Fâiz, kirâ,
rant.. İnsanların hayâllerini süsleyen muhteşem üçlü. Modern insan bu üç unsura
kilitlenmiş durumda. Ah! keşke bunlardan biri olsa da çalışıp-çabalamadan yan
gelip yatsa ve hayâtın tüm zevklerini en üst kalitede yaşayabilse.. Kapitâlist-liberâl
sistem bu iştahı zirveye çıkaran bir özelliğe sâhip. Zenginler zenginliklerini
daha da arttırmak için bu üç şeytânî/tâğûti sisteme kilitlenmişken; fakirler/yoksullar
da -ezilmişliğin de verdiği sıkıntıyla- bu yollarla geçinme olasılığını hayâl
ediyorlar. Tabi zenginler bunu gerçekleştirebilirken, fakirler çoğunlukla hayâl
kurmaya devâm ediyorlar. “Olağan-üstü durumlarda olağan-üstü hukuk geçerlidir” ve
“zor oyunu bozar” kurallarına göre fakirlerin böyle bir hayâl kurmaları ve bu-yönde
çaba harcamaları bir-nebze mâkûl karşılanabilir belki. Hayâtın ağır yükü
böylelikle hafiflemiş olur. Fakat zenginler; bu üç yoldan birisi, ikisi yada
üçüyle edindikleri servetlerini katlamaktan hiç-bir zaman usanmadıkları gibi, “daha
da nasıl arttırırım”ın hesâbını yapıyorlar. Sonuçta da zamanla, zengin-fakir
arasındaki uçurum aşırı bir şekilde genişliyor-derinleşiyor ve toplum kutuplara
ayrılıyor. Nihâyetinde de çeşitli sorunlar/çatışmalar baş-gösteriyor.
İşin ilginç
yanı, kendisine müslüman/dindar diyen muhâfazakâr kesim de, ilk-madde hâriç diğer
iki maddeye direkt olarak ve içlerinde hiç-bir sıkıntı duymadan hırsla yönelebilirlerken,
ilk-maddeyi ise -bir kısım muhâfazakârlar- dolaylı yollardan uyguluyorlar; (sözde
fâizsiz bankacılık, finans kurumları vs. ile). Din ile, adâletle alâkası
olmayanların bu hırslarını anlayabiliyoruz. Çünkü onlar “bir daha gelinmeyecek
Dünyâ”da hazlarını en yüksek derecede yaşamak istiyorlar. “Sınırsız bir yaşama
isteği” felsefeleridir. Fakat “dindar” kesime ne oluyor da gece-gündüz bu üç
unsurun hesaplarıyla ve hayâlleriyle bu kadar rahat uğraşabiliyorlar?. Hem
dindar olup hem de bu yollara yönelmek ve bu yollarla kazanç sağlamak meşrû
mudur?. Bu sâdece dînî-ilmî bir mesele değil, toplumsal bir meseledir de aynı-zamanda.
Gerçi “dînî” olunca “toplumsal” da olmuş oluyor. Peki din bu konularda ne
diyor?. Bu yollardan para kazanmak normâl mi, yoksa a-normâl mi?. Helâl mi?.
yoksa haram mı?. Bu konuları dînî ve sosyâl yönden araştıralım…
1-Fâiz
İlgili âyetler
şöyle:
“Onlar ki, mallarını gece-gündüz; gizli
ve açık infâk ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku
yoktur ve onlar mahzûn olmayacaklardır. Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan-çarpmış
olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu,
onların: “alım-satım da ancak fâiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah,
alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize)
bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize)
geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, fâizi
yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez.
Îman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı
verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur
ve onlar mahzûn olmayacaklardır. Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer
inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle yapmazsanız Allah’tan ve
elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz
sizindir. (böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 274-279).
“Ey îman edenler, fâizi kat-kat
arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. Kâfirler
için hazırlanmış olan ateşten sakının” (Âl-i İmran 130-131).
“İnsanların mallarından artsın diye
verdiğiniz fâiz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızâsını) isteyerek
verdiğiniz zekat ise, işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat-kat arttıranlar
onlardır” (Rûm 39).
“Yahudilerin, yaptıkları zulüm ve bir-çok
kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helâl
kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık. Yasaklandığı hâlde fâiz almaları
ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan
kâfir olanlara pek acıklı bir azap hazırlamışızdır” (Nîsâ 160-161).
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet ett” (Müslim,
Müsâkât 25, (1579); Ebu Dâvud, Büyû 4, (3333); Tirmizî, Büyû 2, (1206); İbnu
Mâce, Ticârât 58, (2277)).
Fâize karışan asıl tarafların, aracıların ve yardımcı olanların
hepsi, Resûlullah (Sallallâhu
Aleyhi ve Sellem)’in diliyle lânetlenmişlerdir. Câbir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallâhu Anh) şöyle dedi: Resûlullah;
‘Fâiz yetmiş üç kısımdır. En basiti
kişinin annesiyle nikâhlanması gibidir. Ve fâizin en kötüsü müslüman bir
kimsenin ırzına dil uzatmak gibidir’ buyurdu” (Hâkim Müstedrek
2/37. Albânî Sahihû’l-Câmi 3533).
Abdullah ibni
Hanzala (Radiyallahu Anh) şöyle
dedi:
“Resûlullah; ‘Kişinin bilerek yediği bir dirhem fâiz,
otuz üç zînâdan daha kötüdür’ buyurdu. (Ahmed Müsned 5/225, Albânî Sâhihû’l-Câmi 3375).
Peygamberimiz
Vedâ Hutbesi’nde ise şöyle demiştir:
“Ashâbım!.. Kimin yanında
bir emânet varsa onu hemen sâhibine versin. Biliniz ki fâizin her çeşidi
kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım fâiz de
Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın fâizidir. Lâkin ana-paranız size âittir.
Ne zulmedînîz ne de zulme uğrayınız”.
Sezâi Karakoç emeksiz kazanç hakkında şöyle der:
“Kazanç
İslâm’da emeğe dayanır. Sermâye ancak emekle birleşirse meşrûdur. Paranın para
olarak para getirmesi yasaktır. Kapitâlizmin ana-kaynağı böylece kurutulmuş
olur. Sermâye emeğin hükmü altında konduktan sonra sermâyeye tanınan hak, emeğe
tanınmış bir hak olur”.
Hiç-bir şey
durduğu yerde çoğalmazken, fâiz-sisteminde para çoğalıyor. Fâizin kişisel
ve toplumsal bir çok fizîki-ruhsal zararları vardır. Suat Yıldırım:
“Târihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün
karışıklıkların-ihtilafların
sebebi şu iki kelimedir: 1- “Sen çalış ben yiyeyim”; 2- “Ben doyduktan
sonra, başkasının ne hâli varsa görsün”. İslâm birinci tutumu fâizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan
kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.
Fâizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Fâizle para verenin aklı-fikri parasında kalır, parasının
dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir fâiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kâlp rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir.
İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları
dört olup, bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticâret, bir
de risk faktörü üretkendir. Zîrâ eşyâyı üretim
yerinden tüketim yerlerine sevk-etmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol
fâiz olup üretken değildir. Fâizde risk yoktur. Zîrâ borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi
garantili sayılmaktadır.
Emek, zekâ ve mahâretin semereleri, fâiz kanallarından fâizcilerin ellerinde toplanarak, servet tekelleşmeye gider.
Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, fâizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri alt-üst olur” der.
Dikkat
edin!; Allah “fâiz almayı” değil, “fâizi” (ribâ) haram kılmıştır.
Alma-verme-savunma dâhil, fâizin tamâmı ve her-şekli haramdır.
2-Kirâ
Kirâ, kentleşmeyle (şehirleşme
değil) başlayan bir sistemdir. Özellikle son 100-150 senedir gündemdedir. Çünkü
eskiden halkın çok büyük bölümü tarım-alanları olan köylerde yaşıyordu.
Köylerde kimse kirâda oturmaz ve dolayısı ile kirâya verecek evi olmazdı. Zâten
herkes kendi evini kendisi yapardı. O yüzden “İslâm’da kirâ konusu, evlerle
değil, arâzi/tarla/bahçelerle ilgili olarak” gündeme gelir. İnsanları çeşitli
oyunlarla kentlere yönelten kapitâlist psiko-sosyo-ekonomi politikası, sonunda insanları
kente göçmeye zorladı ve insanlar kente taşınmaya hem mecbur kaldılar, hem de buna
heves ettiler. Bu durum, kentlere göçen insanların kirâlayarak oturması için
varlıklı kesimlere ev yapma ve kirâya verme ortamı hazırladı. Çünkü doğaldır
ki, yeni gelenler evlerini yanında getiremezlerdi. Kente sonradan göçen/yerleşen
kesimlerden de fazladan ev yapıp yeni gelenlere kirâlama yoluna gidenler oldu. Kur’ân’ın
indiği dönemde arâzi/binâ/malzeme kıtlığı söz-konusu olmadığından ve herkes
evini kendi yapabiliyorken “kirâ” ile ilgili açık bir âyet yoktur. Kirâ konusu Kur’ân’da
yer-alan diğer hükümler çerçevesinde incelenmektedir. İlgili âyetler şöyledir:
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak
şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nahl 71).
Unutulmasın ki, rızık sâdece
“boğazdan geçen” şeyler değildir. Evler de rızıktır.
“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar; de ki;
ihtiyaçtan artanın tamâmını!” (Bakara
219). İhtiyaçtan arta kalan şey, her türlü ihtiyaç içindir; meselâ ihtiyaçtan
fazla olan ev böyledir.
“İnsan için çalışmasından başka şey yoktur” (Necm 39).
Bu âyete göre fâiz nasıl ki “çalışmadan
elde edilen bir gelir” ise, kirâ da “çalışmadan elde edilen bir gelir”dir. Âyet,
çalışmadan elde edilen geliri kabûl etmiyor.
Kirâ almayı yasaklayan
hadislerden örnek verelim:
“Râfi Bin Hadiç: “Resûlullah (s.a.v) bizim için
faydalı olan bir şeyi bize yasakladı. Birimizin bir arâzisi olduğu zaman, mahsûlünün
bir kısmı yada bir miktar dirhem karşılığında o arâziyi (birine) verirdik. Resûlullah
(s.a.v): ‘Öyle yapmayınız. Sizden birisinin toprağı varsa, onu ya (din)
kardeşine bağışlasın yada kendisi eksin’ buyurdu. (Ebu Davud; Sünen-i Tırmizi,
Ahkâm 42).
Yine Ebu Davud”un diğer bir
rivâyetinde, Useyd b. Zuhayr şöyle der:
“Râfi b. Hadîc bize gelip şöyle dedi: “Doğrusu Resûlullah
(s.a.v) size, sizin için faydalı olan bir şeyi yasaklıyor. (Fakat) Allah ve Resûlüne
itaat, sizin için daha faydalıdır. Şüphesiz ki Resûlullah (s.a.v), size,
“muhâkale”yi (arâziyi kirâya vermeyi) yasaklıyor”.
Nesâî’nin bir rivâyetinde
Useyd b. Zuhayr şöyle der:
“Râfi b. Hadîc bize gelip: ‘Resûlullah (s.a.v), size;
Mühâkaleyi yasakladı. (Mühâkale: Arâziyi, mahsulün üçte biri yada dörtte biri
oranında kirâya vermektir). Muzâbeneyi de (yasakladı). (Muzâbene ise: Ağaçtaki
tâze hurmanın, yerdeki kuru hurmaya karşılık tahmîni bir ölçüyle satışına denir).
Ağaçtaki hurmayı bir vesk hurma karşılığında şöyle-şöyle almayı yasakladı’ dedi”.
Ahmed, Buhâri ve Müslim, İbn
Ömer”in himâyesinde olan Nâfi”den şunu rivâyet ediyorlar:
“İbn Ömer, Peygamber zamânında, Ebubekr, Ömer, Osman
zamanlarında ve Muâviye’nin zamânında ekim arâzilerini kirâya verirdi. Sonra
Râfi b. Hadîc’den, Peygamber’in tarlaları kirâya vermekten nehyettiği rivâyet
olundu. Bunun üzerine İbn Ömer, Râfi b. Hadîc’e gitti. Ben de onunla birlikte
gittim. Râfi’den bu rivâyetini sordu. O da: “Peygamber (s.a.v.), tarlaları kirâya
vermekten nehyetti” dedi. (Babu’l Bey, 118.hadis; Kitâbû’l-Harac (Buhâri),
3/141; Müslim, Kitâbû’l-Buyu”, 4/49; Ahmed, Müsned, 2/64).
“Tarlaları birbirinize kirâlamayınız”
(Bâbu”l Bey, 121.hadis).
“Arâzisine ihtiyaç duymayan kişi,
onu, (karşılıksız olarak) ya (din) kardeşine versin yada onu boş bıraksın”
buyurdu.
Bu örneklerde, “arâziyi kirâya vermek” üzerinden “kirâlama”nın
yasaklığı anlatılmaktadır.
Ebu Yûsuf’un anlattığına göre, Müzeyne ve yahud Cüheyne kabîlesinden
bâzı kimselere, Hz. Peygamber (asv) ikta (tımar) veriyor. Onlar da verilen
arâziyi îmar etmeyerek terk ediyorlar. Böyle olunca Hz. Peygamber arâziyi başka
kimselere veriyor. Onlar da îmar edip işlemeye başlıyorlar. Daha sonra Müzeyne
ve yahud Cüheyne Kabîlesinden olanlar, o kimseleri Hz. Ömer’e şikâyet
ediyorlar. Bu şikâyet üzerine Hz. Ömer (ra): “Kimin elinde arâzi olur da, onu
üç sene terk eder ve âtıl bırakırsa ve sonradan o arâziyi başkası îmar ederse,
o arâzi îmar edene verilir” diye herkese îlân ediyor. Yine Ebu Yûsuf,
eserinde üretim kaynaklarının kamu-malı olduğu ve özel mülkiyete tâbi
olamayacağı fikrini işlemiştir: “Peygamber Efendimiz: “Üç şeyi men etmeyiniz:
Mera (ot), su, ateş. Zîrâ bunlar kuvvetli olanlara meta, zayıf olanlara da
kuvvettir” buyurmuşlardır: “Üç şey ortaktır: Su,
ateş, mera/toprak. Bunlardan alınacak bedel de haramdır” Hz.Muhammed(a.s.) (İbn Abbas Kütüb-i Sitte; hadis no:
772). Enes’in İbni Abbas’tan rivâyet ettiği hadiste “ondan para kazanmak
haramdır” cümlesi ilâveten rivâyet edilmiştir.
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret
gününe inanmayan, “Allah’ın ve Resûlü”nün yasakladığını (nehyettiğini) haram
saymayan ve hak-dînî din edinmeyenlerle, boyun eğerek kendi elleriyle cizye
verecekleri zamâna kadar savaşın”
(Tevbe 29).
Şimdi iki çeşit senaryo
kuralım..
1-Birinin 150.000 lirası
var. Bu kişi her-hangi bir bankaya gidiyor ve “ben bu 150.000 lirayı size
verirsem bana ayda kaç para fâiz verirsiniz” diyor. Banka da müşteriye meselâ aylık
1.000 lira vereceğini söylüyor. Kişi de bunu kabûl ediyor ve anlaşma
yapıldıktan sonra parasını yatırıyor ve evine gidiyor. Tam 30 gün sonra (ki bu
süre içinde evinden hiç çıkmamış ve yan-gelip yatmış da olabilir) bankaya gelip
yatırdığı paranın fâizi olan 1.000 lirayı alıp evine dönüyor. Bu durum sonraki
aylar boyunca bu şekilde devâm ediyor.
2-Birinin yine
150.000 lirası var ve bu kişi fâizi günah sayıyor. Bunun yerine elindeki
parayla bir emlâkçıya gidiyor ve 150.000 lira değerinde bir ev satın almak
istediğini söylüyor. Emlâkçı tam da ona göre bir dâire olduğunu ve hattâ orayı
kirâlamak isteyen bir kişinin de hazır olduğunu söylüyor. Adam evi beğeniyor ve
anlaşma yapılıp ev satın alınıyor. Ertesi gün de kirâcıya ev 1.000 liraya kirâlanıyor.
Anlaşmalar yapılıyor, ilk kirâ alınıyor ve adam evine gidiyor. Tam 30 gün sonra
(ki bu süre içinde evinden hiç çıkmamış
ve yan-gelip yatmış da olabilir) kirâcısına gidip parasını alıyor ve diğer
aylarda da süreç böyle devâm ediyor.
Şimdi; (her-hangi bir
zorunluluk durumu hâriç) İlk-örnek ile ikinci örnek arasında nasıl bir fark var
ki; birincisi (fâiz) günah/haram olurken, ikincisi (kirâ) helâl/meşrû oluyor?.
Toplumda böyle bir anlayış hâkim çünkü. İyi de, birinci senaryo ile ikinci
senaryo arasında nasıl bir fark var ki?. İkisi de hiç-bir çaba harcamadan
bir ay sonra hemen-hemen aynı miktardaki paralarını almaya gidiyorlar. İkisi
arasında hiç-bir fark yoktur. Hattâ fâizdeki para zamanla enflasyon etkisiyle
azalabilirken; evin değeri ise, bâzen iki-üç katına kadar artabilir. Evden
çıkmadığı takdirde evin bakımı (boya/badana/tâmir) da kirâcıya âittir. Kentsel-dönüşüm,
müteahhit etkisi, katların yükselmesi vs. nedenlerden dolayı evlerin zamanla
yaşlanmasından doğacak zararlar da böylece oluşmuyor. Dolayısı ile kirâ
olayında fâizden de öte bir “ribâ” vardır. Üstelik hiç-bir kirâcı, verdiği kirâyı
sevinçle, gönül rahatlığıyla ve huzûr içinde vermez. Her zaman bir “kirâ sorunu”
olur kirâcının. Bir-ay ne de çabuk geçiverir.. Kirâ zamânı ne de çabucak
geliverir.. Ömür-boyu bitmeyen bir borcu vardır kirâcının. Öyle ki, kirâ
vermekten dolayı ev-sâhibi olma fırsatı da bulamaz. Ev-sâhibi olan bir kişi,
meselâ 50 yıl boyunca kirâ alırken; bir kirâcı da 50 yıl boyunca kirâ verir ve
bu durum genelde değişmez. Değişmesi için genelde, yine başka bir zulüm sistemi
olan fâize bulaşması gereklidir kirâcının çünkü. Bir sömürüden başka bir
sömürüye kapılması gerekir. Zâten kirâ-sistemini çıkaran yada pohpohlayan da fâiz
sistemidir. Kirâ ile fâiz birbirlerinin sebep-sonucu olurlar, yıllarca
birbirlerini beslerler. Hattâ fâizi verenlerle kirâyı alanlar aynı kişiler
olur. Bu kısır-döngü kişilerin ölümüne kadar gider ve ondan sonra da aynı-durum
çocuklarının hayatlarında da devâm eder ve bu böylece sürüp gider. Fâiz-kirâ
alan adamın oğlu fâizi-kirâyı almaya devâm ederken; kirâ-fâiz ödeyen adamın
oğlu da kirâ-fâiz ödemeye devâm eder durur. Tâ ki “İslâm’i bir devrim” olana
kadar…
Fâiz ve kirâ, insanlara; “ne
olursa-olsun mutlakâ ödenmesi gereken şey” olarak dayatılır. Bu nedenle
insanlar, başka şeylerde borçlarını ödemekte zorlanırken, fâiz ve kirâya
gelince, borçlarını hiç aksatmazlar yada aksatsalar bile, sürekli olarak o
borcu bir-an önce ve bir şekilde ödemenin yolunu ararlar. Fakat insanlardan
aldıkları bir borcu yada yaptıkları bir alış-verişten kaynaklanan borcu ödeme
konusunda o kadar hassas değildirler. Fâiz ve kirâ “hayâtî bir mesele” hâline
getirilmiştir. Çünkü hem fâiz hem de kirâ, bu iki şeyden aynı-anda
yararlananların geçim ve zenginleşme yoludur ve bundan aslâ tâviz
vermezler.
Yaklaşık 20 milyon hâne bulunan Türkiye’de halkın ¼’ü kirâda
oturuyor. Yâni 5 milyon kişi kirâ ödüyor. 1,5 milyon hâne ise, kendi evi
olmadığı hâlde kirâ ödemiyor ve yaklaşık 500 bin kişi de lojmanlarda kalıyor.
Bu demektir ki 7 milyon kişinin evi yok. Hâne-halkı büyüklüğü yaklaşık 4 olan Türkiye’de
âileleriyle birlikte kirâda oturanların sayısı yaklaşık 20-25 milyon kişi. Bir
istatistiğe göre 12 yıl öncesine oranla kirâ geliri elde eden mükellef sayısı %
327 artmış.
İhsan
Eliaçık:
“Kirâ
ve fâiz veren herkes sömürülüyordur” der.
Ali Şeriati:
“İslâm,
kazanç ve mülkiyetin temelinde sâdece “emek” arar: Bedenî veya zihnî emek.
Kazancın temelinde emeği aradığı için “fâiz”i yasaklamıştır. Çünkü borç verilen
para vâsıtasıyla sermâyeyi arttırmak emeksiz ürün elde etmek demektir. Emek ve
alın-teri esastır. Çünkü İslâm Peygamberi, çalışmaktan şişmiş el için: ‘İşte
Allah ve Resûlü’nün sevdiği el, bu eldir’ buyurmuştur” der.
Halk
arasında şöyle bir söz vardır: “Tarla kirâsız, para fâizsiz”.
Nasıl ki fâizi almak gibi
vermek de haram ise; kirâyı da, almak gibi vermek de haramdır. Biz bu Dünyâ’da zâten
kirâcıyız. “Kirâcı”nın kirâcısı olmaz.
3-Rant
“Ey îman edenler, mallarınızı aranızda karşılıklı
anlaşmaya dayanan ticâret yoluyla bile olsa bâtıl olarak (meşrû olmayan
gerekçelerle) yemeyin. Nefislerinizi (yanlış işler yaparak) katletmeyin. Zîrâ
Allah sizin için bir rahmet kaynağıdır” (Nîsâ 29).
Bu konudaki
hadisler şöyle:
“İşçinin ücretini alın-teri
kurumadan önce ödeyiniz” (Hadîs-i Şerif-Tergib ve Terhib, c.4/169-2).
“Bir malı satın almak
istemediğiniz hâlde alıcıları kızıştırarak malın fiyatını sûni olarak
artırmayınız” (Ebû Davud. Kitâb’ûl-Büyu. Bab: 44. Hadis No:3438).
“Kayle adında bir kadın, Peygamberimizin
umre yaptığı bir sırada Merve Tepesi’nde bulunurken, yanına geldi ve şöyle
dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü!. Ben, ticâret yapan bir kadınım. Bir şey satın almak
islediğim zaman ona vermek istediğim fiyatın altında teklif yaparak pazarlık
ederim. Sonra satın almak istediğim fiyata kadar çıkarım. Bir şey satmak
istediğimde de, istediğim fiyatın üzerinde bir fiyat söylerim. Sonra pazarlık
sırasında istediğim fiyata kadar düşerim’.
Peygamberimiz bu sözlere karşılık: “Ey Kayle!.
Böyle yapma!. İster verilsin, isterse verilmesin, almak istediğin fiyatı
söyle” buyurdu. (İbn Mâce. kitâbüt-Ticârat. Bab: 29. Hadis No: 2203).
Şimdi; Kendisini
“Müslüman” olarak tanımlayan ve hattâ dindar ve dinde titiz olarak tanınan biri
şu şekilde bir işe içinde hiç-bir sıkıntı duymadan kalkışabiliyor: Bir yerde
içinde ev olan yada olmayan bir arsayı gözüne kestiriyor ve o arsanın durumunu
araştırıyor. O arsanın meselâ kısa-zaman sonra îmârı yükselip çok-katlı binâ
yapmaya uygun olduğunu gördüğünde, mal-sâhibine giderek orayı almak istediğini,
“arsanın ilerideki olası iyi âkıbetini açıklamadan” söylüyor. Hattâ o-andaki
değerinden bir miktar da fazla para teklif ediyor. Mal-sâhibi de teklifi mâkûl
karşılıyor ve evi/arsayı o kişiye satıyor. Meselâ burayı 150.000 TL’ye satıyor.
Malı alan kişi hemen diğer bağlantılarını devreye sokuyor veyâ kendisi yada
tanıdığı bir müteahhitle anlaşarak kat-karşılığı inşaata veriyor ve yaklaşık
bir sene sonra oradan kendisine fiyatları 250.000 TL olan üç dâire düşüyor ve
1-1,5 sene zarfında 750 bin liralık bir serveti oluyor. Yâni kısa-zamanda çok
da bir çaba harcamadan 600.000 liralık bir kazanç elde ediyor. (Bu kazanç meşrû
değildir. Fâhiş=fuhuştur. Haram kazançtır). Malı satan kişi bir-süre sonra sattığı
arsa/eve çok-katlı bir binâ yapıldığını gördüğünde; “keşke satmasaydım,
bilemedim” diye pişmân oluyor ve kendisini sâdece “kader”-“nasip” olgusuyla
teselli edebiliyor. İşte rant böyle bir şeydir. Bu kişi neredeyse hiç-bir çaba
harcamadan yaptığı tüm bu işlerin sonucunda kazandığı o parayla icâbında
Hacca/Umreye gidiyor, namaz kılıyor ve Allah’tan bağışlanma diliyor. Allah’ın
böyle bir günahı bağışlaması mümkün değildir. Tâ ki; -verilen emek ve masraflar
düşüldükten sonra- kazancın arsa-sâhibi ile eşit bir şekilde bölüşülmesine
kadar.
İslâm’da spekülasyonlara göre hareket etmek yasaktır-günahtır-suçtur-ayıptır.
Evet; Fâiz, Kirâ,
Rant, şeytan işi birer pisliktirler ve Allah bunları lânetleyerek haram kıldığı
gibi, Peygamber de lânetleyerek yasaklamıştır. Toplumdaki adâletsizliği doğuran
en önemli etkenlerdir bunlar.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2014
Selam arkadaşım ... Öncelikle bu yazıyı iyi niyetlerle kaydettiğinden bi şüphem yok bunu hemen belirtmek isterim . Ancak bu yazı , daha en baştan kocaman bir hata ile başlamış ki bu hata da yazının hiçbir yerinde faiz tanımının yapılmamış olmasıdır . Merkez konunun tanımını yapmadan o konu hakkında konuşmak ya cehalettir ya da ajan şeytanlığıdır ve senin şeytanlarla iş birliği içinde olduğunu sanmıyorum ... Önce faizin tanımını yapman gerek . Farsça faizi , Arapça ribayı , Fransızca olarak da rantı çok yönlü olarak tanımlamalısın . Ve anladığım kadarıyla kendini Kur'ânî bir müslüman olarak da yansıttığına göre ; riba kelimesini tekrar detaylandırmalı ve bu kelimeyi Kur'an kökenli olarak maddeler halinde pratize etmelisin . Tüm bunları yaparken de , uydurma rivayetlerle dolu külliyattan destek almamalısın . Hakla batılın karmakarışık olduğu hadis külliyatıyla açıklama yapmak insanı gayrı İslami yerlere götürür ve sen de oralara gitmişsin gibi görünüyor . Kira gelirini ; hiç tanımlamadığın rant kavramına dahil edip , sonra da bu rant kavramını hadis külliyatı nazarında haram kılıp , bu haramla yine hiç tanımlamadığın riba kavramını özdeşleştirip sonra da , '' duran maldan gelir elde etmek haramdır '' sonucuna varıp , bi de hiç düşünmeden bunu bir kanaat şeklinde değil de hüküm şeklinde tebliğ etmişsin . Kardeş , korkunç işler yapıyosun benden söylemesi ... Kur'an'ın neresinde var kira gelirinin haram olduğu ?.. Yahut sen hangi ölçüye / ölçülere dayanarak kira gelirini riba kavramına dahil edip de haram hükmü veriyorsun . Ne ribayı , ne faizi , ne de rantı tanımlamamışsın bile ... Kendi zihninde kurguladığın şeyleri Kur'an ölçüsü olarak sunmaktan korkmuyo musun sen kardeş ?.. Bu yazıda bir tane bile teknik tanımlama , bir tane bile analitik izahat yok ama yazının sonucu resmen , '' bir malı kiraya vermek haramdır '' şeklinde hüküm veriyor . Daha riba kavramının Kur'an'da hangi anlamlarda geçtiğini , tanımını , ve çok çeşitli uygulamalarını bile izah etmeden böylesi yazıları nası yazabiliyosunuz ?.. Şu an dünyada onlarca çeşit kira şekli varken , ve bunlardan bazıları riba olabilicek durumdayken ama bazılarının riba kavramıyla uzaktan yakından ilgisi bile yokken sen nası olabiliyo da üç satırlık yazıyla kira gelirine topyekün haram hükmü verebiliyorsun ?.. Yazık ediyosun kardeş . Böyle ilim olmaz . Bu mantık adamı ateşe götürür kardeş . Benden söylemesi ... Kal sağlıcakla .
YanıtlaSilYanıt1- Adsız olarak yapılan bu yoruma yanıt verirken, kiminle muhatap olduğumu bilmediğim için “selam” ile başlamıyorum. Adsız yorum yapmak en azından “etik” değildir.
SilNeyin tanımını istiyorsun?. Fâiz, Kirâ ve Rant’ın mı?. Peki nasıl bir tanım olacak bu?. Yazının içeriği, kavramları tanımlıyor zâten. Fakat zamânımızda birileri, bırakın rant ve kirâyı, “şeytan-işi pislik” olduğu apaçık olan fâiz için bile çeşitli ve aşırı yorumlarla fâizin haramlığını blôke eden açıklamalar yapıyorlar ve o içini boşaltarak o kavramların rûhunu öldürüyorlar. Böylece o kavramlar güyâ farklı bir anlama getiriliyor. O farklı anlamlar, yasakların ve haramların yasaklığını ve haramlığını gizliyor. Sonuçta da birileri Kur’ân’ın yasakladıklarıyla kolayca haşır-neşir olabiliyor. “Fâiz Dünya gerçeğidir” diyebiliyor diğer birileri de. Oysa Allah; “fâiz alan kişi şeytan çarpmışa döner” diyor.
Fâiz, kirâ ve rant; hepsi de ribâya girer ve ribâ, “haksız (fâhiş) kazanç” demektir. Detaylandırmaya gerek yok. Bahsedilen kavramların ne olduğu herkesçe mâlûm. Bu detaylandırmayı nereye kadar yapacağız?. Birilerini râzı ve memnun edene, hattâ son aşamada tâğutları ve şeytanı râzı edene kadar mı detaylandıracağız ve aşırı yoruma tâbi tutacağız?. Bu detaylandırma; fâiz, kirâ ve rantı meşrûlaştırana kadar mı sürecek?.
Bilginin kaynağı Kur’ân iken, eylemin kaynağı da sünnettir ve İslâm sâdece “ilim dâni” değil, “amel dîni” de olduğundan, sünnet bu bağlamda bağlayıcıdır. Rivâyetlerin uydurma olup-olmadığı, Kur’ân’la uygun olup-olmadığı ile belli olur. Kur’ân genel hükümler koyar ve o hükümlerden “direkt olarak bahsedilmeyen hükümler” anlaşılır. “İnsan için sâdece çalıştığı vardır” demek, “çalışmadan elde edilen gelir ribâdır” anlamı çıkar. “Kirânın haramlığı Kur’ân’ın neresinde var” diyorsun. Peki helâlliği neresinde var?. Bahsettiğim kavramların tamâmı ribâdır yâni haksız-emeksiz kazançtır. “Kendi zihninde kurguladığın şeyleri Kur’ân ölçüsü olarak sunmaktan korkmuyor musun sen kardeş” sözü, Peygamber dâhil herkes için söylenebilir-söylenmiştir de. Peki sen bu kavramların haram olmadığına yönelik niye bir âyet bile yaz(a)madın?. Fâizin tamâmı haramdır. “Ribânın helâl olanı ve haram olanı” diye bir ayırma yapılamaz. Kirâ da öyle, “bâzı kirâlar haram, bâzıları helâldir” diye bir saçmalık olmaz.
Yanıt 2- İki çeşit insan vardır: Fâiz alanlar, fâiz verenler; kirâ alanlar, kirâ verenler; ranttan nemalananlar ve ranttan dolayı mazlum olanlar. Yâni “alanlar ve verenler”. “Alanlar” için hava hoş tabi. Fakat “verenler” öyle mi?. Bir kumpasın içine çekilmişler ve sürekli veriyorlar. Birileri birilerine ha bire fâiz-kirâ ödetiyor ve onlara nefes aldırmıyor. Birileri, birilerinden ömür-boyu kirâ alıyor, diğer birileri de uyanık ya; saf-câhil insanları kandırarak rant elde ediyor. Sen hiç seneler boyunca kirâ ödedin mi?. Ya hiç rantçılar tarafından kandırıldın mı?. Tanıdığım bir karı-koca her ay kirâ zamânı gelince kavga ediyorlar. Bir-gün berâber aynı ortamda iken; kirâyı verebilmek için temel ihtiyaçlarının hangilerinden vazgeçeceklerinin hesâbını yaptıklarına şâhit oldum. Adamın çâresizlikten başını öne eğmiş hâli mazlûmiyetin resmiydi. Hâlbuki bu kişi günün yarısını çalışmakla geçiriyordu.
SilKur’ân’ın gerçek ve en doğru tanımı hayâtın tam ortasında yapılır, ciltler dolusu külliyatlar ile değil. Hayâtın tam ortasından bakıldığında, fâiz, kirâ ve rant’ın, Dünyâ’nın hâl-i pür melâlinin baş nedenleri olduğu görülür. Bunlar zulmün daniskasıdır yâni. İslâm-Kur’ân zulme bir isyân olarak ve yeryüzünden zulmü kaldırmak için geldiğine ve bu “üç pislik” de zulüm ürettiğine göre, bunların tamâmı haram, günah, yasak, suç ve ayıptır. Kur’ân’ın kavramlarının gerçek tanımları, hayâta bakınca net olarak görülür ve idrâk edilir. Böylece araştırmaya-incelemeye de gerek kalmaz.
Şimdi; Bu yazıdan bu kadar gocunduğuna göre bu kavramlarla herhâlde bir ilgin var. (inşaallah yoktur). Eğer bu üç pislikten biri yada üçü ile bir ilgin yoksa, inşaallah bundan sonra da ilgin olmaz. Fakat eğer bir ilgin-alâkan varsa, sana açık bir uyarı ve dâvet yapıyorum ve diyorum ki; “derhâl bu şeytan-işi pisliklerden vazgeç ve uzak dur. Yoksa bu dünyâda olmasa da âhirette çok pişmân olursun, mahvolursun.
HArun bey
YanıtlaSilemeklerinizden Allah razı katında cihad olarak kabul etsin inşallah. tespitlerinize katılıyorum hatta daha fazlası da mevcut bunu anlatma hususunda öncelikle riba yı tanımlamak icab ediyor aslında ribayı faiz olarak adlandırmak genel bir hatadır çünkü günümüzde faiz dendiğinde yalnız borç hukuku geliyor aklımıza halbuki hadiste bugünün ticari aklına sunduğumuzda gayet doğal ve makul olan 1 kg iyi hurma karşısında 2 kg 2.sınıf hurma değiş tokuşuna efendimiz itiraz etmiş ve bu ribadır demiş. manasına baktığımızda 2 tür hurma içinde harcanan emek eşittir bu nedenle ancak misli ile değiş tokuş olabilir. ancak para dönüştürücüsüne çevrilmesi müstesna orada değiş tokuş yerine ticaret hükümleri geçerlidir. ayette insanın emeğinden başka karşılığı yoktur ayetiyle bu durum tasdikleniyor. efendimiz son zamanlarda daha önceden uygulanan kira sistemini değiştirdiğinde bahsi geçen hadiste görüyoruz. resulallah bize faydalı bir şeyi yasakladı ... Allah bu yeni dünya düzenine uygun islami iktisat anlayışını sağlamlaştırsın inşallah. ancak böylece kağıt üstünde fıkıha uygun ancak şeytanı gülmekten çatlatan bu kar payı ve murabaha müşareke gibi şeytan işi işlemleri ortadan kaldırabiliriz. selam ve dua ile