İslâm,
gerçek bir hayat dînidir. Kur’ân, hayâtın belli bir kısmına söz söyleyip de
diğer kısmını es geçmez. Vahyin, hayâtın her şartı ve her durumu için yâni
hayâtın gerek iyi gerekse kötü yönleri için söyledikleri vardır. Birilerinin
zannettiği ve beklediği gibi sâdece iyi ve güzel şeylerin sözcülüğünü yapmaz
Kur’ân. Zîrâ İslâm, “salt hoşgörü dîni” değildir. Hoşgörülecek şeylerden de
bahseder fakat, hoşgörül(e)meyecek şeyleri, lafı dolandırıp da hoşgörmeye
yeltenmez. Kur’ân net bir kitaptır. Neyse odur. Allah’ın istediği; gökte olduğu
gibi yeryüzünde de bir düzenin olması ve insanların bu düzeni sürdürüp mutlu-huzurlu
bir hayat yaşamasıdır. İmtihanı geçerek cennete kavuşmasıdır. Allah’ın murâdı
budur. Zâten peygamberlerini ve kitapları-vahyi, düzenin bozulup insanların
zulm içinde olduğu zamanlarda göndermiştir. O hâlde kesin olan şey şudur ki; Allah
insanların huzûrunu-mutluluğunu istiyor.
Fakat
insanlar insandır ve melek değildir. Bir nefse sâhiptirler ve aldanışa
müsâittirler. Bu nedenle insanların sâdece başını okşayarak, tatlı-tatlı
konuşarak, öğüt vererek, tavsiyede bulunarak, kırmadan-dökmeden, salt
güzellikle yola getiremezsiniz. İnsan ahsen-i takvim üzere yaratılmış olsa da,
nefsi de olan bir varlık olduğundan, bâzen hayvâniyeti öne çıkar ve o zaman da
ona hayvan gibi davranmak icap edebilir. Başka türlü anlamaz çünkü. Tabi bu
durum istenmeyen bir durumdur ve “en son çâre”dir:
“Allah’ın, bâzısını bâzısına üstün kılması ve onların
kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu
gözeticidir’. Sâliha kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat edenler, Allah nasıl
koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan (itaatsizlik) korktuğunuz
kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da
yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu
Allah yücedir, büyüktür” (Nîsâ 34).
Şiddet
deyince neden akla hemen müslümanlar geliyor?. Son 250-300 yıldır şiddeti
ayyuka çıkaran batı ve modernizm hâlen şiddetini artırarak devâm ettirirken,
elinde tuttuğu medya ile hem kendi şiddetini önlüyor, hem de diğerlerinin
şiddetini olduğundan çok daha fazla göstererek kendisi sanki şiddet karşıtı
gibi bir tutum takınıyor. Müslümanların ve mazlumların gösterdiği şiddetler
bunun delîlidir. Nasıl oluyor da Dünyâ’da batı ve batı yanlısı modernistler “şiddet
karşıtı” oluyor ve müslümanlar ve mazlumlar “şiddet yanlısı” olarak
gösteriliyor?. Ölenlerin %99’u müslüman ve mazlumlar iken, ölenlerin çok az bir
kısmı bu sözde şiddet karşıtı batı’lılardır.
Kur’ân
ve İslâm, şu-anda batı’nın temsil ettiği hayvâniyetten kaynaklanan şiddeti,
ismini İslâm-barış koyarak bertarâf etmeye gelmiş bir dindir. Fakat şiddet bâzen
farklı boyuttaki bir şiddetle bitirilmek zorunda kalınıyor. İslâm’ın
merhâmet-vicdan tarafını es geçen şiddet yanlısı bâzı müslüman(!) grupların
yersiz şiddetini onaylamak, İslâm’ın yolu değildir. Müslümanların gösterdiği
şiddet iki nedenledir. Biri cehâletten kaynaklanan şiddet, diğeri de
mazlûmiyetten kaynaklanan şiddet. Câhil olan adama ne isterseniz
yaptırabilirsiniz. İslâm ise cehâlete savaş açmış bir dindir. O hâlde
câhillikten dolayı gereksiz yere şiddet gösterenlerle İslâm’ın bir alâkası
yoktur.
Bir
de mazlûmiyetten doğan şiddet türü vardır ki bu şiddetin başlaması meselâ şöyle
oluyor:
Bir-gün
işinden evine dönen Filistin’li-Gazze’li-Çeçenistan’lı-Myanmar’lı-Sûriye’li baba,
evinin bombalanıp da yıkıldığını görünce nefesi kesilerek hemen eve koşuyor. Molozların
arasında, gözüne ilk çarpan, cesedi kanlar içindeki hanımı oluyor. Sonra
engelli annesinin fecî şekilde ezilen başını görüyor. Babasını zâten geçen yıl
bir direnişte kaybetmişti. Hemen aklına 2’si kız 2’si erkek olan çocukları
geliyor ve onların odasına girdiğinde iki erkek çocuğunun aynı oda içinde
öldüğünü, kurtarmak için kardeşlerinin yanına koşturduğu belli olan kızının ise
tam kapının yanında başına moloz düşerek öldüğünü görüyor. En küçük kızı ise
henüz ölmemiştir ama son nefesini vermek üzeredir. Hemen onu kucaklayıp “kızım”
diye sesleniyor sessiz bir çığlıkla. Kızı son nefesini babasının gözünün içine
bakarak, “baba” diyerek veriyor.
İmdi;
batı ve batı zihniyetinin yaptığı bu bombalama; demokratik, lâik, ılımlı,
liberâl bir anlayışla yapılıyor ya; sonra onlar oraya “barış, huzur, güvenlik”
getirmeye geldiler ya!.. Hem de attıkları bombaları “canlı bomba” şeklinde
değil de, son model savaş uçağından bir düğmeye basarak,
Anasını-hanımını-çocuklarını
toprağa veren acılı baba sonra ne yapıyor?. Hiç-bir şey olmamış gibi mi
davranacak?. Elinden başka bir şey gelmeyince, giyiveriyor canlı bomba
yeleğini. Aklı başındaysa mazlum halkın arasına değil de, evini bombalayanlar
tarafına doğru gidiyor ve çekiyor kelime-i şehâdetini ve basıyor düğmeye.. Boom!!.
Peki şimdi ne oldu?. İki yorum: 1-Tâğutlara ve onlara uşaklık yapan câhillere
göre; “teröristin biri kendini canlı bomba yapmış ve patlatmış”. 2-Aklı başında
olanlara göre: Keşke başka bir yolu olsaydı. “Allah’ım! Ne zaman bitecek bu
zulüm ve feryatlar”. İşte televizyondan izlemeye alıştığımız ve artık kanıksadığımız
şiddet görüntülerinin arkasında buna benzer olaylar var.
Kadına
şiddet: Erkeklerin
kadınlara yaptığı şiddeti onaylamamakla berâber, doğal ve normâl olan her-şeyi
alt-üst edip tersine çeviren modernizmin, kadınlara fazla özgürlük(!) vermesinin
sonucunda bir hayli artan, “kadına şiddet”ten biraz da kadın sorumludur.
Erkeğin kadına gösterdiği “fizîki şiddet”in arkasında, kadının erkeğe
gösterdiği “psikolojik şiddet” vardır. Bu durum, erkek ve kadının doğal
durumdan çıkarılmasının bir sonucudur. Doğallık, kendisine yapılan aykırılığa
yakın-uzak vâdede bâzen de ağır bir şekilde mutlakâ karşılık verir. İslâm,
küçük ve önemsiz nedenlerle bile hemen dayak yiyen kadınları korumuş-kurtarmış
ve Peygamberimiz, “hem kadınları dövüyorsunuz hem de akşam yanlarına mı
yatıyorsunuz” diye sorarak yapılan şeyin mü’minlere hiç yakışmadığını göstermek
istemiştir. İslâm, erkeklere bir emânet olarak verdiği ve korunmasını bir sorumluluk
olarak yüklediği kadınlara olur-olmaz şiddet gösterilmesini yasaklar.
Doğaya
şiddet: İslâm’a
göre doğaya zarar vermek çok ağır bir suçtur. İslâm doğayı “Allah’ın bir âyeti”
olarak gördüğünden dolayı ona zarar verilmesine katlanamaz. Şehirleri inşâ
ettiği gibi, doğayı da inşâ etmek ister. Hattâ bir söz ve emir vardır ki bunu
ancak ve ancak İslâm dîninin Peygamberi söyleyebilirdi: “Kıyâmetin koptuğunu
görseniz bile elinizdeki fidanı dikin”. Bu sözü ne çevreciler, ne de
Dünyâ’nın ileri(!) ülkelerinden birinin başkanı söyleyebilirdi. Kıyâmet
koparken elindeki fidanı dikmeyi düşünen birileri olabilir mi?. Böyle bir
düşünceyi kim üretebilir?. Bu bağlamda İslâm, doğayı da inşâ etmekle görevlidir,
doğaya bir şiddette bulunması ise söz-konusu değildir.
Hayvana şiddet: İslâm’da hayvanlara şiddet de yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, hayvanların da insanlar gibi bir ümmet,
bir topluluk olduğunu ifâde eder:
“Yeryüzünde hiç-bir canlı ve iki kanadıyla uçan
hiç-bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç-bir şeyi
noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır” (En-âm 38).
Kur’ân-ı
Kerîm’de 6 sûrenin ismi hayvan adları taşır: Bakara (sığır, inek), En-âm (evcil
hayvanlar), Nâhl (bal arısı), Neml (karınca), Ankebût (örümcek) ve Fîl (fil).
Sûrelere bu hayvanların ismi verilmiştir. Bu da Kur’ân’ın, dolayısıyla İslâm’ın
hayvanlara verdiği önemin diğer bir göstergesidir.
Hayvana
karşı acımasızlık, sâdece hayvanı öldürmekle yahut onun ölümüne sebep olmakla
sınırlı değildir. İslâm, hayvana karşı yapılacak hiç-bir eziyeti kâbul etmez.
Hattâ onların doğal ortamlarından uzaklaştırılmasını ve fıtratlarına aykırı
davranılmasını yasaklar. Hayvanı aç bırakmamayı da emreder:
Ebû Dâvûd
ve İbn Huzeyme’nin Sehl b. el-Hanzaliyye’den rivâyet ettikleri bir hadîs şöyledir:
Peygamberimiz, zayıflıktan (açlıktan) karnı sırtına yapışmış bir deveye
rastladı ve şöyle dedi: “Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkun!. Onlara
uygun şekilde binin ve onlardan uygun şekilde yiyin”.
İslam
gerektiğinde ölçülü şiddete de başvurur fakat İslâm adı üstünde bir “şiddet
dîni” değildir. Kâlpleri iknâ ve inşâ etmeye çalışan bir dindir. Fakat İslâm,
târih boyunca zâlimlere ve sömürgecilere yamanan ve onlara karşı çıkma dirâyetinden
yoksun olanların söylediği gibi salt bir “hoşgörü dîni” de değildir. Hoşgörü
vardır, hoşgörüye dâvet edilen yerler vardır fakat İslâm salt bir hoşgörü dîni
değildir. Bir yanağına vurulunca diğer yanağını çevirmez yâni. Zâten kısasa-kısas
hükmü vardır.
Bilindiği
gibi bir-çok hayvanın nesli tükenme noktasına geldi. Etleri, kürkleri,
boynuzları vs. için. Bu hayvanların neslini müslümanlar mı yok olma aşmasına
getirdi?. Tabî ki de hayır. Zâlimler şiddetten vazgeçemezler.
Yine İslâm’da, nefsine
zulmetme anlamında onu fazla hırpalayarak şiddet göstermek de yoktur. Yâni
İslâm, kişinin kendisine şiddet göstermesini de yasaklar.
Şiddet doğal bir şeydir. Doğal olmayan şey, şiddeti
“haksızlığa karşı koymak” için değil de “haksızlık yapmak” için kullanmaktır. Abdurrahman
Dilipak, şiddet hakkında şunları söyler:
“Barışın tek karşıtı şiddet
duygusuymuş gibi alındı. Hayır, insanlardaki şiddet duygusunu yok edemezsiniz.
Şiddet duygusu onurlu bir duygudur aslında. Şiddeti kullanmanız önemli.
İnsanlar haksızlığa karşı, zulme karşı boyun eğmemeli. Barışın içerisinde
şiddet de vardır. Barışın kendini savunacak bir gerilimi özünde barındırması
gerekir. Tek-yanlı bir edilgenlikle barışı sağlamak mümkün değildir. Bu
fantaziye olur. Şiddeti bir günah keçisine döndürüp taşlamak da bana doğru
gelmiyor”.
İslâm, Yahudilik gibi; yahudilerin
kendilerinden olmayanları hayvan gibi görüp onlara her türlü şiddeti meşrû
gören bir din değildir. Hristiyanlar da, Hz. Îsâ’nın çarmıhta kan-revân içinde
şiddete mâruz kalmasını ölçü alarak tersinden “şiddet” merkezli bir din
yolundadırlar ve bunu hem haçlı seferleriyle hem 1. ve 2. dünyâ savaşlarıyla ve
hem de mazlum dünyâ-insanlarının üzerine binlerce metre havadan (çünkü karşı-karşıya
savaşmaktan çok korkarlar) attıkları bombalarla göstermektedirler. Hz. Ali
şöyle der:
“Şüphesiz bir-gün zâlimler mazlumların önünde diz
çökecektir. Mazlumun zâlimlerden öcünü aldığı gün, şüphesiz zâlimlerin
mazlumlara zulmünden daha çetin bir gün olacaktır”.
Filmlerdeki, dizilerdeki,
spordaki şiddeti hiç gündem eden yok, fakat kendisine tank mermisi atanlara karşı
küçük bir taş atan çocuk “şiddet yanlısı terörist” olarak kabûl ediliyor. Bunu
böyle görenler ve söyleyenler ya câhildir yada şerefsiz. Kedinin fâreye
ezdirildiği bir Dünyâ’dır bu Dünyâ. Fare Jerry, kedi Tom’u ha-bire pataklar.
Buradan, “küçük azınlıklar büyük kitleleri de işte böyle pataklar” demeye getiriyorlar
ve bunu çocuklara daha küçücükken aşılıyorlar, bu filmlerle bunu kanıksatmaya
çalışıyorlar daha çocukluktan îtibâren.
Saat-başı
cinâyet-hırsızlık-tecâvüz-gasp vs.’nin yapıldığı batı, tüm bunlara rağmen “uygarlığın
ve barışın diyârı” oluyor; yine batı tarafından sürekli bombalanan, insanları
öldürülen, kadınlarına tecâvüz edilen, çocukları aç-susuz bırakılan, topraklarının
yer-altı ve yer-üstü zenginlikleri yağmalanan başta müslümanlar olmak üzere
dünyâ-mazlumları “şiddet yanlısı ve terör” oluyor öyle mi?. Böyle diyenler ve
böyle düşünenler, ya câhildir yada şerefsiz!.
Guantanamo ve Ebu Gureyb gibi
yerlerde insanlara yapılan nedir?. 1. ve 2. dünyâ-savaşlarını çıkaranlar
kimlerdir ve bu savaşlar şiddet değil midir?. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom
bombasını müslümanlar mı attı?. İnsanlık târihinde savaşlarda ölen insan
sayısının, bu iki savaşta ölen insan sayısından daha az olduğunu hatırlatalım.
“Merhâmet
etmeyene merhâmet olunmaz” der Peygamberimiz. (Riyâzü’s-Sâlihîn, 225).
Allah mü’minlerden,
birbirlerine karşı merhâmetli, kâfirlere karşı ise şiddetli (eşiddâu)
olmalarını ister ve emreder. Ölçülü olan şiddet budur:
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında
bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhâmetlidirler” (Fetih 29).
Peygamberimiz, Uhud Savaşı’nda
kendisine hakâretler eden Ubey bin Halef’e bir mızrak attı ve onu ensesinden
ağır bir şekilde yaraladı. Zâten bir-kaç gün sonra da böğüre-böğüre geberdi
gitti. Şimdi Peygamberimiz şedid bir kişi mi oluyor?. Öyle ya; birileri Peygamberi
sâdece “rahmet peygamberi”, “sevgi, çiçek (gül), kelebek-böcek peygamberi”
zannediyor. 70’e yakın savaş-sefer-gazve-seriyye düzenlediğini hesâba katmıyor.
Peygamberlik hayâtının her kırk gününe bir gün savaş düştüğünü bilmiyor yada
bilmezden geliyor.
Batı, zulmünü ve sömürüsünü,
güyâ demokrasi-liberâlizm-hümanizm-özgürlük-refah adına yaptığından, bu
yıkımları, zulmü ve sömürüyü normâl olarak görüyor fakat, “içinde yanan ateşi
söndürmek için” tanklara bir taş atan çocuğu “terörist” olarak gösteriyor ve
Dünyâ’daki tüm angutlar da bunu batı’nın gösterdiği gibi görüyorlar. Zîrâ
onların gösterdiğini görmediklerinde, vicdanlarıyla baş-başa kalacaklar ve ya
şereflerini ayaklar altına alarak susacaklar yada bu sömürüye elleriyle,
sesleriyle yada kâlpleriyle bir “dur” diyeceklerdir. Yâni bedeli göze alacaklardır.
Kur’ân’da rahmet ile ilgili
âyetler olduğu gibi, şiddet içerikli âyetler de vardır. Bu gâyet normâldir.
Zîrâ Kur’ân bir “hayat dîni”dir. Hayâtın her konusuna söyleyecek sözü vardır.
Allah’ın da; Rahmân-Rahîm-Gafûr-Afüvv isimleri olduğu gibi; Müntakîm-Kahhâr-Celâl
isimleri de vardır. Fakat unutmayalım ki Allah’ın Rahmeti Gazâbını geçmiştir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder