6 Şubat 2024 Salı

Sistem-İçi(n) Dindarlık

 

 

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emr-olunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

 

Tâğut; “Allah dışında ibâdet ve itaat edilen her-şey”dir.  Tâğut, “İslâm-karşıtı kabûl edilen kişi, kurum, sistem ve anlayışlar” demektir.

 

Allah, beşerî-Allahsız sistemlere de tâğut der. Buna göre sistem-içi(n) dindarlık da, “tâğutun yolunda ve kontrôlünde olan dindarlık”tır.

 

Şu kâinâtın muhteşem bir nizâma ve döngüye sâhip olması ve bunun hiç değişmeden sürüp gitmesi, her-şeyin mutlak anlamda Allah’ın sistemine göre hareket etmesi nedeniyledir. Dünyâ’da da; doğadaki, bitkilerdeki, hayvanlardaki hattâ insanın fizîkî bedenindeki döngü de muhteşem bir düzene ve nizâma sâhiptir ki, bunlar da mutlak anlamda Allah’a dayandığı ve O’nun sistemine uyduğu için şaşamaz şekilde deverânını sürdürür. Bir-tek insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. alanlarda insanlar Allah’ın sistemine uymamaktadır ve bu alanlarda hep beşerî sisteme uymaktadırlar. Dünyâ’yı yâni doğayı, hayvanları ve insanların fizîkî ve de rûhî yapılarını olumsuz anlamda etkileyen ve bozan şey işte budur.

 

Allah bunun önüne geçmek için insanlar arasında ahlâk-timsâli peygamberler seçer ve onlara vahyederek insanlar arasındaki işlerin de Allah’ın sistemine göre olmasını sağlamak ister. Bu nedenle, gönderilmiş tüm peygamberler beşerî sistemlere karşı çıkıp Allah’ın sistemini ortaya koyarken, vahiyler de baştan-sona ilâhî sistem ve beşerî sistem arasındaki farkı ortaya koyar.

 

Beşeri sistemlere laf etmemesi ve destek olması için Güneş’i ve Ay’ı bile teklif etseler reddedeceğini söyleyen peygamberler ve onlarla birlikte olanlar, Allah’ın sistemine sımsıkı bağlıdırlar. Bu nedenle de bu uğurda mallarını, canlarını, evlerini, eşlerini, dostlarını, ana-babalarını vs. bırakmak zorunda kalmışlar ve bunu yapmaktan gocunmamışlardır. Çünkü İslâm dâvâsı beşerî siteme karşı ilâhî sistemi hâkim kılmak dâvâsıdır. Tüm peygamberler işte bunu mücâdelesini vermiş, bunun için çalışmış ve çabalamıştır:

 

“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir ‘hayat düsturu’ olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).

 

Beşerî sistemlerin yerine Allah’ın sistemini hâkim kılmada kimi peygamber işin sonunu getirmiş, kimisi ise getirememiştir ama hepsi de bu yolun temel ilkelerini göstermişlerdir. Fakat onlardan sonra sünnetullah, imtihan ve nefs gereği yavaş-yavaş o bilinçten ve dâvâdan kopup uzaklaştıkları için dindarlar yine şeytan ve nefse dayanan tâğutların peşinden gitmiş, onların kurdukları sisteme entegre olmaya başlamışlardır.

 

Sistem-içi(n) dindarlar zamanla, ilâhî sistem yerine bağlandıkları beşerî sistemlere alışmış ve müslümanlıkla beşerî sistemleri bir-arada yürütmeye çalışınca sistem-içi ve “sistem için” bir dindarlık ortaya çıkmıştır ki bu sistem elbette beşerî, şeytânî, nefsî, tâğûtî sistemdir. Bu sistemde ve sistem-içi(n) dindarlıkta kâlpler -sözde- ilâhî sisteme göre atmaktayken, dış-dünyâdaki işler ise beşerî sisteme göre yapılmaktadır. Üstelik bunun böyle olmasının iyi ve en üstün sistem olduğu savunulmaktadır Hattâ bu sistemin “insanlığın ulaşabileceği en ileri seviye olduğunu zannetmekte ve söylemektedirler. Dünyâ’yı cennete çevirecek sistemin de bu beşerî sistem olduğu dillendirilmekte ve câhilce; “bundan daha iyisi nasıl olacak ki?” demektedirler.

 

Allah’ın kânunları yerine beşerin çıkaracağı sistem-içi(n) kânunlarla iyiliğe gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. Vâr olan bir yanlış zâten sistem-içi(n) yanlıştır. Bu nedenle her ne kadar savunulsa da beşerî sistemlerin bir sorunu çözdüğü falan yoktur. Çünkü hem çözmek istemezler -çünkü sorundan geçinmektedirler- hem de beşerî sistemlerin gerçek bir sorunu bile çözebilecek gücü yoktur.

 

Oysa İslâm sorun-çözücü ve düzen-getiricidir. Bunun böyle olduğu, insanın kendi aralarındaki işler hâriç, -insanın hiç-bir müdâhalesi olmamasına rağmen- her-şeyin nasıl da mükemmel bir işleyişe sâhip olduğudur. Sistem-içi sorunlar için üretilen sistem-içi(n) çözümler “gerçek birer çözüm” değildirler. Sistem-içi(n) sorunların gerçek çözümü sistem-içinde bulunamaz. Ama bunu sistem-içi(n) dindarlar anlayamaz, anlasa da işlerine gelmediği için kabûl etmezler. Onlar bu nedenle sistem-içi(n) çalışmalarına çok iyi bir şey yaptıklarını zannederek devâm ederler.

 

Sistem-içi(n) dindarlığın en bâriz görünümü, modernlerin geleneğe sövmeleri, gelenekselcilerin ise modernlere sövmesi ve onları kâfir îlân edip reddiyeler yazmalarıdır. Hâlbuki ikisi de sistem-içi(n) dindarlıkta birleşmektedirler. Çünkü iki taraf da Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir amel-eylem-hareket ve davranışta bulunmamakta, sisteme ve sistemin sâhiplerine övgüler yağdırmakta ve sistemi övüp durmaktadırlar. Bir taraf Peygamberimiz’i hesâba katmayarak iptâl ederken, diğer taraf ise,  Peygamberimiz’i aşırı yücelterek iptâl eder. Ama iki taraf da lâik-seküler kurucu ataları ve sistemi övmekte birbiriyle yarışır.

 

İlginçtir, sistem-içi(n) dindarlar aslında Kur’ân-merkezli olduklarını söylerken, Kur’ân’ı uygulama noktasında başlarını kuma gömerler. Bir taraf Kur’ân’ın sürekli ahlâkî tarafını öne çıkarıp küfür ve şirkten hiç bahsetmez ve o topa hiç girmezken, diğer taraf ise sürekli olarak Peygamberimiz’den bahsetmesine rağmen Peygamberimiz’in tâğutla, beşerî sistemle, küfür ve şirkle mücâdelesini hiç ağzına al(a)maz ve bunu gündeme getir(e)mez.

 

Sistem-içi(n) dindarlar tam bir münâfıktır, post-modern olanları ise kâfir, müşrik ve İslâm-Kur’ân düşmanıdır. Sistem-içi(n) dindarlar modern hayat ne getirmişse baş-tâcı ederler ve sistemin bâriz yanlışlarına karşı bir eleştiri bile getiremezler ve bir îtirâz ortaya koyamazlar. Sistem-içi(n) dindarlar beşerî-kâfir sistemi ve onların kurucu ve destekleyici tâğutlarını sürekli överler ve onların sözcülüğünü yaparak desteklerler. Üstelik onlara uyarak gerçek Kur’ân ve Sünnet-merkezli olan harbi dindarları kötülerler ve hem Allahsız sistemi hem de sistemin kurucularının, mü’minlerden daha doğru yolda görürler ve üstün olduklarını söylerler. Kur’ân onlara karşı şöyle der:

 

“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?. Onlar, tâğuta ve cibt’e inanıyorlar ve diğer inkâr edenler için: ‘Bunlar, îman edenlerden daha doğru bir yoldadır’ diyorlar” (Nîsâ 51).

 

 “Dinde ikrah (çirkinlik-iğrençlik-baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (tâğuta küfredip) Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir” (Bakara 256).

 

Allah ise tâğutu yâni dinsiz-beşerî sistemi reddedenleri över ve onlara müjdeler verir:

 

“Tâğuta (yâni beşerî sistemlere) kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver” (Zümer 17).

 

Sistem-içi(n) dindarların en belirgin özelliklerinden birisi de -sözde- Kur’ân’ın bir kısmını kabûl etmelerine rağmen diğer kısmını takmamaları hattâ inkâr etmeleridir. Allah  böylelerini çok sert bir şekilde uyarır ve korkutur:

 

“Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

 

“Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).

 

Sistem-içi(n) dindarları sisteme-içi(n) yapan şey, sistem-içinden beslenmeleri ve sisteme göbeklerinden sımsıkı bağlı olmalarıdır. Neleri varsa Allahsız sisteme borçludurlar. Bu nedenle de sisteme bir şey diyemezler, demezler ve tam-aksine sistemi övdükçe-överler. Sistem onların tüm isteklerini bir-şekilde karşılar yada onların istediklerine kavuşabilmeleri için onlara alan  açar. İyi de insan her istediğine kavuşacak ve Dünyâ’da cennetteymiş gibi yaşayacak diye bir şey mi var?:

 

“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).

 

Sistem-içi(n) dindarlar çıkar-merkezlidirler. Onların dindarlıkların seviyesi, sistemden gelecek çıkarlarının seviyesine bağlıdır.  Bu yüzden dindarlıkları sisteme göredir, dîne bağlılıklarını sistem belirler, Allaha değil. Allah sistem-içi(n) dindarları şu âyette çok güzel bir şekilde târif eder:

 

“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

 

Sistem-içi(n) dindarlık, “Allah’ın ekmeğini yiyip, tâğuta ve beşerî sistemlere kulluk yapmak”tır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder