“O cennet; biz, kullarımızdan takvâ sâhibi olanları
(ona) vârisçi kılacağız” (Meryem 63).
Âyet, cennete takvâ-sâhibi
olanların gireceğini söylüyor. Takvâ-sâhipleri bilindiği gibi, her konuda
sabredebilen ve bunu meleke hâline getirmiş olan kişilerdir. O hâlde takvâ-sâhipleri
“azgınlar”dan oluşan kişiler değildir. Bu bağlamda takvâ-sahiplerinin mekânı
olan cennet, cinsellik-merkezli bir yer olmaktan çıkıyor. Çünkü “bir kişiye 70
hûrinin düşeceği” gibi söylemlerle cennetin “aşırı cinselliğin yaşandığı bir
yer” zannedilmesi boşa çıkar. Zîrâ takvâ-sâhibi olan için bu bir anlam ifâde
etmez. Takvâ-sâhipleri, cinselliğe susamış kişiler değildirler. Buna göre,
cennet demek, “sınırsız cinselliklerin yaşandığı bir yer” demek değildir. En azından
cennet deyince insanın aklına hemen, “cinselliğin ayyuka çıktığı ve zirve
yaptığı bir yer” gelmemelidir.
İnsan Dünyâ’ya yâni maddeye
göbeğinden bağlı bir varlıktır. Böyle olması doğal ve de normâldir. Çünkü
insan, zaman ve mekâna bağlı-bağımlı bir varlıktır. Bu nedenle insan, zamandan
ve mekândan, yâni maddeden ve varlıktan bağımsız bir düşünce geliştiremez ve
eylemde bulunamaz. Kıyasını mecbûren zamâna ve mekâna göre yapar. Ölüm-ötesi
ile ilgili âyetler de bu nedenle Dünyâ’ya kıyasla anlatılır. İnsan da bu anlatılanları
-bunlar cezp edici şeyler olduklarından-, anlatılanların câzibesi nedeniyle
lafzî mânâda anlayarak, Dünyâ’dakine kıyasla bir beklenti içine girer. Allah
cennetle yâni madde-ötesi ile ilgili anlatımlarını, -insan metafizik olanı tasavvur
edemeyeceği için- Dünyâ’daki benzerlerine göre anlatmıştır. Et-meyve-süt-bal-kadın
vs. Kur’ân’da çok daha fazla müzekker (eril) ifâdeler olduğundan, anlatımlarda
kadın, müzekkere yâni erkeğe yönelik bir nîmet ifâdesi olarak kullanılmıştır
ama bu, o kadınla aynen Dünyâ’daki gibi bir ilişkinin olmasını zorunlu kılmaz.
Allah yaratılışı başlatır ve
sonra da tekrarlar. Fakat bu tekrâr, “aynı-şekilde bir tekrâr” olmak zorunda
değildir ve Allah’ın şânına yakışan, -her an yeni bir işte olduğundan dolayı-
farklı ve yeni bir yaratılış/tekrâr olsa gerektir:
“O, her an yeni bir iş ve oluştadır” (Rahmân 29).
“Yaratılışı başlatıp tekrarlayan da O’dur; bu O’na
çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnek O’na âittir. O Üstündür,
Bilgedir” (Rûm 11, 27 ve Yûnus 34).
O hâlde cennetteki yaratılışımız
karbon temelli maddî bir yaratılış olmak zorunda değildir. Maddî bir yaratılış
olmadığında, bildiğimiz anlamda maddî bir cinsellikten de bahsedilemez. Allah
Kur’ân’da ölümden sonraki yaratılışımız için farklı bir yaratılma şeklinden
bahsediyor:
“Aranızda ölümü Biz takdir ettik ve Bizim önümüze geçilmez.
Kılıklarınızı değiştirecek ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışta vâr edeceğiz” (Vâkıa 60-61).
“Sanki onlar yâkut ve mercan gibidirler” (Rahmân 58). Bu âyet oradaki cennet halkının varlığının
yapısından bahsediyor olabilir. “Çevrelerinde
(gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları
gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın” (İnsan 19). Görüldüğü gibi
benzetmeler hep yâkut-mercan-inci kelimeleriyle yapılır. Hiç-bir yerde “karbon
temelli” bir bedenden bahsedilmiyor. Caner Taslaman:
“Hûriler Kur’ân’da “inci”ye (Vâkıa 23)
benzetilmektedir. Bu benzetmeyi bile bir cinsel îmâ olarak değerlendirenler
olmuştur. Oysa Kur’ân’da âhiretteki çocuklardan (vildan) bahsedilirken bunlar
da inciye benzetilmektedir (İnsan 19)” der.
Adı üstünde cennet; olağan-üstülüğün
olduğu bir yer. Çünkü olağan-üstü olmazsa câzibesini ve anlamını kaybeder. Zîrâ
cennet Dünyâ gibi olunca, Dünyâ’da zevki en zirvede yaşayanlar için cennetin
bir özelliği ve farkı kalmayacak ve çekiciliğini, farklılığını ve özelliğini kaybedecektir.
Neden dünyâ-merkezli zevkler olan bir cennet tasavvur edelim ki o zaman?.
Kur’ân’da anlatılan cennet tasvir ve ifâdelerini, “oranın güzelliğini idrâk
etmek için olan ifâdeler” olarak anlamamız îcab eder. Zâten Allah, “Orada
canlarınızın çektiği her-şey ve daha bilmediğiniz neler-neler var” diyor: “Orda nefislerinizin arzuladığı her-şey
sizindir ve istediğiniz her-şey de sizindir” (Fussilet 31). Canımın ne
çektiğine oradaki ortama ve nîmetlere göre karar vereceğim. Öyle ki orada belki
de öyle nîmetler ve zevkler olacak ki, cinsellik aklıma bile gelmeyecek. Dünyâ’ya
oranla cennette daha zevkli ve güzel şeyler yok mu ki cinselliğe saplanıp
kalalım. Cinsellik zâten bu Dünyâ’da da var ve Dünyâ’da olan şeyin tıpatıp aynısının
cennette de olmasının ne farkı kalır ki?.
“Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş
kadınlar vardır ki, bundan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin
dokunmuştur” (Rahmân 56).
Bu âyete göre cennette
erkeklere birden çok kadın mı verilecek?. Hem de hepsi bâkire. Orada da mı erkekler
için çok-eşlilik olacak?. Vay gele kadınların başına!. Peki kadınlar için ne
var?. “Bakışlarını kadınlara çevirmiş erkekler” mi?. Olur mu canım, kavga-dövüş
çıkar sonra.. O hâlde kadınlar cennetteki villalarının bir köşesinde oturup
dururken, erkekler her-türlü çapkınlığı aynen Dünyâ’daki gibi yapmaya devâm mı
edecekler?. Gözlerini eşlerine çevirmiş kadınlar ne için çevirmişler ki?. “Acaba
bizi ne zaman yatak odasına götürecekler” diye mi çevirmişler gözlerini
erkeklere?. Yoksa; “acaba bir istekleri olur mu, aman bir-an dâhi olsa gözümüzü
kaçırmayalım da isteklerini derhâl yerine getirelim” diye mi?.
“Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.
Otağlar içinde korunmuş hûri kadınlar. Bundan önce kendilerine ne bir insan, ne
bir cin dokunmuştur” (Rahmân 70, 72,
74) Yâni orijinâl eşler. Sâdece kişiye özel olarak yaratılmış hizmetliler.
Bakın; âyet bu şekilde de çevrilebiliyor. Cenneti hak etmiş olana her yerde
olağan-üstü bir hizmet olacak. Hem de çok güzel görünümlü ve iyi yaratılışlı
eşler-hizmetliler tarafından. Hem gözlerine hem de gönüllerine hitâp edecek
şekilde:
“Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere
yaslanırlar” (Rahmân 7).
“Ve iri gözlü hûriler. Sanki saklı inciler gibi;
Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere”
(Vâkıa 22-24). Gözlerinin iriliği, “daha iyi görsünler ve hizmet için hiç-bir
ayrıntıyı kaçırmasınlar içindir” Allahuâlem. Yoksa herkes iri gözlülerden
hoşlanmayabilir. Belki Japonlar çekik ve küçük gözlerden sıkıldıklarından dolayı
bundan memnun olabilirler. Zâten çizgi filmlerindeki karakterleri bu nedenle
hep iri gözlü yapıyorlar ya!.
Peki hûrilerin dişi olduğunu
delîli nedir?. Onları neden dişi olarak tasavvur ediyoruz ki?. Caner Taslaman:
“Hûri kelimesi Arapçada dişi veyâ erkek bir kelime
değildir. Bu kelime ‘gözünün beyazı bembeyaz, tertemiz, güzel’ gibi anlamlara
gelmektedir. Kur’ân’da hûrilerin insanlarla ‘eşleştirileceği’ (zevvecnahum) ifâde
edilmektedir (Bakınız: 44-Duhân Sûresi-54, 52-Tûr Sûresi-20); fakat bu
eşleştirmede cinsellik olduğu şeklinde bir beyan yoktur. Nitekim Kur’ân’da
nefislerin eşleştirilmesi için (Bakınız: 81-Tekvir Sûresi-7), âhirette
insanların gruplar şeklinde birleştirilmesi için (Bakınız: 56-Vâkıa Sûresi-7)
de aynı kelime (zevc) geçmekte, fakat buradaki ‘eş, grup olma’ anlamındaki
‘zevc’ kelimesinden kimse cinsel ilişkili bir eşleştirmeyi anlamamaktadır. Peki
niteliği bilinmeyen bir varlığın insanlarla buluşturulmasından ne hakla kesin
şekilde cinsellik anlamını, hem de sâdece erkekler için çıkarmaktayız, üstelik
kelimenin kendisi bir dişi kelime bile değilken?. Cennet nîmetleri, bu dünyâda
yapılan iyiliklerin ve Allah’ın hem erkeklere hem kadınlara rahmetinin bir
sonucuyken, bu şekilde bir tefsirin, erkek-merkezli ve arap zihniyeti-merkezli
bir tefsir anlayışından kaynaklandığını düşünmekte haksız mıyız?. Kur’ân’da
bahsedilen hûrilerin, cennete girecek insanların arkadaşları veyâ hizmetçileri
veyâ rehberleri gibi bir vazîfeleri olabileceğini de düşünmek pekâlâ mümkünken,
neden onların ‘cinsel partner’ olduğunda ısrâr edilmektedir?. İşin en iyisi,
Kur’ân’da anlatılan kesitte hûrilerin fonksiyonunun anlatılmadığını saptayarak,
‘fonksiyonları nedir’ sorusuna; ‘bilmiyoruz’ cevâbını vermektir” der.
“Göğüsleri yeni
tomurcuklanmış yaşıtlar” (Nebe’ 33).
Bu âyette, göğüsleri
tomurcuklananların “genç kızlar” olduğu söyleniyor. Hâlbuki erkeklerin de
ergenliğe ilk girdikleri yaşlarda göğüslerinde bir şişme yâni tomurcuklanma
olur. O hâlde âyetin bahsettiği şey, “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” yâni “en
çevik ve atik yaşlarda olan cennet hizmetlileri” anlamı verilebilir. Zîrâ
cenneti hak edenlere sunulacak hizmette hiç-bir aksama olmamalıdır ki, bu da,
hizmetin en çabuk şekilde yerine getirilmesiyle yapılabilir. Bunu yapacak
olanlar da Dünyâ’daki benzerler olarak, gençliklerinden ve atikliklerinden
dolayı hizmeti en iyi ve en çabuk yerine getirecek “göğüsleri yeni
tomurcuklanmış genç yaştaki erkekler ve kızlar” anlamındadır.
Cennette cinsellik
konusunda, cinselliğin olacağı hem de mebzûl miktarda olacağı konusunda bir-çok
hadis uydurulmuştur. Bunlardan bir tânesi şu şekildedir:
“Ey Allah’ın Resûlü!; biz cennette
cinsel ilişkide bulunacak mıyız?” şeklindeki bir soruya cevap sadedinde, Peygamberimiz:
“Cennette bir erkeğe günde yüz bâkire ile cinsel ilişkide bulunma gücü
verilecek ve çok kısa bir sürede yüz bâkire ile birlikte olacak. Bu bâkirelerin
kızlıkları zorlanarak bozulacak, ancak bozulduktan sonra tekrar eski hâline
dönecek”.
Cennet, âdetâ “cinsel
hazların doyasıya giderildiği bir yer” gibi telakki edilince böyle düşünceler
kolayca ortaya çıkmaktadır. “O gün cennetlikler, gerçekten nÎmetler içinde safâ
sürerler” (Yâsin 55) âyetinde geçen “safa sürme” tâbiri, “kızların bekâretini bozma
safası” şeklinde yorumlanmıştır. Bu yorumu yapanlar arasında İbn Mes’ud, İbn
Abbas, İkrime, Evzâi , Mücâhid, Katade, Dahhak, Said b. el-Müseyyeb, Hasen
el-Basri , A’meş ve Süleyman et-Teymi gibi büyük âlimler de vardır.
Cennet, “her ne yana bakılsa
cinselliğin farklı görüntülerinin olduğu bir mekân” değildir. Cennet “çok büyük
çapta bir genel ev” değildir. Cennet deyince akla ilk gelen şeyin cinsellik
olması bir sorundur. Zannımca, insanlar Dünyâ’da ne kadar azmışlarsa, cenneti
de o derece cinselliğin yaşandığı bir yer olarak hayâl ediyorlar. Dünyâ’daki
arzularına göre bir cennet telâkkisi ve tasavvuru oluyor yâni.
Cennette bizim anladığımız
mânâda bir cinsellik var ise, o hâlde madde-merkezli ve karbon temelli yapıya
sâhip olan cennet sakinlerinden bahsediyoruz demektir ki, o hâlde bu cinsellik
aynen “Dünyâ’daki gibi olan bir cinsellik” anlamına gelir. Bu durumda “cennete
özel bir cinsellik fıkhı”nın da belirlenmesi gerekir. Meselâ “korunmaya” gerek
olacak mı ve bunun bir sakıncası var mı?; hûriler doğacak çocukları emzirmek
zorunda mı?; her ilişkiden sonra gusül gerekir mi?; doğacak çocuklar insan mı
yoksa yarı-insan yarı-hûri mi kabûl edilir?; ilişkiler için bir nikâh gerekir
mi? vs. Bu sorular uzar gider. Bu durumda cennet hayâtı, bu meselelerle uğraşmakla
heder olup gider. Dünyâ’dakinden bir farkı kalmaz. Bu anlamsız ve gereksiz
tartışmalar ve meseleler çözüm bulunamadıkça uzayıp gider ve bir sonuca da ulaşılamaz.
Oysa Allah Kur’ân’da, insanların cennette ne yapacağını söylüyor:
“Gerçek şu ki, bu-gün cennet halkı, ‘sevinç ve
mutluluk dolu’ bir meşgûliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde,
tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Orada taptâze meyveler onların ve istek
duydukları her-şey onlarındır”
(Yâsin 55-57).
Karşılıklı koltuklara kurulup
hoş-sohbet muhabbet hâlindedirler. Etraflarında hûrilerin billur kaplarla
dolaştığı, içenlere zevk veren temiz ve hoş içecekler eşliğinde yaptıkları
sohbetler olacak. Fakat yine de: “Tûr Sûresi 20. âyette ‘…Ve Biz onları iri-ceylan gözlü hûrilerle evlendirmişiz’ deniliyor.
Bu basbayağı bir evliliktir ve ben böyle istiyorum” diyenler olursa.. “Orada nefislerinizin arzuladığı her-şey
sizindir ve istediğiniz her-şey de sizindir” (Fussilet 31) âyeti gereğince;
“tamam, paşa gönlün nasıl isterse” demekten başka söyleyecek bir sözümüz olmaz.
Ne de olsa cennet bizim babamızın malı değil, Allah’ın hak edene bir ödülüdür.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder