“Onların
pek çoğu Allah’a ortak koşmaksızın îman etmezler” (Yûsuf 106).
Tasavvuf; târih boyunca şirki kemâle erdiren, ona
zirve yaptıran felsefî sistem. “Bir-türlü Allah’a kayıtsız-şartsız teslim
olamama” düşüncesi. O inatçı “teslim olamama” hâli. İnatçı kibir. Hiç-bir
peygamber-düşmanı kavim bile şirki bu derece yükseltmemişti. Onların şirk koştukları
şeyler taştan-tahtadan bir kaç put idi. Bir kesim melekleri ilah edinirken; bir
kesim, târihte siyâsi-dînî alanda ön-plâna çıkmış önemli kişileri
ilahlaştırmışlardı. (Aynen şimdi olduğu gibi). Atalarına tapıyorlardı. Yâni onların
gelenek göreneklerini zulme de dönmüş olsa devâm ettiriyorlardı. Çıkarlarını
besliyordu zîrâ. Modern zamanlarda da demokrasi, liberâlizm, sekülerizm denen
melânetler ile koşulan şirkler var. Gizli şirk: Namazı kılıp Allah’tan başka kânun
yapacaklara oy vererek şirke destek olmak. Onların hevâ-heves merkezli
eyleyişlerine destek vermek. Allah’ın affetmeyeceğini söylediği günah olmasına
rağmen. Şirk bu. Bundan, tevhide îmâna dönerek ve şirk koşmaktan vazgeçerek
kurtulabilinir. Ne de olsa şirk unsurlarının bir sınırı vardır. Peki ya şirk
koşulan şeyler sonsuz sayıda ise… Varlık içinde şirk koşanın kendisi de dâhil
şirk koşulmayan bir şey yok ise?. İşte “şirkin katmerlisi” budur ve kurtulmanın
en zor olduğu şirk şeklidir bu. Bu şirk şeklinin öne çıkan söylemleri vardır:
1- Lâ mevcûde illallah=Allah’tan başka
mevcut yoktur:
Tersi de geçerli: Mevcut olan her şey Allah’tır.
(Vahdet-i Vücut). Diyorlar ki; Allah’tan başka mevcut olan bir şey olsaydı şirk
olurdu. Peki bu şirkten güyâ nasıl kurtuluyorlar da tevhide(!) dönüyorlar?. Şöyle
diyerek: “Her-şey Allah’tır. Çünkü ikilik yoktur. Varlık Allah’tır. (Panteizm-panentezim).
Bunu kabûl etmeyenler müşriktirler”. Tasavvufun pirlerinden biri de diyor ki bu
bağlamda: “Şeytanın Âdem’e secde etmemesi en büyük muvahhidliktir. Zîrâ o Allah’tan
başkasına secde etmemiş oldu”. Allah’ın “secde et” emrine aykırı davrandığını
es geçiyor tabi. Yine aynı zat: “Peygamber zamânındaki müşriklere müşrik
denmesinin nedeni, onların o putlara Allah olarak değil de, Allah’tan başka
varlıklar olarak tapmalarıydı. Yâni onlar o putları ‘Allah’tan başka varlık’ olarak
kabûl ettiler ve şirke düştüler. Hâlbuki onlara Allah olarak tapsalardı
muvahhid olurlardı”.
Allah’tan başka mevcut olmadığını söylemek, varlığın
varlığının mutlak bir varlık olduğunu söylemektir ki, bu bilimsel olarak da
yanlıştır. Varlık bir bozuluşa ve yok oluşa doğru gider. (Termodinamiğin 2.
Kânunu=Entropi). Eğer varlık Allah olsaydı bozulmaz ve yok oluşa doğru
gitmezdi. Varlığın Allah olduğunu ve Allah’tan başkasının yok olacağını Kur’ân
çok net olarak söylüyor:
“(Yer)
üzerindeki her-şey yok olucudur; Celâl ve ikram sâhibi olan Rabbinin yüzü
(kendisi) bâki kalacaktır” (Rahmân
26-27).
“O’nun
yüzünden (zâtından) başka her-şey helâk olucudur” (Kasas 88).
Mutlak varlık ve mukayyet varlık ayırımını yapmak lâzım
burada. Allah mutlak varlıktır ve yaratılmış olanlar mukayyet varlıklardır.
Mukayyet varlıkların varlıkları Allah’ın varlığı gibi değildir. Mutlak değildir
yâni. Mukayyet varlıklar Allah kadar var değillerdir ve bu nedenle Allah
gibi var kalamayacaklardır. Yok oluştan kaçamayacaklardır. Mukayyet olmanın
özelliği ve kaderidir bu. Varlık Allah’la kayıtlıdır. Allah ise hiç kimse ve hiç-bir
şeyle kayıtlı değildir. Bu nedenle “lâ mevcûde illallah” söylemi, insanın
koşacağı şirkin zirvesidir. Şirkin kemâlidir. Daha fazla üst derecede şirk koşulamaz.
Sayısı sonsuz varlığın tamâmı ile şirk koşulması oranında başka neyle şirk
koşulacak ki?. Şirkin katmerlisi bu nedenle “lâ mevcûde illallah” söylemi olan “Allah’tan
başka mevcut bir şey yoktur” yada “mevcut olan her-şey Allah’tır” şirkidir. Hele
ki “her şeyi Allah îlan etme şirki”ni bir de ahmaklığı zirveye çıkararak tevhid
zannetmek ise, bu şirki “ahmakların şirki” hâline getirir. Evet; bu şirk mutlak
anlamdaki şirktir. Mutlak anlamdaki tevhidin tam zıddı olarak.
2- Lâ fâile illallah=Allah’tan
başka yapıp-eden yoktur:
Bu düşünceyi şu âyeti öne çıkararak savunuyorlar: “Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah
öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü’minleri kendinden
güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı). Şüphesiz Allah, işitendir,
bilendir” (Enfâl 17). “Bak gördünüz mü, Peygamberin savurduğu kum için
Allah “ben attım diyor” diyorlar.
Bu düşüncedeki ana yanlış şudur: “Lâ kudrete illallah
tevhid sözü yerine, “lâ fâile illallah şirkini koymak. Sâdece attığı zaman
değil, yürüdüğü zaman, uyuduğu zaman, savaştığı zaman, vel hâsıl kelam, yaptığı
tüm şeyleri yaptığı zaman zâten Allah yapıyor-yaptırıyor. Fakat bu yapma,
tasavvuf müşriklerinin zannettiği gibi değildir. Allah bu yapmaları bizzat ve
bil-fiil olarak değil, kudretini vererek yapar-yaptırır. O’nun
yapması-yaptırması, yasalarına uygun olarak, sünnetullah gereği kişinin irâdesini
gerçekleştirmesine izin vermesidir. Yâni “insanın eyleminin-amelinin kudretini
Allah’tan alması” anlamındadır. Yoksa Allah bizzat gelip de düşmana bir şey
atacak değildir. Zâten orada olağan-üstü bir şey de yoktur. Peygamberin, o anda
içinde bir güç bularak kumu fırlatması ve savaşa başlamasıdır olan şey. Allah
zâten mü’minlere üç bin, beş bin melekle yardım etmektedir. Meleklerin gücü yetmedi
de bizzat Allah mı geldi Bedir kuyuların yanına?. Allah’ın yardımı, insanın
içine meleklerle bir huzur ve güç vermesi, o gücü kullanacak kudreti
vermesidir. İşte o anda gelen kudretin bir nişânesidir Peygamberin atması.
Allah diyor ki Peygambere; “o attığın şeyi sakın kendinden zannetme, onun güç
ve kudreti bendendir”. Yâni “lâ kudrete illallah”. Yâni Peygambere diyor ki;
sakın olanı kendinden bilip de “lâ fâile illallah” deme!, gücün-kudretin
kaynağı olarak Beni bil ve “lâ kudrete illallah” de. Bu âyetle yaptığım imtihan
ancak böyle demekle kazanılır.
“Lâ fâile illallah” yâni yapıp-edenin Allah olması, Allah’a
tevekkül ederek, kudreti, irâdeyi Allah’a vererek işleri ona havâle etmenin
fâsıklaşmış şeklidir.
Evet; “Lâ kudrete illallah” ifsâd olunca, “lâ fâile
illallah”a dönüyor.
3- Lâ mevcûde-lâ fâile illâ ene=Benden
başka mevcut da yoktur; benden başka yapıp eden yoktur:
Artık tasavvuf müşriği, “lâ mevcûde illallah” ve “lâ
fâile illallah”tan sonra, bir sentez yapıyor ve kendi ilahlığını îlan ederek,
“lâ mevcûde illâ ene”, “lâ fâile illâ ene” demeye başlıyor. Yâni, “benden başka
mevcut yok=benden başka ilah yok; ve benden başka yapıp-eden yok, kâinâtı ben
idâre ediyorum” diyor.
Tasavvufun büyük müşrikleri bunu çeşitli ve ünlü
sözlerle (şatahat) ifâde etmişlerdir:
“Benem Hakk’ın kudret eli. Benem belî aşk bülbülü.
Söyleyip her türlü dili. Halka haber veren benem” (Yûnus Emre).
“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (s.a.v.)’in
bayrağından daha büyüktür!. Benim bayrağım nûrdur. Altında bütün insanlar ve
cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor” (Bayezid-i Bistâmi).
“Mûsa peygamber Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı
görmeyi değil, Allah beni görmeyi irâde buyurdu!” (Bayezid-i Bistâmi).
“Allah beni över ben
de O’nu; O bana kulluk eder, ben de O’na. Hak beni yarattı ki kendisini
bileyim; ben de O’nu, bilmek ile var kıldım” (Muhyiddin İbn-i Arâbi).
Bir keresinde
müezzin: “Allah-u Ekber” dediğinde Bayezid: “Ben daha büyüğüm” demiş .
Turab el-Nahsebi, bir
müridine:
“Bayezid’i bir kere
görsen, senin için yetmiş kere Cenâb-ı Hakkı görmekten daha faydalı olur"
diyerek yanlış bir kıyaslama yapmıştır ki tasavvufta büyük bir kıyaslama
hatâsı” vardır ve sürekli yapılır bu hatâ.
Peki tasavvufçular bu şirki neden yapıyorlar yada ilk
başta neden yapmaya başlamışlardır: İslâm’ın askerî zaferlerine karşı yapacak başka
şeyleri kalmamıştı da ondan. İslâm’a savaş meydanında karşılık veremeyince, onu
içerden çürütüp yıkma yoluna girdiler. Bu nedenle bir “intikam felsefesi”dir
tasavvuf. Ercüment Özkan:
“Küfür, İslâm’dan intikâmını tasavvuf yoluyla almıştır.
Kurdun kuzu postuna bürünmesi gibi, tasavvuf da şirk anlayışını İslâm postuna
bürüyerek halka sunmuştur” der.
“Lâ fâile illallah”da, fâil Allah gibi gösterilmesine
rağmen, aslında her-türlü fiili işleyen insan olduğu için, insanın bir
ilahlaştırılması vardır ve zâten bâtıniliğin sözde İslâm’i görünümü olan tasavvuf,
hedefi insanın ilahlaştırılması olan bir şirk felsefesidir. Öyle ki bu
felsefedeki şirk, şirkin zirve hâline gelmiş şeklidir. Daha ileri bir şirk
olamaz.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder