“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle
onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat
edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Mücâdile
19).
Allah
tarafından “seçilmiş millet”in olmadığı yâni Allah taraftârı bir topluluğun
olmadığı bir çağda yaşıyoruz
İnsanların
düşünceleri ve davranışları, ya, Allah, din ve inanç tarafından, yada şeytan,
nefs ve tâğutlar tarafından belirlenir. İnsanlar târih boyunca şeytan, nefs ve
tâğutlar tarafından “arzularından ve ihtiraslarından” yakalanmışlar ve
vurulmuşlardır. İnsanlar öyle bir noktaya gelmiştir ki, hak tarafı bırakıp “iki bâtıl taraftan biri”ni seçmekten
başka bir şey düşünemez hâle gelmişlerdir. .
Tarafsızlık diye bir şey olmaz. İnsan
“ben tarafsızım” dese de mutlakâ hak yada bâtıl iki taraftan bir tarafın
taraftârıdır. Çünkü üçüncü bir şık yoktur, olamaz. Bu nedenle “tarafsızlık
seçeneği”ni seçmek olarak “tarafsızlık” da olamaz yada tarafsızlık da “bir
tarafta olmak” demektir ki tarafsızlık “Allah’ın tarafında olmamak” demektir.
İnsan ya Allah’ın tarafında (hizbullah) yada şeytanın tarafındadır
(hizbuş-şeytan). “Ben iki taraftan da değilim diyenler şeytanın
tarafındadırlar. Bu-bağlamda meselâ agnostikler, Allah’ın varlığı yada yokluğu
hakkında kararsız oldukları yada bir Allah’ın varlığı yada yokluğu hakkında
kesin delil olmadığı için “ortada” olduklarını söylerler ama yaşayışlarında dîn
ile alâkalı olmadıkları ve ateistler gibi yaşadıkları için aslında
ateisttirler. O-hâlde kişinin hangi tarafta olduğu söylemiyle değil yaşayışıyla
belli olur.
Eğer bir şeyin tarafı yada taraftârı iseniz,
onun için bir şeyler yapıyor olmanız gerekir. Meselâ adam bir takımı tutuyor ve onun için de tuttuğu
takımın maçlarına gidip izliyor, kadrosunu tanıyor, yapılan ve kalan maçlarını
tâkip ediyor, puan durumunu değerlendiriyor, Tuttuğu takım yendiğinde
seviniyor, yenildiğinde üzülüyor ve hattâ kahroluyor. Başkalarıyla ve karşı takımların
taraftarlarıyla tartışıyor hattâ tuttuğu takım için kavga ediyor ve taraftarı
olduğu şeyin fanatiği olduğunu kanıtlamış oluyor. Çünkü tuttuğu takıma îman
etmiş durumdadır.
Yine kişi bir dînin, düşüncenin, mezhebin, meşrebin,
târikâtın, cemaatin, partinin, hizbin vs. tarafı ve taraftarı oluyor. Öyle ki
diğerlerini kötüleyecek ve yalanlayacak şeyler söyleyebiliyor ve hattâ
diğerleriyle savaşmayı ve savaşta ölmeyi bile göze alabiliyor. Peki nenden?.
Çünkü tarafı yada taraftarı olduğu topluluğa körü-körüne bağlanmıştır. Çünkü
sâdece Kur’ân ve Sünnet’in tarafında yâni Allah’ın tarafında olmadığı ve en
azından hak ile bâtılın karışmış olduğu bir tarafta olduğu için “bâtılın
tarafında” olmuş oluyor ve bu nedenle de taraftarlığı “körü-körüne bir
taraftarlık” oluyor. Zîrâ ancak Allah’ın tarafında ve O’nun taraftarı olanlar “hak
tarafında” olurlar. Diğerleri ise mecbûren bâtılın tarafında bâtılın taraftârı
olmaktadırlar.
Hakkın tarafında ve hakkın taraftârı olmak için bâtılın
tarafını kesin şekilde ayrılmak gerekir. Hakkın tarafında olmak, Allah’tan,
Kur’ân’dan, Peygamber’den ve Sünnet’ten başka her-şeyden ve herkesten ayrılmak
demektir. Eğer siz “şeyhimden, efendimden, mezhebimden, meşrebimden, düşüncemden,
hizbimden , partimden vs. ayrılamam”
diyorsanız, bağlı olduğunuz tarafın gerçekten de hak tarafta olduğunu kanıtlamanız
gerekir. Aksi-hâlde bâtılın tarafında olduğunuz ortaya çıkar. Çünkü İslâm,
“sâdece Allah tarafında olmak” demektir. Allah’ın kriterleri yerine,
kişilerin-hiziplerin-devletlerin ve düşüncelerin kriterlerini onaylamak, benimsemek
ve desteklemek şirktir ki şirk zâten bu demektir.
Şu da
var ki, bir şeye/düşünceye/hizbe vs. “körü-körüne taraftar olmak”, bir zamana
sonra o şeye/düşünceye/hizbe “körü-körüne düşman olmak”la sonuçlanır.
Savaşlar “tarafları” belli eden en etkili olaylardır. Bir
kişinin yada toplumun hangi tarafta olduğu en açık şekilde savaş sırasında
ortaya çıkar. İsrâil-Gazze Savaşı’nda Gazzeliler dışındaki tüm müslüman
ülkelerin (en azından lîderlerin ve ülke zihniyetinin) Gazze tarafında olmadığı
için İsrâil’in tarafında olduğu net olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü taraf olmak mutlakâ
“taraf olunan şey için bir şeyler yapmak” demek olduğu için, Gazze için bir
şeyler yapmayanlar İsrâil için çok şeyler yapmış olurlar. Bu da müslüman
ülkelerin ve çoğu müslümanın, Gazzeli müslümanların değil de İsrâilli müşriklerin
tarafında olduğu anlamına gelir ki müslüman ülkeler alttan-alta İsrâil’e destek
vermektedirler. Fakat şu iyi bilinsin ki cehennemde de zebâniler onlara
“destek” vereceklerdir.
“Bi-taraf olanlar ber-tarâf olurlar”
sözünde bahsedilen bi-taraflar, “hakkın tarafı”nda değildirler. Çünkü “hakkın
tarafı” varken bi-tarâf olmak diye bir şey söz-konusu olamaz. Bu nedenle de
“bi-taraf olanlar ber-tarâf olurlar” demek “hak tarafında olmayanlar bertaraf olurlar”
demektir. Zîrâ tarafsızlık “Allah’ın tarafında olmamak” dolayısıyla “şeytanın
tarafında olmak” demektir.
Şeytana
ve onun taraftarlarına karşı tetikte durmak gerekir. Çünkü şeytan ve
taraftarları, bize düşman oldukları ve bize tuzak kurmak için, bizim
kendilerini göremeyeceğimiz yerden bizi görmekte ve gözetlemektedirler:
“Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın
çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları
cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve
taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz
gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık” (A’raf 27).
Mü’minler
şirk koşanların değil, tevhid tarafında olanların tarafındadırlar. Çünkü
güvende olmak ancak Allah’ın tarafında olanların tarafında olmakla olabilir:
“Hem siz, Onun haklarında hiç-bir delil
indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk
koştuklarınızdan korkarım?. Şu-hâlde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki
taraftan hangisi daha hak sâhibidir?. Eğer bilebilirseniz” (En-âm 81).
“Allah’a ve âhiret gününe îman eden hiç-bir
kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir
sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister
çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşîretleri (soyları) olsun. Onlar,
öyle kimselerdir ki, (Allah) kâlplerine îmânı yazmış ve onları kendinden bir
rûh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere
sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan râzı olmuş,
onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkası ve tarafıdır.
Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felâh (umutlarını
gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir” (Mücâdile 22).
“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve îman edenleri dost
(velî) edinirse, hiç şüphe yok, gâlip gelecek olanlar, Allah’ın
taraftarlarıdır” (Mâide
56).
Tarafsızlık
diye bir şey yoktur ve insan ya şeytanın, nefsin ve tâğutların yâni bâtılın
tarafındadır yada Allah’ın, vahyin ve Peygamber’in tarafındadır. Üçüncü bir şık
yoktur.
Çoğu
insanın şeytanın, nefsin, tâğutun yâni bâtılın tarafında olduğu bir zamanda şu
iyi bilinsin ki, ben -en azından zihnen- hak taraftayım. Ey modernler!; ben sizin
düşman olduğunuz taraftayım. Karşı taraf..
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder