Klâsik din-anlayışına göre Ramazân ayında yapılması
gerekenler olarak müslümanların bildikleri şeyler genel olarak şunlardır:
Bol-bol namaz kılmak; Terâvih namazı, (terâvihi her-gün başka câmide kılmak?),
gece namazı, kadir gecesinde bol namaz kılmak, cumâ namazlarını kaçırmamak. İnfak;
Fitre, zekat vermek ve Ramazân’da bol-bol vermek. Hâl-tavır; Daha sâkin olmaya
çalışmak, daha az yemek-içmek. Hurâfe; hurâfe merkezleri hâline gelmiş olan
türbeleri ziyâret edip oralarda dilekte bulunmak yâni oralardan medet ummak,
bâzı hocaların din ile alâkası olmayan ve dedikodu sınıfına giren sözde
sohbetlerini tâkip edip dinlemek, -biraz da kara zorla- illâ ki yapmam gerekir
düşüncesiyle Kur’ân’ın arapçasını baştan sona bitirmeye çalışmak (hatim), arapça
okumasını bilmeyenlerin, parmaklarını sayfalar üzerinde gezdirerek yada “her
sayfaya üç kulhü” okuyarak hatim yapmaları. Dâvet; zâten her zaman gördüğü-görüştüğü
kişileri büyük hazırlıklarla yemeğe daha doğrusu ziyâfete çağırmak vs. Normâl
yurdum insanının Ramazân’da yaptıkları genelde bunlardır.
Ramazân; ne, sâdece bol-bol namaz kılınıp kara zorla hatim-mukâbele
okumanın; ne, kırkta birin de kırkta birini zorlanarak vermenin; ne, peşinden
eziyet getiren sadakanın; ne, günlere gider gibi mukâbeleleri tâkip etmenin; ne,
“açlık ayı” olmasına rağmen normâl zamanlara göre aşırı bir şekilde
tatlısı-tuzlusu ayrı-ayrı yemekler hazırlayıp da, zâten bildik-tanıdık ve sürekli
görüşülen kişileri -ki onlar o yemekleri yapıp yemekten mahrum değillerdir-
yemeğe dâvet ederek iftar yapmanın; ne, -bol paralı olanların- Ramazân’ı umrede
geçirmek için turizm şirketlerinin kapısını aşındırmanın; ne, oruçluyum diye
günü uykuyla geçirmenin; ne, ekşimsi bir “oruçlu suratı” takınmanın; ne,
işyerinde ve yalan-yanlış konuşarak 1’e alıp 5’e 10’a satmanın; ne, gözünü ve dilini
sakınmadan sözde oruç tutmanın; ne, elinde telefonla sağa-sola Ramazân
mesajları çekmenin ve sosyâl medyalarda ordan-burdan bulduğu yâni kendisine âit
olmayan sükseli sözleri paylaşmanın; ne de televizyonda açlıktan-susuzluktan
kırılanları seyrederken vicdanları bile sızlamadığı hâlde dilin ucuyla bir “Allah
yardım etsin” demenin ayıdır.
Ramazân kültür ile gelenek-görenekle değil, din ile,
vicdan ve merhâmet ile ilgili olan bir aydır. Bu ayda “oruç tutuyorum” diye
yapılması gerekenin ötelenmesi değil, enerjinin-dirâyetin namaz ve oruçtan
alınarak ve bismillah diyerek gayret etmenin başlayacağı ve Allah’ın izniyle Ramazân’dan
sonra da tüm ömür boyunca benzer şekilde yaşamaya başlanılacak olan bir aydır.
Oruç belki görece dizdeki dermânı azaltsa da, mânevi ve kâlbî dermânı arttıran
bir aydır. Kâlpte dermân tükenmedikçe, dizde dermân tükenmezmiş zîrâ. Kur’ân:
“Ey îman
edenler, sabır ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle
berâberdir” (Bakara 153) diyerek
yapılacak olan işler ve bilincimize yüklenecek ağır söz için bir mânevi güç
toplama ayıdır. Ayrıca âyetin de söylediği gibi Allah ile berâber olunduğu
bilincinin zirve yaptığı yada yapması gereken bir aydır Ramazân.
Ramazân’da Kur’ân tabî ki okunmalı, hattâ orijnâl dilinden
de okunmalı ve onu güzel sesle okuyanlardan dinleyerek bir huzûra da
varılabilmelidir. Bir meâl, yada meâl-tefsir okunması ve bilincin yükselmesi
sağlanmalıdır da. Fakat, Ramazân’da Kur’ân okumaktan başka, zâlimlere meydan
okumak da vardır. Dik ve diri durarak, fizîken olmasa da meta-fizik olarak.
Çünkü hem kendi ülkemizde hem de İslâm coğrafyasında sahurunu kan ile, iftarını
gözyaşı ile yapan kardeşlerimiz var. Bunlara rağmen hiç-bir şey olmamış gibi
sâdece “sayıyı arttırmak” için çalışmalar yapmak ve açlığın ve susuzluğun da
etkisi ve kışkırtmasıyla çarşı-pazarlardan yiyemeyeceği kadar şeyi almakla
geçirilecek bir ay olmamalıdır Ramazân.
Yine bâzılarının yaptığı gibi; “Bayram tâtili 9 gün
olacak mı?”, “tatilde nereye gideceğiz?”, “baklava sipârişi verdiniz mi?”; “bayramlıkları
..dan alcaz” hesabının yapıldığı bir ay da olmamalıdır. O ihtiyaçlar-arzular (ihtiraslar
değil) bir şekilde karşılanır zâten.
Bunlar, klâsik Ramazân söylemleri ve eylemleridir.
Fakat bir de vahiy/sünnet-merkezli bir Ramazân bilinci vardır. Gelenek-görenek
ve hurâfeye göre Ramazân’da ne yapılacağını gördük; peki vahye ve sünnete göre Ramazân’da
ne yapılır-yapılabilir bir de ona bakalım:
Ramazân, namazı-orucu hem zâhiri-şekli olarak
arttırmanın yanında, namazı ve orucu diriltmenin de ayıdır. Odaklanarak ve
sabrederek kılınan namazlar, tutulan oruçlar ve duâ, kişinin Ramazân’ı hakkıyla
geçireceği bir ay olacaktır. Ramazân’da acıtabilecek oranda infâkın-paylaşmanın,
akşama, doğru-dürüst yiyeceği olmayan birini -çok da tanımasa da- iftara
çağırmanın, uykusunun hemen gelivermesine rağmen mücâdele ederek inatla
okumanın-bilgilenmenin-bilinçlenmenin, uykudan ferâgat etmenin,
zamandan-konfordan-rahattan vazgeçmenin, eylemde bulunmanın, birinin bir işini
hâlletmenin, birilerine karşılıklı-karşılıksız borç vermenin, çağımızda
neredeyse unutulmuş olan “birilerine öğüt verme”nin, birilerini teselli
etmenin, dîni anlatmanın, dâvet etmenin, yük olmaktan vazgeçip yük almanın, “gadan
alma”nın, …en nihâyetinde savaşmanın-cihadın da ayıdır Ramazân. Ramazân’da
hareketlenmesi gereken yerler, çarşı-pazarlar değil, kâlp-vicdan-merhâmet
olmalıdır. Diğer taraftan da azim, gayret, fedâkârlık, emr-i bil mâruf ve nehyi
anil münker, kötülükleri eliyle, diliyle, olmadı kâlple düzeltme (buğz) zirve
yapmalıdır. Ramazân’da da olmayacaksa bu ne zaman olacak ki?.
Ramazânda güzel örnekliğimiz Peygamberimiz ne
yapmıştır?. O da namazını-niyazını-duâsını çoğaltmıştır. Kur’ân’a daha fazla
odaklanmıştır. Fakat Ramazân nefsten çekilme ayı olsa da, hayattan çekilme
ayı değildir. Ramazân “hiç-bir şey yapmama ayı” değildir. Yapılması
gerekeni Ramazân’da ve sonrasında en güçlü şekilde yapmak için, “daha ileriye
sıçrayabilmek için bir gerilme ayı”dır. Nefsin etkilerinden kurtularak gerilme
ve mâneviyatın etkisiyle yaydan çıkmış bir ok gibi olma ayıdır. Bu minvâlde,
namaz-niyaz, okuma-yazma, davet-tebliğden başka, bir eleştiri yapma, bir îtirâz
yükseltme, bir isyân etme ayıdır da. Acıtacak oranda mal infâk etme ve
nihâyetinde canı pahasına cihad etme ayıdır. Savaş ve şehâdet ayıdır da.
Nitekim Peygamberimiz’de bunların tüm örneklikleri vardır.
Evet, Ramazan’da savaş da yapılır. Meselâ Bedir Savaşı
hicretin ikinci yılı Ramazân’ın 17’sinde yapılmıştı:
(13 Mart 624 Cuma). Ramazân ayında vukû bulan bir savaştır Bedir. Ramazân, şehit olmanın da
ayıdır bu bağlamda. Öyle ya; Ramazân’da ne de güzel şehit olunur. Daha başka
bir-çok gazve ve seriye vardır Peygamberimizin Ramazân’da tertip ettiği. Nihâyet
Mekke’nin fethi Ramazân’da olmuştu: (20 Ramazân/11
Ocak). Kâbe’nin putlardan temizlenmesi Ramazân ayında yapılmıştı yâni. Bu
bağlamda Ramazân, her-türlü puttan temizlenme ayıdır da. Yâni Ramazân ayı,
Kur’ân’ın dolayısı ile Allah’ın emirlerinin gönderilmeye başlandığı aydır. Bu
ayda bu emirlerin sâdece bâzısı değil, tümü uygulanabilir. Ramazân’da
Kur’ân’dan sâdece belli sûreler okunmaz ki!. Rahmân Sûresi’nin okunması
gerektiği gibi, Enfâl, Tevbe, Âl-i İmran sûreleri de okunmalıdır ki bu sûreler,
çeşitli zorlukların işlendiği ve savaşın emredildiği âyetlerin bulunduğu sûrelerdir.
Ramazân’ın günümüzdeki gibi yaz aylarına ve sıcaklara gelmesi döngüden dolayı normâl
ve doğaldır. Kur’ân açlıktan-susuzluktan kavrulurken de okunur ve de emirleri
yerine getirilir. Dünyâ bir imtihan yurdudur ve imtihan, bulunduğun her yerde
ve durumda olacaktır. Allah; “şimdi Ramazân ayı, fazla kasmayın, oturun
serinliklerde gölgeliklerde, yormayın kendinizi fazla” diye bir şey mi söylüyor
ki?. Hayır, tam-aksine şu âyeti indiriyor:
“Allah’ın
elçisine muhâlif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler
ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: ‘Bu
sıcakta (savaşa) çıkmayın’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha
şiddetlidir’. Bir kavrayıp-anlasalardı” (Tevbe 81).
Yine Ramazân, bir-çok kişinin yapmayı düşünemediği ve
sekülerizmin etkisi nedeniyle fırsat da bulamadığı “itikâf ayı”dır. Özellikle
son 10 günde. Bir “kendine dönme ibâdeti” olan itikâf, Ramazân’da diriltilmeli
ve cemaatle yapılmalıdır.
Evet, Ramazân “dostlar alış-verişte görsün” türünden
geçirilecek bir ay değildir. Ramazân’a ne kadar değer veriyorsanız, Ramazân da
size o kadar değer verecek ve Ramazân’dan sonra bu değer-ölçüsü net olarak
görülecektir.
Ramazân’a zihnen ve kâlben hazırlanamayanlar, orucun
verdiği görece açlık-susuzluk sıkıntısıyla tamamlıyorlar Ramazân’ı ve yapılması
gereken bu şeyler böylelikle yine yapılamıyor. Karârı verip de Allah’a tevekkül
edip ve Bismillah deyip işe başlanamıyor. Daha sabahında ekşimiş olan suratlar,
“akşama da çok var” olduğu gerçeğiyle iyice asılıyor. Öyle bir gard alınıyor
oruca ve öyle bir odaklanılıyor ki iftara, kişi başka bir şeyi ne duyuyor ne de
düşünebiliyor. Tabi böyle olunca da, “yaşadığı gün-ay, an an Ramazân değil, an
an açlık ve susuzluk” oluyor.
Ne tuhaf zamanlardayız.. Oruç tutmayanlar oruç
tutmayanları iftara çağırıyor, birlikte masanın başına geçiyorlar ve
yemeğe başlamak için (iftarı açmak için!) ezanın okunmasını bekliyorlar. Yemeğe
de; ezanla birlikte “hadi Allah kabûl etsin diyerek” başlıyorlar. (Neyy?)..
Sonra gelsin yemeler içmeler, tatlılar tuzlular meşrubatlar. Ardından
geğirmeler ve ...malar. Ramazân’ı ve orucu bile bir tüketim ideolojisi olan
kapitâlizmin nesnesi yapıyorlar. Birileri, Dünyâ’daki açları-susuzları bilmeden,
düşünmeden “Ramazân gelse de etli-sütlü yesek” derdinde. (Açlık-susuzluk çekip
duranların böyle bir beklenti içinde olmaları normâldir tabî ki).
Evet, Ramazân ayının günleri de diğer günler gibi
normâl-doğal günlerdir ve diğer günlerde yapılması gerekenlerin bu ayda da
yapılması gerekir, gerekebilir. Diğer günlerde farz olan her-şey, Ramazân
ayında da farzdır ve hattâ belki daha fazla farzdır. (Farz-ı ayn). Yoksa Ramazân
bir “sinme ayı” değildir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder