarına karşı tetikte durmak gerekir. Çünkü şeytan ve taraftarları, bize düşman oldukları ve bize tuzak kurmak için, bizim kendilerini göremeyeceğimiz yerden bizi görmekte ve gözetlemektedirler:

 

“Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık” (A’raf 27).

 

Mü’minler şirk koşanların değil, tevhid tarafında olanların tarafındadırlar. Çünkü güvende olmak ancak Allah’ın tarafında olanların tarafında olmakla olabilir:

 

“Hem siz, Onun haklarında hiç-bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?. Şu-hâlde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha hak sâhibidir?. Eğer bilebilirseniz” (En-âm 81).

 

“Allah’a ve âhiret gününe îman eden hiç-bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşîretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kâlplerine îmânı yazmış ve onları kendinden bir rûh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkası ve tarafıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felâh (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir” (Mücâdile 22).

 

“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve îman edenleri dost (velî) edinirse, hiç şüphe yok, gâlip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır” (Mâide 56).

 

Tarafsızlık diye bir şey yoktur ve insan ya şeytanın, nefsin ve tâğutların yâni bâtılın tarafındadır yada Allah’ın, vahyin ve Peygamber’in tarafındadır. Üçüncü bir şık yoktur. 

 

Çoğu insanın şeytanın, nefsin, tâğutun yâni bâtılın tarafında olduğu bir zamanda şu iyi bilinsin ki, ben -en azından zihnen- hak taraftayım. Ey modernler!; ben sizin düşman olduğunuz taraftayım. Karşı taraf..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder