3 Şubat 2015 Salı

Dere Göl ve Deniz


Dere

“Genellikle yazın kuruyan küçük akarsu ve bunların yatağı” diye geçer TDK sözlüğünde. Yâni her zaman akmayan, sürekli yağmurlara muhtâç olan su-yollarıdır dereler. Genelde sığdırlar. Bâzı yerleri biraz genişlese ve derinleşse de dizin/belin üstünü geçip kâlbe-vicdâna/akla ulaşacak “derinliğe” varamaz. Bu özelliklerinden dolayı da sessizdirler yada çok az sesli. Derinliği olmayandan ses çıkmaz çünkü. Derinliği olmayan, deli-dalgalar olup hırçın-hırçın sağa-sola gürültülü haykırışlarla çarpmaz. Ne insanları ne de gemileri yüzdürebilirler üzerlerinde. Tatlı-tatlı sesler çıkarır ve uyumaya meyilli ve niyetli olanları uykuya daldırıverirler. Sâkin ve huzurlu yaşamayı sevenlerin; -başkalarının çektiği sıkıntılara/acılara üzülse de- önemli olanın kendi hayâtı olduğunu düşünenlerin bulunmak istediği su birikintileri ve tercih ettiği yerlerdir dere kenarları. Korkutmazlar kimsecikleri. Şırıl-şırıl derenin sesi.. bir de yanlarındaki ağaçtan kuş sesleri geliyorsa.. deme keyfine. Artık derin bir uykudan başka ne beklenebilir ki oranın sâkininden?. Bir taş atsan, zâten taşa alışmış ve alt-yapısı “taş” olduğundan umursamaz bile atılan taşları dereler. O, doğduğu yerden, denize dökülüp öleceği yere kadar sürekli sâkin bir akış içinde olmak ister hep. Kurumamışsa eğer, denize döktüğü su, deniz için ancak bir damla hükmündedir. Suyu tatlıca olsa da az olduğundan dolayı kişiyi kandıramayacağından suyuna pek güvenilmez. Her ne kadar “akıyor” olsa da, aslında akmaktan ziyâde “sürünüyor” görüntüsü verir. Destek olmadan hayâtını sürdüremez. Öyle nârindir ki, kuruyup ölüverir. Bu nedenlerden ötürü mazlumun susuzluğunu gideremez ve ona derman olamaz dereler. İçindeki balıklar yiyenleri doyurmaya yetmez. Lâkin “ayartıcı”, sürekli dere gibi olmayı telkin eder. Sağına-soluna karışmadan sessizce kendi hâline akıp gitmeyi söyler durur. Fakat aklı/rûhu/vicdânı vahiy ile inşâ olmuş olanlar için bunu kabûl etmek imkânsızdır. Arada bir soluklanmak  ve yanı-başlarında biraz dinlenmek için dursalar da, dere gibi olmak zül/zulüm demektir onlar için.

Göl

“Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü” şeklinde târif edilir TDK sözlüğünde. Dereler gibi her-hangi bir yere akmazlar ama onlar gibi sığ da değillerdir. Yağmura ne kadar verirlerse ancak o kadarını geri alırlar. Küçük ve sığ olanlar olsa da çok büyük ve “derin” olanları da vardır. Hattâ bâzen kendisine dalanları alıkor. Büyüklüklerine ve derinliklerine rağmen göller de dereler gibi sessizdirler yada çok az sesli. Ama biraz büyükçe ve derince olanları güçlü olmasa da seslenirler âleme. Ne de olsa kendilerine göre bir derinlikleri vardır. Ne kadar “derin” ise o kadar ses çıkarırlar. İnsanları da gemileri de yüzdürebilirler üzerlerinde. Lâkin kendi hâllerinde inzivaya çekilmiş olarak dururlar hep. Ancak yakın çevresine seslenebilirler ve duyurabilirler seslerini. “Rahatsız etmeyen ses”leri yüzünden insanlar sever etraflarında bulunmayı. Hattâ onu seyre dalanları bir gaflet basar. Kendilerinden geçirir seyredenlerini. Göl-kenarları da sâkin ve huzurlu yaşamayı sevenlerin; -başkalarının çektiği sıkıntılara/acılara üzülse de- önemli olanın kendi hayâtı olduğunu düşünenlerin bulunmak istediği su birikintileri ve tercih ettiği yerlerdir. Korkutmasalar da ürkütürler seyredenleri. Kendilerine atılan taşı umursarlar ve onu geniş açıdan ele alırlar. Atılan taş, dipleri kum olduğu için kaybolmaz diğer taşların arasında. Deniz ile bir türlü buluşması/kavuşması mümkün değilse de hisseder kendinden büyük olanı. Suyu bâzen tatlı, kimi-zaman da tuzlu/acı olabilir. Suyunun bolluğu güven verir ve misâfir eder nicelerini çevresinde yıllarca, asırlarca. Her ne kadar heybetli gibi dursa da aslında hapsolmuştur doğal sınırlarına. Sık-sık misâfirleri ziyâret eder onu; kâh avlanmak, kâh da ulaşmak için bir yerden diğer bir yere. Hayâli “büyük” olsa da, derdine tam ilaç olmasa da, göl ile kanaât etmesini bilir mazlum. Genişliği ve derinliği ile göller kendini hissettirir ve hatırlatırlar sürekli. İçindeki balıklar nicelerini geçindirmiş ve doyurmuştur. Ne var ki sınırı vardır; sesi, çapı, derinliği sınırlıdır. Bu yüzden durgundur, sessizdir mecbûren ve haykırıp işitemez göklere sesini. “Sessiz yaşamayı sevenler yoldaş olurlar ona, kanaatkâr olanlar da. Fakat aklı/rûhu/vicdânı vahiy ile inşâ olmuş olanlara yeterli gelmez göller. Arada bir soluklanmak ve yanı-başlarında biraz dinlenmek için dursalar da, göl gibi olmak zül/zulüm demektir onlar için.

Deniz  

“Yer-kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi” diye yapar târifini TDK sözlüğü. Fakat umman ismi daha uygundur, daha yakışıklıdır denizi târif etmek için. Denizlere dereler gibi akmak gerekmez. Akmanın yapıldığı yerlerdir zâten denizler. Akmıyor gibi görünse de aslında altı-üstü sürekli akış hâlindedir. Belli etmeden akmak onun özelliğidir. Fakat her-hangi bir yere akmaz. Akacak yer yoktur çünkü. Kendi içinde akar. Yağmura muhtaç oldukları gibi, yağmurun ana-kaynaklarıdırlar. Kenarında/kıyısında duranlara sığ gibi gelse de, en derin yerini gören de, oraya kadar giden de yoktur. Mahremidir, izin vermez ve göstermez derinliğini öyle ayan-açık herkese. Ona ancak “derin olanlar” ulaşabilir. O derinliği ise ancak temiz olanların dokundukları “kaynak” sağlayabilir. Nicelerini içinde tutmuş ve geri koy-vermemiştir ki içlerinde ne fâsıklar/kâfirler/zâlimler ve ne tevvablar/mü’minler/mazlumlar vardır. Nice yananları da içinde serinletir. Hemen her gün hırçınlaşır, haykırır Dünya’ya ve âleme. Ardı-arkası kesilmeyen dalgalarla kayaları bile yerlerinden sökerler. Yaklaştırmazlar yanlarına kimseleri ve gezdirmeler üstlerinde ne insan ne de devâsâ gemileri. Kızgın/hırçın adlarıyla anılırlar hep. Korkutur tüm varlığı uçsuz-bucaksızlığıyla, derinliğiyle, çığlığıyla. En sessiz hâllerinde bile korkutmasalar da ürküntü verir herkese. Kuşatmak isterler tüm Dünya’yı, kara-kuru yer kalmasın diye. Herkes hayat bulsun diye. Yer-yüzünde tek bir kişi bile aç/susuz kalmasın diye çırpınır dururlar. Bu kadar gür seslenmelerinin nedeni, uçsuz-bucaksız derinlikleridir. Çapı ve derinliği onun sessiz-sedâsız durmasına müsâde etmez. Aslında başka bir yönden de çok barışıktırlar. Bunu Güneş ve Ay-ışıklarının sebep olduğu pırıltılarla/yakamozlarla kanıtlamak ister gibidirler. Lâkin bu barış, “savaştan sonraki barış”tır. Dalgalanmadan sonraki durulmadır. Selâmete kavuşmuş olmanın verdiği huzur ve sessizliktir bu. Onun delicesine dalgalanıp çalkalanması ve âlemlere haykırması hayat verir içindeki ve dışındakilere. Sâdece insanları/hayvanları ve gemileri değil, tüm Dünya’yı gezdirirler üzerlerinde. Nice güzellikleri ve nîmetleri barındırırlar içlerinde. Bâzı kaçamak yapan “ölü”leri müstesnâ, inzivâ nedir bilmezler. Varlık ile berâberdirler sürekli. Tüm Dünya’dan haberdardırlar. Kendilerine atılan taşlar ona çok zarar vermez. Büyüklüğünün/derinliğinin içinde kaybolur çünkü. Önemsemez ufak-tefek taşları. Hattâ o taş yok-olur içinde, erir gider. Hırçınlığının yanında sessizliği olduğu gibi, tuzlu/acılığının yanında tatlılığı da vardır. Suyunun sonsuzmuş gibi oluşu ona tam bir güven duyulmasına sebep olur. Hem içindekileri hem de dışındakileri besler. Hem maddî, hem de mânevi derinlikleri vardır. Öyle ki mâneviyat onun adıyla ifâde edilir. Nice sular ona kavuşmak için uzun yollar katederler. Bir yerden diğer yerlere ulaştırır hasret çekenleri/sevenleri/özleyenleri. İsterse bu yerler dünyanın diğer ucu olsun. Nice yükleri/eşyâları götürür kolayca üzerinde, Yüce Yaratıcı’nın kendine verdiği yasalarla. Sessiz yaşamayı sevenlerden çok “ses yapma”yı sevenler etkilenirler ondan. İyiliğe doğru sürekli hareket, sürekli değişim ve devrim isteyenler ondan alırlar ilhamlarını. Aklı/rûhu/vicdânı vahiy ile inşâ olmuş olanlar ancak denizle tatmin/iknâ olurlar. Özgür ruhların yer ve gök derinliği içinde kaybolmak istedikleri yerdir denizler. Sorumluluk bilincine sâhip olanların sorumluluklarını yerine getirdikten sonraki özlemidir bu..

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2014


































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder