3 Şubat 2015 Salı

Kadına Şiddetin Önlenmesi Üzerine



Kadınlar yaratılış îtibâriyle nârin yapılı insanlardır. Bu yapıda olmaları aslında bir rahmettir. Çünkü kadınlar en önemli fıtrî görevleri olan anneliği bu “rahmet” sâyesinde yapabilirler. Fakat özellikle son zamanlarda kadınlar en başta bu nedenle yâni nârin yapıları nedeniyle şiddete mâruz kalıyorlar. (Bunun artmasına biraz da medya sebep oluyor). Zîra insanın nefsî bir yönü de vardır ve bu nefsî yön, güçlünün zayıf olanı ezmesini başlatan etkendir. Kadın erkekten fizîken daha güçlü bir yapıda olsaydı erkeklerin kadına şiddet göstermesi söz-konusu olmazdı. Kadının fizîki yapısının görece zayıf olması şiddet görmesinin ilk nedenidir. Şiddeti uygulayan taraf ilk önce bu sebeple herhangi bir nedenden ötürü şiddet göstermekten çekinmiyor. Peki kadınlar niçin şiddet görüyorlar ve bunun önüne nasıl geçilebilir?. Bu yazıda buna önereceğimiz çözümlerimiz olacak..    

1- Kadının Şiddet Görme Nedenleri

a) Kadın Etkeni

Modern Dünyâ özellikle “târihsel erkeği” çok bunaltmıştır. Onun rolünü değiştirmiştir. Fıtrata aykırı olan bu duruma katlanamayan erkek sürekli gergin bir durumda bulunmaktadır. Kendini aşağılanmış hissetmektedir. Çünkü “bakmakla/korumakla yükümlü olduğu” kadın (Nîsa 34) modern çağda kendisine tercih edilir olmuş ve erkek ikinci plânda kalmıştır. Bu gerçekten de fıtrata çok ters bir durumdur. Çünkü kadın ile erkek yan-yana durduğunda, kadınların dışarıda yaptıkları işlerin ve bulunduğu ortamın erkeğe daha çok yakıştığı âyan-beyan ortadadır. Bunun aksi bir durumda erkek komplekse kapılmaktadır. Bu kompleks onu sürekli gerdiğinden dolayı en ufak bir şeyden dolayı hemen sinirlenmekte ve şiddete baş-vurmaktadır. Böyle yapmakla kadına bir nevî üstünlüğünü göstermek/kanıtlamak istemektedir. Şu da çok açıktır ki kadınlar da modernizmin kendilerine verdiği rolü (çok beğendiklerinden olsa gerek) abartmışlar ve medyanın da desteği ile aşırı bir şekilde ön-plana çıkarmışlardır/çıkarıyorlar. Dolayısıyla kuş-bakışı bakıldığında kadın ile erkeğin rollerinin/görevlerinin/değerlerinin değiştiği çok açık bir şekilde görülebiliyor. Bu çok a-normal bir durumdur. Bu durum yeni rolüyle mest olmuş kadın için iyi bir şey olarak görülse de târihsel/ontolojik rolünü ve etkinliğini kaybeden erkek için aşağılık bir durumdur. (Bunu bilmek için her-halde erkek olmak gerekir). Mevcut durum kadın için sahte bir iyilik, erkek için gerçek bir kötülüktür. Buna, kadınları kendinden geçiren yeni rollerinin vermiş olduğu sahte bir öz-güvenle erkeğe karşı küstah bir durum sergilemeleri de eklenmelidir. Biraz para kazanınca, biraz îtibar görünce erkeğe karşı içten-içe bir baskı uygulamak istiyor. Oysa erkekler târih boyunca işleri ellerinde tutmalarına rağmen kadınlara böyle bir baskı kurmamışlardır.

Kadınların başka bir yönden de erkekleri olumsuz yönde etkilemesi söz-konusu. Çok bâriz bir şekilde görülmektedir ki modernizm, kadınları cinsel bir obje olarak görüyor ve gösteriyor. Kadınlar artık kişiliği ile değil dişiliği ile kamusal alanda görünüyorlar. Artık kadınlar da güzelliklerini (zînetlerini) göstermekten çok çekinmiyorlar. (çekinenleri tenzih ederim). Bu konuda rahat davranabiliyorlar. Fakat erkeğin fıtratı yine erkek ve “sistem” yine normal çalışıyor. Kadının elinden-yüzünden-gözünden bile etkilenebilen erkek, “açıkta gördüğü yerlerden” haydi-haydi etkileniyor ve artık erkekler de kadınları cinsel bir obje olarak kabûl etmeye başlıyor. Kadınlar da bunu tavırlarıyla ve giyinişleriyle kışkırtıyorlar. Allah Kur’ân’da kadınları şu şekilde uyarıyor: “Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız-kardeşlerinin oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ-ellerinin altında bulunanlardan yada kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden yada kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep-birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nur 31). Artık “kadın” deyince erkeklerin aklına ilk-önce cinsellik geliyor. Hâlbuki fıtrata (İslâm’a) göre kadın, ya “bacı”dır, ya “ana”dır ya da “eş”tir. Kadınların bu kışkırtmasından aşırı etkilenen erkekler artık sevgilisini yada karısını ya daha çok kıskanıyor, yada görece daha az beğeniyor. Bu durum erkeğin kadına sert çıkışlar yapmasına, nihâyetinde de şiddet göstermesine neden olabiliyor.

Vel-hasıl kelam; aslında erkeğin kadına gösterdiği “fiziksel şiddet”in nedeni; modernitenin ve kadının erkeğe gösterdiği “psikolojik şiddet”tir. “Erkeğin fıtratına gösterdiği şiddet”tir.

b) Erkek Etkeni

“Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdârdır” (Nur 30) âyeti mucîbince insanlar ama özellikle erkekler eline-diline-beline ve de gözüne hâkim olacaktır. Atalar da bu sözü asırlarca manşet yapmışlardır.

Târihsel/ontolojik role sâhip erkek, çok a-normâl durum olmadığı, müptelâ olduğu pis bir alışkanlığı olmadığı (içki, kumar, zîna vs.) ve kadının da kendi rolünü iyi oynadığında yâni tam fıtratlarına göre hareket ettiklerinde aralarında bir geçimsizliğin çıkması çok mümkün değildir. Fakat modern-küresel çağ, kadınları olumsuz yönde etkilediği gibi erkekleri de olumsuz olarak etkilemiştir. Bu modern çağın, erkekleri kışkırtmak için yapmadığı şey kalmamıştır. Bu modern sarhoşluğa kapılan erkek daha çocukluktan/gençlikten îtibâren kötü alışkanlıklara (en önemlileri içki, kumar, zîna) müptelâ oluyor. Hem kendini “bir şey” sanmasından, hem de tembel, kibirli, korkak vs. olabildiğinden, bir de eğitim sisteminin onu üniversiteye kadar mecbur etmesi ama üniversiteyi çeşitli sebeplerle okuyamaması nedeniyle (çünkü zorunlu eğitim, çıraklıktan yetişme mesleği öldürmüştür) liseli bir vasıfsız olarak ortada kalması onu daha evlilik-öncesi hem kötü alışkanlıklara, hem de kolay para kazanma ve Dünyâ’nın tadını dibine kadar çıkarma hayâllerine kaptırıyor. Nihâyet evleniyor ve evliliğin ilk zamanları hoş-sohbet geçiyor. Fakat bir-zaman sonra hayâtın yükü/sorumluluğu kendini hissettirmeye başlıyor ve bu iki tarafı da ama daha çok erkeği eziyor. Artık erkek en önemsiz konulara bile sinirlenebiliyor ve sinirini de en kolay çıkarabileceği varlıkla yâni kadınla gideriyor. Bir-kaç sinir-harbine eşler sabredebiliyor ama yıllar geçtikçe ve çocuklar olunca ve onların da dertleri eklenip ana-babanın yâni modern insanın zayıf olan dayanma (sabır) sınırı zorlanıyor ve en sonunda kavgalar ve şiddet büyüyor. Zavallı kadının yapabileceği en etkili şey boşanmak olacağı için soluğu mahkemede alıyor. Fakat erkek buna daha da fazla kızıyor ve öfke zirveye ulaşıyor.. Sonunda da olan oluyor.

Modern çağda makineleşmenin etkisiyle kas gücüne olan ihtiyaç azaldığı için, iş-verenler hem daha uyumlu (îtirâz etmeyen) hem daha az paralarla çalışmaktan gocunmadıkları, hem de bâzı art-niyetliler nedeniyle (zinhar genellemiyorum) kadınlara daha fazla iş-imkânı sağlıyor. Bu nedenle de erkeklerin işsizlik oranı daha fazla artıyor. Erkek, kadın gibi değil, kadın gibi işten çıkarılsa yada işsiz kalsa “otururum evde, adam çalışsın baksın” diyemiyor. İşsiz erkek kendini “beş para etmez bir zavallı” gibi hissettiği için, bu onu aşırı bir şekilde geriyor ve sinirlendiriyor. Evdeki kadın onu yeterince idâre edemezse kısa bir zaman sonra bu, erkeğin kadına gösterdiği şiddetle sonuçlanıyor. Semâ Maraşlı bu konuda şunları söyler:

“Kadına şiddeti bitirmek isteyenler eğer samîmi ise iki problemi çözmek zorundalar. Biri alkôl biri de işsizlik. İnternette arama motoruna ‘alkollü koca öldürdü’ yazın. Farklı-farklı şehirlerden yüzlerce haber var. ‘İşsiz koca öldürdü’ yazın durum yine aynı. İşsiz bir adamın kaybedeceği bir şeyi yoktur. İşe yaramazlık utancının üstüne açlık, mânevi boşluk ve eşiyle huzursuzluk eklenince adamın cinnet geçirmesine şaşmamak gerek. ‘İşsiz baba öldürdü’ yazdığınızda çıkan sonuç çok daha fazla. Çocuklarını, karısını ve kendini öldüren baba sayısı çok.

Maddî imkânı iyi olan adamın, karısını öldürmesi pek görülen bir durum değildir. Çünkü adamın kaybedeceği malı-mülkü-onuru vardır. İşsiz adamda bunlar ayaklar altına serilmiştir. Çalışan kadınların artması demek, işsiz erkekler ordusunun artması ve bu da cinnet ve şiddet demektir aynı-zamanda. Bu sonuçlar çalışan kadınların hoşuna gitmeyebilir fakat başka bir açıdan bakıldığında durum böyle. Ayrıca çalışan bir kadın için başka çalışan bir kadın gün gelip belki kendi kocasının işsiz kalmasına sebep aynı zamanda”.

2- Çözüm Nedir?

Şurası kesin ki insanın insana gösterdiği şiddet hem hoş değildir hem de insana yakışan bir durum da değildir. Aslında bunun hem erkek hem de kadın farkındadır. Bunu vicdânın kabûl etmesi mümkün değildir. Bu sorunun fıtrata/vicdâna/İslâm’a göre çözümü ilk başta ahlâk ile ilgilidir. Ahlâka dönen bir eğitim-öğretim-yetişme ve hayat-düzeni olmadan çözümlenmesi imkânsızdır.

a) Kadın Ne Yapmalı?

Kadın, söylediğimiz gibi; fıtraten ya “bacı”, ya “anne”, ya da “eş”tir. Daha çocukluktan îtibâren kızlar tecrübe sâhibi anne/büyükanne tarafından bu konuda bilinçlendirilmeli, oturmasına, kalkmasına, giyimine, yürüyüşüne dikkat etmeli ve her konuda aşırıya kaçmamalıdır. “Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış-elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Ahzâb 59). Hanımlar ağır-başlılığını korumalı ve hafif-meşrep hareketlerden kaçınmalıdırlar. Ev-hanımlığını, çocuk yetiştirmesini iyi öğrenmeleri gereklidir. Okula gitmesi ve okuması fakat ilk dört yıl hâriç diğer okulları ya kızlara has okullarda yada dışarıdan okumayla devâm etmesi, mecbûri bir durum yoksa da eğitim döneminden sonra çalışmaması fıtrata uygun olandır.

Kadın açık-saçık giyinmemeli, yürüyüşünde mûtedil olmalı, konuşmasında net olmalı, hattâ bakışlarına bile dikkat etmelidir. “Bakışlarını sakınsınlar” (Nûr 31). Erkekleri kışkırtacak giyinişlerden zinhar uzak durulmalıdır. Çünkü bu, ilerideki olası şiddeti başlatacak en büyük nedenlerden biridir. Ey kadınlar! şunu iyi bilin ve emin olun ki; erkekler kadınların kısa, dar, içini gösteren ve pahalı giyinişlerinden, açıklığı az da olsa (bacak, göğüs, göbek dekoltesi) cinsel ve görsel olarak etkilenmektedirler ve zâten normâl olan da etkilenmeleridir. Bu şekilde giyinerek uzun-vâdede kendi zararınıza olacak olası kötü durumlara neden olmayın.

Kadınlar mecbur olmadıkça çalışmaktan kaçınmalıdır. Dedikodu, haset-fesattan uzak durmalıdır. Ayrıca çenesini tutmalıdırlar. (Kadınlar yaratılıştan geveze değillerdir aslında. Tam tersine az ve öz konuşurlar). Ayrıca kaynanası ile iyi geçinmeli, eğer bir uyuşmazlık varsa nâdir görüşülmelidir. Çünkü anne-baba faktörü eşler arasındaki kavgaların ilk-sıradaki nedenlerindendir. Erkeği en çok sinirlendiren nedenlerden biri de kadının, karşısında fazla konuşmasıdır. Kadın evin tüm işlerini iyi öğrenmeli ve yerine getirmeli, fakat tüm bunlara rağmen kadrini-kıymetini bilmeyen, üstelik ona kaba davranan erkeğe sessiz kalmamalı ki zulme uğramasın. Çeşitli şekillerde bu durumu düzeltecek önlemler almalı yada kocasından ayrılmalıdır.

“Erkek, âilede yöneticidir ve yönetiminden sorumludur. Kadın da evin yöneticisidir ve elinin altındakilerden sorumludur” (Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmâret 20)

Kedi (kadın) ve köpekler (erkekler) ezelden beri birbirlerine dır-dır ederler ve köpekler kedileri sürekli kovalarlar. Fakat bu didişmelerinde bir-birlerini yaraladıkları ve öldürdükleri çok da fazla görülmez. Bu kovalamacalarda sonuçta kedi doğal olarak kaçtığı ve alttan aldığı için kötü sonuçlarla karşılaşılmaz. Fakat modern zamanlarda feministlerin (kediler birliği) de kışkırtmasıyla kediler çok fazla öne çıkarıldı ve köpekler de çok fazla geri-plâna itildiler. Öyle ki kediler çok iyi bakılıp en iyi şekilde beslendiler, yıkandılar, tarandılar, giydirildiler, bakımları yapıldı ve kibirlendirildiler. Kediler, olmadıkları gibi olduklarına inandırıldılar. Kediler artık köpeklerden üstün olduklarını düşünmeye başladılar. Çünkü bir kendi durumlarına bakıyorlar, bir de köpeklerin durumlarına bakıyorlar; kendilerinin (görece) daha üstün olduklarını görüyorlar. Köpekler artık çöplerden doğru düzgün bir artık bile bulamaz duruma düşürülmüşlerdir. Çünkü artık evdeki yemekler çöpe atılmayıp kedilere veriliyor, köpeklere pek bir şey kalmıyor. Köpekler itildiler, hor görüldüler, hoşt!, höt!, vs. diyerek uzaklaştırıldılar ve itildiler. Kediler ise tam tersine kucaklarda taşındılar, “annem”, “kızım” gibi ifâdelerle pohpohlandılar. Köpekler bakımsız zayıf bir hâlde kaldılar. Kediler ise kendi şişirilmiş sûni durumlarına bakarak zannettiler ki biz köpeklerden daha üstünüz. Öyle bir duruma geldiler ki köpekleri yönetmeye, onları aşağılamaya başladılar ve hattâ onları dövebileceklerini bile zannetmeye başladılar. Fakat unuttukları bir şey vardı: Köpekler (erkek) köpekti, kediler (kadınlar) da kedi. Doğal ve fıtrî olarak değişen bir şey yoktu ve köpeklerin bu kötü duruma katlanması söz-konusu bile olamazdı. Bâzı doğuştan kedileştirilmiş köpeklere bakarak hüküm vermek yanlıştı. Bu sûni pohpohlanmalara aldanan kediler köpeklerin üstüne gitmeye başladı. Kediler kedi olduğunu unuttu ve başladılar tıslamaya. Ama netîcede ne oldu?. Sinirlenen ve kızdırılan köpek kediye saldırdı ve onu ya ağır şekilde yaraladı yada öldürdü. Bu sonuç çok da şaşırılmayacak bir durumdur. Çünkü köpek köpekti, kedi de kedi. Kedi köpeği hizâya sokmaya çalıştı/çalışıyordu ama başaramadı, başaramazdı da, tam-aksine köpek onu hizaya sokardı ve soktu. İnsanlar el-birlik kediden yana olsalar da tüm köpekleri denetimde tutamayacakları için önlemleri sonuç vermeyecekti ve hattâ zamanla mâlûm kötü sonuçlar çoğalacaktı. Aşırı hırpalanmış ve kızdırılmış köpekler yapacaklarını yapmaya devâm edeceklerdi. Tâ ki kediler kediliklerini bilip köpeği görünce doğal-fıtrî durumda olduğu gibi, geri dönüp ondan kaçmaya ve alttan almaya başlayıncaya kadar..    

Ey kadınlar!, “sözde kadın-hakları savunucuları”nın oyunlarına gelerek tutum belirlemekten vazgeçin. Erkekleri hizâya getirme düşüncesinden vazgeçin. Başaramazsınız. Tam tersine erkek sizi “hizâya” sokar. Adama “dır dır” etmeyin de adamı zıvanadan çıkarmayın. Biraz susun: Şşşşşşşş!. O sizi yönlendiren tâğutların uşakları istiyorlar ki âileniz dağılsın (yâni kocanızdan ayrılın) da mecbûren iş piyasasına atılın. Böylelikle hem kolayca sözlerini dinletecek ve istediği fiyata çalıştıracak istihdam potansiyeli oluşturmuş olsunlar, hem de işsizlik artsın ve bunu çok taraflı kullansınlar. Sizin gündeminizi, tutumunuzu, davranışınızı, kadın hakları, dernekler ve ne-idüğü belirsiz şeytânî kurumlar değil, Allah/Kur’ân belirlesin. İşte ancak ve ancak o zaman normâl ve doğal bir durum ortaya çıkabilir ve rahat edersiniz.

Kadının işe ve çalışmaya yâni dışarıya yönlendirilmesi konusunda Semâ Maraşlı şunları söyler:

“Mesâi derdi olmayan, daha kolay ve havalı mesleklere sâhip kadınlar ısrarla kadının çalışmasını savunuyorlar. Oysa sabah toplu-taşıma araçlarında ezilen, iş-yerinde bütün gün koşturan, akşam da evindeki işlere yetişmeye çalışan kadınların, hâlinden memnun olanı pek yok. Fakat çalışmak zihinlere öyle bir dayatılmış ki bırakamıyorlar. Oysa âilenin geçimi için kadının kazancına gerçekten ihtiyaç varsa kadın ancak çalışmaya o zaman râzı olmalı, eşi de kadına evde yardımcı olmalı.

Kadınlar bu eziyete neden katlanıyorlar?. Çünkü ‘çalışan kadın, güçlü kadındır’ dayatması var. Çünkü ‘erkek kötüdür, zâlimdir, sen ona güvenme, kendi paranı kazan’ kışkırtması var. Kadınlar “’iş mi mutluluk mu’ tercihinde iş peşinde koşturmaya teşvik ediliyorlar. Kadının çalışması daha çok harcaması demek olduğu için kapitâlist sistem kadının çalışmasını istiyor. Oysa daha çok harcamanın daha çok mutluluk getirmediğinin çok misâlleri var göz-önünde. Fakat kazanmanın ve harcamanın anlık hazlarına kendimizi öyle kaptırıyoruz ki aslında harcadığımızın hayâtımız olduğunu fark etmiyoruz.

Kadın iş ve güç peşinde koştukça erkekle aynileşiyor ve kendi yaratılış rolünü kaybederek erkekten rôl çalmaya başlıyor. Erkek gibi davranıyor, erkek gibi konuşuyor, erkek gibi bakıyor. Kadın, yaratılışındaki letâfeti, nezâketi kaybediyor. Evinde de kocasına dışarıdaki gibi mücâdeleci ve erkeksi davranıyor. Erkek de kendi rolünü bırakmak istemiyor ve fakat bırakmak zorunda kaldığında ne yapacağını, nasıl davranacağını şaşırıyor. Bu rôl karmaşası içinde kadın mutsuz, erkek mutsuz, âile kurumu çöküyor.

Evet; şiddetin en önemli sebebi, kadın-erkek arasındaki hiyerarşinin bozulmasıdır. Bu yüzden eşitlik söylemleri arttıkça şiddet de artıyor. Bu hiyerarşi gerekli ve hayâtın her alanında var. Güç olan yerde mutlaka ast-üst ilişkisi ortaya çıkar. Kadın toplumsal hayattan daha fazla pay ve söz-hakkı aldığında hiyerarşide erkeğin önüne geçmek için erkeğe psikolojik şiddet uyguluyor. Bu şiddet en çok evlerde yaşanıyor. Kadın iş-hayâtında hiyerarşiden rahatsız değil, patronunu yada müdürünü geçmeye çalışmıyor, hırsını evde çıkarıyor. Kadın ve erkeğin güçleri eşit olmadığı için eşitlik mücâdelesi kadınları çok yıpratıyor. Dolayısıyla erkeği ve âile kurumunu da yıpratıyor. İş-yerindeki hiyerarşiden rahatsız olmayan, patrona saygılı davranan kadınlar, eve geldiğinde eşine saygılı davranmıyor, medya kışkırtması yüzünden eşit olalım diye uğraşırken ya eziyor ya eziliyor. Kadınlar ve erkekler arasında illâ bir eşitlik isteniyorsa, evden önce toplumda sağlasınlar da görelim. Bütün Dünyâ’da spor yarışmalarında neden kadınlar ve erkekler ayrı-ayrı yarışıyor?. Kadın ve erkeği aynı kategorilerde birlikte yarıştırsınlar da eşitlik nasılmış görelim. Niye askere sâdece erkekler gidiyorlar?. Niye biz kadınlar sıcak evlerimizde otururken onlar buz gibi havada dağlarda savaşıyorlar, niye sâdece erkekler şehit oluyor?. Hani eşitlik nerede kaldı?. Kadınlar nerede?.

Nîsâ Sûresi 32.âyette şöyle buyuruluyor: ‘Allah’ın sizi bir-birinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Allah hakkıyla bilendir’. Bakara Sûresi 228. âyet-i kerîmede de Rabbimiz şöyle buyuruyor: ‘Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’rûf (meşrû olan) hakları olduğu gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (âile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sâhibidir”.

Ey kadınlar! bilin ki fıtratınıza bir-çok yerde aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre daha artı özelliklere sâhip bir şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, “anne”, “eş” olarak yaratmıştır. Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile dışarıda yapmayı seven çoğu erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir yemek ve huzurlu bir ev ortamıdır. Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat diğer zamanlarda huzurlu bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir şekilde bir köşede kuzu-kuzu oturacaktır. Evi kadın yönetir. (iç-işleri bakanı).

b) Erkek Ne Yapmalı?

Erkeklerin de şiddetten uzak durmaları ahlâklarının iyi olmasına bağlıdır. Daha küçük yaşlardan îtibâren temiz bir bilgiyle ve ahlâkla yetişen erkek merhâmetli de olacağından kadınları incitmekten çekinecektir. Erkeğe daha çocukluktan îtibâren kadınların fıtrî özellikleri anlatılmalı ve belletilmelidir. Erkeklerin, kadınları daha küçük yaşlardan îtibâren ya bacı ya anne ya eş olarak benimsemeleri gerekir. Ergenlik dönemi uçukluklarından olabildiğince uzak kalmalıdırlar. Eğitim dönemi boyunca ve sonrasında bir meslek öğrenme yoluna gitmeleri çok yararlı olacaktır. İçki-sigara, kumar, zîna, kötü yayınlar, kötü arkadaşlardan ve fikirlerden uzak durulmalıdır. En geç askerlik dönüşü işini kurmalı yada bir işe girmeli ve evlenmelidir. Kadınlar fıtraten gezmeye meyilli olduklarından, onların arkadaş çevresi, sohbet ortamlarına karışmamalı, hattâ berâber etkinlikler yapmalıdırlar. Mevsimine göre âilecek gidilecek bir piknik/deniz bile âile-içi kaynaşmayı arttıracak ve şiddeti öteleyecek ve hattâ yok edecektir. Berâber vakit geçirmek çok önemlidir ve bunu çocuklar ve kadın zâten istediği için, erkeğin de râzı olması ve organize etmesi gerekir.

Erkekler âyette de söylendiği gibi, gözlerini sakınacaklar kardeşim!. Evdekinin değerini görece değiştirecek bakışlardan ve ilişkilerden kaçınmalıdırlar. Çünkü erkekler de çok fazla kıyas yaparlar ve bu çok uzak olmayan bir vâdede soğukluğu berâberinde getirir. Hem erkek için hem de kadın için ibâdetler hem kendilerini gevşetip merhâmet kazandıracak, hem de sorumluluk bilincini hatırlatacaktır. Bu bakımdan meselâ beş vakit namaz, yapılacak bir hatânın önlenmesine büyük katkı yapacaktır. “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkie/cennete yerleştiririz” (Nîsa 31). Dünyâ’da bu cennet mü’minlerin evleridir. Peygamberimiz de bir hadisinde: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, iki namaz arasında yapılan küçük günahlar affolunur” (bk. İbn Hacer, 8/357) der.

Erkekler kendi ana-babasını gözettiği gibi kadının da ana-babasını gözetmelidir. Erkekler kadınların hâllerinden anlamaya çalışmalı ve onlarla konuşacak zaman ayırmalıdırlar. Yine bir sorumluluğu paylaşmalıdırlar meselâ. Yine erkekler müptelâ oldukları, spor, kahvehâne, “arkadaşlarla takılma” denen şeyleri en aza indirerek kadınları sinirlendirmekten ve kızdırmaktan sakınmalıdırlar. Bilindiği gibi kadınlar, erkeklerin bu etkinliklere fazla zaman ayırmasına kızarlar. Erkekler kötü alışkanlıkları varsa (içki-sigara, kumar, zîna vs) bunlardan vazgeçmelidir. Erkekler, kadınları bir emânet olarak görmelidirler. Emânetlere hıyânet etmeyin, onlar sizin hem eşleriniz, hem çocuklarınızın annesi hem de hayat-arkadaşınızdır. Onlara adâletli davranın ey erkekler! (ve tabî ki de ben).

“Kadınları dövme” konusuna gelince.. Allah âyette şöyle buyurur:

“Allah’ın, bâzısını bâzısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir’. Sâliha kadınlar, gönülden (Allah’a/kocalarına) itaat edenlerdir, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşûzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür (Nîsâ 34).

Tevbe 34. âyeti Kur’ân’ın “ârızalı âyeti” değildir. Modern meâl-tefsirciler bu âyeti nasıl modernizme uyduracaklarını düşünmeyi bıraksınlar da, bu âyeti modern insana olduğu gibi göstersinler. Peygamberimiz “kadının cihadı, kocası ile güzel geçinmesidir” (Taberâni) buyurmuştur.

Peygamberimiz zamânında erkekler kadınları -biraz da toplumsal alışkanlıkla- en ufak bir şeyde hemen dövmeye varıyorlardı. Allah bu âyetlerle erkekleri ağır olmaya teşvik ederek sağ-duyuyla hareket etmelerini öğütler ve emreder. Ayrıca Kur’ân “darabe” derken “dövmek/vurmak”tan bahsediyor ama “ille de dövün” demek değildir bu. Burada Peygamber’i ıskalayarak yorum yapılamaz. Peygamberimiz kadınlarını dövmüş mü dövmemiş mi?. Peygamberimiz, hanımlarını suçlu olmalarına rağmen dövmemiş, sâdece farklı tavırlar almıştır. Unutmayalım ki Peygamberimiz bizim için en güzel örnektir. Onu örnek alarak bu âyeti tefsir edebiliriz ve ona göre hareket edebiliriz. En doğru davranış budur.  

Peygamberimiz hadislerinde erkeklere hitâben bir-çok yerde kadınlara nasıl davranılması gerektiğini söyler:

“Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah-ü teâlânın size emânetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin” (Müslim).

“En üstün mü’min, hanımına en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlâklı kimsedir” (Tirmizi).

“Hanımının haklarını îfa etmeyenin; namazları, oruçları kabûl olmaz (Mürşid-ün-nîsa).

“Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne âsi olur. Kıyâmette onun hasmı ben olurum” (R.Nasıhin).

“Sizi iki zayıf hakkında uyarıyorum; kadın ve yetim” (Hz. Muhammed).

“Cennet annelerin ayakları altındadır” (Nesâî, Cihad, 6)

“Hem kadınları dövüyorsunuz, hem de akşam yataklarınıza mı alıyorsunuz?” (Hz. Muhammed).

Allah Kur’ân’da da kadınlara karşı nasıl davranacağımızı belirlemiştir: “Ey îman edenler, kadınlara zorla mîrasçı olmanız size helâl olmadığı gibi, verdiğiniz mehrin birazını kurtaracaksınız diye, açık bir fuhuş işlemeleri durumu hâriç, onları sıkıştırmanız da helâl olmaz. Haydi onlarla güzel geçinin!. Kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki, sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah, bir-çok hayırlar takdir etmiş olur” (Nîsa 19).

Ey erkekler! bilelim ki kadınlar bizden daha merhâmetli, daha şefkatli, daha düşünceli, daha yumuşak ve sevecen, daha nârin, daha sabırlı ve âilesine daha bağlıdır. Sevgiyi ve merhâmeti ön-planda tutarak onlarla iyi geçinmeliyiz.

“Onda sükun bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhâmet kılması da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır” (Rum 21).

c) Devlet ne yapmalı

Kişisel sorumluluklar ve ödevler kadar devletin de ödevleri vardır bu konuda. (Hattâ bizce daha fazla sorumluluk ve ödev devletindir). Bunun için devlet şunları yapmalıdır:

Yeme-içmeden, giyinme, okul-iş ortamlarını, ekonomiyi, güvenliği, mimâriyi, eğitimi, sağlığı, siyâseti vs. her türlü hakkı ahlâk-merkezli düzenlemelidir. Kamusal alanda insanları olumsuz etkileyecek giyinme tarzlarını kısıtlamalıdır. Yeme-içmede insanları kışkırtacak gıdâlardan katkılardan arındırmalıdır. Eğitimi özellikle ilk-eğitim döneminden sonra kız-erkek diye ayırmalı (çünkü karışık eğitimde çok olumsuz durumlar yaşanmaktadır) müfredâta “sevgi ve merhâmet” adlı bir ders koymalıdır. İşsizliği gayret ederek en minimuma hattâ sıfıra indirmeli ve kavganın-şiddetin birinci nedeni olan işsizlik/parasızlık/yoksulluk olgusunu yok etmeye çalışmalıdır. Ekonomik tedbirlerle âilelerin ev, iş, sosyâl güvenlikten hakkıyla yararlanabilmelerini sağlamalıdır. Ayrıca insanlar arasındaki ekonomik-sosyal uçurumları azaltarak insanları gereksiz gerginliklerden korumalıdırlar.

Medyanın, kişileri ve âileleri yıkıcı yada tahrip edici yayınlar yapmalarını önlemeli, ahlâksızlığı arttıran programları (dizi, film, şov) yasaklamalıdır. Tam-aksine medyada kişisel ve âilesel yayınları çoğaltmalıdırlar. Yine boşanmaları zorlaştırmalı ve evlenmeleri kolaylaştırmalıdırlar. Şiddete karşı kânunları değiştirip ağırlaştırmalı, îdâma varan cezâlar getirmelidirler. Erkeklerin aşırı davranması durumunda, -zayıf olan taraf olduğu için- kadınları gerekirse korumaya almalı ve erkekleri tıbbî-psikolojik-ahlâkî bir tedâviye sokmalıdır. Siyâsetçiler kendi içlerinde de şiddet içeren hareketlerden uzak durmalı ki insanlara kötü örnek olmasınlar. İşe alma konusunda büyük oranda erkeklere öncelik vermeli, kadınlara da uygun çalışma ortamları sağlamalıdırlar. Gelir-dengesizliğini kaldırmalı, insanlara insanca yaşayabilecekleri bir gelir sağlamalıdırlar. Bilindiği gibi devletin kontrôl ettiği şeyler arasında sigara, içki, kumar (piyangolar) vs. gelmektedir. Hattâ zînâyı da kendisi denetlemektedir. Bunların tamâmını yasaklamalıdır. Genel-evleri derhâl kapatmalı ve buranın mensuplarına da uygun bir “kolaylık” sağlamalıdır. Meyhâne, kumarhâne, kahvehânelerin açılmasını zorlaştırmalı, onun yerine kişilerin ve âilelerin yaralanabileceği eğlence alanları kurmalıdır ve kurulmasına ön-ayak olmalıdır.

Sonuç

Kadın-erkek arasındaki ve âile içindeki şiddetin nedenleri temelde ahlâk-merkezli olmayan yaşama biçimleridir. Sevgi ve merhâmetsizliğin bir sonucudur şiddet. Ahlâksız yaşama-biçimi insanları kızdıracak, kışkırtacak, yoldan çıkaracak, yanlış düşündürecek koşullar hazırlıyor. İçki-sigara, kumar, zîna, yanlış ve kötü yeme-içme-giyinme, eğitim, davranış, insan ilişkisi, bencillik, kibir, haksızlık, adâletsizlik vs. hep sevgi-merhâmet-ahlâk-cehâlet yokluğunun sonucunda ortaya çıkan çirkefliklerdir. Böyle ahlâksızlıkların yaşandığı ve desteklendiği bir ülkede/Dünyâ’da şiddetin olmamasını düşünmek ve dilemek aptallıktır/saflıktır/ciddiyetsizliktir/samîmiyetsizliktir/abesle iştigâl etmektir.

Mevcut lâik/seküler/kapitâlist/neo-liberâlist/konformist/modernist/demokratik/bencil/kibirli bir Dünyâ’da/ülkede kânunlar, kurallar ve düzenlemeler ahlâksız modern ideolojilere ve düşüncelere göre yapıldığı için şiddetin bırakın azalmasını, tam tersine artması söz-konusu olur. Devlet modernizmin ve tâğutların öne sürdüğü ideolojileri ya adamakıllı ıslah etmeli, yada îcâbında terk ederek sevgi-merhâmet-ahlâk merkezli bir hukuk ve düzen oluşturmalıdır. Bunu da ancak İslâm sağlayabilir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mart 2015





























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder