“Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları
bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim
Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır” (Nîsâ 116).
Bu âyet bağlamında;
İslâm geleneğinde söze başlamadan önce şirki kötüleyen ve tevhidi öne çıkaran sözler
söylenir, bu sözlerle başlanır söze ve yazıya: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu’l
mülkü ve lehu’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr”. “Allah’tan başka ibâdete
lâyık hiç-bir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiç-bir şeriki-ortağı yoktur. Mülk O’na
âit, hamd O’na mahsustur”.
Kâinâtı, Dünyâ’yı ve insanı Allah yaratacak, fakat
Dünyâ’yı “keyiflerine göre çıkardıkları kânunlarla” insanlar yönetecek. Yok
öyle yağma!. Yaratan kim ise, mülkün sâhibi de odur. Mülkün sâhibi kim ise,
tasarruf da ona âittir. İnsanlar, yaptığı dandik bir resme bile müdâhale
ettirmezken, en ufak bir şeyde kendisine karışılmasına bile izin vermezken, irâdesinin
yok sayılmasına katlanamazken; âlemlerin rabbi olan Allah’ın irâdesinin
yeryüzünde hâkim olmasını istemiyor. İyi de Allah bunu kabûl etmez ki. Siz -hâşâ-
yaratıcı olsanız böyle bir şeyi kabûl eder misiniz?. Hem âlemleri
yaratacaksınız, hem de yarattığınız varlıklar içindeki âciz bir varlık olan
insan, sizin hükümlerinizi ve düzenlemelerinizi kabûl etmeyecek ve bu tarz
düzenlemeleri gericilik, radikâllik ve câhillik olarak görecek. Bunu hiç kimse
kabûl etmeyeceği gibi, âlemlerin yaratıcısı ve rabbi olan Allah da kabûl etmez
elbet. Zâten bunu, “şirk” olarak söyler ve affedilmeyecek bir cezâ olarak îlan
eder. İnsanlar buna rağmen şirki değil de “kul hakkı” denen günahın
affedilmeyecek olan günah olduğunu zannedenler. Tabi, insan şirk içinde
yüzerken şirkin affedilmeyecek bir günah olduğunu nasıl söylesin?. Onun yerine “kul
hakkı” denen günahı koyar. İyi de kulun hakkı nedir ki?; Allah hak alacaklısına
âhirette kendisini rahatlatacak bir şey verse, o kişi hemen hakkını helâl
ediverir. Peki Allah’ın hakkını helâl etmesi için Allah’a kim ne verebilir ki?.
İşte Allah bu nedenle, şirkten vazgeçerek tevhid yoluna girmeyenleri aslâ
affetmeyecektir.
Seyyid Kutup:
“Zaman dönüp dolaştı, bu dînin
beşeriyet için geldiği günkü durumuna geldi. Beşeriyet yeniden câhiliyenin
kucağına düştü. Eskiden olduğu gibi, bugün de saydığımız hiç-bir grup
kesinlikle Allah’ın dînine tâbi değildir. Şüphesiz şirk, yasaklanması gereken
en büyük günahtır. Çünkü diğer haramlar ondan kaynaklanır. Aynı şekilde şirk,
kesinlikle inkâr edilmesi gereken bir konudur. Tâ ki, insanlar, Allah’tan başka
ibâdete lâyık ilah, O’ndan başka hükmeden ve onun dışındaki kânun koyan birinin
bulunmadığını bilsinler ve kulluklarıyla sâdece O’na yönelsinler. İnançta şirk
olduğu gibi hâkimiyette de şirk olur.
Allah’tan başka ibâdete lâyık ilâh
olmadığına şehâdetin en belirgin işâreti, evrendeki nizâma hükmeden Allah’ın
beşerin hayâtına da hükmetmesidir. O, evrene ve kullara kazâ ve kaderiyle hâkim
olduğu gibi, kulların hayâtına metodu ve şeriatıyla da hâkim olmalıdır, bu
temel kâideye istinâden hiç-bir müslüman, kâinâtın yaratılmasında, idâresinde
ve tasarrufunda Allah’ın ortağı bulunduğuna inanmaz. Aynı şekilde müslüman, ibâdet
kastı taşıyan davranışlarını Allah’tan başkasına takdim etmediği gibi, şeriat,
kânun, değer yargısı, hayat ölçüleri, akîde ve düşüncede ondan başkasına başvurmaz.
Kullardan herhangi bir tağutun bu konuların birinde, Allah ile berâber hak
iddiâ etmesine müsâmaha göstermez. İşte bu dînin itikâdi açıdan üzerine kâim
olduğu temel ve değişmez ilke” der.
“Onlar,
Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve
Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibâdet etmekten başka
bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları
şeylerden yücedir” (Tevbe 31).
Bu âyetin tefsiri sadedinde, şu rivâyet çok ünlü ve
de önemlidir:
“Adiyy bin
Hatim’den rivâyet edildiğine göre o şöyle söylüyor: “Bir-gün Peygamberin yanına
gittim; o sırada Peygamber Tevbe Sûresi'ni okuyordu. 31. âyete gelince; “Allah'ın
dışında hahamları ve râhipleri Rabler edindiler” dedi”. Ben, “Ey Allah'ın Resûlü,
bizler onları Rabler edinmiyorduk” dedim. Resûlullah buyurdu ki: “Aksine! Onlar size Allah’ın
haram (müsaade etmediğine) kıldıklarını helâl (müsâit), helâl (müsaade
ettiğine) kıldıklarını da haram (yasak) kılarken sizler onlara itaat etmiyor
muydunuz”. Ben de,
“Evet” dedim. Sonra şöyle buyurdu: “İşte
bu, sizin onları Rab edinmenizdir” (Sünen-i Tirmizi 3095 no’lu hadis).
Yâni, Allah’tan başka kânun-kural koyucuların ve
vahye aykırı düzenleme yapanların onaylanması, onları rab edinme demektir ve
şirk işte budur: Allah’tan başkasını rab edinmek.
Modern zamanlarda, demokrasi-kapitâlizm-komünizm-liberâlizm
ile ve diğer “izm”ler ile koşulan şirkler ayyuka çıkmıştır. Demokrasi, Allah’ın
dîninden çıkıp kulların dînine bir geçiştir. Artık kânunlar, kurallar Allah
tarafından değil, çoğu câhil ve zâlim olan beşer tarafından belirlenecektir. İşte
şirk budur: Allah’a kul olmayı bırakıp, kula kul olmak. Kulun hevâ ve hevesine
göre hükmettiği bir Dünyâ’ya râzı olmak.
Şirkten, sâdece Allah’ın kânunlarını kabûl etmekle
kurtulunmaz; câhili-tağûti sistemlere düşmanlık derecesinde karşı olmakla
şirkten kurtuluş tamamlanır. Şirkten sâdece ulûhiyeti Allah’a vermekle değil,
rubûbiyeti de Allah’a vermekle kurtulunur:
“Size kitabı açıklanmış
olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka hükmedici mi arayacak mışım?” (En-âm 114).
Bir insan, Allah’a tam olarak teslim olana kadar,
Allah’lık iddiâsından kurtulamaz.
Bütün Dünyâ’daki insanlar % 100 görüş-birliğine
vararak bir noktada birleşse ve insanların hayatlarına etki edecek, vahye atıf
yapmayan bir kânun çıkarsalar, yine de şirk olur. Zîrâ kânun-yasa belirleme
anlamında ilahlık yapmış olmaktan kurtulamazlar.
Şirkin ayyuka çıktığı zamanlardayız. Müslümanlar bile
Kur’ân-sünnet diye-diye şirke düşüyorlar. Ellerinden Kur’ân’ı bırakmıyorlar ama
eylemde şirk içindeler.
“Aralarında
Allah’ın indirdiği ile de hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana
indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın” (Mâide 44-50; Âl-i İmran 118-120; Bakara 85-86;
A’raf 3).
Peygamberimiz, Ebu Cehil’in sorduğu, “bizden
istediğin nedir?” sorusuna verdiği cevap net ve kararlıdır: “Sâdece putlardan
vazgeçip Allah’a ibâdet etmenizdir”.
Şirk, “mutlak olanı (tevhid) yok saymasa da
izâfileştirmek, hakîkati göreceli kılmak” demektir.
Allah’ın affetmeyeceği günah-suç şirktir. Kişi ölürken
şirk içinde olursa ebedî cehennemliktir. Âlemlerin rabbi yaratıcısı olan Allah
tabî ki de şirki affetmeyecektir. Zâten devletler de öyle değil mi?.
Kendilerine şirk koşulmasını bağışlamıyorlar. Devlet; ana umdeleri, ilkeleri, kânunlarında
en ufak bir değişiklik istemiyor ve hattâ böyle bir değişik için bir teklifte
bile bulunulmasına izin verilmiyor ve zâten kânunda da yasaklanmış. Hattâ ve
hattâ, bu tarz tartışmaların gündeme gelmesi bile birilerini çok fenâ
kızdırıyor. Anayasanın 4. maddesinde şöyle denir:
“Anayasanın 1’inci maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü
maddesindeki hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez”.
Bu durumda; gelip geçici olan devletler ve târih
boyunca değişmez ve yıkılmaz zannedilen onca
devlet-millet-dil-ırk-bayrak-vatan-millet-kânun-yasa vs. bile yıkılıp gitmiş ve
şu-anda esâmisi bile okunmazken, âlemlerin rabbi, kudreti sonsuz olan Allah,
kendisine şirk koşulmasını hiç kabûl eder mi?. Kâinâtı kendisi yaratmıştır,
Dünyâ’yı kendisi yaratmıştır, insanı kendisi yaratmıştır ve de yaratmaktadır.
Küçük bir toprak parçasında kurulan küçük bir devlet ve sayıca çok az olan bir
topluluğun, çıkardıkları kânunlarla devlete karşı olan şirki mutlak anlamda
yasaklayabiliyor; bu yasalara aykırı davranan partileri isterse %50, 60, 70 oy
alsın ânında kapatabiliyor ve değiştirilemez zannedilen bu kânunlara aykırı
davrananlar hemen alaşağı edilebiliyorken; O’nun tutmasıyla ayakta duran kâinâtın
yaratıcısı, kendisine şirk koşulmasını bağışlayabilir mi?. Tabî ki de bağışlamaz.
Şirk şeytandandır. Şirke bir tek şeytan karşı çıkmaz
ve şeytan zâten şirkten beslenir. O kadar ki, insanların tağutlarla kendisine
şirk koşulmasına ses çıkarmaz ve tam-aksine bunu sever ve ister. Taktiği budur
zîrâ.
Oy kullanmak da şirktir. Zîrâ “ilâhi kânuna karşı
beşerî kânun yapmak” demek olan şirkin yapıcılarının-uygulayıcılarının
hazırlamış oldukları kânunlara ve bunları yürütecek olanlara verilecek bir
destektir oy kullanmak. Bu kişiler çıkaracakları kânunları Allah’a-vahye göre
değil de kendi hevâ ve heveslerine göre çıkardıkları hâlde ve Kur’ân bunu şirk
olarak söylediği hâlde yine de oy kullanıyorlar. “İyi ama bizimkiler farklı” mı
diyorsunuz?. Hayır, onlar da “abdestli müşrikler”dir:
“Sizin
kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır?. Yoksa sizin için Kitaplarda bir
beraat mi var?” (Kamer 43).
Aynı şeyleri yapanlar aynı âkıbetle karşılaşırlar. Bu
yüzden onların sonu da öncekilerden farklı olmayacak:
“Biz, ‘birbiriyle
yardımlaşıp öcünü alan bir topluluğuz’ mu diyorlar?. Yakında o topluluk bozguna
uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır” (Kamer 44-45).
Ya peki nasıl olmalıdır?:
“Ey îman
edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir-sâhiplerine
de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine
döndürün. âyet Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç
bakımından daha güzeldir” (Nîsâ 59).
Şirk, “biraz ordan biraz da burdan” olandır. “Bir
sene sen bizim ilahlarımıza tap, bir sene de biz senin ilahına tapalım” demenin
diğer adı. Biraz ilâhi olandan, biraz da beşerî olandan. Biraz vahiyden biraz
da nefisten.
Şirk en çok siyâsi alanda gösterir kendini ki bunun
zirve söylemi de: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, tanrının hakkını tanrıya vermek” sözüdür.
Şirk, aynı-zamanda bir cezâdır. Meselâ; Allah’tan
başkalarından Allah gibi korkmak şirktir. Bu bağlamda panik-atak şirktir. Zîrâ
Allah’tan başka ilah olarak kabûl edilen mitolojik bir şeyden korkmaktır bu. “Pan”dan
korkmaktır. Pan-ik atak böylece şirkin korku şeklinde cezâsı olur ki her suçun
cezâsı da kendi türünden olur. Yunan mitolojisinde kırın ve çobanların tanrısı
olan Pan, kırlarda âniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle insanları
korkuttuğu için “panik” sözcüğüne
de ilham kaynağı olmuştur. Pan, “çığlık atarak düşmanlarını kaçırma, panik
ettirme yeteneğine sâhip tanrı” olarak tanımlanır.
Şirk büyük bir zulümdür:
“Hani Lokman
oğluna -öğüt vererek- demişti ki; ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk,
gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman
13).
Allah hakkıyla takdir edilemediğinde şirk başlar. Şirk,
Allah’ı hakkıyla takdir edememektir:
“Onlar,
Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah güç sâhibidir,
azizdir” (Hacc 74).
“Onlar,
Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyâmet günü yer, bütünüyle
O’nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk
koştuklarından münezzeh ve yücedir”
(Zümer 67).
Şirk çok sinsidir. Hiç beklenilmeyen yerden insanı
yakalar. Meselâ sevgide bile şirk olabilir ve birilerine duyulan sevgi Allah’ı
unutturacak kadar olursa şirk olur.
Çok ilginçtir ki; Allah’a koşulan şirk,
yine Allah’ın yarattığı şey ile oluyor. Şirk koşulan şeyler “yaratılmış” olan
varlıklardır. Şirk; Allah’ın ekmeğini yiyip de, şeytana-tağuta kulluk
yapmaktır.
Allah’tan bağımsız “iş yapma isteği”
şirktir. Bu nedenle İslâm’ın bir, “şirk ortamı fıkhı” yoktur.
Lâ ilâhe illallah=Allah’tan başka ilah yoktur sözü
Dünyâ’ya hâkim kılınmadıkça şirk bitmeyecek ve dolayısıyla da hiç-bir zulüm,
acı, feryat, çığlık, savaş, adâletsizlik giderilemeyecektir.
Evet; Ya İslâm yada câhiliye…
Ya îman yada küfür… Ya Allah’ın hükmü yada câhiliyenin hükmü… Ya tevhid yada
şirk.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder