“Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten
nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir” (Beled 13).
Âyetin söylediği gibi,
kölelere özgürlük vermek “zor olan”dır ve İslâm’i anlamda ne kadar çok zorluğa
katlanılıyorsa kişinin ecri o oranda artar. Zor olan şey aynı-zamanda çok
değerli olan şeydir. Zîrâ zor elde edilmiştir. Elde edilmesi için çok emek ve gayret
sarf-edilmiştir. Onu değerli yapan şey, onun için sarf-edilen emek ve
gayrettir. O hâlde “köleleri özgürlüğe kavuşturmak” değerlerin en üstün
olanlarındandır. Mü’minin değeri de bu şekilde çıkar ortaya. Çünkü kölelik ve
tutsaklık zulümdür ve mü’min kişi buna râzı olamaz. Bu nedenle zulmün
göstergesi olan Allah ile “köle” arasındaki tutsaklığı kaldırmayı boynunun
borcu bilir. Köleleri özgürlükten kurtarmak, gerçekten özgür yapar mü’mini.
Zîrâ “ispatlanmış îman ve özgürlük”tür bu. Kişi, Allah’ın kendisine vermiş
olduğu özgürlüğü, özgürlüğü ellerinden alınmışların yolunda kullanarak,
Allah’ın kendisine verdiği nitelikleri gereği gibi kullandığını ispatlamış
olur.
Mü’min, “şeytandan ve
tağuttan özgür” olandır. Onlara kölelik alanı bırakmaz çünkü. Şeytan bu
kişilerden neredeyse umudunu kesmiştir. Mü’min bu duruma şeytanın verdiği sahte
özgürlükten vazgeçip, gerçek özgürlüğe kavuştuğu için nâil olmuştur. Zîrâ sâdece
Allah’a bağlanmıştır ve sâdece O’ndan korkmaktadır (haşyet). En garantili
özgürlük, Allah’a bağlanmakla ve ondan korkmakla (takvâ) olur. Zâten kendisine
bağlananları ve kendisinden korkulmasını istismar etmeyecek olan da sâdece Allah’tır.
Allah nazarından en çok özgür olan kişi, en çok takvâlı olandır. Şirkten en çok
uzak olup, tevhide en çok bağlanmış olan. Bu kişiler maddî yönleri îtibâriyle
dünyâlık işler yapsalar da Dünyâ’ya bağlılıkları geçicidir ve Allah’a
bağlılıkları ise kopmaz bir bağlılıktır:
“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp
ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar
idiniz. O, kâlplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nîmetiyle
kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan
sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle
açıklar” (Âl-i İmran 103).
Mü’minler Dünyâ yâni madde
tarafından tutsak edilmediklerinden, -körü-körüne ölüme atlamamakla berâber- ölümden
korkmazlar. Ölümü bir “son” olarak görmezler zîrâ. Bilirler ki gerçek özgürlüğe
kavuşmaktır. Ölüm korkusu kişiyi tutsak eder ve belki de insanın en büyük
tutsaklığı ölüme karşı olan tutsaklığıdır ve bu nedenle 1.000 yıl bile yaşamak
isteyebilir. Bâzen ölümden bahsedilmesi bile ölüm korkusu tarafından tutsak edilmiş
olanları sarsıntıya uğratabilir. Oysa ölüm tutsaklığından kurtulmanın çâresi,
âhirete-gayba olan îmanla ilgilidir ve ölüm korkusu ancak bu sâyede bertarâf
edilebilir.
Aslında insan mutlak anlamda
tutsak da edilemez. Zîrâ insan tek-boyutlu bir varlık değildir. Onu sâdece
bedenen tutsak edebilirsiniz. Rûhuna ise hiç-bir zaman dokunamazsınız. Çünkü
ona Allah tarafından verilmiş bir özgürlük vardır ve o özgürlüğe dokunulamaz.
Kişinin rûhunu-bilincini-haysiyetini-şerefini satarak bundan vazgeçmesi istisnâ.
Zâten şeytan bunu için uğraşır. Onun en büyük dostları, ruhlarını şeytana
satmış” olanlardır. Artık bu kişiler şeytanın ve şeytanın Dünyâ’daki taşeronlarının
emrinde hazır askerlerdir. Allah Kur’ân’da bizi bu duruma düşmememiz için
uyarır:
“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara
Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz
şeytanın fırkası, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Mücâdile 19).
“Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar
edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa
kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir” (Yâsin 74-75).
Allah insanlara sağlam bir
özgürlük-hürriyet bahşetmiştir fakat insanların bir kısmı şeytanın ayartmasına
kapılarak bu özgülükten vazgeçmiştir. Hz. Âdem ile Havvâ bile, özgürlüğü dibine
kadar yaşadıkları cennette, şeytanın bir ayartmasına (iğvâ) kapılarak bu
özgürlüğü sekteye uğratmış ve sonuçta da kötü ve kısmen bağımlı bir ortama
düşmüşlerdir.
İnsana serbestliği Allah verir.
Hiç kimse kimseye serbestlik ve özgürlük vermez. Allah’ın verdiği özgürlüğün
üstüne özgürlük olmaz. Bu nedenle tağutların vermiş olduğu sözde özgürlükler
gerçek anlamda özgürlükler değildir. Tağutlar bâzen verdikleri özgürlüğü! silah
zoruyla dayatırlar. Günümzde libarâl-demokratik sözde özgürlüker böyledir. Bu
sözde özgürlükleri ülkelerde yerleştirmek için, oralara büyük çapta yıkımlar
yapan saldırılarda bile bulanabilirler. Bu da gerçek bir özgürlük değil,
tersinden bir tutsaklık olur.
Özgürlük ile serbestlik
farklı şeylerdir. Dediğimiz gibi özgürlüğü-hürriyeti Allah verir ve zâten
vermiştir de. Tağutların verdiği ve adına özgürlük dedikleri ise
“serbestlik”tir. Fakat bu serbestlik de, onların kontrôlünde olan yâni onların
istedikleri gibi bir serbestliktir ki buna serbestlik de denemez. Güdümlü
serbestlikler, güdümlü (güdülebilen) tutsaklıklardır. Teoman Duralı:
“Silah zoruyla üstüme baskı kurabilirsiniz.
Serbestliğim gasp edilebilir; ama o vakit bile hürüm. Hürlük meta-fizik, oysa
serbestlik siyâsi veya hukûki bir terim. İnsan fıtratça hürdür” der.
Tağutlar, demokrasi
ideolojisi ile bu şekilde bir serbestlik verirler insanlara. Fakat serbestlik,
kişiyi bir şeye yada birilerine tutsak eden şeydir. Onların serbest
bıraktıkları şeyler, ürettikleri ve tüketilmesini istedikleri şeylerdir. Bu
üretimlere müptelâ olanlar, serbestliklerini kazansalar da,
özgürlüklerini-hürriyetlerini kaybederler. Zâten Allah, peygamberleri, bu tutsaklıktan
kurtarıp, gerçek özgürlüğü öğretmeleri ve yerleştirmeleri için göndermiştir. Bu
yoldaki en önemli öğreti, “hürriyetin Allah tarafından verilen” olduğunu
öğretilmesidir. Allah’ın verdiği hürriyet, şeytanın serbestliğini yok eder.
Modernizmin bahsettiği
özgürlük, “dîne karşı özgürlük”tür. Dünyâ’da hak din iktidardayken, şeytana ve
tağutlara ekmek çıkmaz. Bu nedenle tağutlar bilirler ki; iktidâra gelmek için,
dine karşı bir özgürlük tanımı ve ideolojisi çıkarmalıdırlar, aynen şimdi
olduğu gibi. Yoksa Allah’ın verdiği özgürlüğü kabûl etmiş ve o özgürlük yolunda
gidenler üzerinde bir iktidar kurmaları söz-konusu değildir. Bu nedenle şeytan,
Hz. Âdem ve Havvâ’yı kandırdığı gibi yeni vesveseler gönderir durur. Allah bizi
bu vesveselere karşı uyarır:
“Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin
yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten
çıkardığı gibi sakın sizi de bir
belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz
yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların
dostları kıldık” (A’raf 27).
Şeytan en çok; “Allah’ın
verdiği hürriyetin ve üstünlüğün gerçek üstünlük ve özgürlük olmadığını
söyleyerek” kandırır insanları ve başka üstünlük ve özgürlük düşüncelerinden bahseder:
“Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin
yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin
size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi
yaşayanlardan kılınmamanız içindir’
(A’raf 20).
Şeytan ve dolayısı ile onu
uşakları olan tağutlar, sahte özgürlüğü, ilk önce çıplaklık ile başlatırlar. Çıplaklık
bir özgürlük değil, tam tersine bir tutsaklıktır. Çünkü insan, kendisini
çeşitli şekilde koruyan elbisesini çıkardığında, artık diğer örtülerinden ve
gerçek özgürlüğünden de soyunur ve şeytanın-tağutların bahsettiği sahte
özgürlüklere yelken açar.
Ramazan Yazçiçek:
“Özgürleştirici modernlik sanısı,
dünyevileşme hâli, berâberinde kendiyle, çevresiyle hiç de barışık olmayan
bencil, hırçın tipler ortaya çıkarmaktadır” der.
Kur’ân sürekli olarak, köleleri
özgürlüğe kavuşturmaktan bahseder. Nîsâ 92, Mâide 89, Mücâdile 3. Kefâretlerin
cezâsı olarak, kölelerin özgürlüğe kavuşturulmasını emreder. Hür olmayan
kişiler, Allah’ın istediği gibi hareket edemezler çünkü. Hattâ hür olmayanlara
uygulanan fıkıh bile farklıdır.
Mü’min “mutlak özgür”
olamaz. Zîrâ dîne-vahye-Peygambere-Allah’a sımsıkı bağlıdır. Allah’tan koparak
özgür olunmaz ki. Mümkün değildir bu. Aslında insanlar mutlak anlamda özgür
olamazlar. Her-şeye her yerlerinden bağlıdırlar çünkü. O hâlde mutlak bir
özgürlükten bahsedilemez ve mutlak özgür olan sâdece âlemlerin rabbi olan
Allah’tır.
Özgürlük Emansipasyon demek de
değildir İslâm’da. Mutlak bir özgürlük yoktur ve olmaz/olmamalı dedik. Yoksa
zulm olur. Meselâ kadın ve erkeği eşit özgürlüklere sâhip olması, sorunu da beraberinde
getirir. Erkeğin rôlünü çaldığı gibi kadına da taşıyamayacağı yükler yükleyerek
iki tarafa için de zulm olur.
İslâm’da özgürlükler Allah’tan
-hâşâ- zorla alınmaz, Allah tarafından belirlenir ve verilir. Özgürlük verili
olandır yâni.
Müslüman, özgürlük-özgürlük
diye tutturmaz ille de. Kulluk ona yeter de artar. Allah’a karşı olan kulluk,
her türlü teslimiyeti bitirdiğinden, zâten beşerî özgürlükten kat be kat daha
fazla özgür hisseder kendini. Batı, insanı özgürlük-özgürlük diye-diye tutsak
eder ve tutsaklığı sürekli arttırır. Çünkü hayâtiyetini bu tutuklamalardan
alır. Atasoy Müftüoğlu:
“Batı uygarlığı, halklar ve ırklar arasında bir
hiyerarşi olduğuna inandığı için, özellikle kolonyâlist vesâyeti aşmak isteyen
batı-dışı toplumlar için, her şartta kontrôl edilebilir, gerektiğinde müdâhale
edilebilir, yönlendirilebilir, kısıtlanabilir ‘özgürlükler’ istiyor” der.
Maaşlı çalışma şekli bile
bir çeşit tutsaklıktır. Zâten bu tarz çalışan kişiler, çalıştıkları yeri bir
hapis-hâne gibi görüp mesâi saatinin bitimini iple çekerler. Bir-an önce o
“modern hapis-hâne”den çıkıp kurtulmak için.
Bâzıları ise özgür
olmaktan korkarlar. Zîrâ özgürlük sorumluluk getirir, sorumluluk almak
istemeyen insanların özgürlükten korkması bundandır. İlle de birilerine bağlı
kalacaklar ki sorumluluktan kurtulsunlar. Şirk, Allah’tan başkalarına bağlanmaktır.
Kişi, kendisine kime bağlanıp onu kendine vekil ediyorsa yâni kimin için
özgürlüğünden vazgeçiyorsa, o kişinin rabbi de o olur. O kişi artık gerçek
anlamda hür olamaz. Çünkü Allah’tan başka sözde ilahlar, kendisine bağlananlara
rahat-huzur vermezler.
Rollo May:
“İnsan her-gün kalktığında özgürlüğü
için yeniden mücâdele etmelidir” der.
Özgürlük, “herkes için olan özgürlük”tür. Sâdece birilerinin hakkı
değildir hür olmak. Allah, tüm kullarını özgür-hür olarak görmek ister. Denis
Diderot: “Her ayrıcalık, özgürlüğe bir saldırıdır” der.
Modern zamanlarda çok farklı
tutsaklık durumları vardır. Tüm “kötü alışkanlıklar”
(içki-sigara-kumar-zinâ-hırsızlık vs.) bir çeşit tutsaklık durumudur ki kaynağı
şeytan ve tağuttur. Kötü alışkanlıklar tarafından tutsak edilmiş kişiler, bu
tutsaklıklardan kurtulmak için çeşitli yollar denerler fakat bu yollar da yine
bu alışkanlık ürünlerini üretenlerin ortaya koyduğu yararsız “tutsaklıktan
kurtulma şekilleri”dir. Bunlara gerçek anlamda tutsak olmuş kişiler, bu
tutsaklıktan ve kölelikten, kendilerinin samîmi bir şekilde verecekleri
karardan sonra, Allah’ın yardımıyla kurtulabilirler ancak. Çünkü insanları
ancak Allah hür kılabilir.
Özgürlük Fransız İhtilâli’nin
bir söylemidir ki bu özgürlük, “kiliseye karşı olan bir özgürlük”tür. Yâni dîne
karşı olan bir özgürlük. Bu, “dinden özgür olmak” demektir ki aslında bu, “dinden
özgür olup şeytana köle-tutsak olmak” demektir.
Kölelikten kurtulup
özgürlüğe kavuşmak için bâzen mallarla ve canlarla cihad etmek gerekir.
Ölmedikçe özgürlüğe kavuşulamayacak durumlar vardır. Fetih, Allah ile insan
arasındaki engelleri-köleliği kaldıran ve insanları özgür bırakan bir
amel-eylemdir. Malcom X:
“Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz
özgürlük kelimesini lûgatınızdan çıkarın” der.
İnsan mutlak anlamda özgür
olamaz. Allah da zâten “yarattığı” insanı bu anlamda özgür bırakmaz:
“İnsan, ‘kendi
başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmet 36).
Liberâlizm özgürlükten
bahsederken, İslâm ise hürriyetten bahseder. İkisi aynı şey değildir. Özgürlük;
“kendini tutma!” derken, hürriyet, “kendini tut” der. Ramazan Yazçiçek:
“Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü’nde ‘özgür’
kelimesinin Fransızcadan Osmanlıca karşılıklarını verirken; lâkayd, inansız,
imânsız, dinsiz, mülhid, sorumsuz, gayri mes’ûl gibi oldukça dikkat çeken
deyimlerle anlamdaş olarak da kullanıldığını belirtir.
Kişi hürleştirilmez köleleştirilir; köleleştirilmiş
insan tekrar aslî hâline dönüş için hürriyetine kavuşturulur. Çünkü hürlük asıl
iken kölelik ârızîdir. Farklı bir îzahla kölelik, fıtrata muhâlif iken;
hürriyete kavuşturma, fıtrî/aslî olana geri getirmektir. Bu yaklaşım bize
modern bir kelime olan özgürlüğün İslâm’daki hürriyet kavramının ne denli
uzağında kalan kusurlu bir ifâde olduğunu göstermektedir. Daha mânidar olanı;
hürriyetin mânâ-dünyâsında kölelik, esâret olarak kabûl edilen şehvetlerin, isteklerin
arzusuna râm olmadır. Özgürlük kavramında ise hedef, kendisine teslim olunan;
nefsî istek ve arzuların yöneliminde karar kılmadır. Bu, şu demektir:
Özgürlüğün kendisi için amaç olarak gördüğünü, hürriyet köleleşme olarak târif
etmektedir. Biri nefse râm olmayı özgürlük olarak görürken, diğeri asıl
köleliği nefsin arzularına râm olma diye tanımlamaktadır” der.
Özgürlük, insanların meşrû sınırlar içerisinde, yâni
“başkasının özgürlük alanına dokunmadan her istediğini yapabilme hakkı”
değildir sâdece. Aynı-zamanda, “istemediği hiç-bir şeyi yapmama hakkı” da
özgürlüğün tanımı içerisindedir.
“Hiç-bir şeye tapmam,
özgürlük, özgürlük, özgürlük!” diyen kişi, bu sefer de özgürlüğe tapmaya
başlamıştır. Vâr olan şey özgür olamaz. Özgürlüğe tapmaktan vazgeçip de hakîki
özgürlüğü aramak bile bir kayıttır ve bu sefer de “özgürlük arayışı”na tapmaya
başlarsınız. İnsanın fıtraten bir şeye tapmak ihtiyacı ve isteği vardır. İllâ
ki bir şeye tapması gerekir. Hiç-bir şeye tapmasa bile nefsine tapar. Çünkü
insan ihtiyaçtan bağımsız olamaz. O hâlde en hakîki, en doğru ve en iyi şeye
tapması gerekir ki o da âlemlerin rabbi olan Allah’tır.
Platon özgürlük hakkında
şunları söyler:
“Özgürlük en güzel iyiliktir ancak
geri kalan her-şeye kayıtsızlıktan doğan, doymak bilmez bu iyilik arzusu
demokrasiyi zorbalığa dönüştürecektir. Özgürlük zevki düzensizlik ve anarşi
yaratır, yüksek devlet-görevlileri aşağılanırlar, baba-oğul arasında eşitlik
oluşur ve baba oğlundan korkar, çocuk babasına saygı duymaz; hocalar
öğrencilerden korkarlar ve şımartırlar onları, öğrenciler hocalarını
küçümserler. Böylece, ‘aşırı özgürlük’ büyük olasılıkla hem birey hem devlet
düzleminde ‘aşın kölelik’ durumundan başka bir yere ulaşmaz”.
Allah’a kul-köle (abd) ve esir
(teslim) olmadan, gerçek anlamda özgür olamazsınız. Allah’tan başka herkes size
özgürlük verdiğini söylese de, o şey özgürlük değildir. Özgürlük, adı üstünde;
“karşılıksız olan”dır.
Mandıra Filozofu: “En büyük
özgürlük, “vazgeçebilme özgürlüğüdür” der.
Özgür olmak için taklitten
ve ödünç aldıklarımızdan vazgeçmemiz gerekir. Bize dayatılanları elimizin
tersiyle itmemiz gerekir. Özümüze dönmeden özgürlük olmaz. Özgür olmak için ilk
önce özgün olmalıyız vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder