23 Haziran 2016 Perşembe

İlâhî Sistem-Beşerî Sistem


“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

 

Beşerî sistemde bir kânuna karşı gelmek, “sâdece o kânuna karşı gelmek” demektir. İlâhî sistemde ise, bir kânuna karşı gelmek, Allah’a karşı gelmek demektir. Kişi, İlâhî sistemdeki bir kânuna karşı gelmeyi, Allah’a karşı gelmeyi göze alarak yapmalıdır ki mü’min için bu hiç kolay bir şey değildir. O hâlde; “beşerî sistemin kânunları mevcut Dünyâ’da da gördüğümüz gibi, bir kötülüğü önleyemez ve hattâ tam-aksine kötülüğü zamanla arttırırken, İlâhî sistemdeki kânunlar önleyicidir” hükmüne varabiliriz. Seyyid Kutup bu bağlamda şunları söyler:

 

Yalnızca İslâm nizâmındadır ki, Allah tek-başına, kullar için kânunlar koyar. Bu kânun yöneten ve yönetilenler, siyah ve beyaz, uzak ve yakın, fakir ve zengin herkes için aynıdır. Tümü de o kânun önünde eşittirler. Fakat diğer sistemlere gelince; orada insanlar kullara kulluk etmektedirler. Çünkü hayatları için gerekli yasaları kullardan alırlar. Hâlbuki bu, ‘ilah olma’nın başta gelen özelliğidir. Her kim kendisinde insanlar için kânun koyma yetkisini görürse, ağzıyla söylese de söylemese de ‘ilahlık iddiası’nda bulunmuş demektir. Her kim de bu iddiâ sâhibinin bu hakka sâhip olduğunu îtirâf ederse, ağzıyla söylese de söylemese de ona ulûhiyet (ilahlık) atfetmiş olur. Yeryüzü, Allah’ın şeriatının dışındaki sistemler ve kânunlarla düzelemez. Çünkü, şeriat ve kânunların uygulanması, vicdanlara hükmedecek takvâ gibi bir denetim unsurunu gerektirir. Fakat kâlplerde gizli olanı bilen Allah’tan gelen şeriatın egemen olması durumunda fert, kânuna karşı gelmenin Allah’ın emrine isyân ve irâdesine karşı gelmek olduğunu bilir. Çünkü o, Allah’ın, niyetini ve amelinin ne olduğunu bildiğini idrâk eder. Ayakları dolaşır, vücûdu titrer ve takvâ duygusu vicdânını sarar. Allah, kullarını en iyi bilendir, onların fıtratından psikolojik ve sinirsel oluşumlarından en iyi haberdar olan O’dur. Çünkü onları yaratan O’dur. Kâlplerinde kendi ölçü, etki ve korkusunun yer etmesi için şeriatını, kânununu, nizâmını ve metodunu kendisi koymuştur. Allah biliyor ki, kâlplerin kendisinden korktuğu ve umutla bağlandığı bu kaynaktan doğmayan hiç-bir sistem, kâlpleri itaate zorlayamayacaktır. Zorla, zulümle ve terörle insanları itaate zorlasalar bile, maddî denetim unsurlarının gevşemesi ânında insanlar kâlplere nüfûz edemeyen bu haksız sultalara başkaldırmaktan, karşı gelmekten geri durmayacaklardır”.

 

İlâhî sistemde bilginin kaynağı Kur’ân, eylemin kaynağı Sünnet’tir. Beşerî sistemde ise bilginin de eylemin de kaynağı insandır. Dolayısı ile “çıkar ve nefs”tir.

 

İlâhî sistem şûrâ-merkezli, beşerî sistem-demokrasi (insan) merkezlidir.

 

İlâhî sistemde kânunlar kevnî kânunlarla çelişmez; beşerî sistemde ise kevnî kânunlar hiç umursanmaz ve Dünyâ zamanla fesada uğrar:

 

“O, iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

 

İlâhî sistemde insana ve topluma zararlı olan kânunlar çıkarılamaz; beşerî sistemlerde ise insana ve topluma yakın-uzak vâdede mutlakâ zarar verecek olan kânunlar-yasalar çıkarılır. İçki-sigara-zinâ-fâiz-kumar vs.

 

İlâhî sistem, kânunlarını bir bilgiye göre yapar; beşerî sistem ise çıkara göre yâni nefse göre yapar. İlâhî kânunlar birbirleriyle çelişmez; beşerî kânunlar ise bir çelişkiler yumağıdır, bir soruna sonuna kadar cevap üretemezler. İlâhî kânunlar %100 pratiğe uygulanabilecek olan kânunlar iken; beşerî kânunlar doğru-düzgün pratiğe uygulanamaz ve zâten uygulandığında da işin içinden çıkılmaz bir hâl alır. İlâhî kânunlar bir ayrım gözetmeden tüm insanların adâlet merkezinde çıkarlarını ve iyiliğini düşünürken; beşerî sistemler (demokrasi-kapitâlizm-liberâlizm) yalnızca “mutlu azınlığın” çıkarını düşünür ve zâten bu sistemi çıkaranlar da o mutlu azınlıklardır.

 

İlâhî sistem, zorluğa katlanarak insanları özgür kılmak için uğraşırken (“kölelere özgürlük”, “fekkur akabe”); beşerî sistemler, insanları kuşattıkça kuşatır ve âdetâ nefes alamaz hâle getirir.

 

İlâhî sistemde çıkarılan kânunlar sınırsız kudret ve ilim sâhibi Allah merkezli; beşerî sistemde çıkarılan kânunlar ise, câhil, zâlim ve icâbında büyük abdestini bile tutmaktan âciz insan-merkezli olur.

 

İlâhî sistemde kulluk Allah’a yapılır; beşerî sistemde ise kula kulluk vardır. İlâhî kânunlar hiç-bir şeyi göz-ardı etmez ve çözüm odaklıdır. Beşerî sistem ise, “mış” gibi uygulamalardır ve bu tutumuyla hiç-bir problemi çözemez.

 

İlâhî sistemde insanlar tüm kânunlarla ve doğa ile uyumludur. Beşerî sistemde ise bir düzenden bahsedilemez.

 

İlâhî sistemde bir ciddîyet vardır; beşerî sistem ise bir lâkaytlık sistemidir.

 

İlâhî sistem hak-hakîkat-adâlet-eşitliğe dayanırken; beşerî sistem hevâ ve hevese dayanır.

 

İlâhî sistemde kânunu Allah koyduğu için tüm insanlara âdil davranılır; beşerî sistemde ise kânunu koyanlar bir grup insanlar oldukları için, kânun yapıcılar mutlakâ ayrıcalıklıdır.

 

İlâhî sistemde suçun cezâsı hem bu Dünyâ’da hem de âhirette verildiğinden dolayı bir caydırıcılığı vardır; beşerî sistemde ise cezâ sâdece bu Dünyâ’da yarım-yamalak verilir, o da yakalanırsa ve kişi fakirse. İlâhî sistemdeki bu iki yönlü cezâlandırma sistemi, önleyici ve vazgeçiricidir, caydırıcıdır. İlâhî kânun mutlaktır; beşerî kânunlar ise geçicidir.

 

İlâhî sistem üretim odaklıdır, beşerî sistem tüketim (yok etme) odaklıdır.

 

İlâhî sistem çözüm-merkezli düşünür ve çalışır; beşerî sistem ise yorum-merkezli.

 

İlâhî sistem îmâra yönelik; beşeri sistem ise imhâya yöneliktir.

 

İlâhî sistem sınır koyar; beşerî sistem ise sınırsızlığı savunur.

 

İlâhî sistem “kendini tut” derken; beşerî sistem “kendini tutma, ne istersen yapabilirsin” der.

 

İlâhî sistem akıllıdır; beşerî sistem akılcıdır.

 

İlâhî sistem, tâbilerinden, hayâtı İlâhî-merkezde düşünüp idrâk etmelerini öğütler. O hâlde mü’minlerin eşyâya zulmederek bir hakîkat arama durumu yoktur. Beşerî sistem ise sürekli bir “doğru” arama peşine düştü ama bir türlü kesin doğruyu bulamadı ve artık bundan vazgeçti. Ama daha kötü bir yere geldi ve dedi ki: “Kesin doğru yoktur”. Beşerlikten kurtulamadığı için böyle bir noktaya geldi. İlâhî sistemde ise Allah’ın gönderdiği-söylediği vahiy zâten “kesin doğru” olandır, hakîkattir. Mü’min bu hakîkate göre anlamlandırma, idrâk-gözlem-eylem yapar. Abdurrahman Arslan bu konuda şunları söyler:

 

Modernliğin temel sorunu hakîkat meselesi. Hakîkatin kaynağı meselesi. Bizde hakîkat ‘verili’dir. Allah bize lütfetmiş göndermiş. Biz hakîkati aramayız. Varlık evrenini o hakîkate göre anlamlandırırız. Yâni felsefe yaparız, tırnak içinde. Oysa modernlikte hakîkat yoktur. Aslında post-modernizme kadar hakîkatin arandığı bir süreçtir modernite. Nasıl bulunacaktır?. Yasa olarak bulunacaktır. Nereden bulunacaktır?. Tabiattan bulunacaktır. Post-modernliğe kadar modernlik hakîkatin kaynağının tabiat olduğunu söylüyordu. Post-modernlik ise ‘hakîkat yoktur’ diyor. Yâni hakîkatin kaynağı tabiattır veyâ değildir, o tartışmaya girmiyor. Çünkü insanın kapasitesinin buna yeterli olmadığını düşünüyor. İnsan Dünyâ’ya nesnel bakamaz diyor. Böyle olunca benim kanaatime göre bizim modernlikle esas problemimiz burada başlıyor. Bu derinliğe inemedik ne yazık ki. Hakîkat, hakîkatin kaynağı, hakîkat meselesi. Çünkü hakîkat hayâta, ilişkilere, Dünyâ’ya, anlamlandırma biçiminde tezâhür ettiğinde başka bir şey çıkıyor ortaya. Ve bu sürekli olarak sizi modernlikle tartışan zihnin, bedenin sâhibi yapıyor. Sürekli olarak müslüman bu gerilimi yaşıyor”.

 

İlâhî sistem bilgili, bilinçli, amelî olan, akleden, mallarıyla-canlarıyla cihad eden bir insan isterken; beşerî sistem, bilgisiz, şuursuz, tembel, akılsız ve etliye-sütlüye karışmayan bir insan modeli ister.

 

İlâhî sistemde insan, sâdece Allah’tan korkarak sonsuz bir güvenliğe girerken; beşerî sistemde modern insanın, sürekli bir güvenlik problemi vardır. Beşerî sisteme göre yaşayan insanlar, gölgeleri de dâhil her şeyden korkarlar.

 

İlâhî sistem vahiy ile gündemini belirlerken; beşerî sistem reel-politiğe göre gündemini belirler ve ona göre davranır. Beşerî sistemin insanı hobi ve fobi içinde tereddütle yaşarken; İlâhî sistemin mü’mini, kaygı ve umut arasında yaşar (havf ve recâ).

 

Beşerî sistem ve ona tâbi olanlar; “Keşke Kârun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!” (Kasas 79) derken; İlâhî sistem ve ona tâbi olanlar ise; “Yazıklar olsun size!, Îman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” (Kasas 80) der.

 

İlâhî sistem, dînin özgürleştirici, devrimci ve eleştirel yanını ele alırken; beşerî sistem ise, dînin kaderci, yorumcu, statükocu ve ayrımcılıkları meşrûlaştırıcı, imtiyazları güçlendirici yanını savunur.

 

Beşerî sistem, insanları aydınlıktan karanlıklara taşırken; İlâhî sistem, insanları karanlıklardan aydınlığa, nûra taşır.

 

Beşerî sistem sâdece “suç” ile mücâdele ederken; İlâhî sistem tüm suç ve ayıpların kaynaklandığı “günah”la mücâdele eder.

 

Beşerî sistem şirk temelli; İlâhî sistem ise Tevhid temellidir.

 

“Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler için öngördüğümüz sistem (sünnet) budur. Sistemimizde herhangi bir değişiklik göremezsin” (İsrâ 77).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2016

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder