“Sana indirilene ve senden önce indirilene
gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde
muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emr-olunmuşlardır. Şeytan
onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
Tâğut; “Allah dışında ibâdet ve itaat
edilen her-şey”dir. Tâğut,
“İslâm-karşıtı kabûl edilen kişi, kurum, sistem ve anlayışlar” demektir.
Allah, beşerî-Allahsız sistemlere de
tâğut der. Buna göre sistem-içi(n) dindarlık da, “tâğutun yolunda ve kontrôlünde
olan dindarlık”tır.
Şu kâinâtın muhteşem bir nizâma ve
döngüye sâhip olması ve bunun hiç değişmeden sürüp gitmesi, her-şeyin mutlak
anlamda Allah’ın sistemine göre hareket etmesi nedeniyledir. Dünyâ’da da; doğadaki,
bitkilerdeki, hayvanlardaki hattâ insanın fizîkî bedenindeki döngü de muhteşem
bir düzene ve nizâma sâhiptir ki, bunlar da mutlak anlamda Allah’a dayandığı ve
O’nun sistemine uyduğu için şaşamaz şekilde deverânını sürdürür. Bir-tek
insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî,
siyâsî vs. alanlarda insanlar Allah’ın sistemine uymamaktadır ve bu alanlarda
hep beşerî sisteme uymaktadırlar. Dünyâ’yı yâni doğayı, hayvanları ve insanların
fizîkî ve de rûhî yapılarını olumsuz anlamda etkileyen ve bozan şey işte budur.
Allah bunun önüne geçmek için insanlar
arasında ahlâk-timsâli peygamberler seçer ve onlara vahyederek insanlar
arasındaki işlerin de Allah’ın sistemine göre olmasını sağlamak ister. Bu nedenle,
gönderilmiş tüm peygamberler beşerî sistemlere karşı çıkıp Allah’ın sistemini
ortaya koyarken, vahiyler de baştan-sona ilâhî sistem ve beşerî sistem
arasındaki farkı ortaya koyar.
Beşeri sistemlere laf etmemesi ve
destek olması için Güneş’i ve Ay’ı bile teklif etseler reddedeceğini söyleyen
peygamberler ve onlarla birlikte olanlar, Allah’ın sistemine sımsıkı
bağlıdırlar. Bu nedenle de bu uğurda mallarını, canlarını, evlerini, eşlerini,
dostlarını, ana-babalarını vs. bırakmak zorunda kalmışlar ve bunu yapmaktan
gocunmamışlardır. Çünkü İslâm dâvâsı beşerî siteme karşı ilâhî sistemi hâkim
kılmak dâvâsıdır. Tüm peygamberler işte bunu mücâdelesini vermiş, bunun için çalışmış
ve çabalamıştır:
“Allah,
dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz,
İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) ‘Allah’ın
dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve
bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir ‘hayat düsturu’
olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara
ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru
yola iletir” (Şûrâ
13).
Beşerî sistemlerin yerine Allah’ın
sistemini hâkim kılmada kimi peygamber işin sonunu getirmiş, kimisi ise getirememiştir
ama hepsi de bu yolun temel ilkelerini göstermişlerdir. Fakat onlardan sonra sünnetullah,
imtihan ve nefs gereği yavaş-yavaş o bilinçten ve dâvâdan kopup uzaklaştıkları
için dindarlar yine şeytan ve nefse dayanan tâğutların peşinden gitmiş, onların
kurdukları sisteme entegre olmaya başlamışlardır.
Sistem-içi(n)
dindarlar zamanla, ilâhî sistem yerine bağlandıkları beşerî sistemlere alışmış
ve müslümanlıkla beşerî sistemleri bir-arada yürütmeye çalışınca sistem-içi ve
“sistem için” bir dindarlık ortaya çıkmıştır ki bu sistem elbette beşerî,
şeytânî, nefsî, tâğûtî sistemdir. Bu sistemde ve sistem-içi(n) dindarlıkta
kâlpler -sözde- ilâhî sisteme göre atmaktayken, dış-dünyâdaki işler ise beşerî
sisteme göre yapılmaktadır. Üstelik bunun böyle olmasının iyi ve en üstün
sistem olduğu savunulmaktadır Hattâ bu sistemin “insanlığın ulaşabileceği en ileri
seviye olduğunu zannetmekte ve söylemektedirler. Dünyâ’yı cennete çevirecek
sistemin de bu beşerî sistem olduğu dillendirilmekte ve câhilce; “bundan daha
iyisi nasıl olacak ki?” demektedirler.
Allah’ın
kânunları yerine beşerin çıkaracağı sistem-içi(n) kânunlarla iyiliğe
gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. Vâr olan bir
yanlış zâten sistem-içi(n) yanlıştır. Bu nedenle her ne kadar savunulsa da
beşerî sistemlerin bir sorunu çözdüğü falan yoktur. Çünkü hem çözmek istemezler
-çünkü sorundan geçinmektedirler- hem de beşerî sistemlerin gerçek bir sorunu
bile çözebilecek gücü yoktur.
Oysa İslâm sorun-çözücü ve
düzen-getiricidir. Bunun böyle olduğu, insanın kendi aralarındaki işler hâriç, -insanın
hiç-bir müdâhalesi olmamasına rağmen- her-şeyin nasıl da mükemmel bir işleyişe sâhip
olduğudur. Sistem-içi sorunlar için üretilen sistem-içi(n) çözümler “gerçek birer
çözüm” değildirler. Sistem-içi(n) sorunların gerçek çözümü sistem-içinde
bulunamaz. Ama bunu sistem-içi(n) dindarlar anlayamaz, anlasa da işlerine
gelmediği için kabûl etmezler. Onlar bu nedenle sistem-içi(n) çalışmalarına çok
iyi bir şey yaptıklarını zannederek devâm ederler.
Sistem-içi(n)
dindarlığın en bâriz görünümü, modernlerin geleneğe sövmeleri, gelenekselcilerin
ise modernlere sövmesi ve onları kâfir îlân edip reddiyeler yazmalarıdır. Hâlbuki
ikisi de sistem-içi(n) dindarlıkta birleşmektedirler. Çünkü iki taraf da Kur’ân
ve Sünnet-merkezli bir amel-eylem-hareket ve davranışta bulunmamakta, sisteme
ve sistemin sâhiplerine övgüler yağdırmakta ve sistemi övüp durmaktadırlar. Bir
taraf Peygamberimiz’i hesâba katmayarak iptâl ederken, diğer taraf ise, Peygamberimiz’i aşırı yücelterek iptâl eder.
Ama iki taraf da lâik-seküler kurucu ataları ve sistemi övmekte birbiriyle yarışır.
İlginçtir,
sistem-içi(n) dindarlar aslında Kur’ân-merkezli olduklarını söylerken, Kur’ân’ı
uygulama noktasında başlarını kuma gömerler. Bir taraf Kur’ân’ın sürekli ahlâkî
tarafını öne çıkarıp küfür ve şirkten hiç bahsetmez ve o topa hiç girmezken, diğer
taraf ise sürekli olarak Peygamberimiz’den bahsetmesine rağmen Peygamberimiz’in
tâğutla, beşerî sistemle, küfür ve şirkle mücâdelesini hiç ağzına al(a)maz ve
bunu gündeme getir(e)mez.
Sistem-içi(n)
dindarlar tam bir münâfıktır, post-modern olanları ise kâfir, müşrik ve
İslâm-Kur’ân düşmanıdır. Sistem-içi(n) dindarlar modern hayat ne getirmişse
baş-tâcı ederler ve sistemin bâriz yanlışlarına karşı bir eleştiri bile
getiremezler ve bir îtirâz ortaya koyamazlar. Sistem-içi(n) dindarlar beşerî-kâfir
sistemi ve onların kurucu ve destekleyici tâğutlarını sürekli överler ve
onların sözcülüğünü yaparak desteklerler. Üstelik onlara uyarak gerçek Kur’ân
ve Sünnet-merkezli olan harbi dindarları kötülerler ve hem Allahsız sistemi hem
de sistemin kurucularının, mü’minlerden daha doğru yolda görürler ve üstün olduklarını
söylerler. Kur’ân onlara karşı şöyle der:
“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri
görmedin mi?. Onlar, tâğuta ve cibt’e inanıyorlar ve diğer inkâr edenler için:
‘Bunlar, îman edenlerden daha doğru bir yoldadır’ diyorlar” (Nîsâ
51).
“Dinde
ikrah (çirkinlik-iğrençlik-baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan
apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (tâğuta küfredip) Allah’a
inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah,
işitendir, bilendir” (Bakara 256).
Allah ise tâğutu yâni dinsiz-beşerî sistemi
reddedenleri över ve onlara müjdeler verir:
“Tâğuta (yâni beşerî sistemlere) kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten
yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver”
(Zümer 17).
Sistem-içi(n)
dindarların en belirgin özelliklerinden birisi de -sözde- Kur’ân’ın bir kısmını
kabûl etmelerine rağmen diğer kısmını takmamaları hattâ inkâr etmeleridir.
Allah böylelerini çok sert bir şekilde uyarır
ve korkutur:
“Yoksa
siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık
sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır.
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).
“Yoksa
(elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi
seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde
kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o,
mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
Sistem-içi(n)
dindarları sisteme-içi(n) yapan şey, sistem-içinden beslenmeleri ve sisteme
göbeklerinden sımsıkı bağlı olmalarıdır. Neleri varsa Allahsız sisteme
borçludurlar. Bu nedenle de sisteme bir şey diyemezler, demezler ve tam-aksine
sistemi övdükçe-överler. Sistem onların tüm isteklerini bir-şekilde karşılar
yada onların istediklerine kavuşabilmeleri için onlara alan açar. İyi de insan her istediğine kavuşacak
ve Dünyâ’da cennetteymiş gibi yaşayacak diye bir şey mi var?:
“Yoksa
insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).
Sistem-içi(n)
dindarlar çıkar-merkezlidirler. Onların dindarlıkların seviyesi, sistemden
gelecek çıkarlarının seviyesine bağlıdır. Bu yüzden dindarlıkları sisteme göredir, dîne bağlılıklarını
sistem belirler, Allaha değil. Allah sistem-içi(n) dindarları şu âyette çok
güzel bir şekilde târif eder:
“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet
eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer
kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı
kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac
11).
Sistem-içi(n) dindarlık, “Allah’ın
ekmeğini yiyip, tâğuta ve beşerî sistemlere kulluk yapmak”tır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder