1 Haziran 2016 Çarşamba

Özgürlük

 

“Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir” (Beled 13).

 

Âyetin söylediği gibi, kölelere özgürlük vermek “zor olan”dır ve İslâm’i anlamda ne kadar çok zorluğa katlanılıyorsa kişinin ecri o oranda artar. Zor olan şey aynı-zamanda çok değerli olan şeydir. Zîrâ zor elde edilmiştir. Elde edilmesi için çok emek ve gayret sarf-edilmiştir. Onu değerli yapan şey, onun için sarf-edilen emek ve gayrettir. O hâlde “köleleri özgürlüğe kavuşturmak” değerlerin en üstün olanlarındandır. Mü’minin değeri de bu şekilde çıkar ortaya. Çünkü kölelik ve tutsaklık zulümdür ve mü’min kişi buna râzı olamaz. Bu nedenle zulmün göstergesi olan Allah ile “köle” arasındaki tutsaklığı kaldırmayı boynunun borcu bilir. Köleleri özgürlükten kurtarmak, gerçekten özgür yapar mü’mini. Zîrâ “ispatlanmış îman ve özgürlük”tür bu. Kişi, Allah’ın kendisine vermiş olduğu özgürlüğü, özgürlüğü ellerinden alınmışların yolunda kullanarak, Allah’ın kendisine verdiği nitelikleri gereği gibi kullandığını ispatlamış olur.

 

Mü’min, “şeytandan ve tağuttan özgür” olandır. Onlara kölelik alanı bırakmaz çünkü. Şeytan bu kişilerden neredeyse umudunu kesmiştir. Mü’min bu duruma şeytanın verdiği sahte özgürlükten vazgeçip, gerçek özgürlüğe kavuştuğu için nâil olmuştur. Zîrâ sâdece Allah’a bağlanmıştır ve sâdece O’ndan korkmaktadır (haşyet). En garantili özgürlük, Allah’a bağlanmakla ve ondan korkmakla (takvâ) olur. Zâten kendisine bağlananları ve kendisinden korkulmasını istismar etmeyecek olan da sâdece Allah’tır. Allah nazarından en çok özgür olan kişi, en çok takvâlı olandır. Şirkten en çok uzak olup, tevhide en çok bağlanmış olan. Bu kişiler maddî yönleri îtibâriyle dünyâlık işler yapsalar da Dünyâ’ya bağlılıkları geçicidir ve Allah’a bağlılıkları ise kopmaz bir bağlılıktır:

 

“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kâlplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nîmetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar” (Âl-i İmran 103).

 

Mü’minler Dünyâ yâni madde tarafından tutsak edilmediklerinden, -körü-körüne ölüme atlamamakla berâber- ölümden korkmazlar. Ölümü bir “son” olarak görmezler zîrâ. Bilirler ki gerçek özgürlüğe kavuşmaktır. Ölüm korkusu kişiyi tutsak eder ve belki de insanın en büyük tutsaklığı ölüme karşı olan tutsaklığıdır ve bu nedenle 1.000 yıl bile yaşamak isteyebilir. Bâzen ölümden bahsedilmesi bile ölüm korkusu tarafından tutsak edilmiş olanları sarsıntıya uğratabilir. Oysa ölüm tutsaklığından kurtulmanın çâresi, âhirete-gayba olan îmanla ilgilidir ve ölüm korkusu ancak bu sâyede bertarâf edilebilir.

 

Aslında insan mutlak anlamda tutsak da edilemez. Zîrâ insan tek-boyutlu bir varlık değildir. Onu sâdece bedenen tutsak edebilirsiniz. Rûhuna ise hiç-bir zaman dokunamazsınız. Çünkü ona Allah tarafından verilmiş bir özgürlük vardır ve o özgürlüğe dokunulamaz. Kişinin rûhunu-bilincini-haysiyetini-şerefini satarak bundan vazgeçmesi istisnâ. Zâten şeytan bunu için uğraşır. Onun en büyük dostları, ruhlarını şeytana satmış” olanlardır. Artık bu kişiler şeytanın ve şeytanın Dünyâ’daki taşeronlarının emrinde hazır askerlerdir. Allah Kur’ân’da bizi bu duruma düşmememiz için uyarır:

 

“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Mücâdile 19).

 

“Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir” (Yâsin 74-75).

 

Allah insanlara sağlam bir özgürlük-hürriyet bahşetmiştir fakat insanların bir kısmı şeytanın ayartmasına kapılarak bu özgülükten vazgeçmiştir. Hz. Âdem ile Havvâ bile, özgürlüğü dibine kadar yaşadıkları cennette, şeytanın bir ayartmasına (iğvâ) kapılarak bu özgürlüğü sekteye uğratmış ve sonuçta da kötü ve kısmen bağımlı bir ortama düşmüşlerdir.

 

İnsana serbestliği Allah verir. Hiç kimse kimseye serbestlik ve özgürlük vermez. Allah’ın verdiği özgürlüğün üstüne özgürlük olmaz. Bu nedenle tağutların vermiş olduğu sözde özgürlükler gerçek anlamda özgürlükler değildir. Tağutlar bâzen verdikleri özgürlüğü! silah zoruyla dayatırlar. Günümzde libarâl-demokratik sözde özgürlüker böyledir. Bu sözde özgürlükleri ülkelerde yerleştirmek için, oralara büyük çapta yıkımlar yapan saldırılarda bile bulanabilirler. Bu da gerçek bir özgürlük değil, tersinden bir tutsaklık olur.

 

Özgürlük ile serbestlik farklı şeylerdir. Dediğimiz gibi özgürlüğü-hürriyeti Allah verir ve zâten vermiştir de. Tağutların verdiği ve adına özgürlük dedikleri ise “serbestlik”tir. Fakat bu serbestlik de, onların kontrôlünde olan yâni onların istedikleri gibi bir serbestliktir ki buna serbestlik de denemez. Güdümlü serbestlikler, güdümlü (güdülebilen) tutsaklıklardır. Teoman Duralı:

 

“Silah zoruyla üstüme baskı kurabilirsiniz. Serbestliğim gasp edilebilir; ama o vakit bile hürüm. Hürlük meta-fizik, oysa serbestlik siyâsi veya hukûki bir terim. İnsan fıtratça hürdür” der.

 

Tağutlar, demokrasi ideolojisi ile bu şekilde bir serbestlik verirler insanlara. Fakat serbestlik, kişiyi bir şeye yada birilerine tutsak eden şeydir. Onların serbest bıraktıkları şeyler, ürettikleri ve tüketilmesini istedikleri şeylerdir. Bu üretimlere müptelâ olanlar, serbestliklerini kazansalar da, özgürlüklerini-hürriyetlerini kaybederler. Zâten Allah, peygamberleri, bu tutsaklıktan kurtarıp, gerçek özgürlüğü öğretmeleri ve yerleştirmeleri için göndermiştir. Bu yoldaki en önemli öğreti, “hürriyetin Allah tarafından verilen” olduğunu öğretilmesidir. Allah’ın verdiği hürriyet, şeytanın serbestliğini yok eder.  

 

Modernizmin bahsettiği özgürlük, “dîne karşı özgürlük”tür. Dünyâ’da hak din iktidardayken, şeytana ve tağutlara ekmek çıkmaz. Bu nedenle tağutlar bilirler ki; iktidâra gelmek için, dine karşı bir özgürlük tanımı ve ideolojisi çıkarmalıdırlar, aynen şimdi olduğu gibi. Yoksa Allah’ın verdiği özgürlüğü kabûl etmiş ve o özgürlük yolunda gidenler üzerinde bir iktidar kurmaları söz-konusu değildir. Bu nedenle şeytan, Hz. Âdem ve Havvâ’yı kandırdığı gibi yeni vesveseler gönderir durur. Allah bizi bu vesveselere karşı uyarır:

 

“Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık” (A’raf 27).

 

Şeytan en çok; “Allah’ın verdiği hürriyetin ve üstünlüğün gerçek üstünlük ve özgürlük olmadığını söyleyerek” kandırır insanları ve başka üstünlük ve özgürlük düşüncelerinden bahseder:

 

“Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir’ (A’raf 20).

 

Şeytan ve dolayısı ile onu uşakları olan tağutlar, sahte özgürlüğü, ilk önce çıplaklık ile başlatırlar. Çıplaklık bir özgürlük değil, tam tersine bir tutsaklıktır. Çünkü insan, kendisini çeşitli şekilde koruyan elbisesini çıkardığında, artık diğer örtülerinden ve gerçek özgürlüğünden de soyunur ve şeytanın-tağutların bahsettiği sahte özgürlüklere yelken açar.

 

Ramazan Yazçiçek:

 

“Özgürleştirici modernlik sanısı, dünyevileşme hâli, berâberinde kendiyle, çevresiyle hiç de barışık olmayan bencil, hırçın tipler ortaya çıkarmaktadır” der.

 

Kur’ân sürekli olarak, köleleri özgürlüğe kavuşturmaktan bahseder. Nîsâ 92, Mâide 89, Mücâdile 3. Kefâretlerin cezâsı olarak, kölelerin özgürlüğe kavuşturulmasını emreder. Hür olmayan kişiler, Allah’ın istediği gibi hareket edemezler çünkü. Hattâ hür olmayanlara uygulanan fıkıh bile farklıdır.

 

Mü’min “mutlak özgür” olamaz. Zîrâ dîne-vahye-Peygambere-Allah’a sımsıkı bağlıdır. Allah’tan koparak özgür olunmaz ki. Mümkün değildir bu. Aslında insanlar mutlak anlamda özgür olamazlar. Her-şeye her yerlerinden bağlıdırlar çünkü. O hâlde mutlak bir özgürlükten bahsedilemez ve mutlak özgür olan sâdece âlemlerin rabbi olan Allah’tır.

 

Özgürlük Emansipasyon demek de değildir İslâm’da. Mutlak bir özgürlük yoktur ve olmaz/olmamalı dedik. Yoksa zulm olur. Meselâ kadın ve erkeği eşit özgürlüklere sâhip olması, sorunu da beraberinde getirir. Erkeğin rôlünü çaldığı gibi kadına da taşıyamayacağı yükler yükleyerek iki tarafa için de zulm olur.

 

İslâm’da özgürlükler Allah’tan -hâşâ- zorla alınmaz, Allah tarafından belirlenir ve verilir. Özgürlük verili olandır yâni.

 

Müslüman, özgürlük-özgürlük diye tutturmaz ille de. Kulluk ona yeter de artar. Allah’a karşı olan kulluk, her türlü teslimiyeti bitirdiğinden, zâten beşerî özgürlükten kat be kat daha fazla özgür hisseder kendini. Batı, insanı özgürlük-özgürlük diye-diye tutsak eder ve tutsaklığı sürekli arttırır. Çünkü hayâtiyetini bu tutuklamalardan alır. Atasoy Müftüoğlu:

 

“Batı uygarlığı, halklar ve ırklar arasında bir hiyerarşi olduğuna inandığı için, özellikle kolonyâlist vesâyeti aşmak isteyen batı-dışı toplumlar için, her şartta kontrôl edilebilir, gerektiğinde müdâhale edilebilir, yönlendirilebilir, kısıtlanabilir ‘özgürlükler’ istiyor” der.

 

Maaşlı çalışma şekli bile bir çeşit tutsaklıktır. Zâten bu tarz çalışan kişiler, çalıştıkları yeri bir hapis-hâne gibi görüp mesâi saatinin bitimini iple çekerler. Bir-an önce o “modern hapis-hâne”den çıkıp kurtulmak için.

 

Bâzıları ise özgür olmaktan korkarlar. Zîrâ özgürlük sorumluluk getirir, sorumluluk almak istemeyen insanların özgürlükten korkması bundandır. İlle de birilerine bağlı kalacaklar ki sorumluluktan kurtulsunlar. Şirk, Allah’tan başkalarına bağlanmaktır. Kişi, kendisine kime bağlanıp onu kendine vekil ediyorsa yâni kimin için özgürlüğünden vazgeçiyorsa, o kişinin rabbi de o olur. O kişi artık gerçek anlamda hür olamaz. Çünkü Allah’tan başka sözde ilahlar, kendisine bağlananlara rahat-huzur vermezler.  

 

Rollo May:

 

“İnsan her-gün kalktığında özgürlüğü için yeniden mücâdele etmelidir” der.

 

Özgürlük, “herkes için olan özgürlük”tür. Sâdece birilerinin hakkı değildir hür olmak. Allah, tüm kullarını özgür-hür olarak görmek ister. Denis Diderot: “Her ayrıcalık, özgürlüğe bir saldırıdır” der.

 

Modern zamanlarda çok farklı tutsaklık durumları vardır. Tüm “kötü alışkanlıklar” (içki-sigara-kumar-zinâ-hırsızlık vs.) bir çeşit tutsaklık durumudur ki kaynağı şeytan ve tağuttur. Kötü alışkanlıklar tarafından tutsak edilmiş kişiler, bu tutsaklıklardan kurtulmak için çeşitli yollar denerler fakat bu yollar da yine bu alışkanlık ürünlerini üretenlerin ortaya koyduğu yararsız “tutsaklıktan kurtulma şekilleri”dir. Bunlara gerçek anlamda tutsak olmuş kişiler, bu tutsaklıktan ve kölelikten, kendilerinin samîmi bir şekilde verecekleri karardan sonra, Allah’ın yardımıyla kurtulabilirler ancak. Çünkü insanları ancak Allah hür kılabilir.   

 

Özgürlük Fransız İhtilâli’nin bir söylemidir ki bu özgürlük, “kiliseye karşı olan bir özgürlük”tür. Yâni dîne karşı olan bir özgürlük. Bu, “dinden özgür olmak” demektir ki aslında bu, “dinden özgür olup şeytana köle-tutsak olmak” demektir.

 

Kölelikten kurtulup özgürlüğe kavuşmak için bâzen mallarla ve canlarla cihad etmek gerekir. Ölmedikçe özgürlüğe kavuşulamayacak durumlar vardır. Fetih, Allah ile insan arasındaki engelleri-köleliği kaldıran ve insanları özgür bırakan bir amel-eylemdir.  Malcom X: 

 

“Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz özgürlük kelimesini lûgatınızdan çıkarın” der.

 

İnsan mutlak anlamda özgür olamaz. Allah da zâten “yarattığı” insanı bu anlamda özgür bırakmaz:

 

 “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmet 36).

 

Liberâlizm özgürlükten bahsederken, İslâm ise hürriyetten bahseder. İkisi aynı şey değildir. Özgürlük; “kendini tutma!” derken, hürriyet, “kendini tut” der. Ramazan Yazçiçek:

 

“Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü’nde ‘özgür’ kelimesinin Fransızcadan Osmanlıca karşılıklarını verirken; lâkayd, inansız, imânsız, dinsiz, mülhid, sorumsuz, gayri mes’ûl gibi oldukça dikkat çeken deyimlerle anlamdaş olarak da kullanıldığını belirtir.

 

Kişi hürleştirilmez köleleştirilir; köleleştirilmiş insan tekrar aslî hâline dönüş için hürriyetine kavuşturulur. Çünkü hürlük asıl iken kölelik ârızîdir. Farklı bir îzahla kölelik, fıtrata muhâlif iken; hürriyete kavuşturma, fıtrî/aslî olana geri getirmektir. Bu yaklaşım bize modern bir kelime olan özgürlüğün İslâm’daki hürriyet kavramının ne denli uzağında kalan kusurlu bir ifâde olduğunu göstermektedir. Daha mânidar olanı; hürriyetin mânâ-dünyâsında kölelik, esâret olarak kabûl edilen şehvetlerin, isteklerin arzusuna râm olmadır. Özgürlük kavramında ise hedef, kendisine teslim olunan; nefsî istek ve arzuların yöneliminde karar kılmadır. Bu, şu demektir: Özgürlüğün kendisi için amaç olarak gördüğünü, hürriyet köleleşme olarak târif etmektedir. Biri nefse râm olmayı özgürlük olarak görürken, diğeri asıl köleliği nefsin arzularına râm olma diye tanımlamaktadır” der.

 

Özgürlük, insanların meşrû sınırlar içerisinde, yâni “başkasının özgürlük alanına dokunmadan her istediğini yapabilme hakkı” değildir sâdece. Aynı-zamanda, “istemediği hiç-bir şeyi yapmama hakkı” da özgürlüğün tanımı içerisindedir.

 

“Hiç-bir şeye tapmam, özgürlük, özgürlük, özgürlük!” diyen kişi, bu sefer de özgürlüğe tapmaya başlamıştır. Vâr olan şey özgür olamaz. Özgürlüğe tapmaktan vazgeçip de hakîki özgürlüğü aramak bile bir kayıttır ve bu sefer de “özgürlük arayışı”na tapmaya başlarsınız. İnsanın fıtraten bir şeye tapmak ihtiyacı ve isteği vardır. İllâ ki bir şeye tapması gerekir. Hiç-bir şeye tapmasa bile nefsine tapar. Çünkü insan ihtiyaçtan bağımsız olamaz. O hâlde en hakîki, en doğru ve en iyi şeye tapması gerekir ki o da âlemlerin rabbi olan Allah’tır.

 

Platon özgürlük hakkında şunları söyler:

 

“Özgürlük en güzel iyiliktir ancak geri kalan her-şeye kayıtsızlıktan doğan, doymak bilmez bu iyilik arzusu demokrasiyi zorbalığa dönüştürecektir. Özgürlük zevki düzensizlik ve anarşi yaratır, yüksek devlet-görevlileri aşağılanırlar, baba-oğul arasında eşitlik oluşur ve baba oğlundan korkar, çocuk babasına saygı duymaz; hocalar öğrencilerden korkarlar ve şımartırlar onları, öğrenciler hocalarını küçümserler. Böylece, ‘aşırı özgürlük’ büyük olasılıkla hem birey hem devlet düzleminde ‘aşın kölelik’ durumundan başka bir yere ulaşmaz”.

 

Allah’a kul-köle (abd) ve esir (teslim) olmadan, gerçek anlamda özgür olamazsınız. Allah’tan başka herkes size özgürlük verdiğini söylese de, o şey özgürlük değildir. Özgürlük, adı üstünde; “karşılıksız olan”dır.

 

Mandıra Filozofu: “En büyük özgürlük, “vazgeçebilme özgürlüğüdür” der.

 

Özgür olmak için taklitten ve ödünç aldıklarımızdan vazgeçmemiz gerekir. Bize dayatılanları elimizin tersiyle itmemiz gerekir. Özümüze dönmeden özgürlük olmaz. Özgür olmak için ilk önce özgün olmalıyız vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder