15 Şubat 2024 Perşembe

İslâmî Zihniyet ve Yaşam-Tarzı Üzerine

 

 

“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170).

 

Tüm zamanlardaki müşriklerin, peygamberlerin, “İslâm’a gelin” dâvetine karşı söyledikleri; “biz atalarımızın dînî üzereyiz” sözleri ne demektir?. Hep aynı cevabı vererek; “atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey” nedir?. Elbette atalarının ve dolayısıyla kendilerinin üzerinde oldukları zihniyet ve yaşam-tarzıdır. O zihniyet ise müşrik bir zihniyet ve yaşam-tarzı olduğu için, hak ile bâtılın karıştığı şirk ve küfür zihniyetidir. İlk baştan bêri hep böyle olmuştur. Çünkü insanın uyabileceği sâdece iki zihniyet ve yaşam-tarzı vardır: 1-İslâm zihniyeti ve yaşam-tarzı, 2-Küfür zihniyeti ve müşrik yaşam-tarzı. İnsan ya hakka yada hak ile bâtılın karışmış olduğu zihniyete uyar ve ona göre bir yaşam-tarzı olur.

 

Peki bu iki farklı zihniyet ve yaşam-tarzı ne zaman ve kim tarafından belirlenir?. Aslında Allah’ın tüm yarattıkları varlıklar sünnetullah denen Allah’ın yasaları ve kanunlarına uyabilecek şekilde yaratılmışlardır. Bu da ilk yaratılışta tek zihniyet ve tek yaşam-tarzının olduğunu gösterir:

 

Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30).

 

Fakat Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve bu nedenle insanda şeytanın etkisine açık olan ve “nefs” denen şey de vardır ki şeytanın fısıldamalarıyla sapan ve saptıran nefs, İslâm-dışı bir zihniyetin ve yaşam-tarzının ortaya çıkmasına neden olur. Ortaya çıkan zihniyet ve yaşam-tarzı kuşaklar boyunca sürer gider. Bu nedenle Peygamberimiz ortaya çıkan İslâm-dışı zihniyetin ve yaşam-tarzının insana dayandığını ve şöyle der: “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecûsi yapar” (Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5).

 

Demek ki insan aslında tüm varlık gibi İslâmî zihniyetini ve yaşam-tarzını kabûl edip yaşamaya uygun olarak yaratılmıştır ama zamanla şeytanın ve nefsin etkisiyle İslam-dışı bir zihniyet ve yaşam-tarzı ortaya çıkar ve insanların çoğu da, nefse ve hazza uygun olan, üstelik bir bedeli de olmayan bu İslâm-dışı zihniyete ve yaşam-tarzına uyar. Peygamberlerin gönderilmesi ve vahyin indirilmesi, işte bu İslâm-dışı zihniyeti ve yaşam-tarzını İslâmî zihniyete ve yaşam-tarzına çevirmek içindir. Tüm mücâdele işte bu nedenledir.

 

İnsan  fıtratına birebir uygun olan İslâmî zihniyet ve yaşam-tarzından uzaklaşarak İslâm-dışı zihniyet ve yaşam-tarzı edinmek ilk insan bêri vardır. İslâmî zihniyet ve yaşam-tarzından uzaklaşan Kâbil, kardeşi Hâbil’i zihniyet ve yaşam-tarzı farkından dolayı ortaya çıkan kıskançlık nedeniyle öldürmüştür.

 

İslâm’ın ve Kur’ân’ın bir zihniyeti vardır. Kişi, hayâtında o zihniyet ile düşünüp, edip-eyleyen biri değilse İslâm’ı ve Kur’ân’ı idrâk edemez. Sürekli Kur’ân okuyor olsa da, zihniyet ve yaşam-tarzını İslâmî zihniyeti ve yaşam-tarzıyla değiştirmediyse “mushaf incelemeleri”nden öte bir-şey yapmış olmaz. Zîrâ zihniyetinde ve yaşam-tarzında bir değişiklik olmamaktadır.

 

Zihniyetini ve yaşam-tarzını din yapmışsa, ona Kur’ân, Sünnet, bilim, akıl, mantık vs. istediğiniz delîli getirin, insanların çoğu yine de mevcut zihniyetlerine, alışık oldukları şeylere, hayâllerine, arzularına ve çıkarlarına göre hareket edeceklerdir.

 

Düşünceleriniz, yaşam-tarzlarınızdan bağımsız olamaz. Yaşam-tarzları, “vahyin emrettiği yaşam-tarzı”na aykırı olanların, “Kur’ân’ı hakkıyla anlaması” ve İslâm’ı hakkıyla bilebilmesi mümkün değildir.

 

Bir insanın düşüncesini, zihniyetini ve inanışını; arzuları, istekleri ve hevesleri belli eder. Bu bağlamda insanların çoğunun “hakîki din inancı” zayıftır. Çünkü insanların çoğunun zihniyeti ve yaşam-tarzı İslâmî değildir. Üstelik insanlar İslâmî olmayan bu yaşam-tarzlarından da memnundurlar. Bu nedenle tüm zamanların kâfir ve müşrikleri benzer söylemi dile getirmişlerdir.

 

“Onlara; ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde, derler ki; ‘hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’. Şâyet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azâbına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (Lokman 21).

 

“Onlar, ‘çirkin bir hayâsızlık’ işlediklerinde: ‘atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti’ derler. De ki: ‘Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayâsızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf 28).

 

İslâm, “insanı değiştiren” şeydir. Bu değişim zihniyet ve yaşam-tarzı değişimidir. Hem müslüman olunacak, hem de zihniyet, hayat-tarzı ve davranışlar değişmeyecek.. bu mümkün değildir. Çünkü İslâm, kuru bir laf değil, bir hayat-tarzıdır. İslâm, salt bir “ahlâk dîni” de değildir. İslâm Dîni, sosyâl, siyâsal ve ahlâkî bir zihniyet ile ortaya konan bir “hayat-tarzı”dır.

 

İslâm’ı Kitap ve Sünnet-merkezli olarak öğrenip benimseyemeyenler ve İslâm’ı bir hayat-tarzı yapamayanlar, önlerine çıkan klâsik yada modern her zihniyetten ve yaşam-tarzından etkilenirler ve kısa zaman sonra da onlara bağlanırlar.

 

İslâm’ın bir zihniyeti olduğunu ve bir “hayat tarzı”na sâhip olduğunu bilmeyen ve göremeyenlerin, vahyi hakkıyla anlayabilmesi mümkün değildir. Kur’ân’ı okudukça hayat tarzlarınız değişmiyorsa, “Kur’ân’ı idrâk edememişsiniz” demektir. Kur’ân okuyan kişi Kur’ân’ı okudukça Kur’ân ‘a göre değişmelidir.

 

Lâkin buna meydan verilmiyor ve İslâmî yaşam-tarzı, modern yaşam-tarzına boğduruluyor. Üstelik müslümanlar da bu modern-dünyevî yaşam-tarzına çok çabuk alışıyorlar ve çok kolay benimsiyorlar. Bir mü’minin modern dünyâda yaşamayı sevmesi ve modern hayat-tarzından zevk alması çok büyük bir sorundur.

 

Dünyâ’da her zaman iki farklı din, zihniyet ve yaşam-şekli olmuştur. Biri, Allah’ın seçtiği bir peygambere gönderdiği vahiylerden oluşan İslâm Dîni ve İslâmî yaşam-şekli; diğeri ise, insanların şeytan-nefs ve istek-arzularına göre oluşturdukları, düşüncelere uygun olarak ortaya koydukları beşerî din ve yaşam-şeklidir. İnsanların çoğu, hak dîni yaşamadıkları için, yaşadıkları mevcut hayat-tarzını ve zihniyeti “hak” olarak görürler. Çünkü “inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” her dâim geçerlidir.

 

Îmânın delîli “yaşam-tarzı ve zihniyet değişimi” ile ispatlanabilir. İnsanın dîni, üzerinde bulunduğu zihniyet ve yaşam-tarzıyla gözüken şeydir. Seküler-modern dünyâda “herkes gibi yaşayanlar”ın îmânı sorunludur.

 

Modernizm bir “zihniyet ve yaşam-tarzı dayatması”dır.

 

Modern müslümanın İslâm’a bağlılığı, benimsedikleri zihniyete ve hayat-tarzına dokunulduğu yerde bitiyor. Modern müslümanın sorunu şu; “İslâmî zihniyete ve yaşam-tarzı”na göre mi, “yoksa İslâm-dışı zihniyete ve yaşam-tarzı”na göre mi yaşayacak.. İkisi birlikte sırıtıyor çünkü.

 

Kur’ân’ın yanına Sünnet’i yâni İslâmî yaşam-tarzını koymaktan imtinâ eden ve “sâdece Kur’ân” diyen “bâzıları”; sıra demokrasiye gelince, Kur’ân’ın yanına demokrasiyi koymaktan imtinâ etmiyorlar. Hz. Muhammed’in vahiy-merkezli yaşam-tarzı “dışarı”, bâtıl batı’nın nefsî yaşam-tarzı “içeri”. Böyledir çünkü modern müslümanın yeni âmentüsü: “Zaman sana uymuyorsa, sen zamâna uy” sözüyle ortaya konuyor. Peygamber’in vahiyle inşâ olmuş hayat tarzından nefret edenler, aslında İslâm’ın hayat tarzından nefret etmektedirler.

 

Hz. Muhammed’in, “Kur’ân’ın birebir uygulaması” olan Sünnet’ini (yâni hayat-tarzını) inkâr edenler, eski-yeni önderlerinin yada lîderlerinin bâtıl batı’dan ilhamla ortaya koyduğu sünnetini (yâni hayat-tarzını) harfiyen yerine getirmekten geri durmuyorlar. Zâten Resûl-Nebi’ ayrımı yapılıp, “Nebi’nin -güyâ- örnek alınmasına gerek olmadığı”nı kabûl ederek Sünnet’inin göz-ardı yada inkâr edilmesinin nedeni de budur.

 

İnsanlar her zaman mevcut zihniyete ve hayat-tarzlarına uygun düşen şeylere inanmışlar ve onların peşinden gitmişlerdir. Küfür ve şirk; “İlâhi metod” yerine, “beşerî metod”u hayat-tarzı (din) yapmaktır. Vahiy-merkezli olmayan akıl da, mevcut zihniyete ve yaşam-tarzına tâbidir. Fakat en üstün akla ancak, “İslâmî zihniyet ve yaşam-tarzı”yla ulaşılabilir. “Akleden kâlb”e ancak bu şekilde sâhip olunur.

 

Bir “sistem”i değiştirmek demek, “o sisteme göre olan felsefeyi, zihniyeti ve yaşam-tarzını değiştirmek” demektir.

 

Modern insan, mevcut her kötü durumu eğitimsizliğe bağlıyor. Hiç kimse dinsizlikten ve beşerî-şeytânî hayat-tarzının kötülüğünden bahsetmiyor. Oysa yılanın başı dinsiz zihniyet ve yaşam-tarzıdır. Modern eğitim zihniyeti, “kapitâlist bir proje”dir. Zîrâ kapitâlist bir zihniyet üretir.

 

Modernizm nerede ve ne zaman olursa-olsun hep aynı sonuçları üretir. Çünkü Allahsızdır ve Allahsız zihniyet ve yaşam-tarzı hep aynı sonuçları üretir. Zira küfür tek bir millet ve tek bir zihniyettir.

 

Batı ve batı zihniyetine sâhip olanlar, ahlâken dibe vurmuşlardır ve bunalıma düşmüşlerdir. Bu bunalımdan kurtulmak için de maddî gelişmeyi “tampon” olarak kullanmaktadırlar. Fakat içten çürüme fazlalaştıkça dışarısı da çürümeye başlayacak ve sistem, günü geldiğinde -sünnetullah gereği- bir fiskeyle yıkılıvereceklerdir. Çünkü batı, Hz. Îsâ’nın diliyle söylersek; “badanalanmış kabirler” gibidir.

 

Müslümanların ve doğu’nun batı karşısında -görece- geri kalmasının nedenlerinden biri de, müslümanların ve doğu’nun, batı ile ahlâk-dışı bir yarışa girmek istemeyişi idi. Çünkü İslâm’da ve doğu’da, ahlâk-dışı bir kulvarda yarışmak zihniyeti yoktur. İslâm zihniyeti ve yaşam-tarzı ile İslâm-dışı zihniyet ve yaşam-tarzı arasında dağlar kadar fark vardır. Bu fark “onlar gibi” olmayı engeller. 

 

İnsanlar da ancak benzer zihniyete ve yaşam-tarzına sâhip olanlarla anlaşabilir ve dostluklar kurar. Böyle dostluklar ömür-boyu sürer. Aksi-hâlde kısa zaman sonra çatırdama başlar ve zihniyet ve yaşam-tarzı farklılaşmasıyla bir çelişki ve soğukluk başlar ve birliktelik pasif hâle gelir. Bunu iyi niyetle önlemek mümkün de değildir. Zîrâ ancak zihniyetine ve yaşam-tarzına göre düşünür, konuşur, yazar ve davranır. Farklı zihniyet ve yaşam-tarzları farklı düşünceler, söylemler ve eylemler ortaya çıkaracağı için farklılaşama ve pasifleşme kaçınılmaz olur.

 

“Hakkıyla yapılan secdenin izi kişinin alnında gözükür” demek, hakkıyla yapılan secdenin, “kişinin zihniyetini ve yaşam-tarzını İslâmî anlamda değiştirmiş olması” demektir.

 

İslâmî kabûl etmek, “İslâm-dışı zihniyet ve yaşam-tarzından vazgeçmek” ve onun yerine “İslâmî zihniyeti ve yaşam-tarzını kabûl etmek” demektir. Çünkü İslâm değişmez, değiştirir..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder