“Allah
yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve
bolluk) da. Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra
kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah,
bağışlayıcıdır, esirgeyicidir” (Nîsâ
100).
Hicret ilk başta zihinlerde ve kâlplerde gerçekleşmelidir.
Daha sonra duâ hâline gelmeli ve nihâyetinde de eyleme dönmelidir. Kâlpler
hicrete iknâ olmadığında, duâya da duramaz, eyleme de dönemez. Bu zâten her-şeyde
böyledir. “Kâlplerin iknâ olması”dır îman.
İknâ olmuş olan kâlp, artık eyleme dönmek için can
atar. Çeşitli amel-eylem yollarına koyulur. İslâmî eylemin üç ana sacayağı
vardır. Îman, hicret ve cihad. Kâlbi iknâ olmuş olan kişi eyleme geçerek
hicrete başlar. Bu bağlamda hicret bir ibâdettir. Hicret salt bir eylemdir
zîrâ. Duâ ve ilim de bir ibâdet olsa da, gerçek ibâdet eylemle olur. Eylem
hâlinde olanlardır ibâdet edenler.
Hicret bir vazgeçiştir. Vazgeçişin kemâli olan üç
etkenden biri. Maldan vazgeçmek ve candan vazgeçmek de vazgeçmenin
kemâllerindendir. Hicret ile, malından-mülkünden, ana-babasından,
yârinden-yurdundan vazgeçmek kolay değildir. Allah için bunlardan vazgeçenler,
îmânlarını pratik olarak kanıtlamışlar demektir. Îman ve hicret gerçekleşmiş ve
geriye sâdece cihad kalmıştır.
İslâm’i takvimin başlangıcı hicrettir. Hicret ile
başlar müslümanların takvimi. Ne Peygamberin doğumu, ne vahyin ilk geldiği
zaman, ne Medîne’de devletin kurulması ne de Mekke’nin fethi. Peki neden takvim
hicretle başlıyor?. Çünkü büyük bir imtihan verilmiştir. İmtihan başarıyla
geçilmiştir. Bu nedenle hicret, takvimin başı olmayı hak ediyor. İslâm’ın ve
hattâ Dünyâ’nın değişme zamânıdır hicret. Zirveye ulaşılma ânı. Bundan sonra
artık küçük çıkışlar olsa da inişi daha bol olan bir yola girmenin başlangıcı.
Bu nedenle çok önemli.
Elbisenin temizlenmesiyle başlayan, kâlbin ve zihnin
temizlenmesiyle devâm eden ve çirkeflikten uzaklaşmayla kemâle eren bir
süreçtir hicret. Hicret etmeyen peygamber yoktur. Hicret hem farz hem de
sünnettir. Peygamber sünneti, peygamberlerin sünnetidir. İslâm bir “vazgeçiş”
içerdiğinden dolayı, vazgeçilebileceğinin ilk göstergesidir hicret. Hicret bir
terk-ediştir. Allah yolunda aslında yine Allah’ın verdiği her-şeyden Allah için
vazgeçmenin bir diğer adı.
Bir süre sonra dönülse de, hicret edilen yer
unutulamaz. Peygamberimiz dönüp, hicrete çıktığı şehir olan Mekke’yi fethetmiş
olsa da, hayâtının geri kalan zamânı için vatan olarak Medîne’yi, yâni hicret
ettiği yeri seçmişti. Bu bağlamda vazgeçişin özneleri olan Muhâcirler ne kadar
önemli ise, vazgeçenleri karşılayan ve kucaklayan Ensar da o oranda önemlidir.
Tâğutlar muhâcirlerden (hicret eden) çok korkarlar.
Çünkü tâğutlar, ciddî eylemlerden korkarlar. Hicret kuru bir laf değildir zîrâ.
Hicrân olmadan hicret olmaz. Bu hicrân, şeytandan, tâğuttan, neftsen,
maldan-mülkten, vatandan-yurttan, ana-babadan ve en nihâyetinde de candan
ayrılmaktır. Allah için. Bu nedenle hicretin sonu cennete çıkar.
Vazgeçiş içeren eylemler tâğutları korkudan uyutmaz.
Hicretle vazgeçebilenler, bundan sonra malından canından da vazgeçebilir. Canından
vazgeçeni kim neyle korkutabilir ki!. Bir korku imparatorluğu olan tâğutizm,
böyle korkusuzlar karşısında çâresizdir. Zîrâ o korkusuzlardan bir tânesinin
bile o imparatorluğu devirmeye gücü yeter. Peygamber sünneti olan “hicret, her
ne zaman mü’minler tarafından gerçekleştirildiyse, tâğutların başlarına büyük
bir belâ açılmıştır” demektir. Bu nedenle tâğutlar, insanları terk edişten ve
vazgeçmekten caydıracak sûnilikler üretirler ve vaâdler sunarlar. Bâzılarını bu
yolla kandırabilirlerse de mü’minler pasif olmayı, köle olmayı, nesne olmayı,
zilleti, haysiyetsizliği kabûl etmeyeceklerinden, mü’minleri yollarından
döndüremezler.
Ve hicret gerçekleşir.. Zâlimlerin bir devrimle
devrilecekleri süreç başlamıştır artık: “Zulmetmekte
olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir”
(Şuârâ 227) âyeti, bu yıkılışın ayak sesleridir. Hicretle berâber tâğutun
hâkimiyetinde bir çatırdama başlar ve sonra yıkım kaçınılmaz olur.
Delikanlılık ister hicret. Kendi içine dönüp-dönüp hicret
etmeye alışık olanlara zor gelmez hicret etmek. “Kâlplerde başlar” dedik ya;
kâlplerde başlamışsa eyleme dönmesi zor olmaz. Hicret ertelenmeye de gelmez.
Yol gözde büyür, vazgeçiş kâlpte büyür ve bir-türlü başlayamaz ve sonunda
vazgeçilir hicretten. Hicretten vazgeçmek, “zulmü bertarâf etmekten vazgeçmek”
anlamına gelir. Allah zulmü bertarâf etmek istediğine göre, Allah’ın emrinden
vazgeçmektir hicretten vazgeçmek. Hicret ertelenmeye gelmez, tam zamânında
olmalıdır. Bir nesli tam “düzelttik” ve “yetiştirdik” derken, düzeltilecek ve
yetiştirilecek yeni bir nesil yetişmiş olur. Böylece insanı düzeltmenin ve
yetiştirmenin sonu gelmez. Sonuçta da Dünyâ düzeltilmeden kalmış olur. Ne
Dünyâ’yı düzeltmeden insanı, ne de insanı düzeltmeden Dünyâ’yı
düzeltebilirsiniz. İkisinin berâber düzeltilmesi şarttır. Nitekim Peygamberimiz
de Kur’ân (düzeltici) tamamlanmadan yâni daha yarısı inmemiş iken Dünyâ'yı
düzeltme yoluna (hicret) koyulmuştu.
Şöyle bir baktığımızda, hicret etmeyen bir
hayvanın olmadığını görürüz. Tüm hayvanlar hicret ederler. Hicret onların hayat
garantileridir. Modern müslümanların perişân hâllerinin sebebi, “Mekke’den
Medîne’ye” hicret edemeyişlerindendir. Bir-türlü Mekke’den çıkamıyorlar, çıkmak
istemiyorlar ve çıkmayı göze alamıyorlar. Tabi Mekke’den çıkamayanlar,
Mekke’nin şartlarına mahkûm oluyorlar.
Câhiliyeden hicret etmek yâni onların coğrafyasından,
sisteminden, ölçülerinden, kânun ve yasalarından ayrılıp uzaklaşmak
peygamberlerin sünneti ve temel misyonudur ki bu, hak ile bâtılın mutlakâ
ayrılması gerektiğinin bir işâretidir. Hakkın gerçek anlamda açığa çıkması için
bu ayrılış, olmazsa-olmazdır. Ancak ve ancak böyle bir ayrılış ile “hak” net
olarak görülebilecektir ve insanlar hak ile bâtılın ne olduğunu çok net bir
şekilde görebilecekler ve tercihlerini yapabileceklerdir.
Şeytandan hicret etmeden, Allah’a hicret edilemez.
Hicret şeytan ve tâğutlardan, sonra onlara gâlip gelmek için bir süreliğine uzaklaşmak
demektir. Fakat hicret bir ömür-boyu da sürebilir. Peygamberimiz: “Kâfirlerle
savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir” (eş-Şevkânî a.g.e., VIII, 27) der.
Hicret bir takvâ göstergesidir. Hicret edenler
takvâlarını ve dolayısı ile üstünlüklerini göstermiş olurlar:
“Îman edip de hicret edenler ve
Allah yolunda mallarıyla-canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah
katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır” (Tevbe 20).
Kur’ân’da hicret (haceru) kelimesi “âmenu ve haceru”
şeklinde îman ile birlikte gelir hep. Ahmet Musaoğlu: “Kur’ân’da hicret
kelimesinin geçtiği her yerde insana ilişkin önemli bir emir vardır. Âmenü=îman
ettiler ve hacerü=hicret ettiler kelimelerinin peş-peşe gelişleri tesâdüf
değildir” der. Hicret, îmânın bir göstergesidir.
Hicret bir “kültür değişimi”dir. Câhiliye kültüründen
İslâm kültürüne değişim. Hicret etmeden medenî olmak yâni göç etmeden bir
devlet-medeniyet kurmak mümkün değildir. Hicret insanın doğal hareketidir, zîrâ
insanlık târihi göç târihidir. Ahmet Musaoğlu: “İnsanlık târihi, hicret eden
kavimlerin haberleriyle doludur, yerinde kalanlardan ise fazla bir haber yoktur”
der.
Hicretin sonu Dünyâ’da güzelliklere, âhirette de
cennete çıkar:
“Zulme uğradıktan sonra Allah
yolunda hicret edenlere gelince, onları Dünyâ’da güzel bir şekilde yerleştireceğiz.
Eğer bilirlerse âhiretin mükâfatı elbette daha büyüktür” (Nâhl 41).
Hicret, biraz da “ölümüne yapılan”dır. Zâten bu
nedenle ödülü de çok büyüktür:
“Allah
yolunda hicret edip öldürülen veyâ ölenlere gelince; muhakkak Allah, onları güzel
bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en
hayırlısıdır. Onları, kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere
sokacaktır. Şüphesiz Allah bilendir, halimdir” (Hacc 58-59).
Evet; hicret bir kaçış değil, bir göçüştür.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder