“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten
inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme
olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları
uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister”
(Nîsâ 60).
Beşerî sistemde bir kânuna
karşı gelmek, “sâdece o kânuna karşı gelmek” demektir. İlâhî sistemde ise, bir kânuna
karşı gelmek, Allah’a karşı gelmek demektir. Kişi, İlâhî sistemdeki bir kânuna
karşı gelmeyi, Allah’a karşı gelmeyi göze alarak yapmalıdır ki mü’min için bu hiç
kolay bir şey değildir. O hâlde; “beşerî sistemin kânunları mevcut Dünyâ’da da
gördüğümüz gibi, bir kötülüğü önleyemez ve hattâ tam-aksine kötülüğü zamanla
arttırırken, İlâhî sistemdeki kânunlar önleyicidir” hükmüne varabiliriz. Seyyid
Kutup bu bağlamda şunları söyler:
“Yalnızca
İslâm nizâmındadır ki, Allah tek-başına, kullar için kânunlar koyar. Bu kânun
yöneten ve yönetilenler, siyah ve beyaz, uzak ve yakın, fakir ve zengin herkes
için aynıdır. Tümü de o kânun önünde eşittirler. Fakat diğer sistemlere
gelince; orada insanlar kullara kulluk etmektedirler. Çünkü hayatları için
gerekli yasaları kullardan alırlar. Hâlbuki bu, ‘ilah olma’nın başta gelen
özelliğidir. Her kim kendisinde insanlar için kânun koyma yetkisini görürse, ağzıyla
söylese de söylemese de ‘ilahlık iddiası’nda bulunmuş demektir. Her kim de bu
iddiâ sâhibinin bu hakka sâhip olduğunu îtirâf ederse, ağzıyla söylese de
söylemese de ona ulûhiyet (ilahlık) atfetmiş olur. Yeryüzü, Allah’ın şeriatının
dışındaki sistemler ve kânunlarla düzelemez. Çünkü, şeriat ve kânunların uygulanması,
vicdanlara hükmedecek takvâ gibi bir denetim unsurunu gerektirir. Fakat
kâlplerde gizli olanı bilen Allah’tan gelen şeriatın egemen olması durumunda fert,
kânuna karşı gelmenin Allah’ın emrine isyân ve irâdesine karşı gelmek olduğunu
bilir. Çünkü o, Allah’ın, niyetini ve amelinin ne olduğunu bildiğini idrâk
eder. Ayakları dolaşır, vücûdu titrer ve takvâ duygusu vicdânını sarar. Allah,
kullarını en iyi bilendir, onların fıtratından psikolojik ve sinirsel
oluşumlarından en iyi haberdar olan O’dur. Çünkü onları yaratan O’dur. Kâlplerinde
kendi ölçü, etki ve korkusunun yer etmesi için şeriatını, kânununu, nizâmını ve
metodunu kendisi koymuştur. Allah biliyor ki, kâlplerin kendisinden korktuğu
ve umutla bağlandığı bu kaynaktan doğmayan hiç-bir sistem, kâlpleri itaate
zorlayamayacaktır. Zorla, zulümle ve terörle insanları itaate zorlasalar bile,
maddî denetim unsurlarının gevşemesi ânında insanlar kâlplere nüfûz edemeyen bu
haksız sultalara başkaldırmaktan, karşı gelmekten geri durmayacaklardır”.
İlâhî sistemde bilginin
kaynağı Kur’ân, eylemin kaynağı Sünnet’tir. Beşerî sistemde ise bilginin de
eylemin de kaynağı insandır. Dolayısı ile “çıkar ve nefs”tir.
İlâhî sistem şûrâ-merkezli, beşerî
sistem-demokrasi (insan) merkezlidir.
İlâhî sistemde kânunlar
kevnî kânunlarla çelişmez; beşerî sistemde ise kevnî kânunlar hiç umursanmaz ve
Dünyâ zamanla fesada uğrar:
“O, iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti
mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar.
Allah ise, bozgunculuğu sevmez”
(Bakara 205).
İlâhî sistemde insana ve
topluma zararlı olan kânunlar çıkarılamaz; beşerî sistemlerde ise insana ve
topluma yakın-uzak vâdede mutlakâ zarar verecek olan kânunlar-yasalar
çıkarılır. İçki-sigara-zinâ-fâiz-kumar vs.
İlâhî sistem, kânunlarını
bir bilgiye göre yapar; beşerî sistem ise çıkara göre yâni nefse göre yapar. İlâhî
kânunlar birbirleriyle çelişmez; beşerî kânunlar ise bir çelişkiler yumağıdır,
bir soruna sonuna kadar cevap üretemezler. İlâhî kânunlar %100 pratiğe
uygulanabilecek olan kânunlar iken; beşerî kânunlar doğru-düzgün pratiğe
uygulanamaz ve zâten uygulandığında da işin içinden çıkılmaz bir hâl alır. İlâhî
kânunlar bir ayrım gözetmeden tüm insanların adâlet merkezinde çıkarlarını ve
iyiliğini düşünürken; beşerî sistemler (demokrasi-kapitâlizm-liberâlizm)
yalnızca “mutlu azınlığın” çıkarını düşünür ve zâten bu sistemi çıkaranlar da o
mutlu azınlıklardır.
İlâhî sistem, zorluğa
katlanarak insanları özgür kılmak için uğraşırken (“kölelere özgürlük”, “fekkur
akabe”); beşerî sistemler, insanları kuşattıkça kuşatır ve âdetâ nefes alamaz
hâle getirir.
İlâhî
sistemde çıkarılan kânunlar sınırsız kudret ve ilim sâhibi Allah merkezli; beşerî
sistemde çıkarılan kânunlar ise, câhil, zâlim ve icâbında büyük abdestini bile
tutmaktan âciz insan-merkezli olur.
İlâhî
sistemde kulluk Allah’a yapılır; beşerî sistemde ise kula kulluk vardır. İlâhî kânunlar
hiç-bir şeyi göz-ardı etmez ve çözüm odaklıdır. Beşerî sistem ise, “mış” gibi
uygulamalardır ve bu tutumuyla hiç-bir problemi çözemez.
İlâhî
sistemde insanlar tüm kânunlarla ve doğa ile uyumludur. Beşerî sistemde ise bir
düzenden bahsedilemez.
İlâhî
sistemde bir ciddîyet vardır; beşerî sistem ise bir lâkaytlık sistemidir.
İlâhî
sistem hak-hakîkat-adâlet-eşitliğe dayanırken; beşerî sistem hevâ ve hevese
dayanır.
İlâhî
sistemde kânunu Allah koyduğu için tüm insanlara âdil davranılır; beşerî sistemde
ise kânunu koyanlar bir grup insanlar oldukları için, kânun yapıcılar mutlakâ
ayrıcalıklıdır.
İlâhî
sistemde suçun cezâsı hem bu Dünyâ’da hem de âhirette verildiğinden dolayı bir
caydırıcılığı vardır; beşerî sistemde ise cezâ sâdece bu Dünyâ’da yarım-yamalak
verilir, o da yakalanırsa ve kişi fakirse. İlâhî sistemdeki bu iki yönlü cezâlandırma
sistemi, önleyici ve vazgeçiricidir, caydırıcıdır. İlâhî kânun mutlaktır; beşerî
kânunlar ise geçicidir.
İlâhî
sistem üretim odaklıdır, beşerî sistem tüketim (yok etme) odaklıdır.
İlâhî sistem çözüm-merkezli
düşünür ve çalışır; beşerî sistem ise yorum-merkezli.
İlâhî sistem îmâra yönelik;
beşeri sistem ise imhâya yöneliktir.
İlâhî sistem sınır koyar; beşerî
sistem ise sınırsızlığı savunur.
İlâhî sistem “kendini tut”
derken; beşerî sistem “kendini tutma, ne istersen yapabilirsin” der.
İlâhî sistem akıllıdır; beşerî
sistem akılcıdır.
İlâhî
sistem, tâbilerinden, hayâtı İlâhî-merkezde düşünüp idrâk etmelerini öğütler. O
hâlde mü’minlerin eşyâya zulmederek bir hakîkat arama durumu yoktur. Beşerî sistem
ise sürekli bir “doğru” arama peşine düştü ama bir türlü kesin doğruyu bulamadı
ve artık bundan vazgeçti. Ama daha kötü bir yere geldi ve dedi ki: “Kesin doğru
yoktur”. Beşerlikten kurtulamadığı için böyle bir noktaya geldi. İlâhî sistemde
ise Allah’ın gönderdiği-söylediği vahiy zâten “kesin doğru” olandır, hakîkattir.
Mü’min bu hakîkate göre anlamlandırma, idrâk-gözlem-eylem yapar. Abdurrahman Arslan
bu konuda şunları söyler:
“Modernliğin temel sorunu hakîkat meselesi. Hakîkatin kaynağı meselesi.
Bizde hakîkat ‘verili’dir. Allah bize lütfetmiş göndermiş. Biz hakîkati aramayız.
Varlık evrenini o hakîkate göre anlamlandırırız. Yâni felsefe yaparız, tırnak
içinde. Oysa modernlikte hakîkat yoktur. Aslında post-modernizme kadar hakîkatin
arandığı bir süreçtir modernite. Nasıl bulunacaktır?. Yasa olarak bulunacaktır.
Nereden bulunacaktır?. Tabiattan bulunacaktır. Post-modernliğe kadar modernlik
hakîkatin kaynağının tabiat olduğunu söylüyordu. Post-modernlik ise ‘hakîkat
yoktur’ diyor. Yâni hakîkatin kaynağı tabiattır veyâ değildir, o tartışmaya
girmiyor. Çünkü insanın kapasitesinin buna yeterli olmadığını düşünüyor. İnsan Dünyâ’ya
nesnel bakamaz diyor. Böyle olunca benim kanaatime göre bizim modernlikle esas
problemimiz burada başlıyor. Bu derinliğe inemedik ne yazık ki. Hakîkat,
hakîkatin kaynağı, hakîkat meselesi. Çünkü hakîkat hayâta, ilişkilere, Dünyâ’ya,
anlamlandırma biçiminde tezâhür ettiğinde başka bir şey çıkıyor ortaya. Ve bu
sürekli olarak sizi modernlikle tartışan zihnin, bedenin sâhibi yapıyor. Sürekli
olarak müslüman bu gerilimi yaşıyor”.
İlâhî
sistem bilgili, bilinçli, amelî olan, akleden, mallarıyla-canlarıyla cihad eden
bir insan isterken; beşerî sistem, bilgisiz, şuursuz, tembel, akılsız ve
etliye-sütlüye karışmayan bir insan modeli ister.
İlâhî
sistemde insan, sâdece Allah’tan korkarak sonsuz bir güvenliğe girerken; beşerî
sistemde modern insanın, sürekli bir güvenlik problemi vardır. Beşerî sisteme
göre yaşayan insanlar, gölgeleri de dâhil her şeyden korkarlar.
İlâhî
sistem vahiy ile gündemini belirlerken; beşerî sistem reel-politiğe göre gündemini
belirler ve ona göre davranır. Beşerî sistemin insanı hobi ve fobi içinde tereddütle
yaşarken; İlâhî sistemin mü’mini, kaygı ve umut arasında yaşar (havf ve recâ).
Beşerî sistem ve ona tâbi olanlar;
“Keşke Kârun’a verilenin benzeri bizim
de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!” (Kasas 79) derken; İlâhî sistem ve ona
tâbi olanlar ise; “Yazıklar olsun size!,
Îman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da
ancak sabredenler kavuşabilir” (Kasas 80) der.
İlâhî sistem, dînin
özgürleştirici, devrimci ve eleştirel yanını ele alırken; beşerî sistem ise,
dînin kaderci, yorumcu, statükocu ve ayrımcılıkları meşrûlaştırıcı, imtiyazları
güçlendirici yanını savunur.
Beşerî sistem, insanları
aydınlıktan karanlıklara taşırken; İlâhî sistem, insanları karanlıklardan
aydınlığa, nûra taşır.
Beşerî sistem sâdece “suç”
ile mücâdele ederken; İlâhî sistem tüm suç ve ayıpların kaynaklandığı “günah”la
mücâdele eder.
Beşerî sistem şirk temelli; İlâhî
sistem ise Tevhid temellidir.
“Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler için
öngördüğümüz sistem (sünnet) budur. Sistemimizde herhangi bir değişiklik
göremezsin” (İsrâ 77).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder