“Göklerde ilah ve yerde
ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).
Tevhid lûgatta; Birleme. Bir
Allah’tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilâhe illallah sözünü tekrarlama”
diye geçer. Fakat bu tanım, “canlı” bir tanım değildir. Sanki sâdece bir
tanımlama yapmak için söylenmiş bir tanım gibidir. Sâdece sözde kalan tanımlar
tevhidi anlatamaz. Tevhid, sâdece sözde olan değil, hayatta görünür kılınandır.
Hattâ hayatta görünür olmadığında tevhid olmaz. Bakın, şu-anda Dünyâ’da tevhid
yoktur. Tevhid yürürlükte değildir. Zîrâ tevhid, tasavvurlara hapsedilemez.
Tevhid, tasavvur ve hayâtın ikisinin birlikte olduğu anda ortaya çıkar. Bu
bağlamda tevhid, sözde olanın hayâta dönüştürülmesidir. Tevhid, Allah’ın sâdece
sözde ve gökte kalması değil, yeryüzünde de hâkim olmasıdır. Tevhid, Allah’ın
göklerde istisnâsız ilah olduğu gibi, yeryüzünde de ilah olduğunu bilmek, kabûl
etmek ve o ilahlığı yeryüzünde hâkim kılmak demektir.
Bu konuda Seyyid Kutup
şunları söyler:
“Tevhidi
sırf kâlben tasdik etmek, onup pratik hayattaki gereklerini yerine getirmemek
fesadın başlıca nedenidir. Tevhidî gerçeğin en başta gelen özelliği,
Rubûbiyetin (terbiye edicilik) ve ubûdiyetin (Allah’a itaat) birlenmesidir.
Ulûhiyetin
ve rubûbiyetin sâdece Allah’a âit olması demek; İnsanların yalnızca O’na boyun
eğmesi, O’na kulluk etmesi, O’na itaat etmesi ve yalnızca O’nun -kulları için
seçtiği ve râzı olduğu- hayat-sistemine ortak koşmadan uyması demektir.
Ulûhiyet ve rubûbiyetin Allah ile berâber
veya O’nsuz başkasına verilmesi; kulların hayâtında Allah’tan başkasına
boyun eğme, itaat etme, kulluk yapma ve insanlardan bir kısmının diğerleri için
Allah’ın kitabına ve otoritesine
dayanmayan; başka otoritelere dayalı kânunlar, değer yargıları ve ölçüler
benimsetme şeklinde ortaya çıkar. Bundan sonra, Allah’a îmandan ve İslâm’dan
söz edilemez. Bu, apaçık şirk, küfür, fısk ve isyândır.
İslâm’ı
savunduğunu zanneden bir-çokları, bâzı şiarları tashih etmeye çalışmakta veya
ahlâkî çöküntüden dem vurmakta yada kânunlara muhâlefet edenleri ıslah ile
meşgûl olmaktadır. Ancak bu kişilerin, hâkimiyetin aslı ve İslâm akîdesindeki
yerinden söz ettikleri görülmemiştir. Bu temel ilkeye oranla ayrıntı
niteliğinde olan bâzı kötülükleri bertarâf etmekle meşgûl bu kişiler, hayâtın
tevhidin dışında bir temel üzerinde yapılanmasına îtirâz etmiyorlar. Oysa
tevhid, hâkimiyet de dâhil her konuda Allah’ın birlenmesidir.
İslâm bir
îman-amel bütünlüğüdür. Sâdece îman etmek yetmez ve îmansız amel etmek de
anlamsızdır ve sürdürülebilir de değildir. Kur’ân’da bunu göstermektedir.
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyenler zâlimlerin ta kendileridir. Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyenler fâsıkların ta kendileridir” (Mâide 44-45-47).
Çünkü
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, Allah’ın ulûhiyetini kabûl
etmediklerini ve Allah’ın ulûhiyetini reddettiklerini îlan etmiş oluyorlar.
Bunu, ağızları ve dilleriyle söylemeseler de davranışları ve pratik
hayatlarıyla söylüyorlar. Davranış ve pratik hayâtın dili sözden daha açıktır”.
Tevhidin zıddı şirktir.
Şirkten, sâdece Allah’ın kânunlarını kabûl etmekle kurtulunamaz. O kânunları
hayatta hâkim kıldıktan başka, câhili-tâğûti sistemlere ve kânunlara düşmanlık
derecesinde karşı olmakla şirkten kurutuluş ve tevhide dönüş tamamlanır. Tevhid
sâdece ulûhiyeti Allah’a vermekle değil, rubûbiyeti de Allah’a vermekle
tamamlanır. Zîrâ ilah kim ise, terbiye eden (Rabb) de o olmalıdır.
Îman, hem Allah’ı ulûhiyette
ve rubûbiyette ortaksız ilâh kabûl etmek, hem de Allah’tan başka güç
vehmedilenleri reddetmektir. Tevhid, “yıktıktan sonra olan bir inşâdır”. Yoksa
çürük temelin üzerine tevhid inşâ edilemez. Yanlış bir yolda giderken sırat-ı
müstakime ulaşılamaz.
Tevhid, işin sâdece bir
yönüyle ilgilenip de diğer tarafını askıya almanın önündeki engeldir. Tüm
zamanların câhiliyelerinin yaptığı tek-taraflı düşünce amellere karşı çıkar.
Bugün müslümanlar müslümanca yaşamanın mücâdelesinde değil, müslüman olarak
rahat yaşamanın hesabındadırlar. Bu da kendine güvenini yitirmiş, psikolojisi
bozulmuş tipler ortaya çıkarmıştır.
Şirk, “tevhidin olmama”
durumudur. Şirkin varlığı aslî değildir yâni. Işığın yokluğu hâli olan karanlık
gibidir. Tevhid olmadığında yada azaldığı oranda şirk çıkar ortaya. Şirkin tek
panzehiri tevhidtir.
Tevhid, Allah’ın gökte “tek
ilah” olduğu gibi, yeryüzünde de “tek ilah” olduğunun tasdiklenmesi ve bunun
hayatta ikâme edilmesidir. İslâm’ı-tevhidî sâdece söz ile değil, gerçek anlamda
hayatta görünür kılarak hattâ hayâta hâkim kılarak göstermek gerekir. Ramazan
Yazçiçek bu konuda şunları söyler:
“Allah’tan
başka ilâh edinmenin somut tezâhürlerinden birisi, gökte ilâh kabûl edilenin
yerde ilâh kabûl edilmemesidir. Bu tarz ilâh edinme Allah’tan başkasını
yaratıcı olarak kabûl etme değil, Allah’a rağmen yaşama yönelik kurallar vâz
etme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bununla gelinen nokta, üretilmiş değerlerin
mutlaklaştırılması yâni aklın ilâh edilmesidir. Günümüz toplumlarının en
belirgin sapmalarından biri kuşkusuz bu noktadır. Bununla, âlemlerin Rabbi olan
Allah, sâdece göklerin Rabbi kabûl edilmekte, sosyâl-siyasâl alana âit
yetkileri ise reddedilmektedir.
Risâletin
öncelikli hedefi dîni Allah’a has kılmaktır. Allah’tan başka edinilen sahte ilahların
yaşamda hüküm-fermâ oluşu, bu hedefi dikkate almamak, sınırı ihlâl etmektir.
Bireysel ve toplumsal yaşamın bozulması, Allah’a âit yetkilerin yaratılmışlara
verilmesinin kaçınılmaz sonucudur. Oysaki hukûkî ve sosyâl hayâta yönelik emir
ve yasaların sâhibi olarak Allah’ı bilmek, birleme (tevhid) taahhüdünün
kendisidir. Bu durum, insanın kulluğu açısından içinde bulunduğu ânın vâcibini
müdrîk olması; fitnenin kaldırılıp dînin Allah’a has kılınmasıdır”.
Tevhidin sözlü ifâdesi olan
“Lâ ilâhe illallah” kelimesinin milyarlarca, trilyonlarca kez tekrarlanması
tevhidi ortaya çıkarmaz ve bunu yapanlar tevhid etmiş olmaz. Tam-aksine bu,
tevhidin ortaya çıkmasını engelleyebilir-engelliyor. Tevhid, tevhid kelimesini
söylemek değildir. “Birliyorum” demekle birlenme olmaz-olmuyor. Lafla peynir
gemisi yürümez.
“Hüküm sâdece Allah’a
âittir. O size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte
dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler” (Yûsuf 40). “Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da
O’dur” (Zuhrûf 84). “Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O’na
mahsustur!” (A’raf 54). “O’nun mülk ve saltanatında ortağı yoktur” (Furkân
2).
Tevhid öz olandır, şirk ise
köpüktür ve kalıcı olamaz. Tevhidte renkler çok nettir, ya siyah yada beyaz.
Gri renkler ve tonlar yoktur, olmaz tevhidte. Tevhid %100 tevhidtir. Bulanıklık
olmaz ve her şey şeffaftır. Tevhid, kesin ve net olandır. Anlaşılamayacak
tarafı yoktur.
İdrâk edilmesi gereken şey
şudur: “Tevhid sâdece kâlplerde değil, hayatta da hâkim olacak ve hayâtı düzenleyecek”.
Tevhid; kâlp-îman ve hayat birliğidir. Hayâtı, câhil olan insan değil de âlim
olan Allah düzenlediğinde, tevhid olur. Allah’ın göklerdeki hâkimiyetini
ister-istemez herkes nasıl kabûl ediyorsa, yeryüzünde de O’nun hâkimiyeti
geçerli olduğunda tevhid de gerçekleşmiş olur.
Zihinlerdeki-kâlplerdeki
tevhid, en nihâyetinde vahdete dönüşünce yâni hayatta bir karşılık bulunca
kemâle erecek ve insana huzur sağlayacaktır.
Tevhid sâdece, “Allah’ı
birlemek” söylemiyle ifâde edilen ve genelde Allah’ı birlemenin ne demek
olduğunu bilmeyenlerin dediği gibi değildir. Tevhid, Allah-kul arasındaki
ilişkiyi gösteren akâid-ibâdet-duâ gibi hükümler ve düzenlemeler, ikincisi ise,
sosyâl ve siyâsal hükümler ve yönlerdir. İşte tevhid, bu ikisinin birleştiği
bir Dünyâ ve din kurmak demektir. Yoksa sâdece, şeytan, tâğut ve modernitenin
istediği ve arzu ettiği gibi, sosyâlden ve siyâsaldan soyutlanmış bir din ve
Dünyâ değil. Her ne kadar bâzıları tevhidin bu ikinci yönünü yâni sosyâl ve
siyâsal yönünü gereksiz ve zamansız görüyor olsa ve “bu zamanda olacak iş
değil” dese de, İslâm-Kur’ân ve onun ilkesi olan tevhid, tüm çağlarda şu
tespiti yapar ve şu hedefe yöneltir:
“Allah, suçlu-günahkârlar
istemese de, hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir” (Yûnus 82).
“O, suçlu-günahkârlar
istemese de, hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı geçersiz kılmak için (böyle
istiyordu” (Enfâl 8).
“Ağızlarıyla Allah’ın
nûrunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nûrunu
tamamlamaktan başkasını istemiyor” (Tevbe
32).
Eğer Dünyâ’da şu-anda olduğu
gibi, tâğutların hükmü geçerliyse orada tevhid yok demektir. Ne zaman ki hayat,
Allah’a yâni vahye göre şekillendirilirse o zaman tevhid olmuş olur. Birleme,
Allah’ın tüm kâinatta birlenmesi, tevhid edilmesidir.
İslâm, ne savaş dîni ne de
barış dînidir. Savaş ve barış dînidir. Tâ ki Allah’ın sözü Dünyâ’da hâkim
oluncaya kadar sürecek bir savaş ve kıyâmete kadar sürecek bir barış. Tevhid
budur.
Tevhidin olmadığı yerde ne
samîmiyet, ne ciddiyet, ne fedâkârlık, ne ahlâk, ne gayret ne de cihad vardır.
Tevhid, tasavvufun dediği
gibi, “her şeyi aynılaştırmak yâni her şeyi bir görmek” demek değildir.
Tasavvuftaki vahdet-i vücut anlayışında tevhid, her-şeyi Allah kabûl etmek
demektir. “Her şey birlenip Allah îlan edildiğinde tevhid olur” diyorlar.
Allah’tan başka bir varlık kabûl etmemeyi (lâ mevcûde illallah) tevhid
zannediyorlar. Hâlbuki tevhid, “Allah’tan başka hüküm koyucu, otorite,
güç-kudret sâhibi olmaması” anlamındadır. “Varlığın toplamı Allah’tır” demekle
tevhid ettiğini zannedenler var. Oysa ki bu, en büyük şirktir. Sonsuz şirk.
Tabî ki sonsuz şirkin cezâsı da sonsuz cehennem oluyor.
Tevhid=Lâ havle velâ kuvvete
illâ billah (Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktur) demektir.
Tevhid=İyyâke na’budu ve
iyyâke nestaîn (Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım
dileriz) demektir.
Tevhidin bilgisi tevhid
değildir. Tevhidin bilgisini edinmek tevhid etmek anlamına gelmez. O sâdece
tevhidin bilgisini edinmektir. Fakat tevhid, sâdece bilgi ile gerçekleşmez.
Tevhid, Allah’ın vahyi olan
Kur’ân ile, peygamber örnekliğinin tâkip edilmesi, yâni bilgi-bilinç ile
amel-eylem bütünlüğü ve birlikteliğidir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder