“Nûn.
Kaleme ve satır-satır yazdıklarına andolsun” (Kalem 1).
İnsanlar 5.000 küsur yıldır yazı yazıyorlar.
Şekillere verilen anlamlar bütünü yazıyı ortaya çıkarıyor. Bu 5.000 yıl boyunca
niceleri her konuda bir-çok yazılar yazdılar. Evrak kaydını tutmak amacıyla
başlayan yazılar, haberleşme ve daha sonra kişilerin özel düşüncelerini yazmak
olarak devâm etti. Târih boyunca insanlar hem olayların hem de düşüncelerin
kayıtlarını tuttular. Yazı, düşünceyi de zenginleştirdi ve insanlık yazı ile
birlikte bir sıçrama yaptı. Sözlü kültürde anlatılanların eksik ve de yanlış
olarak aktarılması, o ilk olayın daha sonra efsâneleşmesine neden oldu. Çünkü
her anlatan ya üzerine bir şeyler katarak anlattı, yada eksik anlattı. Sözlü
anlatımda söz illâ ki değişiyor ve bâzen tanınmaz bir hâle gelebiliyor. Gerçi
sözlü kültürde hafıza daha bir canlı tutuluyor ve yazı, hafızayı biraz
zayıflatıyor, fakat kayıt orijinâl hâliyle kalıyor. Yazıyla birlikte ilk
anlatılan şeyin kaydı tam olarak tutuluyor ve sonraki nesillere aktarılıyor. Bu
nedenle yazı, daha güvenilir oluyor. Böylece yazı, insanın olmazsa olmazı
olmuştur.
Ne yazılar yazıldı, özlemi, sevgiyi, öfkeyi, acıyı,
mâneviyatı, çıkarı anlatan. Birileri yazılarını bütünleştirip kitaplaştırdı.
Büyük emeklerle yazılan kitaplar ortaya çıktı ama birileri bunları hiç acımadan
yakabildi. Kütüp-hâler tutarında kitaplar yakıldı. Bir kütüp-hâneyi yakmak, bir
medeniyeti yakmak demektir. Hülâgü Han, Bağdat’ta 36 tâne kütüp-hâneyi
yaktırmıştı. Yazıyı yakmak, düşünceyi yakmaktır, insanı yakmakla aynıdır o
hâlde. Yazı düşüncedir, düşünce de insan. Düşüncenin kağıda geçmiş hâlidir
yazı. İnsanın kağıda geçmiş hâlidir. Bir devleti-medeniyeti-kültürü yok etmenin
kısa-yolu, oranın kütüp-hânelerini yakmaktır. Fakat bunu yapanlar orayı ele
geçirmiş olsa da, insanlığından çıkmış olurlar. Bir kütüp-hâneyi yakmak, yazma
kapasitesine sâhip binlerce insanı da yakmak demektir. Peki yakılması gereken
kitaplar/kütüp-hâneler de var mıdır?. “Fitne adam öldürmekten daha kötü” (Bakara
191) olduğuna göre fitne unsurunu yok etmek bâzen elzem olabilir. İnsanları
fitneye düşüren engeli ortadan kaldırmak gerekir ki bâzen bu, kitap yada
kütüp-hâne yakmak anlamına gelebilir.
Günümüzde de yazılar yazılmaya devam ediyor ve
insanlar düşüncelerini yazıp duruyor. Herkesin farklı bir amacı var. Benim
gibilerin amacı ise bir şeyleri değiştirmek, değişmesine katkıda bulunmak. Değişim
isteyen “huzursuz” kişiler için ve bir şeylerin değişiminin başlangıcı için
yazı iyi bir çıkış noktası. Fakat yazılan onca güzel ve etkili yazılar olmasına
rağmen ve bir şeylerin değişmesi zor olduğundan, çok da bir değişiklik
görülmüyor. Bu durum yazan için yazmayı anlamsızlaştırıyor. Değişimi görememesi
yazarın şevkini kırıyor ve yazmanın bir işe yaramadığını görünce “yazmak ile
yazmamak arasında bir fark yok, o zaman niye yazayım ki” diye düşünmeye
başlıyor. Ben de zaman-zaman şöyle düşünüyorum:
Yazılan onca yazı bir şeyleri değiştiriyor mu ve ne
kadar değiştiriyor?. Yazı yazınca da tağut ve modernizm hâkim, yazmayınca da. O
hâlde yazılar bir şeyi değiştirmiyor mu diye soruyorum kendime. Yalan yok,
karamsarlığa düşüyorum. Hele insanların okumaya düşünmeye zaman ayırmadıkları
ve okumanın ve yazmanın para etmediği günümüz modern zamanlarda. Bir talebin
olmaması, yazarın yazmasın önündeki en büyük engel. Öyle bir duruma geliniyor
ki artık yazarlar, yazılarını birbirlerine yazmaya başlıyormuş gibi. Onca uğraş
ve düşüncenin karşılık bulmaması yazı yazma şevkini kırıyor. Fakat kişi
yazmadığında da huzursuz. Bu nedenle bâzen yazılar yazarın kendi için yazılmış
oluyor. Aslında yazılar ilk başta yazanın kendisi içindir. Yazar, kendine
yazar. “Yazmasaydım ölürdüm” türünden yazılar var. Düşüncenin açığa çıkmak ve
bir yerlere kaydolmak gibi bir potansiyeli ve isteği var. İnsan olmanın ayırıcı
özelliği olan düşünce, sesli yada yazılı olarak ortaya çıkmayı istiyor. Bir
düşüne varsa yazı da olmalıdır o hâlde. Yazmamak için düşünmemek lâzım ki insan
bun yapamaz. Düşünce insanın kaderi olduğu için, yazmak da kaderidir.
Bu yazıyı “bundan sonra yazmasam mı” diye düşünürken
yazmaya başladım. Çünkü yazıların bir değişiklik yapmadığını gözlemliyorum,
hâlbuki yapması lâzım. Fakat bir-anda anladım ki, yazı yazmak, hâlâ bir
direncin olduğunu da göstermek demektir. Birileri yazarak hâlâ bir umut
taşıdığını, hâlâ bir şeyleri değişebileceğini göstergesi. O hâlde yazmak,
şimdilik bir şeyleri değiştirmese de, değiştirme potansiyeli olarak ortada
olmalıdır. Yazmak, teslim olmamanın adı oluyor. Yazı pasif gibi görünen aktif
ve güçlü bir eylem-ameldir ve İslâm’ı Dünyâ’ya hâkim kılan da, bir yazılar
demeti olan Kur’ân’dır. Kur’ân da bir yazıdır yâni. Allah insanla bir iletişim
kuruyor ve sözlü olarak kurulan iletişim yazıya geçiriliyor. Kitap hâline gelen
o yazılar, insanları yıllarca aydınlatıyor ve Dünyâ’yı değiştiriyor. Demek ki
yazı, Dünyâ’yı değiştirebilecek güçtedir. Öyle ki bâzen, kalemler kılıçları
yeniyor. Kalem kılıçtan üstün oluyor. O hâlde yeniden kurulacak hâkimiyet de
yazı-merkezli olan yazılarla başlayacaktır. Bu nedenle kalemler daha sıkı
kavranmalı ve daha iyi yazılar yazılmalıdır. En azından “bir mücâdele ettim, bir
îtirâz seslendirdim, bir isyân yükselttim” diyebilmek için.
Yazılar her zaman iyilik için ve doğruyu anlatmak
için yazılmayabilir. Ortalığı görece daha fazla bulandırma işlevine de sâhip
olabilir. İnsanlık târihinde bu tarz yazılar da milyonlarca sayfa tutarındadır.
O hâlde iyi yazı, iyilik için yazılan yazılardır.
Yazmayı anlamsız görmeme sebep olan bir şey de, yazdığım
yazılar hep eyleme dönük olduğu ve ben de rahatsızlığım (R.A.) nedeni ile ve hareketsel
anlamda, fizîki anlamda eyleme dönük işler yapmaya mecâlim olmadığından, “ben
ne yapıyorum ki başkaları ne yapsın” düşüncesine kapılmış olmamdır. Ben kendim
bir şey yap(a)mıyorum ki başkaları yapsın düşüncesi. Fakat sözün de eylemin
çekirdeği olduğunu düşününce bundan vazgeçtim. Söz olmazsa eylem hiç olmazdı
çünkü.
Hem, yazmayı bırakmak için okumayı da bırakmak
gerekiyor. Aksi-hâlde okuduğunda içinde oluşan vicdânı-merhâmeti-öfkeyi-cihadı
nereye dökeceksin?. Hayâtta bir talep oluşturmak lâzım ve o talebin oluşması
için ilk önce kağıda dökülmesi gerekiyor.
Niye okumayayım ve niye yazmayayım?. Okumanın ve
yazmanın olmadığı bir hayat benim için çok da fazla bir şey ifâde etmiyor ki..
Okuyup-yazmayıp da ne yapacağım?.
Yazmak yaşamanın önündeki bir engel midir yoksa
yazmadan yaşanılmaz mı?. Okuyanlar yazarlar ve yazanlar yaşarlar diyebilir
miyiz?. Bir de okuyup yazmadan duyanlar ve yaşayanlar vardır tabi: “Onlar, sözü işitirler ve en güzeline
uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidâyete erdirdiği kimselerdir ve
onlar, temiz akıl sâhipleridir” (Zümer 18).
“Okumazsam ölürüm”ün bir ileri noktası “yazmazsam
ölürüm” olduğundan, bu ölümü göze alamayarak tekrar yazmaya başlamak okuyanın
ve yazanın kaderidir.
Yazmak bir çeşit isyândır. Îtirâz ve eleştirinin
arkasından gelen ve feryatlarla açığa çıkan bir isyân. Dizinde dermân
olmayanların ellerindeki dermanla yaptıkları bir isyân.
“Elinle-dilinle-kalbinle” diyorlar ya.. işte elinle düzeltmenin adıdır yazmak.
“Madem dizimde derman yok, belimi doğrultamıyorum ve sesime ses katacak kimseyi
bulamıyorum, o hâlde elimdeki dermânı neden keseyim ki” dedim ve vazgeçtim yazmamaktan
ve başladım bu yazıyı yazmaya. “Yürekte derman tükenmeden dizde derman tükenmez”
sözü yetmezse, “yürekte derman tükenmeden elde derman tükenmez” demenin adı. Düşünüyorum
öyleyse varım ama bu vâr oluş tam bir oluş değil. “Yazıyorum öyleyse varım”
diyebilmeliyim ve bunu kemâle erdirebilmek için, “eleştiriyorum, îtirâzım var,
isyân ediyorum, öyleyse varım” diyebilmenin bir ifâdesidir yazmak.
Ben önce kendime yazıyorum. Kendime yazmadığım şeyi
başkasına aktaramam. Mustazaflığımı yeniyorum yazmakla. Kalemle yazmayı
öğretene bir karşılık vermedir yazmak. Yazmayı öğretene yazmakla yapılan bir
şükür, teşekkür. En azından bir harekettir yazmak. Dizinde dermân olmayanların,
elleriyle yaptıkları bir hareket.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder